105. yılında “Ferman” – Haluk Akyol

105. Yıl / 1915-2020

Daha küçük yaşta, şimdi soykırım (Genoside, Holocauste) kavramıyla  ifade edilen Ermeni felaketiyle ilgili oldukça bilgi sahibi oldum.

Tabii ki bana konuyla ilgili hususlar anlatılırken yukarıda kaydedilen Batı terminolojisi kullanılmamıştı. Anlatan büyüklerimiz, Batı kavramlarından haberdar olmadıkları gibi tamama yakını okur yazar değillerdi. Olayları kendi geleneksel kavramları çerçevesinde aktarmışlardı.              

İşbu yaşanan felaketin adı ve tarifi  FERMAN’dı. 

Ferman, Osmanlı Hıristiyanları tarihinde doğal olarak meşum, lanetli bir kelimeydi ve adının anılması dahi uğursuzluk sayılır ve derhal haç çıkarılırdı. Bu yalnız Ermenilere mahsus bir refleks de değildi; bütün Hıristiyan tebaa bu lanetli kelimenin anlamını, acısını bizzat tenlerinde  yaşamış oldukları  tarihi tecrübeleri dolayısıyla  çok iyi bilirlerdi.        

***

Günümüz Türkiye toprakları XI. yüzyılın sonlarından itibaren Müslümanlar tarafından fethedildi; fetihler daha sonra Balkanlara ve bütün Ortadoğu’ya yayıldı. Fatihler istila edilen toprakların yerli  Hıristiyan halklarına zimmi – reaya  statüsünü dayattılar; itiraz edenlerin akıbeti feciydi.

Zimmi – reaya statüsü gereği, Hristiyanlar ürünün yaklaşık 1/3 kadarını vergi olarak ödemek zorunda idiler. Ayrıca 7 ila 50 yaş arasındaki bütün erkekler cizye ( kelle vergisi)  ödemek zorundaydılar.

Silah taşıyamazlar, ata binemezler, şehirlerde kaldırımdan yürüyemezler, evleri Müslümanların evlerinden büyük ve güzel olamaz, kiliseleri çan çalamazdı. Müslümanlar, Hristiyan kadınla –ve çoğu zaman da zorla– evlenirken Müslüman bir kadınla  ilişkisi olan Hıristiyan erkek katledilirdi.        

Bu statü yüzyıllarca sürdü. Batılılaşma yani çağdaşlaşma bu statüyü resmen iptal etti ancak gerçekte kayda değer bir değişiklik olmadı. 

Ne Müslüman tebaa zimmilerle eşit olmayı kabul etti ne de devlet böyle bir eşitliği temine ciddi bir gayret göstermedi. Zaten Hristiyan reaya da böyle bir şeyin gerçekleşebileceğine inanmadı…   

Osmanlı fetihleri XVII. yüzyıla kadar durmadan devam etti ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı’nın kılıcı kırıldı. İnhitat (yıkılış) çağında, başta Rusya olmak üzere, Hristiyan Avrupa devletlerinin de katkılarıyla ve Batıda yükselen milliyetçilik akımının da itmesiyle Osmanlı Hristiyanları başta Balkanlılar olmak üzere, kurtuluş mücadelelerine giriştiler; devletin cevabı yüz-binleri kılıçtan  geçirmek oldu ama sonuç Büyük ölçüde Hristiyanlar lehinde tecelli etti. Balkan Harbi’nde bütün Hristiyan Rumeli, Osmanlı’nın elinden çıktı.       

Bugünkü Türkiye coğrafyasında da hayli kalabalık (yaklaşık % 25 oranında) bir Hristiyan nüfus vardı . Elde kalan topraklar için bunların varlıkları tehdit olarak değerlendirildi. Balkan Harbi biter bitmez, “zararlı nüfus yoğunluklarının tasfiyesi” harekatına başlanıldı.

Bu iş Teşkilat-ı Mahsusa’ya tevdi edildi: 1913’te Doğu Trakya Bulgarları (50.000 nüfus); 1914’te Doğu Trakya Rumları (150.000 nüfus) ve Ege Rumları (250.000 nüfus); 1915 Mart ayında Güney bölgesinde Zeytin, Haçin ve Dörtyol Ermenileri (yaklaşık 50.000 nüfus); 1915 yazında genel Ermeni tehciri (yaklaşık 1. 2 Milyon kadar nüfus) ve Asuri ve Yezidi tehcir ve kırımı; 1916’da Ege Rumlarından geriye kalanlar, Orta Anadolu’ya; 1917’de yine Karadeniz Rumları Orta Anadolu’ya tehcir edilmişlerdir…

1918’de Rus ordusunun Şark vilayetlerinden, Güney Kafkasya’dan  ve Batı İran’dan çekilmesi neticesinde Türk ordusunun ileri harekatı sırasında yaklaşık 150.000 nüfus (Ermeni, Asuri ve Yezidi olmak üzere) katledilmiştir geri kalanı  mümkün olan daha “güvenli bölgelere” çekilmişlerdir. Açlık ve hastalıktan telef olanlar ise yukarıdaki rakama dahil değildir.                                              

Bu kadar da değil; 1920’de Maraş, Kozan, Urfa ve Haçin’de yine on binlere varan sayıda Ermeni “imha” edilmiştir. Yine 1920–1921’de Kars’ta ve günümüz Ermenistan Kuzeyindeki Gümrü vilayeti ve çevresinde ve yine on binlercesi kırıma uğratılmıştır.    

Rumlara gelince 1920 yazında önce (Yunan tarafından işgal edilmemiş olan), Batı sonra orta Anadolu Rumları Şark’a doğru tehcir edildi. 1921 başlarında ise Karadeniz Rumları dahile sürüldü; sürülen halkın yaklaşık 1/3’i (çoğunlukla erkekler) telef oldu.

Harp talihinin Türk tarafına dönmesiyle birlikte, yaklaşık 1 milyondan fazla Rum’un yaşadığı Batı Anadolu ve Trakya yeniden Türk hakimiyetine girmesiyle beraber, buralardaki Hristiyan nüfus de yeni bir felakete uğradı ve yüz binlerce Rum katledildi.    

Ardından Türk—Yunan nüfus mübadelesi geldi; Anadolu ve Trakya’daki toplam 2 milyon dolayındaki Rumların ve sürgünden dönmüş olmuş olan Batı Anadolu Rumlarından oluşan ancak 1.2 milyon kadarı Yunanistan’a sağ varabildi, tabi soyulmuşlardı ve sadece taşıyabildikleri küçük bohçalardan başka hayatlarını idame ettirmeye elverişli hiçbir eşyaları yoktu…     

Cumhuriyet ilanından sonra da, Hakkari Nasturileri (Asurları) ve Yezidileri de etnik temizliğe tabi tutulmuş olduğunu da ekleyelim.   

Bir de amele taburları hikayesi vardır: Güvenlik açısından sakıncalı sayılan Hristiyan erkekler silahlı kıtalara verilmeyip, silahsız hizmetler için amele taburlarına toplandılar; bunlar gerçekte köle taburlarıydılar. Bu taburlarda istihdam edenlerin de pek azı, geri gelebildi.

***

Yer darlığı yüzünden burada hikayenin en kısa özetini bile yazamadığımızı tahmin etmek zor değildir. 

Son söz olarak; bugün, Türkiye devletinden davacı olan ve aynı tarihlerde soykırım yaşadığını  iddia eden beş adet etnik topluluk mevcuttur. Bunlar Ermeniler, Asuriler, Yezidiler, Anadolu Rumları ve Pontus Rumları’dır.  

***

Tabii ki, mağduriyete uğramış olan bu grupların ayrı ayrı  davacı olma hakkı vardır. Ancak bize göre, icra edilen bu radikal etnik temizlik hem tarihi açıdan hem sosyolojik açıdan ve hem de aynı merkez tarafından planlanan ve çoğunlukla da aynı bölgelerde birden fazla grubu da ihtiva ederek uygulanan bir tek etnik temizlik operasyonundan ibarettir… 

Dolayısıyla  bütün bunlar, ülkenin Hristiyan tebaadan arındırılması projesinin yani bir tek “FERMAN”ın, Türk–İslam milliyetçiliğinin memlekette tek bir millet teşkil etme ihtiyacını hissetmesinin neticeleridir.

Ve kabul etmek gerekir ki, işbu proje gayet başarılı şekilde hayata geçirilmiştir…


Not: Yazıda kullanılan görsel 1894 yılında Batman’ın bir ilçesi olan Sasun’daki Ermeni katliamının bir görgü tanığının anlatımları üzerine oluşturulan bir taslak çizimdir.