19 Aralık’tan bugüne faşizmin içerideki tutsaklara karşı uyguladığı politikaların yansımalarını, dışarıdaki halka dönük politikalarında gördük. Önce hapishanelerde devrimci tutsaklara yönelik saldırılar, sonrasında dışarıda muhalefet güçlerine karşı gerçekleşerek devam etti. 19 Aralık’ta cezaevlerinde gerçekleşen katliam ve devrimci kadroların bu saldırılara karşı direnişi; dışarıdaki örgütlü mücadelenin sonraki sürecinde belirleyici bir rol oynadı. Ancak F tiplerine karşı başlatılan direnişin, dışarıdan yeterli bir karşılık bulamaması ve toplumun sessizliği, dışarıdaki örgütlü mücadeleye bu saldırıların devam etmesinin önünü açtı. İçeriyi dışarıdaki sessizlik hapsederken, aynı sessizlik dışarıyı da hapsetmenin koşulunu oluşturuyor.
Muharrem Kurşun ile gerçekleştirdiğimiz röportajı sizinle paylaşırken vurgulamak istediğimiz ve kendisinin aktardıklarında da vurgulamak istediği eksen, hapishanelerdeki katliamla birlikte direnişi de görmektir. Görmeyi bilmek olarak değil, dışarıda güçlü bir ses olma mücadelesini vermek olarak tarif edelim. Bugün; faşizmin inşa ettiği kuyu tipleri, cezaevlerindeki tecrit ve sürgün politikaları, 11 ayda 709 tutsağın yaşamını yitirmesi, infaz yakma pratikleri karşı karşıya olduğumuz saldırıların boyutunu gösteriyor. Bugün bu saldırılara karşı mücadele çağrısında bulunan dönemin devrimci tutsağı ve direnişçi Muharrem Kurşun’la olan röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz.
-Gençlik Komünleri
19 Aralık Katliamı’nın politik nedenlerini nasıl kuruyorsunuz? Sürecin 2000’lerin başındaki ekonomi politikaları, burjuva değişim programı ve 2002’deki iktidar değişimiyle ilişkisini nasıl ele alıyorsunuz?
Muharrem Kurşun: 19 Aralık saldırısı, devrimci tutsakları tecride sokup teslim almak amacıyla gerçekleştirildi. Bu saldırı planı, ölüm orucunun başladığı 20 Ekim’le başlamıyor. Hücre saldırısı, tecrit sermaye devletinin tutsaklara yönelik sürekli uyguladığı bir saldırıydı. 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası ile, 91’de hücre saldırısı yasal bir kimliğe kavuşturuldu. Yer yer bunu yaşama geçirmeye kalkışsalar da direnişle püskürtüldü. 19 Aralık’ta F Tipi hapishaneleri açarak hücre saldırısını topyekün olarak yaşama geçirdiler. Ama ne 19 Aralık’ta ne de sonrasında tutsakları teslim almayı başaramadılar.
2002’de burjuvazi değil, burjuvazinin temsilcisi değişti. Burjuvazinin tutsakları teslim alma politikası değişmedi. Bugün hapishanelerde artan hak ihlalleri, tecridin derinleştirilmesi vb. saldırıların hedefi aynı: Tutsakları teslim almak. Saldırıların artmasının iki nedeni var. Birincisi tutsakların teslim alınamamış olması; ikincisi ve belirleyici olanı ise dışarıdaki sessizlik.
19 Aralık Katliamı, bir katliam operasyonu olduğu kadar, aynı zamanda bir direniş süreciydi. Bu direnişi ve direnişe dair farklı politik yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muharrem Kurşun: 19 Aralık’ta katliam bir gerçeklik. Ama Katliama karşı tutsakların direnişi çok daha çarpıcı bir gerçeklik. Direnişin biçimi, teknik ayrıntıları hakkında farklılıklar olabilir. Bu, 19 Aralık’ta ve sonrasında kısmi farklılıklar olsa da direniş tablosunu zedelemedi. Bazen farklı, talihsiz ithamlarda bulunulsa da genel olarak direniş ekseninde fiili bir birleşme oldu. Direniş ekseninde olmayanlar ise tartışma olarak bile direnişin dışında kaldı.
Açlık grevi ve direnişte Çankırı Cezaevi’ndeydiniz, deneyiminiz üzerinden tutsaklar arasındaki dayanışmanın ve polemik süreçlerinin niteliğini nasıl aktarırsınız?
Muharrem Kurşun: Çankırı Hapishanesi’nde ölüm orucu sürecinde tam bir siper yoldaşlığı yaşadım, yaşadık. Hele 19 Aralık’ta siper yoldaşlarımız kendi ölüm orucu yoldaşlarıyla ayrım gözetmeksizin beni de ölümüne korumaya çalıştılar. 19 Aralık’tan üç şey kaldı aklımda: Birincisi, çatıdan yağan kiremitlerden beni bedenini siper ederek korumaya çalışan siper yoldaşım, ikincisi sığındığımız koğuşun tuvaletinde atılan gazlara karşı siper yoldaşımın elindeki bezi kendini değil de beni korumak üzere ağzıma kapatma refleksi göstermesi; üçüncüsü ise, bir 96 ölüm orucu direnişçisinin, feda eylemi yapan İrfan Ortakçı’yı mutfakta yalnız bırakmayıp, yoğun gaz altında İrfan’ı korumaya çalışmasıydı.
19 Aralık 2000’den bugüne faşizmin cezaevi politikası, devrimci tutsakların tutumlarının nasıl ilerlediği ve cezaevlerine uygulanan politikaların dışarıda yarattığı etkilerin gelişimi üzerine değerlendirmeleriniz nelerdir?
Muharrem Kurşun: Demin de söylediğim gibi, saldırıların artmasında dışarının sessizliğinin belirleyici bir payı var. Ve bu sessizlik sürerse, doğrudan toplu katliamlar bile gerçekleşecek. Söylediğim uğursuz bir kehanet değil. Gerçek durum üzerine bir öngörü sadece. Sessizliği kırmak gerekiyor.
Bir 19 Aralık direnişçisi olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Muharrem Kurşun: Az evvel söylediğimi tekrarlayayım: Hepimiz dışarıdaki sessizliği kırmakla yükümlüyüz.
Kaynak: Gençlik Komünleri