II. Dünya Savaşı, Hitler ve ittifaklarının yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Doğu Avrupa’da sosyalist rejimler kuruldu. 1949’da Çin, sosyalist dünyaya dahil oldu. ABD, Japonya’yı atom bombasıyla vurarak teslim almıştı. Avrupa’da İngiliz, Fransız ve Alman güçleri de savaştan yıkılmış harabeye dönüşerek çıkmıştı. Almanya’ya getirilen askeri-siyasi-ekonomik yasaklar, İngiltere ve Fransa’nın kendini toparlama derdine düşmesi, ABD’yi dünya sahnesinde öne çıkardı. Amerika, NATO ile Batı Avrupa’yı denetimine aldı. Marshall yardımlarıyla kendilerini toparlayıp sosyalizme engel olmalarını sağlamak için destek sundu.
Uzun yıllar süren “soğuk savaş” boyunca dünya sahnesi; ABD, Sovyetler ve Çin şeklinde konumlanmış büyük güç merkezlerinin denetimindeydi. Bu denge ilişkisi 20. yüzyılın son on yılına kadar değişmedi. 90’larla birlikte sosyalist kampın çözülmesiyle, soğuk savaşın galibi ABD olmuştu. ABD’li jeopolitikçilerin (Brzezinski vb.) deyimiyle dünya politik güç merkezlerinde “tektonik kaymalar” olmuştu. ABD bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Dünyanın tek başına hegemonik gücü olmak için bir stratejik yol haritası gerekliydi. ABD politikasına yön veren isimler sahne alıp “gelecek” hakkında kehanetlerde bulundular. Brzezinski, Huntington, Fukuyama, Kissinger, Fuller vd. stratejik akıl oluşturdular. Elbette aynı pencereden bakan ama farklı rotalar çizen stratejiler üretilmişti. ABD’nin çizdiği strateji; dünyaya egemen olmak için Avrasya’da olası rakiplerin ortaya çıkmasını engellemek şeklindeydi.
Atlantik’ten Pasifik’e uzanan Avrasya coğrafyası bir “kara delik” olarak görülmüştü. Ve ABD’nin olası bütün rakipleri bu coğrafyadan çıkacaktı: İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Hindistan, Çin ve Japonya. Küresel güç dengelerinde büyük değişim gerçekleştiği için kimin ne yapacağı bilinemezdi.
90’lardan sonra ABD, çok kutupluluğun oluşmasını engellemek için Doğu’ya doğru NATO ile genişlemeye başladı. Rusya ve Çin’i Avrupa, Ortadoğu ve Pasifik’ten sıkıştırma yolunu seçti. Avrupa NATO ile denetimdeydi. Ama Fransa ve Almanya’nın dünya sahnesinde liderliğe oynamaları için yeterli ekonomik gücü oluşmuştu.
Pasifik’te Japonya ABD’nin ileri karakolu vaziyetindeydi. Diğer taraftan büyük bir ekonomik güce dönüşmüştü. Hepsi de risk oluşturuyordu, ABD hegemonyası için. Ya Rusya ve Çin, Hindistan… orda henüz bir belirsizlik vardı. Lakin hepsinde de nükleer güç vardı. Avrasya’da olası bir Çin-Rus (İran vb.) ittifakı kurulursa bu, ABD’nin egemenlik hayalinin sonu olacaktı. Hakeza Japonya’nın da bu güçlerle ilişkisi, yahut Almanya ve Fransa’nın Asya güçleriyle ittifaka yönelmesi, ABD’yi “kendi kıtasına” mahkum eder ve bir “bölgesel devlet” statüsüne düşürürdü. Öyleyse Rusya ve Çin toparlanmadan harekete geçilmeli, küresel enerji kaynakları denetime alınmalıydı. Stratejik alanlar ABD’nin elinde olmalıydı. Avrasya dünya egemenliği için olmazsa olmazdı. ABD kısa-orta ve uzun vadeli stratejik hamleler belirleyip her hamlede rakiplerinin ne yapacağına bakarak ilerleyecekti.
NATO Doğu’ya doğru genişliyordu. Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) Mağrip ve Orta Asya’ya dek Müslüman dünya ile Rusya ve Çin ablukaya alınacaktı. Bu konuda merkezi rol biçilen ülke Batıcı- laik (ılımlı İslam) NATO üyesi ve BOP Eşbaşkanlığı ile Türkiye oldu.
ABD öncülüğünde (NATO ve AB) Yugoslavya parçalandı. Afganistan ve Irak işgalleri geldi. Dünyanın “küresel güç odakları”ndan pek ses çıkmadı. Oysa 90’larla birlikte Fransa, Rusya, Çin gibi güçlerin de dünyaya dair stratjik bakış açısı vardı.
Fransa soğuk savaşın hemen ardından 3. Roma düşünü, Avrupa ordusu oluşumunu öne çıkardı. Fakat bunu İngiltere ve Almanya’yı da kullanarak, “ortak” kılarak gerçekleştirmek istiyordu. İngiltere bu yola meyletmeyip ABD ile Avrupa arasında köprü rolünü yeterli gördü. Çünkü o, “ABD’nin yüzergezer Avrupa gemisiydi.” Almanya ise şaşkındı. Kendini toparlamakla meşguldü. Büyüyen ekonomik gücüne (ekonomide büyük dev) rağmen askeri açıdan ABD’ye teslim olmuştu. Kısa vadede bağımsızlıkçı bir stratejiye yönelecek koşulları yoktu. Fransa’nın pragmatist tavrı ve liderlik vasfından yoksun oluşu, AB İmparatorluğu’nun kağıt üzerinde kalmasına neden oluyordu.
Rusya’nın 90’lı yıllarında ise, ABD’nin çizdiği stratejiye karşı bir pozisyon alışı vardır. Daha doğrusu esaslı iki kanat vardı: Birincisi, Batı sistemi ile kaynaşmayı hedefleyen “liberal-bireyci- Batıcı” kesim; diğeri ise “milliyetçi-gelenekçi-muhafazakar (hatta dindar)” devlet kapitalizmi (onun denetlediği oligark semaye) ve orta küçük sermayeye serbestlik tanıyan Avrasyacı bir kesim. Bu tartışmadan galip ayrılanlar Avrasyacılar oldu. Putin, bu ekibin temsilcisidir.
Rusya, ABD’nin Avrasya stratejisini tam tersine çevirip onu durdurmayı ve dünya egemenliğine oynamayı seçti. ABD, İngiltere-Fransa-Almanya-Japonya cephesiyle bir strateji çizerken, Rusya, Almanya-Japonya-İran (Hindistan ve Çin de olabilirlik noktasında) cephesi ile karşı çıkma planı kuruyordu. ABD, liberal-bireyci-protestan-katolik bir cephe; Rusya ise totaliter-devletçi-ortodoks bir liderlik öngörüyordu.
Rusya, uzun süre ABD ile gerginliği yükseltmeden güçlenmeye, toparlanmaya çalıştı. Eski Sovyet ülkelerindeki “karışıklıklarla” uğraştı. Kendi “arka bahçesine” müdahalelerde bulunup keyfine göre sınırlar çizdi.
Çin “sessiz, sakin, barışçıl” bir süreçle kapitalist gelişme yolunda ilerledi ve büyük bir ekonomik güç haline geldi. ABD pazarına göz dikti. Dünyanın dört bir tarafına meta ihracı yapıyor, anlaşmalar imzalıyor, ekonomik ağlar kuruyor. Çin büyüdükçe ve bunun yanında büyük bir orduya sahip olmakla öne çıkınca dengeler değişmeye başladı. Çok kutuplu dünyanın adım adım geliştiğini görmeye başladık. Hindistan, hem nükleer enerjiye sahip hem de büyük bir ucuz emek gücüne. Bunu teknolojik hamlelerle besledikçe “gelişmiş ülkeler”listesine girmekte gecikmedi!
Bütün bu gelişmeler, ABD’nin tek kutuplu dünya stratejisinin tutmadığını gösteriyor. Üstelik ABD üretime dayalı olmayan sıcak para krizine yakalandı. Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki ilişkiler kopma noktasına geldi. Dünyaya egemen olacağım derken içeride ekonomik ve siyasi krize yuvarlandı.
Kısaca ABD, kısa ve orta vadeli stratejik hamlelerinde başarılı olamadı. Rusya sahneye çıktı. Çin, dünya ekonomisine yön vermeye başladı. Büyük Ortadoğu Projesi başarısız oldu. Bu durum, stratejinin yeni aşamasına geçileceğini göstermiştir. Stratejideki başarısızlık, ABD’nin faşizme yönelmesine neden olurken, kriz, kopuş ve faşizm sarmalından “çıkmak” için stratejiyi sonuna kadar götürmek istediler. Aksi halde bölgesel (kıtasal) devlete doğru inişe geçilecekti.
ABD stratejisinin uzun vadeli üçüncü aşaması, olmazsa olmaz görülen “Atlantik güvenliği” meselesiydi. Çok kutupluluk engellenemezse yapılacak ilk iş, Batı Avrupa’yı garantiye alıp Amerika’nın güvenliğini sağlamlaştırmaktı. Bu cepheyi sağlama alınca uzun vadeli dünya egemenlik mücadelesine ayakları yere sağlam basarak devam edebilecekti. Trump döneminde, Avrupa tehdit edilerek ekonomik güç elde edilmek istenmişti. Biden dönemi ise Avrupa ve Atlantik güvenliğini sağlamış görünüyor. Kısa vadeli de olsa Fransa ve Almanya, dünya liderliğine oynamaktan men edilmiştir. Çok kutupluluk oluşturacak iki güç böylece denetime alınmıştır.
İşte ABD, bizzat İngiltere-Fransa-Almanya’yı NATO’da denetime alarak stratejinin yeni aşamasını başlatmıştır. Bundan sonra yapılacak şey; Rusya, Hindistan ve Çin’in sıkıştırılması, zayıflatılması, küresel egemenlik dünyasından tasfiye edilmesidir. Böyle büyük bir adım kuşkusuz ki büyük bir savaş anlamına gelir. Tam da bu anlama gelecek stratejik hamle 2021 NATO Zirvesi’nde atıldı. 2021 tarihli NATO Zirvesi, dünyada bir dönüm noktasıdır. Bu toplantıda Rusya ve Çin “düşman ülkeler” olarak kabul edilmiş, NATO’nun resmi belgelerinde yer almış, katılımcılarınca imzalanmıştır! İşte bu, çok net olarak resmi düzeyde III. Dünya Savaşı’nın ilanıdır!
Daha önce tekil olgulardan yola çıkarak (Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye vd.) III. Dünya Savaşı’nın başladığı, bazen bunun vekalet savaşları şeklinde seyrettiği, bölgesel düzeylerde yaşandığı vs. yazılıp tartışıldı. Bütün bu tartışmaları bir kenara bırakmanın zamanı gelmiştir. III. Dünya Savaşı 2021’deki NATO Zirvesi’nde kararlaştırılmış, dünyaya meydan okurcasına deklare edilmiştir.
90’larda Sosyalist Blok’un çözülüşü “tektonik kayma” sayılmıştı. Avrasya’da bir “kara delik” boşluğu oluşmuştu! Şimdi ise “kara delik”lerden yeni güçler piyasaya çıkmıştır. Yani dünyanın siyasi ikliminde bir kez daha tektonik kaymalar olmuştur. III. Dünya Savaşı’nın Rusya ve Çin tarafından da doğru kavrandığı bellidir. Putin bunu Brzezinski’nin Büyük Satranç Tahtası kitabına nazire yaparcasına açıklıyor. Haziran ayında Petersburg Uluslararası Ekonomik Formu’nda Putin şunları not düşüyor: “Büyük bir tektonik kayma yaşanıyor. Gerçekte yalnızca kendi çıkarlarını savunan ABD, “soğuk savaş”ı kazandıktan sonra yeryüzünde Tanrı’nın sözcülüğüne soyundu. Ne var ki o dönem bitti… Zaman yeni dünya düzeninin zamanı. Ekonomik ve jeopolitik bir kayma sözkonusu.” Zaten Putin, NATO’nun meydan okumasını görüp Ukrayna hamlesini yapmıştı.
***
Ukrayna meselesi gerek ABD gerekse Rusya için stratejilerinin olmazsa olmaz yeriydi. Ukrayna’yı kim kazanırsa dünya egemenliğinde öne çıkacak, hatta sonucu tayin edecektir. Stratejilerinde böyle belirtiyorlar.
Rusya’nın Avrupa ile bağlantısı Ukrayna’dır. İngilizlerin Polanya ve Ukrayna ile kurduğu ittifak Rusya’yı Avrupa’dan kara bağlantısı olarak koparıyor. Rusya eğer Ukrayna’yı kaybeder, Karadeniz’de de başarısız olursa Avrasya stratejisi son bulur!
ABD Ukrayna’yı kazanırsa Rusya’yı bölgesel devlet konumunda tutar. Bu nedenle Ukrayna kilit noktadır. Fakat Rusya bu savaşın daha ikinci gününden itibaren galibidir. İkinci günden itibaren devam eden süreç uzatılmış yenilgidir. Ukrayna’nın durumu NATO’nun maşası rolünü oynamaktan öteye gitmez. Ukrayna’da bir irade yoktur. Savaşın bitmesine kararı NATO verecektir. Onların bütün derdi de Rusya’yı zayıf düşürmektir.
Fakat şimdiden Kissinger vb. savaşın bir an önce bitirilmesini istiyor. Çünkü ABD’nin en korktuğu cepheleşme gerçekleşti: Rusya-Çin-İran İttifakı! ABD stratejistleri bu ittifak oluşursa Avrasya’yı unutmamız gerekiyor diyorlardı. Bir kesim ABD’li stratejist ise çok kutupluluğu kabul edelim diyor. Yani dünya egemenliği çantada keklik değil!
Gelinen aşamada ABD ile Asyalı küresel devletlerin yaptıkları devletler arası toplantılara-zirvelere bakın. Orda nasıl ekonomik ve siyasal tektonik kaymalar olduğunu göreceksiniz.
ABD, Avrupa’da İngiltere-Fransa ve Almanya’yı bloke etti. Pasifik’te Çin’e karşı yeni bir birlik kurduğunu açıkladı: ABD, Hindistan, Avusturalya, Japonya, Güney Kore, Bruneni, Endonezya, Malezya, Yeni Zelanda, Filipin, Singapur, Tayland, Vietnam! Ortadoğu’daki girişimlerde de yeni bir cephe kurdu. Büyük Ortadoğu Projesi’ni bu sefer Arabistan-İsrail-Mısır (ve Körfez ülkeleri) ekseninde yürütecekler. Yani hala Türkiye “istenmeyen ülke” konumunda. İsterseniz “istenmeyen hükümet” olarak da okunabilir!
Avrupa’da Ukrayna, Sırbistan, Kosova… Etnik-dinsel çatışmalar, ABD’de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar çekişmesi (ırkçı yönelimler, kürtaj meselesi vd.), Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya dek yaşanacak dinsel-etnik çatışmalar (özellikle İran-Arabistan kutuplaşması, Şii ve Sünni kavgaların yaygınlaşması), Pasifik’te Japonya, Çin, Tayvan, Sincan, Kuril Adaları ve daha nicesi III. Dünya Savaşı’nın altyapısı, dünyanın enerji kaynakları gibi temel ekonomik yapılara el koyma savaşı olacaktır. Bütün bu gelişmeler ve çatışmalar, dünya pazarına hakimiyet kavgasıdır. Bunun için kullanılacak bahaneler genellikle din ve milliyetçilik (azınlık-çoğunluk, özerklik, ayrılıkçılık vb.) mezhep ve tarikatlar… Bazen de bölgecilik, halkların haklı talepleri, insan hakları vb. Oligarklar neden öldürülüyor? Çocukluk arkadaşları neden tasfiye ediliyor, Sinzo Abeler neden öldürülüyor, diye sormaya gerek yok. III. Dünya Savaşı hepsini açıklar.
***
Üçüncü Dünya Savaşı’nda Ortadoğu ve Türkiye
2021 tarihli NATO Zirvesi’nde III. Dünya Savaşı’nı dünyaya ilan eden Biden, stratejik bir dünya turuna çıkmış durumda. Avrupa’da, Pasifik’te ve Ortadoğu’da kendi stratejisini uygulamak için “dostları çoğaltma” politikasına başvuruyor. Hedef Avrasya (ve dünya) hakimiyeti olunca, dün yanlış denilene bugün doğru demeye başlaması emperyalizmin karakterini yansıtır. S.Arabistan’la ilişkisi böyle pragmatist bir ilişki olarak görülebilir.
ABD Başkanı’nın Ortadoğu “gezisi” önemlidir. Çünkü Avrasya stratejisinin bir bölümünü kapsayan Büyük Ortadoğu Projesi yeniden hayata geçiriliyor. Daha önce Türkiye’ye BOP’un liderliği-eşbaşkanlığı verilmişti. Erdoğan’ın çizgi dışına çıkmasıyla birlikte bu ilişkiden vazgeçilmiş, Erdoğan’ın tasfiye edilmesi için de düğmeye basılmıştı. Şimdi Ortadoğu yeniden biçimlendirilirken, ABD’nin yeni partneri Arabistan olacaktır. Gizli lider İsrail, açıktan olanı ise Arabistan ve Mısır’dır. Böylece Mağrip’ten Orta Asya’ya kadar olan bölgede NATO’nun işlerini bu üç taşeron ittifak yürütecektir.
ABD, Çin-Rusya-İran ittifakına karşı bu hamleyi geliştirmiştir. Türkiye’ye de mesaj vermiştir. Ortadoğu’nun liderliğini senden alıp Arabistan’a verdim, diyor. Türkiye ise gerek İsrail’le gerekse Arabistan ve Mısır’la vd. Körfez ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmeye çalışıyor. NATO üyesi Türkiye, mevcut hükümetle henüz kabul görmemiştir. Atlantik İttifakı büyük olsılıkla Türkiye’de bir iktidar değişimini bekliyor. Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da NATO’ya hayır diyemiyor. Fakat Ukrayna meselesi ortaya çıktığı günden bugüne, Millet İttifakı’nın daha fazla NATO’cu bir konum aldığı açıktır. İster görüntüde deyin isterse şu ya da bu sebepten, Cumhur İttifakı bu süreçte NATO’ya daha az prim vermiştir.
Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesini istemiyordu. Fakat ABD’nin eli güçlüydü. Rıza Zarrab, Sedat Peker, Sezgin Baran Korkmaz gibi somut ilişkiler hakkında ABD elinde yeterli malzeme vardır. NATO’ya üyelikleri engellemek bir yana, Suriye’ye operasyon sinyali bile alamadı Erdoğan. ABD, Türkiye’yi pek çok açıdan sıkıştırıp “yola getirme” politikasına başvuruyor. Yunanistan’la ilişkileri magazinleştirecek düzeyde propagandaya dökmesi de bundandır. Yunanistan NATO’da iken en yiğit burjuva politikacısı bile NATO’ya hayır diyemez. Bu konuda da F16 alımı bile garanti değil. Yani NATO toplantısı Türkiye açısından başarısız geçmiştir. İktidarın küçük ortağı Perinçek bile, ABD’nin Türkiye’yi teslim alacağını söyledi.
ABD’nin Yunanistan ve Arabistan’la kurduğu ilişkiler Türkiye’yi şimdilik tali bir konuma itmiştir. Zaten ABD’de bir grup stratejist Türkiye’nin NATO’da olup olmamasının bir önemi kalmadı diye yazdılar. Yine de ABD’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok. Çok kutupluluk oluşmuşken böyle bir “yanlışlığı” yapmazlar. ABD’nin istemediği NATO üyesi Türkiye değil, Cumhur İttifakı iktidarıdır. ABD ve AB üyelerinin net bir şekilde Millet İttifakı’nı istediğini söyleyebiliriz.
Rus-Çin-İran cepheleşmesi ABD’nin en son bile istemeyeceği bir ittifaktır. Ama ABD, yanlış hamleler yaptıkça bu ittifakın ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Türkiye’de olası bir iktidar değişiminde NATO’nun desteği artacak, Türkiye’yi tam istedikleri gibi konumlandıracaklardır. Ya da Erdoğan’ı mecburen kabul edecek ve III. Dünya Savaşı’nda ona da rol vereceklerdir.
Türkiye’den Orta Asya’ya kadar uzanan bölgede yoğun Türk nüfusu var. ABD’nin Rusya’yı zayıflatmak için “Avrasyacı-PanTürkist” bir milliyetçiliği destekleme ihtimali yüksektir. Böylece Türkiye yeniden esaslı bir rolle tali durumdan çıkarılır. Ama bu politika Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesine yol açar. Türkiye’nin bugün en zor sınavı budur. NATO üyesi olup burnunun önündeki Rusya ile ilişkileri nasıl sürdüreceksin? Orta Asya’ya doğru yapacağın her hamle Rusya’nın tepkisyle karşılaşacak. Hakeza ABD’nin düşmanı İran’la sınırdaş bir Türkiye ve “ABD’nin sürekli desteklediği Rojava” söylemini dile getiren Türkiye! Türkiye, tarihinin en zor sınavlarından birini yaşayacak. Devlet yapısının yıprandığı, ideolojik düzeyde Batıcılık-İslamcılık-Milliyetçilik tartışmaları henüz bir sonuca bağlanmamış bir Türkiye! Ekonomik krizin derinleştiği bir Türkiye!
Gerilimi oldukça yüksek topraklardayız. Provakasyonlar tertiplenmeye başlandı bile. Ankara’da Deniz Poyraz’ın mahkemesiyle ilgili sokakta tüfekli provokatör vardı. Alevi kurumlarına da provokatif saldırı yapıldı. Bunlar Türkiye’yi “sokağa ve askeri yöntemlere çağrı”dır.
Türkiye, açık denizlere sahip olsa da “kuşatılmış bir ada”dır. Yunan, Bulgar sınırı batıdan koparıyor. Rus, Gürcü, Ermeni, İran ise Türkiye’yi hem Azerilerden hem de Kafkas ve Orta Asya ilişkisinden mahrum ediyor. Türkiye “düşmanlarla çevrili” bir ülkedir! Şimdi Ortadoğu’da ABD’nin öncülük edeceği bir Sünni- Şii çatışması olasılığı çok yüksektir. Bu, Türkiye için İran’la karşı karşıya gelmek demektir. Fakat Azeri sorunu da ciddi bir kriz olmaya başlar. Türkiye’nin Doğu sınırları ciddi şekilde patlamaya hazır gerilimler taşıyor. III. Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin nasıl bir rol belirleyeceği önemlidir. Çünkü Rusya, İran ve Azerbaycan’la NATO’cu bir gücün ilişkisinin önüne engel olacaktır. Türkiye, tekrar Rusya ile “düşman” noktasına düşürülmek istenecektir. Bu da Türkiye’nin kaybı olacaktır. ABD, İran’ı hedef tahtasına koyduğunda Türkiye’nin NATO ile davranması hiç beklenmedik parçalanmalar ve kopuşları beraberinde getirebilir.
I. ve II. Dünya Savaşı, sosyalist devrimlere sahne oldu. III. Dünya Savaşı da etnik, dinsel çatışmaları körüklüyor. Ezilen halklar bu çatışmaları kendi çıkarları için değerlendirebilirse yeni devrimler için sayısız çelişki vardır. Dünyanın sosyalist devrime en yakın ve en güçlü hareketi de Ortadoğu’dadır!
2 Ağustos 2022