21. yüzyıl NATO konseptleri çerçevesinde geliyorum diyen Avrupa Savaşı’nın ilk kıvılcımı: Ukrayna
“Gerici bir savaşta devrimci sınıfın kendi hükümetinin yenilgisini istemek dışında bir seçeneği olamaz”
-V.İ.Lenin
“Emperyalist savaşlar sınıflar savaşının bir ‘milletler savaşı’ kılığına sokulmasıdır”
-H.Kıvılcımlı
Emperyalist savaşta taraf olmak!
Sol cenahtan birisi bir sosyal medya paylaşımında “Sanki tüm dünya şirinler sadece Rusya Gargamel!” demiş. Burada kastedilen -haklı olarak- asıl düşmanın NATO olması gerekirken Rusya’nın işgal girişiminin öne çıkarılmasının haksızlık olduğu, NATO’nun bu işgale Rusya’yı (Rusya için bir beka sorunu olduğu için) mecbur bıraktığı bu yüzden Rusya’nın işgalci de olsa “mağdur” bir emperyalist güç olduğu… Buradan hareketle dünya işçi sınıfının uzun vadeli ve genel çıkarları için Sol’un “nesnel olarak” Rusya’yı desteklemesinin icap ettiğine kadar uzanan analizleri görüyoruz. Özellikle 68 ve 78 kuşağının sosyalist duruşunu koruyan kesimlerinden yükseliyor bu bakış açısı. Temel gerekçelendirmelerinin başında Lenin’in ‘Sosyalizm ve Savaş’ broşüründe “yenilgicilik” dediği, emperyalist savaşlarda öncelikle taraf olan “kendi hükümetinin yenilmesi” için mücadele edilmesi gerektiği tezi ki bu tek doğru yaklaşımdır ve bir diğeri 1956 sonrası soğuk savaş döneminin yaygın olarak kullanılan nükleer silahların kullanılmaması için “dehşet dengesinin korunması” gerektiğine dair argümanları yatıyor.
Görünenin ardındaki gerçeklere gelince, öncelikle şunu belirtelim; kötü niyetli Gargameller arasında bu şekilde ehveni şer bir ayrım yapmak yok olmuş eski dünyaya özgü, detant sosyalizminin anlayışıdır. 30-40 yıl önce Kapitalizm ve Sosyalizm arasında var olan eski dehşet dengesinin bugün artık güçlerden diğerinin de emperyalist olduğu koşullarda aynı şekilde devam ettiğini iddia etmek haddinden fazla distopik bir bakış açısıdır. Daha ötesi ezilenlerin mücadelesine kendinden menkul, zamana ve mekâna hiç uymayan “Aman dehşet dengesi bozulmasın!” orta yolculuğuyla ataleti dayatmaktır. Günümüz emperyalist güç ilişkilerinin savaşın güncel doğasını değiştirdiğini anlamaktan uzak olan bu bakış açısına tipik bir örnek vermekte yarar var.
“Bugün Dünyadaki atom güçlerine bakalım. ABD, Avrupa, Rusya, Çin vs. Bir kere bunlardan her hangi birinin aşırı güçlenmesi bizlerin aleyhine olur. Çünkü diğerine bir atom savaşı cesareti verir. Bizim için en iyi durum, tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi bir dehşet dengesinin sürmesi olabilir. Bu da bizlere şu an ki Rusya-NATO savaşında daha zayıf olan Rusya’nın ezilmesine, tecrit edilmesine ve dağılmasına karşı onu destekleme, ABD ve Avrupa’nın bu savaştan zararlı çıkmasını sağlama görevi verir.” -Demir Küçükaydın
Sol saflarda özellikle eski kuşak komünistlerde oldukça yaygın bir görüştür bu. Her ne kadar Rusya için artık emperyalist bir güçtür deseler de asıl düşman NATO karşısında her ne pahasına olursa olsun onun desteklenmesinin doğru olduğunu düşünüyorlar. Kırım’ın ilhakını, baskı altında tutulan Rus azınlığın yaşadığı Donbas cumhuriyetlerinin Rusya tarafından koruma altına alınarak -2014’deki hükümet darbesinden 8 yıl sonra!- bağımsızlıklarını ilan etmesini yeterli görmüyorlar. Putin’in Ukrayna için “uydurulmuş bir ulus” söylemini es geçiyorlar ve yine Putin’in ülkesinin kuruluş ilkelerini inkâr ederek Ukrayna’nın kendi kaderini tayin konusunda Lenin’in hatalı olduğunu ifade etmesini günümüz için gerçekçi, reel politik buluyorlar. Tüm bunların ötesinde Kiev başta olmak üzere Ukrayna şehirlerinin hedef gözetmeksizin havadan bombalanmasını, füzelerle vurulmasını, misket bombası kullanılmasını savaştan kaçan milyonlarca sivilin sınırlara yığılmasını zorunlu, kaçınılmaz bir savaş gerçeği (zayiatı diyen de var!) olarak görüyorlar. Aynısını ABD ve NATO Yugoslavya, Irak, Afganistan ve Libya’da yapmamış mıydı? Demek ki Rusya’nın desteklenmesi konusundaki “nesnelliğin” sınırları nerde başlar nerde biter bunun netleştirilmesi gerekiyor.
Savaş modeli: Nükleer caydırıcılık mı hibrit savaşlar mı?
Şu anda dünyada nükleer silahların kullanılması riskini barındıran bir dehşet dengesi yoktur. NATO-Rusya ekseninde devam eden Avrupa savaşına atom savaşı modelleriyle yaklaşmak ne kadar gerçekçidir? Eğer dünyanın yok oluş momentinden bahsediliyorsa her yeni gün ekolojik sistemin mahvına yol açan endüstriyel, dijital ve militer kapitalizm daha ciddi bir dehşet dengesi yaratıyor. Kaldı ki asıl savaş biçiminin “hibrit savaşlar” olduğu bir dönemden geçiyoruz. Güncel ve baskın olan da etkinliği giderek artan da budur. Nizami ve gayri nizami muharip güçlerin (Bunlara Rus Wagner, Türk Sadat, ABD’nin Blackwater gibi paralı asker orduları da dâhildir.) bir arada olduğu, enformasyon ve teknolojinin muhabere sahasında tam zamanlı olarak kullanıldığı, psikolojik propaganda araçlarının savaşın gerçeklerini karartmada alabildiğine işlevsel kılındığı, kuşatılan şehirlerde hedef alınan meskûn mahallerin simülasyonlar eşliğinde gerçek zamanlı olarak resmedildiği esnek ve akışkan bir harp modeline geçilmiştir. Bu model nükleer silah caydırıcılığından elbette vazgeçmeyen ama ona olan ihtiyacı en aza indiren askeri, siyasi, ekonomik ve ideolojik güç matrislerine dayanmaktadır. Kapitalist emperyalist düzenin temsilcileri bugün aynı mahallenin içinde -tek dünya pazarı- birbirlerini dışlamadan ama hegemonya ve gücün kabul ettirilmesi üzerinden bir savaş yürütüyorlar. Dünya pazarı için verilen mücadelenin esası budur artık! Gücün kabul ettirilmesi.
Rusya, Trump döneminin aktive ettiği ancak Biden ile tekrar onarılmaya başlanan NATO’nun kendi iç krizini iyi tespit etmiş, ABD’nin Afganistan yenilgisiyle yaşadığı hegemonya kaybını da hesaba katarak kendi tarihsel nüfuz alanını, düşmanı ilerden karşılamayı esas alan önleyici bir savaş stratejisiyle işgal etmiştir. Putin, Ukrayna’ya NATO’nun kendi içinde zayıf olduğuna inandığı ve Rusya’yı engelleyemeyeceğini bildiği bir zamanda saldırmıştır. NATO’nun İMF, Dünya Bankası ve Batılı merkez bankaları dururken kapitalizmin krizine dahi el atmak zorunda kalması, -özellikle Pandemi sonrası- elbette onun ciddi şekilde zayıfladığının bir göstergesiydi. 2021 Temmuz’unda Brüksel’de yapılan son NATO zirvesinde alınan kararlarla, Kuzey Atlantik Paktı (NATO) kapitalizmin krizinden çıkışı için de yükümlü kılınmış görünüyordu. Sonuçta işte bu koşullarda NATO’nun doğuya yayılması Rusya’nın batıya doğru hareketi ile (hücumu!) durdurulmuştur. Bu savaş bir yanıyla NATO’nun yenilenerek geri dönüşü (NATO is back!) ve kendini konsolide etmesinin zaruriyetinden diğer yanıyla Rusya’nın dünyada yeni bir düzen talebinde bulunmasının kesişme noktasından doğmuştur. Bu denkleme dahil edilmesi gereken Çin’in pasifikten yükselen “Tek Kuşak Tek Yol” (One Belt, One Road) doktrinidir. Nihayetinde bugün Ukrayna sahasında yürütülen emperyalist savaş ABD ve İngiltere’nin yeniledikleri ve “Daha iyi bir dünya oluştur!” (Build Back Better World) şeklinde formüle ettikleri Kuzey Atlantik projesine karşı Rusya ve Çin’in artık savunmada kalmayacaklarını, aynı mahallenin (dünya pazarı!) eşit oyuncuları olacaklarını ilan ettikleri bir savaştır.
Emperyalist savaşta devrimci sınıf çizgisi
‘Birleşik Devrim’ ve ‘Bölge Devrimi’ diyenler açısından mesele (Rusya’nın desteklenmesi) alabildiğine özneldir, yukarıda sözü edilen nesnellik Anadolu, Mezopotamya ve Ortadoğu coğrafyası için ciddi sorunlar barındırmaktadır. TC içinde çok güçlü olan neo-ittihatçı Avrasyacı faşist kliğin Rusya ile olan karanlık ilişkileri bir yana Afrin, Serekaniye ve Grispi’de TC’ye hava sahasını açarak buraların düşürülmesine neden olan, bu şekilde Rojava Devrimi’ni baltalayan Rusya, bölge devrimcileri için hiçte mağdur bir emperyalist güç değildir. NATO’yu baş düşman olarak görmem, benim isteğimden bağımsız olarak “daha az güçlü olan” Rusya’ya kendiliğinden nesnel bir destek anlamına gelebilir ama bu benim öznel olarak da Rusya’yı desteklediğim anlamına gelebilir mi? Tartışmanın bam teli burasıdır. Eski kuşak komünistler bu nesnelliğin Rus egemenlik sisteminin şimdi bağımsız birer devlet olan eski Sovyet cumhuriyetlerinin çoğunu yarı sömürge statüde tutan askeri-emperyalist bir devlet olduğunu silikleştirebildiğinin çok farkında değildir. Emperyalistler arasındaki çelişkilerden onlardan birinin yedeğine düşmeden işçi sınıfı ve ezilen halkların bağımsız devrimci çizgisini esas alarak sonuna kadar yararlanmak ve onlardan birine taraf olan “kendi hükümetinin” yenilgisini istemek doğru olan tek devrimci çizgidir. NATO ve Avrupa ile Rusya-Çin arasındaki dünya pazarı ve askeri hegemonya mücadelesinde taktik çelişkilerinden yararlanmayı reddetmeyen ama stratejik ve ideolojik temelde hiçbir şekilde taraflardan biriyle uzlaşmayan devrimci enternasyonal bir üçüncü çizginin yaratılması dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının biricik doğru yolu budur.
İngiltere’den Almanya’ya, Ukrayna’dan Rusya’ya ve tüm Ortadoğu coğrafyasına uzanan hatta yaşayan hatırı sayılır sayıdaki Türk ve Kürt emekçi nüfus, TC’nin her iki emperyalist blok arasında tarih boyunca yürüttüğü “denge” siyasetinden en fazla mustarip olmuş, acı ve zulüm çekmiş kesim olarak bu savaşta belki de en tutarlı enternasyonal çizgiyi hayata geçirebilecek kuvvetlerin başında gelmektedir.
‘Ezilenlere hareket alanı sağlamak, güçlenene kadar zaman kazandırmak maksadıyla daha az güçlü olan emperyalist gücün desteklenmesi… Bu aynı zamanda bir denge yaratarak daha güçlü olanın nükleer bomba kullanma cesaretini kıracaktır…’ şeklinde formüle edilen anlayış, formel bir mantıktır. Teorinin nasıl da gri olduğunu, güncel savaş hakkında nasıl da bize hiçbir şey söyleyemediğini, pratiğin yeşilinden nasıl kopulduğunu gösteren çok çarpıcı bir örnektir bu. Söz konusu yaklaşım eskinin “baş düşman/tali düşman” kategorilerini kullanmayı çok seven ama haklı savaş haksız savaş ayrımını pek önemsemeyen üç dünya teorisinin revize edilmesidir.
İşçi sınıfının uzun vadeli ve genel çıkarları için; savaşan emperyalist güçlerden daha az güçlü olanın yanında durmak, haksız ve gerici bir savaşın yürütücüsü olsa bile onu desteklemek! Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz.
Şimdi 21.yüzyılın göz göre göre gelen Avrupa savaşının taşları nasıl örülüyor ona bakalım.
NATO’nun 70 yıllık kanlı konseptleri
Temmuz 2021 de NATO’nun Brüksel zirvesinde ilan edilen “NATO 2030 YENİ BİR ÇAĞ İÇİN BİRLİKTELİK” başlıklı 79 maddeden oluşan raporun öne çıkan unsurlarını hatırlayalım.
-Yeni teknolojiler ve inovasyona yatırım (DİANA=Savunma inovasyon hızlandırıcısı.) NATO için bir ilk olan Yapay Zekâ Stratejisi. (1 milyar Euro fon.)
-Yıkıcı teknolojilerle mücadele için çok uluslu araştırmalar yapılması bunun için en üstün üniversitelerden bir ağ oluşturulması
-“Cambridge Üniversitesi kuantum konusunda, Stanford Üniversitesi yapay zekâ konusunda, Talinn Üniversitesi siber savunma üzerine, John Hopkins Üniversitesi biyoteknoloji üzerine ve MIT telekomünikasyon üzerine çalışabilirler” (NATO İnovasyon Birimi)
-Hibrit eylemler ve siber saldırılara karşı mücadele
-Terörizm
-İklim değişikliğinin güvenlik üzerine etkileri
-Asya pasifik bölgesinde Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore ile işbirliği (Yeni hasım Çin’e karşı savunma konsepti)
-Ukrayna, Gürcistan, Irak ve Ürdün’ün stratejik önemine özel vurgu / Ukrayna ve Gürcistan’ın Kuzey Atlantik Paktına üyeliklerinin gündemde tutulmasından vazgeçilmemesi
– Çin’e ilişkin “yapay zekâ gibi yeni yıkıcı teknolojilere yatırım yaparak savaşın doğasını değiştirdiği” yönünde suçlamalar / Çin’in yükselen baş hasım güç olarak ilan edilmesi
-“Otoriter rejimlerin kurallara meydan okuduğu bir zamandayız” denilerek Çin ve Rusya’nın isimlerinin bizzat zikredilerek hedef tahtasına konulması
-Oldukça ilginç, kapalı sözcüklerle ifade edilen ve bizce öne çıkarılması gereken bir diğer madde ise şöyle: “Toplumlarımızın direncini güçlendirme konusunda anlaştık. NATO çapında dayanıklılık hedefleri ve somut ulusal hedefler geliştireceğiz”. / Emperyalist bir pakt eğer “toplumların direncinin yükseltilmesinden ve ulusal hedeflerden” bahsediyorsa akla ilk gelen hali hazırda Avrupa’da İslam, azınlık ve göçmen karşıtlığı ile gelişmiş olan yeni faşizmlere daha fazla yol verileceğidir! İlk doğduğundan günümüze Nazizm emperyalizmin yeri geldiğinde kullandığı vazgeçilmez silahlarındandır.
Ukrayna sahasında cereyan eden NATO-Rusya savaşına devam ediyoruz ama arada NATO’nun kuruluşundan günümüze oluşturduğu karşı devrimci, konseptlerin, dönemlere damgasını vuran olaylarla birlikte bir özetini çıkarmak oldukça faydalı olacaktır.
I. Soğuk Savaş Dönemi (1949-1991)
-1950 Kore Savaşı
-Kore Savaşı’ndan sonra 1951’de Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanlığı’nın kurulması
-1952 Şubat Türkiye ve Yunanistan’ın üyeliğe kabulü
-1955 Federal Almanya’nın üye yapılması (Sovyetlere karşı “ileri savunma” ihtiyacına binaen)
-.Aynı yıl Varşova paktı kuruldu
-Süveyş krizi ve Macaristan olayları
-Küba füze krizi
-1961 Kruşçev Kennedy Viyana Zirvesi ile detant (yumuşama) dönemi
-1968 sonrasında SALT1 ve 2 anlaşmaları ve bu şekilde nükleer dehşet dengesinin detant politikaları ile yumuşaması / Barış içinde bir arada yaşama politikasının öne geçmesi
-NATO 1970’lere kadar misilleme olarak nükleer silahların kullanılmasını da içeren “Kitlesel Mukabele” stratejisini, Küba krizinden sonra ise düşmanı ilerden karşılamayı içeren, nükleer silahları ise “kademeli olarak” kullanmayı esas alan “Esnek Mukabele” stratejisini uygulamıştır
II. Soğuk Savaş’ın hemen sonrasındaki dönem (1991-2001)
-Genişleme dönemi
-Doğu Avrupa’nın ele geçirilmesi ve Yugoslavya’nın parçalanması
-Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin yıkılışından dolayı aktif savunmadan “önleyici diplomasi” ve “kriz yönetimi”ne geçişi
-1999 Washington Zirvesi ile “Alan dışılık” (5. madde dışı operasyonlar) konusunun netleşmesi. Böylece NATO Avrupa merkezli bir ittifak olmaktan küresel bir güvenlik gücüne dönüşmüş oluyordu. Bu dönemin en kritik kararı budur. NATO kendi üyelerinin saldırıya uğraması dışında da dünyanın herhangi bir bölgesine saldırı yapabileceğinin kararını almıştır.
III. 11 Eylül İkiz Kuleler Olayı’nın damgasını vurduğu dönem (2001-2010)
-Irak ve Afganistan’ın işgali
-“Terörizmle savaş” konseptinin oluşturulması
-2008 Rusya-Gürcistan savaşı (Gül devrimi!)
-Neo-liberalizmin olumsuz etkilerinin ayyuka çıkması ve özellikle 2008 mali krizi sonrası artan küreselleşme karşıtı isyanlar karşısında “Ayaklanmalar yüzyılı” tespiti ve bunun ilerden karşılanması gerektiği
-“Büyük Ortadoğu Projesi” ile Rusya, İran ve Çin’in çevrelenmesine karar verilmesi ve “Ilımlı İslam”ın desteklenmesi.
-“Haydut devletler” kavramı ile NATO’nun kendine “ulus inşası” görevini yüklemesi
IV. 2010 Lizbon Zirvesi ile başlayan 2020’ye kadar olan dönem
-Arap Baharı 2011
-Libya ve Suriye iç savaşı / 2011
– Rojava Devrimi / 2012
-Rusya’nın Suriye’ye Müdahalesi / 2014
-İŞID / 2014-2019
-Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı / 2014
-Pandemi süreci / 2020
-İlk kez bu zirvede Çin şahsında “Asya-Pasifik tehdidi” öne çıkarıldı. NATO’nun bu bölgede ağırlığının artırılmasına karar verildi.
Görüleceği üzere her 10 yılda bir Batı kapitalizminin yaşadığı ekonomik, siyasi ve askeri krizlere emperyalist talan ve yağma savaşlarıyla cevap veren bir NATO gerçekliği var karşımızda. Hiç kuşkusuz NATO’nun tarihi Kore Savaşı’ndan, Doğu Avrupa’nın ele geçirilmesine, Yugoslavya’nın parçalanmasından Irak ve Afganistan’ın işgaline, Arap Baharı’nın altının oyulmasından Libya ve Suriye’nin bölünmesine kadar milyonlarca insanın katledilmesine ve ülkesinden sürgününe neden olan alabildiğine kanlı bir tarihtir. Bu kanlı tarihin son konsepti ‘2021 Brüksel Zirvesi’ ile oluşturuldu. Yukarıda bunun özetini verdik.
2030 yılına kadar Rusya ve Çin’in dünya “liberal düzenine “meydan okuyan “otoriter rejimler” olarak damgalanarak siyasi olarak zayıflatılması, izole edilmesi ve dünya pazarında rakip olmaktan çıkarılması kararı alınmıştır. Bu sürece gelinmesinde ABD, NATO ve AB’nin kendi bünyesinde yaşadığı zaaflar ve krizler Çin-Rusya faktöründen daha fazla etkili olmuştur. Hem rüzgâr ekip fırtına biçmişler hem de bunun sorumlusu kendileri değilmiş gibi saldırgan politikalarını devam ettirmişlerdir. Dünya halklarına 70 yıldır ekonomik kriz ve savaşlardan başka hiç bir şey vermeyen ABD ve İngiltere sömürü ve talanı aynı hızda sürdürmek için karşılarında dünyayı kendileriyle paylaşmak isteyen rakipler istememektedirler.
Liberalizmin çöküşüne ağıt
1963 yılından beri toplanan ve ilk kuruluş nedeni “Sovyet tehdidi” olan Münih Güvenlik Konferansı isimli kuruluşun -ki “dünya siyasetinin Davos’u” olarak bilinir- son üç toplantısındaki ana başlıklar şöyledir:
2019: “Liberal Düzen Dağılıyor”
2020: ”Batı’nın Çöküşü / Batısızlık”
2021: ”Batı küresel çatışmalara seyirci kalarak kendi değerleriyle tutarsızlığa düşüyor.”
2022: Ukrayna’daki savaşın hemen öncesinde 20 Şubat tarihli toplantının başlığı: “Kolektif Çaresizlik”
Dağılmaktan, çöküşten ve çaresizlikten bahseden bir Batı emperyalizmi var. SSCB dağıldıktan sonra “Tarihin Sonu”nu ilan eden Fukuyama Avrupa savaşının ilk günlerinde “Putin’in saldırısı liberal Batı’yı uykusundan uyandırdı” diyerek hem liberalizmin kan kaybedişine veryansın ediyor hem de bu savaşın NATO’yu yeniden canlandıracak bir ivme yaratacağını vaaz ediyor.
Liberalizmin kurtuluşunu hiç utanmadan “Ukrayna hepimiz adına savaşacak”, “1989 ruhunun canlı kaldığını tüm dünyaya gösterecek” diyerek kutsal bir davaya büründürmeye çalışıyor. Liberalizme en büyük zararı batılı “popülist muhafazakârların” verdiğini söylerken bu neo-faşistlerin hangi vasattan kök alarak, kimlerin desteğiyle serpildiği konusuna hiç girmiyor. Fransa’da Le Pen, İtalya’da Matteo Salvini, Brezilya’da Bolsonaro, Macaristan’da Viktor Orban, Hindistan’da Narendra Modi, Türkiye’de AKP-Ergenekon koalisyonu, ABD’de beyaz ırkçılığı şahlandırarak işi kendi Kongre binasının kuşatılmasına kadar vardıran Trump ve nihayetinde Ukrayna’da tüm yönetime çöreklenen ve Nazi olduklarını açıktan beyan eden tüm bu hükümetler bugüne kadar NATO’nun onay ve desteğini almışlardır. Sonuçta Fukuyama ve benzerleri artık mevta olmuş, kadavra bile olamayacak kadar çürümüş bir cesedin boş yere ağıtını yakmaktadırlar. NATO’nun “yeniden dirilişi” Fukuyama’nın apolitikçe eleştirdiğinin tersine yeni faşizmlerin daha da güçlendirilmesi üzerinden restore edilmeye çalışılacaktır.
Emperyalizmin sözde liberalizm çağı kapanmıştır. Almanya’nın yeşil destekli sosyal demokrat hükümetinin bile savunma bütçesini tarihinde görülmemiş derecede katladığı, Ukrayna’ya her gün açıktan silah yolladığı koşullarda NATO’nun “2030 Yeni Çağ İçin Birliktelik” sloganı liberalizmi düştüğü çukurdan çıkarılmasının değil, yeni ve daha büyük askeri hesaplaşmaların habercisidir.
Avrupa Savaşı
“Rusya’nın açtığı savaş Avrupa tarihinde tektonik bir değişim oluşturmaktadır”-12 Mart 2022 / AB Versay Bildirisi
Doğrudur. İkinci paylaşım savaşından bu yana Avrupa’daki en büyük konvansiyonel savaştır bu.
ABD, NATO ve AB’nin Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımları ve uluslararası tecridinin başarılı olacağından, uzamış bir savaşın Rusya’yı kendi halkı ile karşı karşıya getireceğinden ve Rus askerinin demoralize olacağından, Rus oligarkların ABD ve Avrupa’nın nimetlerinden yoksun kalarak Putin’e başkaldıracağından, Putin’in aslında bu savaşla imparatorluk özlemi çektiğinden vb. çokça söz ediliyor. Ve tüm bunların Rusya’nın bir devlet olarak sonunu getireceği dahi iddia ediliyor. Afganistan batağı ve yıpratıcı Çeçen savaşı örnek verilerek “Tarihten hiç mi ders çıkarmadı Rusya?” deniliyor. Hatta Rus Çarı 2.Nikola’nın 1905’de Japon savaşını kaybetmesinin Bolşevik Devrimi’nin yolunu açtığı tutarlı bir antikomünist olan Putin’in bari bundan ders çıkarması salık veriliyor. Çoğunun çok erkenci ve kestirmeci yaklaşımlar olduğunu tespit etmek gerekiyor. Çünkü Rusya, sorunu hiç olmadığı kadar bir varoluş-yok oluş, bir beka sorunu olarak ortaya koyuyorsa artık burada denklem değişmiştir.
Geçmiş tarihi referanslar geçersizdir. Görülmesi gereken Rusya’nın artık NATO-AB ittifakına karşı ön almak isteyen, onunla bugünkü gibi uygun koşullar bulduğunda başa baş güreşmek isteyen, Çin’in de dolaylı desteğiyle dünyada kendi lehine yeni bir denge tutturmaya çabalayan bir güç olduğudur. Dünya pazarı ve jeo-stratejik alanların hâkimiyetinde, yeniden bölüşümünde hep ilk hamleyi ABD ve müttefiklerinin yaptığı, buna karşı çoğu zaman savunmada kalınan çizginin değiştirilmesi kararlılığıyla hareket etmek istemektedir Rusya. Adeta Sovyetler dönemindeki Sovyet halklarının esenliği ve güvenliği için kurgulanan “kapitalizme yetişme ve geçme” mantığı bu sefer Rus tekelci kapitalistlerinin dünya pazarından daha fazla pay almaları adına tersine çevrilerek yeniden gündemdedir. Hep geriden gelen olmaktan sıyrılıp artık ön almak isteyen, hiyerarşide basamak atlamak isteyen bunun özlemini çeken bir Rusya var artık.
Putin, savaşı Avrupa’nın bir soluk mesafesine kadar getirmiştir. Polonya sınırına yığılan milyona yakın korkulu gözler, aynı zamanda Avrupa’nın korkulu gözleridir. Bakmayın siz bu savaş NATO-AB ilişkilerini pekiştirecek, daha güçlü kılacak diye yazan afili savaş ve dış politika uzmanlarına. Elbette kısmen doğrudur ancak AB’li diplomat ve askeri yetkililer boşuna mı Rus senfonilerini bile yasaklıyor. Hemen hepsi şu aralar 2. Dünya Savaşı’na ait arşivleri didik didik etmekle meşguller, bundan emin olabilirsiniz. Asıl fotoğraf budur. Bir yanda korku ile savaştan kaçanlar varsa diğer yanda korku dolu gözlerle bunu izleyen bir Avrupa kıtası var! Korku ile olay mahallinden kaçan, kurtulmuş sayılır. Ya artık hep korku ile yaşamak zorunda kalanlar! Bu anlamda Avrupa’nın Versay Bildirisi’nde geçen “savunma harcamalarımızı artıracağız”, ”enerjiye bağımlılığımızı azaltacağız” yok efendim, ”karar almada özerk davranacağız” gibi olabilirliği çok şüpheli ve daha çok korku bastırmayı ifade eden açılımları gerçekçi değildir. Tek gerçek alternatif, Avrupa işçi sınıfının kendi hükümetlerinin NATO’dan çıkmasını sağlayacak kitlesel eylemlere başvurmalarıdır. Eğer onlar bunu yapmazlarsa bunu gerçekleştirecek başkaları mutlaka olacaktır. Avrupalı gençler, kadınlar, azınlıklar, mülteci ve göçmenler kendi hükümetlerinin yenilgisi için mücadeleye atılacaklardır. Avrupa halklarının sınırlarına dayanan milyonlar için döktükleri her damla gözyaşı ABD ve İngiltere’nin oyuncağı olmuş kendi hükümetlerinin daha da gericileşmesine, militarize olmasına hizmet edecek. Avrupa halkları ise hiç alışık olmadıkları ekonomik sefalet batağı ile yüz yüze geleceklerdir. Tüm bir Avrupa kıtası emekçileri elbette İngiltere’nin Brexit ile AB’den ayrılarak soluğu ABD’nin yanında onunla birlikte Çin’e karşı Pasifikte almasını sorgulamalıdır. Bu savaşta Rus karşıtlığını en azgın, en şiddetli yürütenin neden İngiltere olduğu aydınlığa çıkarılmalıdır. Başta ABD ve İngiliz emperyalizmi ve sonra Avrupalı emperyalistler Güney’in mahvına yol açan neo-liberalizm ve vekâlet savaşlarıyla nasıl ki milyonlarca göçmen ve mültecinin Avrupa’nın göbeğine akın etmesini durduramadılarsa sonra “terörizmle savaş” diyerek nasıl ki radikal İslam’ın Avrupa başkentlerini hedef almasını engelleyemedilerse, şimdi de ABD ve İngiltere’nin başını çektiği NATO’nun Doğu’ya doğru yayılma politikasıyla bir Avrupa savaşını kendi sınırlarına taşımışlardır.
Kendi kuruluş ilkelerini çiğneyerek büyümek isteyen güç: Rusya
Kimi Marksistlerin zihinsel arka planında hala tortuları kalan Rus egemenlerinin Sovyet geçmişine bağlılıklarını tümden yitirmediklerine dair yanılsamadan kurtulmalarına da yardımcı olacaktır Ukrayna Savaşı. Şimdiki Rus askeri-emperyalist çizgisi ‘90’ların sonuna kadar beklemede kalan, antikapitalist olmaksızın Rus teslimiyetine karşı onur kırıklığı yaşayan ve bu duruma bıçak bileyen, gelişecekse Rus tarzı, kendi kontrollerinde bir kapitalizmin gelişmesi gerektiğini ve bunun, arkasına ‘büyük Rus imparatorluk ve devlet geleneğini’ alarak eski Gosplancı bürokratlar ve Kızıl Ordu-KGB kadrolarıyla gelişmesini isteyen, büyük Rus şovenizmiyle malul ihtiraslı bir kesimdir. Putin-Lavrov-Şoygu’da cisimleşen ve temsiliyetini bulan çizgi budur. İmparatorluk ve teritoryal Sovyet geleneğini kapitalizmle buluşturarak bundan Avrasya’ya özgü yeni bir emperyal devlet çıkarma uğraşısı içinde bulunan yeni bir Rus egemen sınıfı doğmuştur. Rusya ve Putin kendi Sovyet geçmişini bugüne kadar defalarca inkâr etmiş olsalar da bunu Ukrayna meselesi vesilesiyle ilk kez Lenin’in de adını anarak en olumsuz şekilde tekrar etmeleri gayet önemlidir. Emperyalist hiyerarşi içinde basamak atlamak için kendi kurucu ilkelerinin en dokunulmaz olanlarına dahi pragmatistçe yaklaşmaktadırlar. Geçen yıl “Biz tek milletiz, Kiev bütün Rus şehirlerinin anasıdır” diyen Putin bugün tüm Rus şehirlerinin anası olarak gördüğü Kiev’de taş üstünde taş bırakmamıştır. Elbette Kiev’de NATO yanlısı Nazi sempatisini saklamayan faşist bir rejim var ama 2. Dünya Savaşı’nda ölen 30 milyon kahraman Kızıl Ordu askerinin 10 milyonu Ukraynalı idi.
Bu savaş ile birlikte,1991’deki çözülüşünden sonra yeni Rusya ilk kez ABD-NATO emperyalizmine karşı önleyici bir savaşa girmiştir. Ne önceki Gürcistan savaşına, ne Kırım’ın ilhakına ne de Suriye’deki müdahalesine benzemektedir. Bunlar savunma, güç gösterisi ya da dengeleyici müdahalelerdi. Ukrayna savaşı, Avrupa sahasında NATO’ya karşı nerdeyse burun buruna verilen bir hücum savaşı olmakla farkını ortaya koyuyor.
Tek dünya pazarı
ABD, 11 Eylül sonrasında Irak ve Afganistan işgalleriyle nasıl ki giderek zayıflayan ve düşman yaratma ihtiyacıyla kıvranan hegemonya ihtiyacını pekiştirdiyse, Ukrayna savaşını da pandemi ile Afganistan yenilgisiyle, Çin’in durdurulamaz yükselişiyle ve Liberalizmin önlenemez çöküşüyle aldığı büyük darbeleri gidermenin gerekçesi yapmaya çalışacaktır. Yeni müdahalecilik doktrini 2030 hedefleriyle son NATO zirvesinde güncellenmiştir. Bu doktrinin ana teması Rusya ve Çin’in uluslararası arenada “totaliter” rejimler olarak resmedilerek yalnızlaştırılması ve dünya pazarından olabildiğince dışlanmasıdır. Yapılmak istenen dünya çapında bir saflaşmadır. Gri bölgelerin olmadığı, tarafsızlığın da artık bir hasım güç olarak ilan edileceği bir gelecek düşünülmektedir. Bu doktrinin ilk bakışta çok fark edilmeyen en önemli dolaysız sonucu ise Avrupa’nın artık bir cephe ülkesi olduğudur, baştan aşağıya militarize olacağıdır. Ne yazık ki Avrupalı liderler de bunu benimsemişlerdir.
Soğuk Savaş döneminde bile ABD ve NATO Sovyet liderlerini bu şekilde lanse etme cesaretini göstermemişti. Düşmanın da bir saygınlığı vardı. ABD ve İngiltere Putin’e bir yandan dünyanın yeni diktatörü derken öte yandan kulübümüze, haydutlar kulübüne hoş geldin diyorlar. Hiç te kendisiyle çelişen bir durum değildir bu. Artık bizim kurallarımızla oynadığın için müteşekkiriz diyorlar. Bu hamlesiyle Putin dünya pazarının bölüşümde ve hegemonya mücadelelerinde hasımları gibi aynılaşan bir oyuncudur artık. Putin’in düşünmediği şeylerin başında bu gelmekteydi, sıradanlaştırılmak, “Sen de bizim gibisin işte! Emperyalistsin, sermaye ve savaş adamısın!” denilmektedir ona.
Rusya haydutların mahallesine elbette kendi isteğiyle dalmıştır. Bunu bir tuzak olarak görmek yanlıştır. ABD’nin önüne kurbanlık koyun olarak Ukrayna’yı atarak Rusya’yı uzun ve yıpratıcı bir savaşa mecbur bıraktığı yaklaşımları tam olarak doğru değildir. Bunu istemiş olsa bile Rusya’nın savaş öncesinde bu ihtimali düşünmediğini iddia etmek olanaksızdır.
Rusya NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemesini önlemek için kendisi bizzat Batı’ya, NATO’ya doğru yürümüş, Rusya’nın tarihsel nüfuz alanından çıkarak fiili olarak NATO’ya angaje olan komşusu Ukrayna’yı işgal etmiştir. O yüzden “Mahallemize hoş geldin!” denilmektedir. Emperyalizmin militer karakteri de bu değil midir zaten? Askeri yayılmacılık.
Karşıt kutupların askeri-fiziki olarak birbirlerine bu denli yaklaşmaları 1991’den beri bir ilktir. Son 10 yıldır birçok alanda vekâlet savaşlarıyla fiziki temasları olmadan savaştılar ancak şimdi bambaşka bir durum var. ABD Ukrayna alanını Rusya’ya karşı her anlamda kullanacaktır, kullanıyor da. Ekonomik abluka ve yaptırımlar, silah yardımı, sanattan spora kadar dışlanma, şehir savaşlarında enformasyon vb. ne gerekirse. Rusya da beka sorunu olarak gördüğü Ukrayna meselesinin kendi lehine çözümü gerçekleşene kadar mücadelesini sürdürecektir. Kimilerinin düşündüğünün tersine Putin tuzağa düşmemiştir. O açıktan askeri hegemonya mücadelesinde ön almak ve dünya pazarında Rus oligarklarına daha fazla hareket alanı ve pay sağlamak istiyor.
Emperyalist küreselleşme ne kadar farklı tarihsel geçmişleri, kültürleri, ideolojik davranış kalıpları olsa da ve coğrafi olarak ne kadar birbirlerinden uzak düşseler de “büyük güçleri” (ABD, AB, Çin, Rusya) aynı mahalle içinde rekabete zorluyor. Tek bir dünya pazarı var ve mücadele alanı burasıdır. Network ağları, borsa ve swift sistemiyle saniyeler içinde milyonlarca işlemin yapıldığı bir dünya pazarı var. Eğer ben bir Çinliyi Ankara Sincan Organize’de malını pazarlamak için bir döküm fabrikasında bizzat gördüysem sadece şirketler için değil, işçiler ve her sıradan insan için dünya tek bir pazardır.
Soğuk savaş döneminde her horoz kendi çöplüğünde ötüyordu. Sovyetler yıkıldıktan sonra da bir müddet bu böyle devam etti. Rusya ulus ötesi emperyalist şirketlerin yağmasına rağmen kendi jeopolitik bölgelerinde kolay kolay silinmeyecek tarihsel izlerinden dolayı kısmen de olsa kendi ağırlığını bir şekilde korumayı başardı. Ama küreselleşme nihayetinde Rusya’dan Çin’e geçmişin büyük güçlerine bağlı olan kapalı ekonomik alanları, onların korumacılık duvarlarını ve ulusal bankalarını tümünü tek bir dünya pazarına bağladı. Küreselleşme ile artık tek bir dünya pazarı vardır. Bir Rus, İngiliz futbol takımını satın alıyorsa, bir Kazak oligark Türk bankasını satın alabiliyorsa (Şekerbank), Çinli bir cep telefonu şirketi (Huwai) ABD’de rekabet yasaları nedeniyle mahkemelik oluyorsa, HonKong artık Çin’e bağlansa da İngiliz sömürgeciliğinin Asya’daki kötü şöhretli HonKong/Şangay Bankası (HSBC) hala hükmünü sürdürüyorsa,2021 de 15 bin sefer ve 80 milyar dolarlık ciro ile Çin mallarını tüm bir Avrasya’yı kat ederek Avrupa’ya taşıyan “kuşak ve yol inisiyatifi” (Kazakistan, Rusya ve Belarus’u aşarak Polonya’ya kadar gelen demiryolu hattı) tüm bunlar artık büyük güçlerin coğrafi sınır tanımayan bir kapitalist rekabet içinde olduklarını göstermektedir. Kamplara bölünmüş, kapalı ekonomik alanlara sahip bir dünya yıkılalı çok oldu. Başını ABD’nin çektiği ‘haydutlar kulübü’ geriden, gecikerek gelen güçlerin “liberal demokratik düzene” karşı milliyetçi-bürokratik ideolojilerini ve ciddi yıkıcı askeri kapasitelerini kendileri için ciddi bir tehlike, bir meydan okuma olarak görmeye devam etmekle birlikte onların dünya pazarında etkili birer oyuncu olmasının önüne geçemiyorlar. Dünya pazarının küresel, hızlı ve riskli karakteri buna izin vermiyor.
Kaldı ki Rusya’nın 2000 yılında oluşturduğu ulusal güvenlik belgesinde 1980 yılındaki “nükleer silahlara ilk başvuran taraf olmama” ilkesini değiştirdiği bilinmektedir. Oysa1980’de SSCB “no first use” – “ilk kullanan ben olmayacağım” demişti. ABD hem o dönem hem de bugün hala konvansiyonel bir saldırı da olsa yani karşı taraf nükleer bir silaha henüz başvurmamış olsa bile “first use“ – “ilk kullanan ben olacağım” diyerek nükleer silahlarla karşılık vereceğini deklere etmektedir. Şimdi her iki taraf ta “ilk kullanan ben olacağım“ demektedir.
Her ne kadar yıkılmış olsa da eski Sovyet coğrafyasının tarihten günümüze grift bir şekilde kurulmuş olan ilişkiler bütününe dokunulduğunda bunun altından neler çıkacağının hiçte açık olmaması, geçmişten günümüze ABD ve AB’yi asıl endişelendiren budur. O yüzden bugüne kadar Kafkasya, Orta Asya ve Urallar coğrafyasını temelden sarsabilecek politikalardan özellikle uzak durmuşlardır. İnsan onuruna yaraşır hakkaniyetli bir sistem kurup üstüne üstlük tüm dünyayı Nazi imparatorluğundan kurtaran bir sistemle 70 yıl mücadele edip onu yıkanın aslında kendileri olmadığını gayet iyi bilen ama çözülüşün iç dinamiğini hala tam kavrayamamış olmanın getirdiği mistik endişe ve korku, işte nükleerler konusunda sağdan ve soldan yapılan tüm yaygaraların kaynağı budur.
Bu savaş hiç beklenmeyen en büyük sürprizi yaparak, Ekim Devrimi’yle tüm dünyaya coşkunun en yücesini yaşatıp sonra Sovyet halklarını umarsızca emperyalistlerin ayaklarının dibine atan bu rejime kendi halklarının bir kez daha başkaldırısıyla yeni bir yön verebilir. Bunu beklemek hakkımız. Bundan Anglosakson emperyalizmi mi karlı çıkacak? Bundan emin misiniz?
14 Mart 2022