Devrimciler Arası Polemik Üzerine: SMF ile Tartışma-Mehmet Güneş

Devrimci güçler arasında siyasal ve ideolojik tartışmalar yüksek bir anlama sahiptir. Devrimci mücadelede, demagojiye kaçmayan polemiklere bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Zira, hemen tüm devrimci müfrezeler kendi kabuklarına çekilmiş durumdalar. Bu hayatiyet ve dinamizm eksikliğinin göstergesidir. Her eğilim kendi konfor alanına çekilmiş, dışındaki güçlere duyarsızlaşmıştır. TDH’de, uzun yıllardır, siyasal ve ideolojik tartışmalar geriye düştü, devrimci polemiklerin yerini dedikodu düzeyinde mahalle içi hırlaşmalar veya tersinden, diplomasi dilinde sahte nezaket aldı. Yapılan tartışmalar da kötü bir savunmacılık ve karşı tarafı mat etme düzeyini aşamıyor.

Siyasal ve ideolojik polemikler bir iddianın göstergesidir. TDH’nin en coşkulu yükseliş dönemi (1969-71), aynı zamanda, yoğun ideolojik ve politik polemiklerin yaşandığı dönemdir. Bu dönem süren siyasal tartışmaların yüksek teorik düzeyde olduğunu iddia etmiyoruz. Gene, tartışmalar tartışmayla kalmıyor kafa göz yarma boyutlarına sıçrıyordu. Zira tartışılan konular diplomasi sahteliğine olanak vermiyordu, tartışmalar devrimin en zorlu görevleri üzerineydi. Bu mahsurlarına rağmen müthiş öğreticiydi. Her seminer ve tartışma sonrası kadrolar ve sempatizanlar, harıl harıl hem temel eserlere yumuluyor hem bulundukları her yerde kıyasıya tartışmaya devam ediyordu. Bu dönem, adeta TDH’de bir kültür devrimi olarak yaşanmıştır demek abartı sayılmaz. 

Siyasal tartışma ve ideolojik polemikler müthiş geliştiricidir. Özellikle bu dönemde, birbirimizle, devrimci kamuoyu ve tüm devrimci sempatizanlar, yakın çevremizin önünde, açık tartışmadan korkmayalım. Devrimci mücadelede ideolojik, siyasal, teorik, örgütsel ve mücadele yol ve yöntemleri üzerine tartışma olmazsa olmazdır. Tartışma ve eleştiri içerde ve dışarda birçok boyutta sürer. En hayati ve vazgeçilmez tartışma ve eleştiri kendi örgütümüzde yürüteceğimiz iç tartışmadır.   Düşmana eleştiri ve teşhir olarak, sistem içindeki reformist eğilimlerle, devrimci saflardaki ittifak güçleri arasında ideolojik ve politik olarak devam eder.

Devrimci eleştiride, bir devrimci örgüt, hangi saikle olursa olsun, başka bir örgüte yanlışlarını  gösterirse bunu devrimci bir destek olarak anlamalıdır. Devrimci hareketimiz bu öz güvenli düzeyin çok gerisindedir. Gene devrimci eleştiride çok sert siyasal, ideolojik cümleler kuruluyorsa sorun edilemez. Her örgütün eleştiriye cevap hakkı vardır ve bu cevap eleştirideki üsluba uygun olmalıdır. Eğer eleştiri küçümseme ve hakaret içeriyorsa dahi aynı üslupla cevap verilemez, zira ağızdan çıkan her söz sahibini tarif eder. Tekrar belirtelim demagoglarla tartışma bu tavrın dışındadır, demagogları teşhir devrimci görevdir.

Derdimiz; ne bağcıyı dövmek ne de “meyve veren ağacı” taşlamak

SMF’ye eleştirimiz dostçadır[1] ve yukarıda da belirttik, devrimci dostlar arasında burjuvazinin kullandığı diplomasi dili kullanılmaz. Bizim tartışmalarımız Türkiye ve Kürdistan devrimi ve onun temel meseleleri üzerinedir ve burada sahte diplomasi diline yer yoktur. Devrimciler arası eleştiriler dostça ama sert ve dobra eleştirilerdir ve bu dostluk ilişkilerini bozmaz. Bıçak sırtında yürüyenler arasında yumuşak eleştiri olmaz; devrim davası bıçak sırtında yürümektir ve bizler devrim üzerine tartışıyoruz. Bu anlamıyla dostlarımızın “Eleştiriye cevap” babında yazdıkları, reddettiğimiz tartışma tarzıdır ve bu eksende tartışma yürütmek geliştirici olmadığı gibi, tersinden katı savunuculuk temelinde söz yarıştırmaya girer. Dostça uyarı ve eleştirilerimize karşı geliştirilen savunmacı tarz, eleştirimizin derinleştirilmesini zorunlu hale getirdi.

Arkadaşlarımız, eleştirimizde gizli anlamlı, ünlemli, manipülatif ve cımbızlama değerlemdirmeler olduğunu ileri sürüyorlar. Bunu kabul etmiyoruz; eleştirilerimiz devrim mücadelesi üzerine ve devrimci tarzda, net, somut eleştirilerdir. Algı yaratma, kurgulama, ima nerede? “Sosyal şoven devlet savunucularıyla ittifakı şiddetle eleştiriyoruz.” diyoruz. Bir görüş bundan daha açık nasıl anlatılabilir? Gene aynı açıklıkta, sosyal şovenlerin tüm devrimci güçlere “uluslararası karanlık odakların uzantısı, Türkiye düşmanı” diyen saldırılarını niçin cevapsız bıraktığınızı soruyoruz. Bu soruları açık sorduk, ama hiçbir yerde emir kipi kullanmadık. Ayrıca “açıkça yanıt verin ki, size karşı tutumumuzu da belirleyelim” anlamı çıkarılacak bir cümle kurmadık, kurmayız. Bu, sizin “katkınız” oluyor!

Hepi topu bir buçuk sayfada, laf kalabalığına kaçmadan, iki somut eleştiri yöneltiyoruz: Bir, açık olarak T,K,P harflerini kullanan sosyal şoven devlet savunucularıyla ittifak ilişkilerinizi eleştiriyoruz. İki, Kürt gerillasının son dönemde peş peşe faşist devlet güçlerine karşı etkili ataklarını “zamansız” ve “spekülatif” bulan Halkın Günlüğü’nde (HG) çıkan yazınızı eleştiriyoruz. Bu iki konu üzerinden ve son dönemde HG gazetesinde peş peşe yayınlanan yazılarda söylenenlerle birlikte, bu yönelimin stratejik çizginin sorgulanmasına yol açabileceğini söylüyoruz.

SMF’ye dostça eleştiriye, bazı kavramların açıklanmasıyla giriş yapılmıştı. Sınıf mücadelesinde oportünizm, sapmalar ve demagoji üzerinde durulmuştu. Bu tartışma adabına ve eleştiri düzeyine ilişkindi; Lenin’in demagoglar için söylediklerine, kimlerle nasıl tartışılacağını anlatmak için değindik. Bu konuda Dr. H. Kıvılcımlı da son derece açıklayıcı şeyler söyler. Yanlış, sapma ve oportünizmi ayrıştırır. Yanlıştan hiçbir devrimcinin kaçınamayacağını söyler, yanlış kalıcılaştıkça sapmaya dönüşür; ama sapmaları da devrim saflarına ilişkin kabul eder. Oportünizmi ayrı bir düzeyde ele alır. Oportünizm; yanlış değildir, bilinçli içimizdeki beşinci kol faaliyetidir. Kaustky yanılarak yanlışa düşmez, bilerek devrimci saflarda düşman ideolojisini savunur. Dr. Kıvılcımlı, bu tarzı anlaşılır kılmak için “münafık” terimini kullanır. Bu anlamda, devlet savunucusu demagoglara yönelttiğimiz; siyasal eleştiriden çok teşhir bahsine girer.

Hemen girişte soralım; arkadaşlar bunları niye yazıyorsunuz? “Güneş’in teveccüh göstererek SMF’li dostlarını ilgili demagog çevrelerle aynılaştırmaması, bilakis siper yoldaşları olarak tanımladığı SMF’ye dair samimi beyanları, ima ve iğne kullanmadan söylüyoruz ki, objektif olarak SMF’ye dönük sert eleştirilere geçişin yumuşak köprüsü yapılmıştır. Yürütülecek eleştirinin sert olacağı, ipucu durumundaki bu yumuşatıcı ön sözlerden anlaşılmaktadır ki, SMF eleştirisi bu sözlerden sonra başlamaktadır. Tabi, eleştiri üzerine düşülen notlar da uysal Perşembe‘den sonra gelecek olanın agresif Cuma olduğunu haber ederek…”[2]Yazarın mantığına göre, önce hinlik yapıp devrimci siper yoldaşlığından bahsetmiş, sonra yumuşak girip sert vurmuşuz. İdeolojik ve siyasal eleştirilere karşı böyle bir cümle kurulabilir mi? Bu tarz niyet okuma değilse nedir? Bir buçuk sayfalık eleştiriye 8-10 sayfalık cevap yazısının büyük bölümü benzeri değerlendirmelerle dolu. Bu tarza kızılmaz arkadaşlar, sadece gülünür. Ne oluyor, bu kadar alınganlık neden? Övünçle “meyve veren örgütüz” diyorsunuz ve çok eleştirilmeyi buna bağlıyorsunuz, o zaman buna uygun davranmanız gerekir. Eleştiri yazımızda benzeri laf kalabalığı yok, tüm cümlelerimiz, devrimciler arası kültüre uygun, doğru veya yanlış siyasal ve ideolojik bir dille yazılmıştır. Beklentimiz, benzer bir üslupla karşılanmaktı. İdeolojik ve politik değerlendirmelerle, eleştirileri yerden yere vurmayı deneyebilirdiniz ve bu kıran kırana devrimci tartışma, aynı zamanda karşılıklı öğretme ve öğrenmeye hizmet ederdi.

Eleştiride açık aradığımızı dolaylı olarak ileri sürüyorsunuz, ama biz somut bir “açık arama” gösterelim. Kürt devrimci hareketi ve “TKP” kıyaslaması açık aramadır. Arkadaşlarımız, Kürt devrimci hareketine karşı kör-sağır kaldığımızı, “TKP”ye “ahkam kestiğimizi” söylüyorlar. “TKP”ye eleştirilerimizi “ahkam kesme” olarak değerlendiriyorsanız söyleyeceğimiz bir şey yok. Kürt devrimci hareketine karşı kör-sağır ithamını ise kabul etmiyoruz. Kürt hareketinin seçim politikaları ve Rojava’nın sorunları ve bunlara karşı tavır, tartışılmaz değildir ama bu düzeyde tartışmayız. Arkadaşlarımız istiyorlarsa bir eleştiriyle ne anlamda kör-sağır kaldığımızı açıklarlar, tartışırız.

Dostlarımız, komünist adını kullanan demagoglara karşı teşhir cümlelerimizi yüzeysel buluyorlar. Söylenenler açıktır. Ayrım yapmadan kazanımlarını savundukları cumhuriyetlerini yıkmak için mücadele eden tüm devrimcileri, “uluslararası karanlık güçlerin uzantıları” olarak niteliyorlar. Bu egemenlerin ağzıyla yapılan suçlamada, ittifak güçleri SMF’nin geldiği geleneği ayrı tutmuyorlar. SMF’li dostlarımız, kendilerini cumhuriyeti yıkmak için mücadele edenler içinde görmüyorsa, bu saldırılardan gocunmuyorlarsa söyleyecek şeyimiz yok. Ama öyle olmadığını biliyoruz ve o halde bu söylenenlere karşı bir çift sözlerinin olması gerekmez mi?

SMF’li dostlarımız, “cam kırma” sorusunu da düzeysiz buluyorlar. Çok düzeyli bir eleştiri olduğunu söyleyemeyiz, en iyisi nasıl bir bağlamda sorduğumuzu açıklayalım. Kemal Okuyan, kendileri dışında 12 Eylül’e direnen tüm devrimciler için şunları yazıyor: Sonuç “sosyalizm”siz bir solculuktu. Boyundan büyük işlere kalkışmamaya karar verenler bu kez ve ne yazık ki büyük işlerin cüce aktörleri olmayı benimsiyorlardı. Kendilerine ait olmayan, olmaması gereken bir dünyada değnekçilik, artçılık, yancılık, çığırtkanlık, bezirganlık.” SMF’li dostlarımız (çığırtkanlık, yancılık, bezirganlık) vb. bu hadsiz saldırılarla istedikleri gibi düzeyli tartışma yapabilir.

Başka bir yerde Aydemir Güler, tüm kendi dışındaki devrimci muhalefete daha galiz, bozuk ağızla saldırılarını şu cümleyle bitiriyor: “Devrim yapmak bizim işimiz.” Devrim yapmayı kendileri dışındaki herkese yasaklayıp “Türkiye düşmanları” olarak saldıranlar; cumhuriyetimiz dedikleri faşist sistem içinde hiçbir takibata uğramadan konforlu yaşamlarını sürdürüyorlar.Teşhir açıklamalarımız arasında yoktu ama dostlarımızın eleştirdiği; hapislik, operasyon, işkence ölçüleri üzerinden eleştirsek de yanlış olmazdı. Yalan ve çamur atma devrimcilerden uzak olsun, teşhir ettiklerimiz gerçeklerdir.

Arkadaşlarımız; uzun uzun T,K,P harflerini kullananlarla SMF’yi aynı makalede eleştirmeyi devrimci dostlukla bağdaştırmadıklarını ve bu tarzımızın maksatlı olduğunu söylüyorlar. Başlığı SMF olarak konulan bir yazıda T,K,P harflerini kullananlarla birlikte anılmayı reddediyorlar ve eleştiriye cevapta, uzun uzun “TKP” ile SMF’nin aynı yazıda birlikte eleştirilmesine (farkı tekrar hatırlatalım, biz “TKP”yi eleştirmedik, teşhir ettik, SMF’li dostlarımızı ise eleştirdik) itiraz ediyor ve şunları yazıyorlar: “TKP ile SMF arasında harmanlama yoluyla kurduğu paralellik bilinçlidir. TKP ile SMF’nin aynı eleştiride harmanlanması isabetli olmamakla birlikte, maksatlı bir yaklaşımın ürünü olduğunu mütalaa edebiliriz. TKP ile SMF’yi tek eleştiri içinde ele alıp ikisini aynılaştıran algı yönetimine asla tenezzül etmemeliydi. SMF’nin başlığa konulup TKP’nin eleştirilmesi, tersinden, TKP’nin ağırlıklı eleştirisine rağmen SMF’nin başlık edilmesi ne demek oluyor? “Bir taşla iki kuş vurma” taktiği mi, yoksa SMF ile TKP’nin aynı gösterilmesi maksadı taşıyan bir algı mühendisliği mi?…Sayın Güneş’in (Sayın hitabını kabul etmiyoruz)[3] TKP ile SMF arasında harmanlama yoluyla kurduğu paralellik bilinçlidir.”

Peş peşe şu sorular kime soruluyor: “Harmanlama yoluyla kurulan parelellik biliçlidir”,maksatlı bir yaklaşımın ürünü”, “algı yönetimi”, “Bir taşla iki kuş vurma”,  “algı mühendisliği mi?” TKP ile bizi niçin aynı yazıda eleştiriyorsunuz diye soruyorsunuz; bu açık değil mi? “TKP”  ile SMF’yi yan yana koyan ve ittifak kuran biz değil, sizsiniz.Peki, konu iki tarafın ittifak eleştirisi üzerineyse, bunu aynı yazıda geçirmeden nasıl yapabiliriz? “SMF’nin TKP ve ittifaklara ilişkin tutumu nettir, devrimcidir!” diyen ve sosyal şovenlerle ittifakınızın ilkeli ve devrimci olduğunu iddia ediyor, sonra da ittifak ortaklarınızla aynı yazıda eleştirilmekten rahatsızlık duyuyor ve bunu maksatlı buluyorsunuz. Sosyal şovenlerle on yıldır ittifakınızın devam ettiğini yazanlar sizlersiniz, sonra başkalarının sizi yan yana koymasını, kötü niyet olarak suçlayan da sizlersiniz. İttifak yan yana durmak değil mi? Eleştiride açıkça iki örgütü aynılaştırmadığımızı, SMF’nin devrim saflarında yer alan dostlarımız olduğunu belirttik; SMF’ye eleştirimizi -gerekçelerimizi de koyarak- yönelttik. Açık olarak, yazının asıl amacının SMF’nin tutumu olduğunu belirterek, T,K,P harflerini kullananlarla SMF arasındaki ittifak ilişkisini eleştirdik. Girişteki “TKP” eleştirisi (daha doğrusu teşhiri), sosyal şoven devlet savunucularıyla ittifakın yanlışlığını göstermek için zorunlu oldu.

Dostlarımız, devamında şunları yazıyor: “SMF ile TKP ilişkilerini, TKP‘nin bu son tavrı nedeniyle sorguluyor ise, bu, ideolojik yaklaşım boyutuyla SMF’den beklenti temelinde gelişen anlaşılır ve olağan bir eleştiri olarak karşılanabilirken, TKP’nin…bu son tavrı nedeniyle onunla ilişkilerin sorgulanması anlaşılır olmayıp, yıllardır sürdürülen ilişkiler atlanarak bugüne takılmanın tutarlılıktan yoksun olduğu söylenebilir…” Yani, ittifakımız on yıldır sürüyor, bugün mü aklınız başınıza geldi diyor ve bu tavrı tutarsızlık olarak görüyorlar. Hayır, sadece bugüne takılmıyoruz, sosyal şovenlerle ittifakı başından beri yadırgıyor ve eleştiriyoruz, bu ittifakı 2019 seçimlerinde de eleştirdik. Hem aşağıda alıntı yaptığımız yazımızla yaptık bu eleştiriyi hem de sizin, “TKP”ye yaptığınızı söylediğiniz yöntemle, yani yüz yüze.[4] Ki bunu yapan sadece biz de olmadık, birleşik devrim mücadelesinde birlikte olduğumuz tüm siper yoldaşlarımız da benzer saiklerle bu ittifakınızı eleştirdiler. “TKP”nin, gerilla eylemlerine karşı yaptığı sosyal şovenizmin manifestosu olan (devlet düşmanlarına karşı tutum alacağını da belirttiği) açıklaması sonrası, bu eleştirimizi bir kez daha açık bir şekilde yaptık.

Yine Gazete Patika’da yayınlanan “SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına Yanıtlar- 1”[5] başlıklı yazıda SMF eleştirilerinin “çekememezlikten” kaynaklı olduğu söyleniyor: “Fakat, eleştirilerin esasının siyasi çekememezlikten kaynaklanan mesnetsiz ve mantık zorlayıcılığına yaslanan muhtevada oldukları söylenebilir. Misal; M. Güneş’in eleştirileri, Alınteri’nin eleştirileri, Yeni Demokrasi’nin kimi anlayış eleştirileri ve farklı biçimlerde aynı hedefe yönelen daha birçok eleştiri, bu eleştiri tarzıyla örtüşenlerdir.” Burada bahsi geçen diğer dost örgütler cevap verme hakkına sahiptir, biz onlar adına bir şey söyleyemeyiz elbette. Ama kendi adımıza yanıtı, 2019 seçimlerinde çok tartışılan Dersim adaylığı konusunda yazdıklarımızı buraya aktararak yapmak istiyoruz:

“31 Mart’ta, Dersim belediye başkanlığı seçimi, apayrı bir önem kazandı ve seçimler boyunca öne çıkarıldı. Dersim adaylığı konusunda yanlışta duran ve sekter davranan HDP’dir. HDP’nin bütün her yerde gösterdiği adaylardan neyi eksikti Maçoğlu’nun? Maçoğlu’nun popülist, pragmatist, uzlaşmacı bir çizgiyle komünist kimliği kullanmasının eleştirisini bir tarafa bırakarak, başkanlığı döneminde başarılı bir kitle çalışması ve sol propaganda yürüttüğü açıktır. Ne kooperatifçi ne nohutçu diye yaptıklarını küçümsemek, bizim işimiz olamaz. Başka alanlarda birlikte mücadele ettiğimiz devrimcilerin, farklı düşündüğümüz devrimcilerin, devrimcilik adına başarısı bizim başarımızdır. Maçoğlu’nun adı üzerinden, halkçı bir belediyeciliğin kamuoyuna yansıtılması devrimci mücadeleyi besleyen bir rol oynamıştır. Maçoğlu’nu ‘nohutçu’ diye eleştirenler, başarılarını gölgelemeye değil yanlışlarına dokunsalar daha devrimci bir iş yapmış olurlardı. Zira Maçoğlu’nun başarıları yanında yanlışları, ciddi bir biçimde sırıtmaktadır. Maçoğlu, SMF üyesidir, başarılı belediyeciliğinin yanında, buna gölge düşüren bir duruşu olmuş; yer yer devlet ve düzen güçleriyle uzlaşmayı esas almıştır. Kemal Atatürk’le poz vermesi; kayyumlara sesiz kalması; Dersim’de, yürütülen devlet terörüne ve operasyonlara yeteri kadar ses çıkarmaması eleştirilmelidir. Bunlar da bir yere kadar meşruiyet arayışı, -yanlış veya doğru- bir taktik olarak kabul edilip tartışılabilir; ama Dersim’e atanan kayyum çetelerini kabul etmek ve onlarla poz vermek, onlara bal ikram etmek, yanlışın ötesinde bir yamulmadır. SMF’nin Maçoğlu’nu, ulusalcı şoven bir çizgisi olan TKP’den aday göstermesi, sadece Dersim’le de sınırlı kalmayan TKP ile yapmış olduğu seçim ittifakı -Mersin Mut’ta da TKP listesinden aday göstererek seçimlere katılmıştır- ise taktiktir denilerek geçilecek bir durum değil. SMF’li dostlarımızın seçim tavrının, doğrudan ulusalcı şoven TKP’nin görünür olmasını sağlama ve etki alanını genişletmesi gibi nesnel bir sonucu olmuştur.” [6]

Dostlarımız, yüksek bir öz güvenle eleştirileri şu şekilde cevaplıyor:“İster eleştirip beğenmeyelim, isterse daha ağır suçlamalarla yaftalayalım ama son tahlilde açık gerçek şu ki, SMF mevcut siyasi süreçte ciddi ve etkili siyasetler yürüten bir güç-aktör olarak öne çıkmakta, gösterdiği gelişim dinamiğiyle göze batıp dikkatleri üzerine çekmektedir.” Ve ekliyor: “İşin özü de tarihi de felsefesi de şudur: “Meyve tutan ağaç taşlanır!”

Abartılarla süslü olsa da, dostlarımızın kendilerini önemsemelerine çok şey söyleyemeyiz, ama eleştiri getirenleri küçümsemeleri ise yersizdir:“Örgütsel-siyasi bakımdan güç olan, gelişme dinamiği göstererek siyasi arenada alternatif olmaya aday olan hareketler hem dikkate alınmakta ve hem de olur-olmaz eleştirilere tabi tutulmakta, hatta tahrifatlar pahasına saldırı diyebileceğimiz ağır eleştiri yönelimlerine maruz bırakılmaktadırlar. Bunun nedeni ise, açık ki bu hareketlerin politik mücadele aktörü olarak göze batan bir dinamizm göstermesi, siyasi mücadelenin başat gücü ve alternatifi olarak öne çıkmalarıdır. Yani, verdiği meyveyle öne çıkmalarını, aynı iddiayı taşıyan hareketlerin hazmetmemesi, kendi önlerinde veya gelişmelerinin önünde engel görmeleridir ki, bu tamamen sakat bir anlayıştır.”

Aynı öz güven şu sözlerle pekiştiriliyor: “Bütün bunların olumlu değerlendirilebilecek bir yanı var ki, o da, SMF’den bir beklentinin büyük olduğu gerçeğidir; öyle ki, “SMF neden devrimci süreci geliştirmiyor” noktasına vardırılabilecek her şey SMF’ye yüklenerek onu eleştirmenin vesilesi yapılıyor. Kısacası, SMF politik-demokratik hareket içinde meyve veren bir ağaç misali ilgili-ilgisiz en geniş kesimin taşlamalarına muhatap olmaktadır. Dememiz o ki, “meyve veren ağaç taşlanır” amma, taşlayanların ekseriyetinin “meyve vermeyen ağaç” cinsinden olmaları da tesadüf değildir.”

Dostlarımız, yukarıda alıntıladığımız, eleştiricileri küçümseyen bu tarzlarıyla kendi öz güvenlerini sakatlıyorlar, gene de bu satırlardaki öz güveni takdir ediyoruz! Ama bu öz güven, HG gazetesindeki “Yerel Seçimler Sürecinde Kritik Gelişmeler ve Olasılıklar…”[7] yazısına getirilen eleştiriye verilen cevapta, bir anda dağılıyor. Ne oluyor arkadaşlar; yazıda söylenenler açık, herkesin anlayacağı cümleler kurulmuş; bu açık cümleler üzerinde anlam tartışması, devrimci bir polemik değil, tam olarak laf yarıştırmaya girer. Yazınızda açık ve net cümlelerle eylemlerin zamanlamasını yanlış buluyor ve bunun spekülasyonlara açık olduğunu söylüyorsunuz. Bu durumda katı savunuculuğa ve anlam tartışmasına girişmek yerine, bu yazılanların yanlışlığını kabul edip özeleştirisini vermek kimseyi küçültmez.

Nitekim cevap yazısı “farzedelim ki” denilerek ve özensiz anlatım biçimi olarak eleştiriyi kabullenme yönünde şunlar yazılıyor: “Hakkını yememek lazım ki, sayın Güneş, yazarın ek yaptığını da fark etmiş ve ifade etmektedir. Buna karşın yani ek açıklamayı ve maksadı görmesine rağmen zayıf ve özensiz anlatım biçimini suistimal etmek…maksatlı yaklaşımdır.” Bizim de eleştiride söylemek istediğimiz, tam burada yazılanlara denk geliyor. Ayrıca yazıdaki böylesine kaba bir devrimci eylem karşıtlığını dostlarımıza yakıştırmadığımız için şu ilaveyi yaptık: “gerilla atakları için Halkın Günlüğü gazetesinde yazılanları bir dil sürçmesi veya çeşitli sorunlar üzerinde içten içe süren tartışmalar arasında bir bireysel savruluş olarak anlamak istiyoruz.” Dostlarımızdan “meyve veren ağaç” olarak yukarıda alıntıladığımız yazıdaki öz güvenli tavra uygun şekilde; lafı dolandırmadan “zayıf ve özensiz bir anlatım” demelerini beklerdik.

Stratejik çizgi ile buluşmayan dönem okuması ve yol ayrımına kapı aralama mevzusu

Devamında şunlar yazılıyor, bunlar önemli:“Hadi diyelim ki, yazarın dili sürçtü, kafası karıştı, daha da ileri gidelim; diyelim ki, yazar PKK’nin devrimci eylemine öyle ya da böyle gölge düşüren ya da düşürecek itinasızlık gösterdi ve varsayalım ki, yazarın analiz ve değerlendirmelerine dönük sayın Güneş’in yürüttüğü eleştiriler (çıkardığı hayali sonuçlar, sentezler değil), eylemin zayıflatıldığı mealindeki eleştirileri haklı olsun; böyle olmasına rağmen, bunlar, bizlerin temel tez ve stratejik hattımızı sorgulattığımız ve inkara yönelik yol ayrımına girdiğimiz anlamına gelir mi, bu ölçüsüz sonuç çıkarılabilir mi? Güneş’in buna bir yanıtı olmalı” Dostlarımızın, burada bu yazılanlardan temel tezlerimizi inkar ve yol ayrımı çıkar mı; “Güneş’in buna bir yanıtı olmalı” sorusu haklıdır. Eleştiride “bir yol ayrımına açık kapı bırakıldığını” yazdım. Ancak stratejik tezlerle çelişki oluşturan yol ayrımına işaretimiz, sadece bir eyleme dönük tavır üzerinden yapılmadı. Yol ayrımı üzerine yazdıklarımı dikkatlice seçtim ve bir uyarı anlamında şu cümleyi kurdum: “Bu geleneğin kendi temel tezlerini ve stratejik hattını sorgulama, hatta inkara yönelik bir yol ayrımına kapı açıyor.” Bir olmuş bitmiş süreçten söz etmedim, bir eğilim olarak yol ayrımına kapı açtığını söyledim. Bunları, dostlarımızın uzun süredir yayınlarında sürdürdükleri tartışmalara dayanarak yazdım.

Dostlarımızın sordukları “nerede çizgi inkarı”, çok geniş sorunları içine alıyor; dönemin siyasal analizi, buna uygun siyasal mücadele tarzı, stratejik ve taktik öncelikler, yasal-yasadışı örgütlenme ve mücadele, açık-meşru ve silahlı mücadele vb uzatacağımız başlıkları içeriyor. HG’de uzun bir dönemdir, tüm bu başlıklarda ideolojik ve politik eleştiri ve öneriler devam ediyor. Bu başlıkların hepsi, devrim mücadelemizin sorunlarıdır ve tüm devrimci güçleri ilgilendirmektedir. Bundan dolayı tartışmayı iddiacılıktan çıkartıp tüm dost devrimcileri katacak bir düzeye çekmeyi amaçlayalım. Tartışmayı, karşılıklı “dedim”, “dedin” düzeyinde laf yarıştırmaktan çıkarmak ve katı savunmacı tarzda sürdürmemek için dostlarımızın kendi metinleri üzerinden ilerleyeceğiz; zorunlu hallerde, kendi ideolojik politik eleştirilerimizi yapacağız.

HG’de çıkan, “Sağcılık tehdit solculuk tehlikedir!..” başlıklı yazıda [8] şunlar yazılıyor: “… devrimci durumun illegal ve silahlı biçimlere elverişli olmasına karşın, öncü öznenin bu şartlara karşın açık alan, demokratik mücadele biçimlerine ağırlık vererek esas alması sağ siyasete işarettir…” Bu tespit, başlı başına geri bir mücadele anlayışını ilan ediyor; diyebiliriz ki sağcılığın tarifi sağcılığı ele veriyor. Dostlarımız bu yazdıklarıyla, geleneklerinin kongre kararlarında yerden yere vurduğu, illegal ve silahlı mücadeleyi koşulların “elverişli” olması şartına bağlıyorlar. Bu, koşullara boyun eğmektir; devrimci mücadele her zaman olumsuz koşullarda yürür veya yürüyemez, ama “elverişli” koşulları bekleyenler farkında veya değil eğik bir düzlemde reformizme doğru kaymaya başlamıştır. Bu yazıda ifade edilen yaklaşıma, sol reformist partiler itiraz etmez, hatta sosyal şoven “TKP” bile, işçi sınıfı öncülüğünde kapitalizmi yıkacağız, sosyalizmi kuracağız diyor. Gene programlarında proletarya diktatörlüğü yazan birçok örgüt, yıllardır yasal platformlarda ömür tüketirken aynı gerekçeleri öne sürüyor; “elverişli” koşullar oluştuğunda, kitlesel ayaklanmayla kapitalizmi yıkacaklarını, devleti parçalayıp proletarya diktatörlüğüyle sosyalizme geçeceklerini söz olarak kararlılıkla ileri sürebiliyorlar.

Yol ayrımına dönük arayışlara başka bir örneğe yine aynı yazıdan devam edelim: “Devrimin zora dayalı gelişme çizgisi temel ilke olarak benimsendikten sonra, düşmanın taşla mı, yoksa silahla mı mağlup edildiğinin bir önemi yoktur. Bunun gibi, siyasi iktidar perspektifiyle yürütülen mücadelede, bu rota yitirilmemek kaydıyla, mücadelenin illegal biçimlerle mi, yoksa açık mücadele biçimleriyle mi başarıya ulaşacağı bir ilke sorunu değildir.” Bu iki cümle tam olarak kafa karışıklığıyla maluldür. “Devrimin zora dayalı gelişme çizgisi temel ilke olarak benimsendikten sonra, düşmanın taşla mı, yoksa silahla mı mağlup edildiğinin bir önemi yoktur.” dediğimizde, devrim stratejisi uçar gider. Strateji, başlangıçtan zafere kadar devrim mücadelesinin izleyeceği yolu, örgütlenme ve mücadele tarzını, bu mücadele boyunca izleyeceği savaşım biçimini anlatır. Taş veya silah önemsizdir demek, biz devrimin gerektirdiği örgüt ve mücadele tarzından habersiziz demektir. İkinci cümlede söylenen: “mücadelenin illegal biçimlerle mi, yoksa açık mücadele biçimleriyle mi başarıya ulaşacağı bir ilke sorunu değildir” ifadesi de, aynı biçimde zora dayalı devrimci mücadeleden bihaber olmaktır. Hem zora dayalı devrim ilkesel olarak kabul edilecek hem de açık mücadelenin başarıya ulaşması, ihtimal olarak savunulacak.

Koyu tonla yazılan bu satırlar, her şeyden önce geleneğin temel belgeleri ile tartışmak için yazılmış gibidir, kongre belgelerinde: “Burjuva devlet mekanizmasının devrimci savaşla parçalanması ya da şiddete dayalı devrim çizgisi, her yer için genel geçerliliğe sahip, istisnası olmayan evrensel bir kanundur… Kitleler baştan itibaren bu ruhla eğitilmelidir ve devrimin stratejik silahları olarak parti, halkın silahlı kuvvetleri ve halkın birleşik cephesi baştan itibaren bu perspektifle ele alınarak inşa edilmelidir.” deniliyor. Ve HG’de yer alan yukardaki cümlelerin bıraktığı strateji boşluğu, tasfiyeci oportünizm olarak değerlendiriliyor: “Bitkin, mecalsiz, düzen içi tasfiyeci oportünizm tarihte ve bugünde devrimci savaşın zora ve şiddete dayalı olduğunu ve gerekliliğini anlayamamıştır.[9]

Geleneğin temel belgelerinde, konuyla ilgili daha açıklayıcı bir pasaj: “Özellikle kapitalist-emperyalist ülkelerde kitlelerin devrimci savaş ruhuyla eğitilmemesi, devrimci savaşın kendiliğinden -bir gün- belki olabileceği, baştan bu şekilde bir perspektifle yola çıkılmasının gereksizliği üzerine fikriyat oluşturulmuştur. Bu fikriyat legalist, sendikalist, nicel birikimcilik ya da evrimcilik çerçevesinde kitleleri devrimden alıkoyma rolü ve işlevi görmüştür, hala da bu rolü oynamaktadır.

Geleneğin temel belgesi, bu tespitlerle yetinmez, HG’de yer alan “taşla da olur, silahla da”, ” illegal veya açık mücadele ilkesel değildir” tarzı anlayışlara takoz koymak için şu eklemeleri yapar: “Savaşa yüzeysel, kaba yaklaşmaktan partinin kurtularak daha derin çözümlemeler ve yönelimlere ihtiyacı olduğunu, bu çerçevenin merkezde olduğu uzun stratejik inşa perspektifi ile anlık kurumsallaşmaların ele alınıp derinleştirilmesi gerektiğini belirtir.”

Yine bu temel belge, emperyalist metropoller dahil devrimin başından itibaren yasadışı örgütlenerek silahlı savaş biçiminde gelişeceğini söylüyor ve tersi görüşleri de tasfiyeci oportünizm olarak değerlendiriyor.

“Sağcılık Tehdit Solculuk Tehlikedir!…” başlıklı yazıda, klasik Marksist literatürdeki sağ ve sol sapma üzerine bilinen genel görüşler aktarılıyor. Bunlara kimsenin diyeceği olmaz. Ancak genel görüşleri aktarmakla bir şey söylenmiş olmaz, malumün ilanı olur. Aynı ve başka birçok yazıda dogmatizm üzerine bir eğitim broşüründe yer alacak genel görüşler anlatılıyor. Ama bir politik analiz yapılıyorsa veya ideolojik bir eleştiri getiriliyorsa somut ve net konuşmak esastır. Ki, benzeri makalelerde sürekli dönemin taktikleri, mücadele tarzı, örgütsel düzenlemeler vb üzerine ideolojik ve politik eleştiriler ve öneriler getiriliyor. En çok, sol hatalar ve dogmatik, eskiye bağlı tutuculuk eleştiriliyor.

HG’den devam edelim:Erdoğan-AKP kliğinin yerel seçimleri kaybetmesi veya elinde bulunan belediyelerden önemli bir kesimini kaybetmesi iktidarı için sonun başlangıcı olabilir.[10]  Burada söylenenlerden sonra HG’nin faşizm tespitleri de tartışmalı bir hal alıyor. HG’yi reformist bir hareket olarak görmüyoruz ama süreci, seçimler üzerinden okuduğu açık. Bu pasaj politik reformizm olduğu kadar, aynı zamanda ideolojik bir kırılmayı anlatıyor.

Devamında söylenen, anlamı tepetaklak bir cümle: “Devrimci ve demokratik cephe büyüdükçe düşmanın saldırıları küçülür. Halk kitlelerini karşısına alan bir güç baştan beri yenilmiş demektir.” Bu ajitatif söylemler, ideolojik çizgideki kırılmayı gizleyemiyor, tersine açığa çıkarıyor. Ayrıca politik süreci derin yanlış okuma, burada da sırıtıyor; devrimci ve demokratik cephe büyüdükçe düşmanın saldırıları küçülmez tam tersine büyür, şiddetlenir ve tarihteki kanlı karşı devrimci süreçler yaşanır. Nerede bu nazik burjuvazi, üstelik kendinizin de azgın faşist dediğiniz cinsinden.

Her koşulda taktikler hızla değiştirilir ama bu stratejik hedefleri zorlamaz, belirlenen stratejiyi destekler. Bir parti, program ve kongre kararlarıyla “Devrimimiz için silahlı mücadele başından itibaren stratejik olarak geçerlidir. Bu stratejik niteliği Sosyalist Halk Savaşı Strateji çerçevesinde hem askeri, hem de ordu örgütlenmesi olarak hepsinin ekseni silahlı halk ayaklanması çerçevesinde ele alınmaktadır.” diyorsa ve benzeri net başka stratejik hedefler koymuşsa, bunlar yok sayılarak döneme göre öncelikler belirlenemez. Gene: “Parti örgütlenmelerimizde; illegal örgütlenme esastır, stratejiktir. Bu bilinçle bütün alanlarımızda illegal örgütlenmeler de esastır. Buradan hareketle açık, legal ve yasal çalışma (alan değil!) ise talidir.” diyorsa, kolayca bugün silahlı yöntemler değil, yasal meşru mücadele öndedir denemez. Bunun için önce temel belgelerin tartışılarak yeniden düzenlenmesi zorunludur. Ama bundan daha önemlisi bu önceliklerin hangi koşullarda gündeme getirildiğidir.

Stratejiler, donmuş kalıplar değildir ama keyfi olarak eğilip bükülemez. Net olarak konuşmak gerekir. Bir örgütün stratejisi temel bir altüst oluş yaşanmazsa, devrim anına kadar ana hedefleri belirler. HG yazılarında, strateji ve taktik ilişkisi ajitatif söylemlerle boğuntuya getiriliyor. “Bizim kitlelerle birleşme avantajımız, iktidarın kitlelerden kopma dezavantajı vardır. Stratejik üstünlüğümüzü isabetli siyasetlerle taktik üstünlüğe dönüştürebiliriz. Her direniş ve her mücadele düşman için büyük bir korku ve tehdittir. Tutuklama ve saldırılarına direnişle karşılık verildiğinde, her saldırısı direnişle göğüslendiğinde düşmanda kırılma ve bozgun büyür-büyütülür. Ve gün gelir ki, faşist baskı ve tutuklanmaların mücadelenin önünde engel oluşturamadığı görülür. Bu, zafere yürüme anıdır.”[11]  Burada yazılanlar yazının başlığı hilafına düşmanını tanımamaktır. Yazıda faşizme karşı mücadele, devrim ve iktidar sorununa devrimci yaklaşım konu ediliyor; ancak faşizmin saldırıları tutuklamayla sınırlı, faşizme karşı direniş de kitleselleşerek tutuklamaları önlemek olarak anlatılıyor. Devrim ve faşizmin ezilmesi, tarihin gösterdiği gibi zor görevlerdir ve yukarıda söylenenler gerçeklerle uyumsuzdur. Okuyan sormadan edemiyor; nerede görülmüştür böylesine kolay zafer!

Devrimci örgüt, Türkiye’deki faşist kurumlaşmaya direnecek ve onunla boy ölçüşüp onu mezara gömecek güç ve yetenekte bir merkez olmak zorundadır. Bu, tam adıyla savaş örgütüdür ve önümüzdeki dönemin tutulması gereken ana halkası, olmazsa olmazı budur. Bu konu, dönemsel sıkışmışlığımız nedeniyle geriye doğru çekilecek bir konu değil aksine yapılıp edilen her çalışmanın bu ana hedef doğrultusunda yürütülmesi, burayı beslemesi gerekir. Bu anlamda, hem kendi güçlerimize hem de tüm devrimci güçlere, bu hatırlatmayı yapmak ve bu yönde ideolojik politik “basınç” uygulamak stratejik görevimizdir. Bütün gündemlerimizin gelip buraya bağlanması gerekir.  Bütün pratiğimiz ve güncel devrimci görevlerimizi bu ana halkaya bağlı olarak ele almak, devrim iddiasını koruyan tüm güçler için stratejik önceliktir.

HG’de, bir başka yazı ve şunlar söyleniyor: “Bu eleştiri sahiplerinin parlamentarizm ile parlamentodan yararlanma taktiğinin bir ve aynı şeyler olmadığını bildiklerine içtenlikle inanıyoruz. Buna karşın eleştiride subjektivizm hatasına düşmektedirler ki, bunun nedeni soyut çıkarsamalarla girdikleri ideolojik zorlamadır. Mantık ya da hareket noktaları mealen şudur”: “İllegal örgütlenme ve silahlı mücadelede gibi elle tutulur bir varlık gösteremiyorsunuz ama parlamento, seçimler vb. gibi legal-barışçıl mücadele biçimlerinde yoğunlaşıyorsunuz. Bu reformist, tasfiyeci, sağcı bir siyaset ya da çizgidir. Parlamento esas yoğunlaşma alanınız olarak öne çıkıyor. Bu parlamentarist çizgidir…”[12] Oysa aynı konuda geleneğin temel belgelerinde, meseleye burada çizilen çerçeveye tam karşıt yönden yaklaşılıyor: “Bu teşekküllü düşman kuvvetleri ancak ve ancak genel halk silahlanması perspektifinden kopmayan şehir ve kırlarda inşa edilmiş devrimci bir orduyu gerekli kılmaktadır. Bunun için devrimin zora dayalı anlayışı günümüz dünyasında emperyalist saldırganlığın geldiği birikim düzeyi… tarihsel anlamda askeri olarak profesyonelleştirme gerçekliği, halk kitlelerine sunulan tarihsel şartların üzerinden atlamanın ifadesi olan birikimci, pasifist, sendikalist, liberal sol bir anlayış çerçevesinde devrimin gerçekleşmesini hayal olduğunu daha açık olarak ortaya koymaktadır… Bu anlamda ayaklanma anlayışında Türkiye-Kuzey Kürdistan’da… baştan bir silahlı mücadele ve bunun ilmek ilmek kent ve kırlarda devrimci bir ordu perspektifi ile örülmesini tarihsel bir zorunluluk olarak açığa çıkarmıştır.”

HG’deki yazıdan devam edersek: “Gerek siyasi şartlar ve gerekse de kendi örgütsel vb. şartlarımız hangi mücadele ve örgütlenme biçimini olanaklı ve mümkün kılıyorsa onu yapmak, hem somut durum gereğidir hem de mücadelenin genel mantığına uygun devrimci bir tutumdur; işin özü budur.” İşin özü; “gerek siyasi şartlar, gerek kendi örgütsel durumumuz hangi mücadele ve örgütlenme biçimini mümkün kılıyorsa onu yapmak” mıdır yoksa tam tersi midir? Bu soruya verilecek cevap devrimcilik ve reformculuğun belirlendiği noktadır. Bütün reformistler devrimci cüreti hep “siyasi gerçeklerden kopuklukla” suçlayarak işe başlarlar. Zamanında TDKP, “siyasi gerçeklerden” kopuk olmayan yönelime girdiğinde, soldan gelen eleştirilere karşı, kitle ilişkilerini öne çıkararak böbürleniyor, eleştiricileri küçümsüyor, benzer cevaplar veriyordu.

“İstediğimiz şey o olduğu halde, on binlerce kitleyi yürütemiyorsak, yürütebileceğimiz kitleyi yürütürüz. Sistemi bugün yıkacak güce sahip değilsek o günü getirmek için, bugünden onu darbeleyerek zayıflatırız. Devrimci şiddeti örgütlemede yetersizsek ne yılar ne yıkılırız; devrimi sanat katında gerçekleştirmek için, meşru mücadeleyi sanata dönüştürürüz; ne de olsa devrim yaratıcılığın en görkemli panosudur, yaratıcılığını ortaya koyacak herkes orada boy gösterişini yapabilir!” Birçok yerde asıl hedeften kopmadan bunların öncelikli olduğunu savunuyorsunuz. Burada söylenenler de bir dereceye kadar tartışılabilir, ama arkadaşlar sizinle asıl tartıştığımız şey; ‘dönem silahlı yöntemleri değil, kitle çalışmalarını gerektiriyor’ fikriyatını işliyor olmanızdır.

HG, silahlı mücadelenin her koşulda ve her dönem başat olamayacağını, döneme ve koşullara göre politik faaliyetin öne geçeceğini söylüyor. Buna kim itiraz edebilir? Tek bir doğru itiraz; dönemin ve koşulların politik kitle mücadelelerini zorunlu kılmasını gerekçe göstermenizdir. Dönem; günümüz dünyası, Türkiye ve Kürdistan’da faşizmin yükselişe geçtiği bir dönem ve bu yaptığınız tartışma, doğru bir zeminde midir, tartışılır. Böyle bir dönem tespiti yapmayıp tüm açık ve illegal çalışmayı, dönemin gerektirdiği devrimci savaş örgütünü örgütlemeye odakladığımızda hiçbir problem yoktur. Ki burada açık kitle çalışmasını en gelişkin yol ve yöntemlerle geliştirmekte de bir beis yoktur. Bunu şunun için yazıyoruz, kitle faaliyetinde seçimler de dahil tüm imkanları değerlendirmenize, şayet yukarıda yazılarınızdan alıntılarla göstermeye çalıştığımız stratejik olanı geriye doğru çeken yaklaşımınız olmasaydı, kimsenin diyeceği bir şey olamazdı. Diyen de süreçlere sadece programatik görüşlerle cevap verdiğini düşünen dogmatikler olurdu. Ve bunlar da strateji-taktik ilişkisini kavramayan, her taktik esnekliği stratejik kırılma diye kavrayanlardır. Şunu da açıkça yazalım, koşullar silahlı mücadeleyi zorunlu kılarken, politik mücadelenin öne alınması gerektiğini iddia eden ve bunun pratiğini ören bir özne; silahlı mücadeleyi reddediyor, reformcu saflara kayıyor denilemez. Ki biz SMF’nin geldiği geleneği böyle değerlendirmiyor, sadece koşulları yanlış değerlendirdiğini iddia ediyoruz. Öte yandan siyasi yayınlarına yansıyan tartışmalardan bir yol ayrımına doğru mu ilerleniyor, sorusunu ise soruyoruz. Bunu öyle ima vb. ile değil devrimci dostluğun gerektirdiği doğrudanlıkla yapıyoruz.

TDH içinde yer alan tüm örgütler, yasadışı çalışmadan kopmuş veya yasadışı yapıları tasfiye olmuş durumdadır. Yalnızca yasal ve sistem içi muhalefet durumundadır. Bu realitemizdir. Ve bu realiteyi, devrim hedefimiz ve dönemin daha da yakıcılaştırdığı devrimci savaş partisi olma iddiamızdan uzaklaşacak şekilde tartışma ve konumlanmalardan uzak durarak;[13] tüm tartışmaları ve pratiğimizi asli olana bağlayarak yürüttüğümüzde aşabiliriz. Hepimizin çözmesi gereken sorun, bütün çalışmalarımızın başına yasadışı ve askeri görevleri icra edebilecek şekilde kendimizi yeniden örgütlemektir. Yapıp ettiğimiz her şey de bu hedefi silikleştirmek bir yana güçlendirmeli, bu hedefe bağlanmalıdır.

İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler, bilinci belirleyen düşünce değil sosyal pratiktir. Parlamento, belediyeler, seçimler, kitle örgütleri, sendikalar ve uzanabildiğimiz tüm alanlarda siyasal çalışmayı reddetmek sizin de belirtiğiniz gibi ahmaklıktır. Ama, yaşamda sürekli aynı platformlarda çabalamak bir dönem sonra kadro ve sempatizanları içine çeker, asıl olan kaldırılıp atılmaz ama zaman içinde mücadelenin geçici olan görevleri asıl görevler haline gelir. Dünya bunun örnekleriyle doludur, tüm komintern partileri bu yoldan düzenin uysal parçaları haline dönüştüler. Maoist dostlarımızın devrimci damarı güçlüdür ama burada eleştiri konusu yaptığımız son dönemde çıkan  perspektif yazıları, farkındalar veya değiller, böyle bir yönelime işaret ediyor. 

Mehmet Güneş


[1]SMF’li dostlarımıza; devlet savunucularıyla nereye?-Mehmet Güneş https://komundergi12.com/smfli-dostlarimiza-devlet-savunuculariyla-nereye-mehmet-gunes/

[2]Halkın Günlüğü’nün Şubat 2024 tarihli sayısında çıkan M.Güneş’in ‘‘SMF’li Dostlarımıza; Devlet Savunucularıyla Nereye?” “Sorusuna” Cevaben… başlıklı yazı. Gazete Patika’da da yayınlanıp geri çekildi.

[3]Bu bir sözcüğe takılma olarak anlaşılmamalı. Sayın hitabı burjuvaziye aittir, biz dost ve yoldaşlarımıza sayın diye hitap etmeyiz. Bu basit bir sözcüğe takılma veya alınganlık değil, geçmişte devrimci hareketimize yerleşmiş bir kültürdür. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a Sayın denmesini ise ayrı tutuyoruz. Faşizmin ‘katil’, ‘cani’ vb ekler olmaksızın adını anmayı suç saydığı koşullarda, Kürt halkının bir direniş olarak “Sayın” hitabını kullanması anlamlıdır.

[4]Siz “TKP”ye eleştirileri yüz yüze yaptığınızı söylüyorsunuz. Lakin ittifak ortağınız Kemal Okuyan, tam da bu yazıda onlara dönük yaptığınız oldukça usturuplu eleştiriyi bile ittifakı bozma gerekçesi olarak değerlendireceklerini söylüyor Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda. Bunları yüz yüze kendilerine söyleyemeyeceğinizi, söylerseniz de herkesin kendi yoluna gideceğini vurguluyor Okuyan. Hatta bu yanıt yazınızdaki görüşlerinizi savunuyorsanız, o zaman da ittifakın dağılacağını ekliyor. (bkz. https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/tkp-genel-sekreteri-krizi-cumhuriyete-anlatti-fatih-macoglunun-2174581)  Ve bu röportajın üzerinden bir gün bile geçmeden siz, Gazete Patika’da yayınladığınız bu yazıyı Patika’dan kaldırdınız. Şimdi biz buradan ne anlamalıyız?!

[5]https://gazetepatika22.com/smfye-donuk-elestiri-salvolarina-yanitlar-1-149631.html

[6]Seçimler ve devrimciler – Mehmet Güneş (https://komundergi12.com/secimler-ve-devrimciler-mehmet-gunes/)

[7]https://gazetepatika22.com/yerel-secimler-surecinde-kritik-gelismeler-ve-olasiliklar-148808.html 

[8]https://gazetepatika22.com/sagcilik-tehdit-solculuk-tehlikedir-143173.html

[9]    “Devrimimizin Stratejisi Sosyalist Halk Savaşıdır”

[10]Devrimci Mücadelede Başarının Koşulu, Düşmanını İyi Tanımaktır, https://gazetepatika22.com/devrimci-mucadelede-basarinin-kosulu-dusmanini-iyi-tanimaktir-147902.html

[11]Devrimci Mücadelede Başarının Koşulu, Düşmanını İyi Tanımaktır, https://gazetepatika22.com/devrimci-mucadelede-basarinin-kosulu-dusmanini-iyi-tanimaktir-147902.html

[12]  Parlamentodan Yararlanma Parlamentarizm midir?, https://gazetepatika22.com/parlamentodan-yararlanma-parlamentarizm-midir-147848.html

[13]Kastettiğimiz yerel yönetimlerden, seçimlerden uzak durmak değil, sadece arabayı atın önüne bağlamamaktır.