27 Nisan 1978 yılında kendisini Marksist Leninist olarak tanımlayan Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP), ordu içindeki güçlerinin etkin katılımıyla gerici yönetimi devirdi, devrim zafere ulaştı ve ADHP iktidarı ele geçirdi. Bu tarih, emperyalizmin ekonomik ve siyasal krizinin yükseldiği ve uzun bir dönemdir neoliberal politikalara geçişin hazırlıklarının yapıldığı döneme denk düşmektedir. ABD, kısa bir zaman önce Vietnam’dan yaralı ve hezimetle çıkmıştır. Aynı dönemde dünyada peş peşe devrimler ve karşı devrimler gündemdedir. 5 Temmuz 1977’de ABD ve CIA desteğinde genaral Ziya Ül Hak, seçimle yönetime gelen demokrat iddialı Zülfikar Ali Butto’yu devirerek idam eder ve faşist bir diktatörlük kurar. 1978’de Afganistan Devrimi gerçekleşir. 1979’un başında Ortadoğu’da tüm dengeleri altüst ederek İran’da şahlık rejimi yıkılır. Aynı yıl Nikaragua’da Somoza diktatörlüğünü yıkan Sandinist Devrim gerçekleşir. Türkiye’de her aşaması planlanmış ve hazırlıkları tamamlanmış 12 Eylül faşist diktatörlüğünün eli kulağındadır.
Sovyetler Birliği’nin bu devrimi kışkırttığı, hazırladığı vb. tüm iddialar külliyen yalandır, gerçeklerle uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Zamanın Sovyet iktidarının bir ülkede devrimi kışkırtmak bir yana, emperyalizm karşısında her alanda gerileyerek ve tavizler vererek statükoyu koruma ve uzlaşma politikalarının başat olduğu bir dönemdir. SSCB’nin çöküşünden sonra ortaya çıkan belgeler, bu ilişkisizliği açıklamaktadır, SSCB’nin bu devrimden haberi yoktur, komşusundaki bu devrimi kucağında bulur ve devrim iktidarına her alanda yavaş ilerlemelerini, reformlar konusunda bile dikkatli olmalarını sürekli tavsiye eder. ADHP içindeki güçlü kanat, SSCB’den çok Hindistan ve İran komünist partileriyle ilişki içinde ve ideolojik olarak onlara yakındır. Afganistan’da komünizm için mücadelenin önderi ve başlatıcısı, işçilikten yetişen Muhammed Nur Tarakki’dir. Muhammed Nur Tarakki, 1930’lu yıllarda Hindistan’da işçilik yaparken Hindistan Komünist Partisi’ne üye olmuş ve bu partinin faaliyetlerine aktif katılmıştır. Daha sonra ülkesine dönmüş ama Hindistan KP ile ilişkisi devam etmiştir. Hindistan KP o dönemlerde Çin komünistleri ve Mao ile yakın ilişkiler içindedir. Muhammed Nur Tarakki’nin düşüncelerinde Mao’dan etkilendiği belirgindir. Tarakki, 1950 yılında Sovyetler Birliği’ne geçerek orada Marksist bilinci ve devrim inancı güçlenerek geri dönmüş ve 1 Ocak 1965’te Afganistan Demokratik Halk Partisini kurmuştur.
Afgan devrimcileri, SSCB ile yakın ilişkilerine rağmen ülke içinde siyasal faaliyetlerinde bağımlı, güdümlü olmak bir yana hep bağımsız, kendi çizgilerini izlediler. Bu Afgan devrimcilerinin tercihinden çok, zamanın Sovyet siyasetinin milli devlet çıkarları dışında bölge veya dünya devriminden tümüyle uzaklaşmış olmalarıyla ilgilidir. Aynı dönemde SBKP kendi çizgisindeki, bağımsız komünist partilere, kendilerini feshedip ulusal burjuva parti ve hükümetleri destekleme politikasını dayatırken, Afgan komünistlerinin mücadelesine mesafeli duracağı açıktır. Bir devrimle iktidarı almalarına kesinlikle karşıdır.
Afganistan Devrimi gerçekleştiği dönemde, dünya komünist hareketi düşman kamplara bölünmüş ve karşılıklı şiddet içeren çatışmalar içindedir. Dönemin bu yanlış ve sakat bölünmesi sonucu SSCB’ni sosyal emperyalist olarak niteleyen Maocu ve Enver Hocacı tüm eğilimler, hiçbir değerlendirme yapmadan, bu devrime cepheden karşı çıkarak -ABD, Suudlar, Pakistan gericiliğiyle aynı çizgide- yıkılması gereken düşman cephe olarak yaklaşmıştır. SSCB yanlıları dışındaki dünya solu da aynı çizgide olmasa da Afgan devrimini askeri darbe olarak küçümsemiştir. Bu kesimler dahil, bu devrime dudak büken tüm Marksizm iddialılarına hatırlatırız ki, Afganistan’ın devrimci güçleri, uzun mücadeleler sonucu, hiçbir dış destek olmadan, kendi örgütlülükleri ve hazırlıkları sonucu devrimi zafere ulaştırdılar. Afganistan Devrimi ideal ve mükemmel bir devrim değildir, hiçbir devrim mükemmel değildir, bu devrimi küçümseyenler farkında veya değiller, Afganistan Devriminde buldukları ve eleştirdikleri tüm hataların ve eksikliklerin hepsini, gerçekleştirilmiş tüm devrimlerde bulmak mümkün. Afganistan Devrimi’ni mahkum edenler farkında olmadan gerçekte tüm devrimleri mahkum ediyorlar. Dört dörtlük devrim yok ve hiç olmayacak.
Binbir teorik mülahazalarla ve derin Marksist! analizlerle, Afganistan Devrimi, devrim olarak kabul edilmiyor. Devrimin Marksist tanımı, iktidarın bir sınıfın elinden başka bir sınıfa geçmesidir. Afganistan’da 1978 Nisan Devrimi’yle feodal bir hanedana dayanan iktidar yıkılarak yerine Marksist Leninist ideolojiye bağlı, kendisini işçi sınıfının partisi olarak tanımlayan bir partinin iktidarı kurulmuştur. Bu partinin doğruları ve yanlışları tartışılabilir, ama hanedanlığı yıkan devrimi tartışmak Marksizm adına mümkün değildir. Marksizm adına gerici sınıfın diktatörlüğünü başarıyla yıkan bir devrime dudak bükenler, Afganistan Devrimi’ni diktatörlüğü yıktığı için eleştirenler ya ne dediğini bilmeyen saflardandır veya ideolojik körleşme içindedir ya da ne dediğinin bilincinde olan katıksız reformistlerdir. Afganistan Devrimi’ne getirilen tüm eleştiriler, gerçekleşmiş tüm devrimlere burjuvazinin getirdiği eleştirilerle aynıdır. Afganistan Devrimi henüz sınıf denilemeyecek zayıflıkta bir işçi sınıfı gerçekliğinde ve nüfusun yüzde seksenini yoksul köylülüğün oluşturduğu bir ülkede, feodal diktatörlüğü yıkmış, köklü dönüşümleri gündemleştirmiş, dinci gericiliği püskürterek günlük yaşamı sekülerleştirmiş, kadın erkek eşitliğini ve toplumsal yaşamda kadınlar üzerindeki tüm yasakları kaldırarak, kadın haklarını genişletmiş, azınlıklar üzerindeki baskılara son vermiş ve bu adımlarla aşiretçi feodal ilişkileri çözmek için harekete geçmiştir.
Biz, kendi gücüyle zorba egemen iktidarları deviren devrimlerin üzerinde hiçbir yasa, kural, ilke tanımıyoruz, yarım kalanlar dahil tüm devrimler meşrudur. Hiçbir devrimci parti, devrimi yapacak güçler ve ortam oluşmuşsa, yarın ne olacak kaygısıyla hareket edemez; bu kaygılar taşınsaydı hiçbir devrim gerçekleşemezdi. Yarınını düşünenler devrimci değil reformcudurlar. Paris Komünü, Ekim Devrimi dahil hiçbir devrim yaşanmazdı, devrime varmak bir yana devrim için harekete geçmek bile anlamsız olurdu. Paris Komünü gibi Ekim Devrimi’nin de yarını hiç belli değildi. Nitekim Menşevikler, tüm İkinci Enternasyonalciler Ekim taarruzuna sonu karanlık bir macera olarak şiddetle karşı çıkmıştır. Daha öteye, Bolşevik Partisi içinde güçlü bir kanat, aynı doğrultuda muhalefet etmiştir. Bütün bu reformcu korkaklıklara aldırmayan Lenin, kendisi de açık olarak bu devrimin yaşayıp yaşamayacağı konusunda şüphe içinde olmasına rağmen, bütün gücünü ve bilincini ortaya koyarak Rusya’da, sonrasında tüm dünyayı altüst eden, ihtilali gerçekleştirmiştir. İktidarı zapt eden devrimlere şu veya bu gerekçeyle karşı çıkanlar katıksız reformistlerdir.
Afganistan, nasıl bugünkü duruma bir anda gelmediyse, Afgan Devrimi de bir anda gökten inmedi, uzun bir geçmişe ve mücadele birikimine dayanarak gelişti. Bunun ispatı ise bizzat muzaffer olan devrimin kendisidir. Bu devrimin ve karşı devrimin uzun birikim dönemi anlaşılmadan Afganistan’ın bugün içinde yaşadığı sorunlar hiç anlaşılamaz. Bu tarihsel bakış eksikliği, Afgan toplumunu birbirlerini yiyen zombiler topluluğu olarak anlar ve bugün yaşananları, Marksist analiz adına, Afganistan’ın toplumsallığıyla açıklamaya çalışır. Bu anlayışı dillendirenlerle ülkemizde de çokça karşılaşıyoruz. Bu bakış açısı emperyalizmin ve sömürgeciliğin ideolojik bagajından alınmıştır. Sömürgeci emperyalistler, bütün haydutluklarını, kanlı sömürge politikalarını, işgalleri teröre karşı özgürlük adına barbar toplulukları uygarlaştırmak için gerçekleştirdiğini söylerler. Nitekim Emperyalizm ve dünya gericiliği, Afganistan Devrimi gerçekleşir gerçekleşmez, bunu Sovyet yayılmacılığı olarak lanse edip, karşı devrim için hazırlıklara başlamıştır.
Afganistan’nın Sovyetler Birliği tarafından işgali ise tam bir emperyalist dezenformasyon ve büyük bir yalandır. İki ülke arasında uzun yıllar boyunca kesintisiz ve güçlenerek, her alanda devam eden dayanışma ve anlaşmalar, askeri ve güvenlik alanında da sürmüştür. Sovyetler Birliği bu anlaşmalar çerçevesinde ve meşru Afgan hükümetinin daveti üzerine Afganistan’a asker sokmuştur. Bugün Rusya’nın ve İran’ın Suriye’de asker bulundurması ve iç savaşa aktif katılmasına kimse askeri işgal demiyor. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesinden söz edilecekse, bu Afganistan’daki devrim iktidarının sol kanadına bir müdahaledir. 1979 yılında bir Sovyet askeri gücü Hafızullah Amin liderliğindeki Halk grubu iktidarını yıkarak yerine Babrak Karmal ve Bayrak grubunu iktidara geçirmiştir.
Rusya Afganistan dostluğu, 1920’lerde Lenin ve Emanullah Han üzerinden kurulmuş ve Rusya’da Sovyet iktidarına son veren Yeltsin darbesine kadar, ekonomik ve politik alanda devam etmiştir. 1919 yılında tahta çıkan Emanullah Han, Ekim Devrimi’yle kurulan Sovyetler Birliğini dünyada resmi olarak tanıyan ilk ülke lideridir. Aynı tarihte Lenin’le dostluk ve dayanışma içeren karşılıklı sıcak mektuplaşmaları vardır. Aynı biçimde Sovyetler Birliği de Afganistan’ı bağımsız devlet olarak tanıyan ilk ülkedir. Her iki ülke, karşılıklı olarak, resmi elçilikler atamıştır. Bu, her iki ülkede kurulan ilk resmi elçiliklerdir. Daha sonra iki ülke ilişkileri, her alanda hızlanarak devam etmiştir. İç savaşın ağır yıkımını yaşayan Sovyetler, Afganistan’a o zaman için küçümsenmeyecek mali ve teknik yardımlarda bulunmuştur. Birçok küçük üretim yapan imalathaneler kurmuş, alt yapı yatırımlarını geliştirmiştir. Bu ilişkiler, Afgan gençliği ve aydınları arasında Ekim Devrimi’ne ilgi ve sempatiyi yükseltmiştir. Afganistan’dan çok miktarda aydın ve genç, o zaman Moskova’da kurulan uluslararası kızıl üniversitede eğitim görmüştür. Bunlar tarihi gerçeklerdir, Afganistan Devrimi’nin tohumları, Ekim Devrimi’nin sıcaklığı içinde atılmıştır.
Bugünkü Afganistan’ın kurucusu Emanullah Han’ın modernleşme programına karşı 1929 yılında feodal gericilik ayaklanarak Emanullah Han’ı iktidardan devirdi ve yerine Nadir Şah tahta oturtuldu. Afgan solu, bu gerici darbeye karşı direnişe geçti. Nadir Şah bu direnişi kanlı bir biçimde bastırdı, katliamdan sağ kurtulanlar Sovyetler Birliği’ne sığınarak mücadelesini devam ettirdi. Bu dönemden sonra, baskı dönemlerinde yeraltına çekilerek, az çok gedik bulduklarında açık mücadeleyle Afgan devrimciler mücadelelerini kesintisiz sürdürdü. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı sonrası dernekler ve yayınlarla siyasal çalışmaya başladılar. 1950 yılında partileşerek aynı yıl yapılan seçimlerde parlamentoya birkaç milletvekili sokabilecek bir kitle desteğine sahiptiler. Afganistan Devrimi bir gecede, askeri darbeyle iktidara geldi, diyenler bütün bu tarihe kördürler. Bir karşılaştırma yaparsak, Türkiye solu 30’lu 40’lı yıllarda Kemalist diktatörlüğün uysal takipçisi durumundayken, Afgan solu idam sehpalarında direniyordu. Türkiye solu, 1950 yılında Demokrat Parti gericilerinden demokrasi bekler ve bu gericiliği hayırhah desteklerken, Afgan solu kendi bağımsız partisini kurarak mücadele ediyordu. Türkiye Solu bir askeri darbe anayasasının getirdiği haklarla ancak yasal parti olarak örgütlenebildi.
Yukarıda bahsettiğimiz Hindistan Komünist Partisi’nde yetişen Muhammed Nur Tarakki, bir dönem sonra Afganistan’a döner ve siyasal mücadeleyi ülkesinde sürdürür. 1950’li yıllarda Sovyetler Birliği’ne gider, siyasal görüşü ve dünya politikası gelişmiş olarak geri döner. Birçok dil bilen, çeviriler ve siyasal yayınların yanında edebiyatla da ilgilenen entelektüel düzeyi gelişkin bir Marksisttir. 1965 yılında, etrafında topladığı komünistlerle, Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin kuruluşunu gerçekleştirir. ADHP, Afganistan’ın koşullarını gözeten gelişkin bir programa sahiptir ve kendisini işçi sınıfının ideolojisine bağlı, işçi sınıfının partisi olarak ilan etmiştir. Partinin programı burjuva demokratik devriminin görevleri üzerinden demokratik halk devrimini gerçekleştirmektir. Partinin tüzüğü, aynı biçimde, Marksist-Leninist teoriye bağlılığını açık olarak vurgulayan, dönemin klasik komünist parti tüzüklerinin aynısıdır.
Kurulduğu yıl seçimlere katılan ADHP, biri kadın dört üyesini meclise soktu, aynı seçimlerde birçok başka demokrat mebus meclise girdi. Daha sonra partiden ayrılarak Bayrak (Parçam) grubunu kuracak olan Babrak Karmal milletvekili seçilir. Babrak Kamral ve arkadaşları milletvekillikleri döneminde, etkili faaliyetleriyle ülke çapında tanınır oldular. 1965 yılında başbakan Yusuf Han aleyhine kitle eylemleri başladı ve gösterilerde ölümler sonucu protestolara direnemeyen iktidar, başbakanlığa saygın bir sosyalist lider olan Eşitlik (Musavat) Partisi başkanı Haşim Maywandwal getirlidi. 1967 yılına kadar başbakanlık yapan Haşim Mayvandval döneminde sol hareket güçlendi.
1960’lı yıllarda Afganistan’da, kitle hareketi büyük bir yükselişe geçti. İlk defa kadınlar, sokaklara çıktı, lise ve üniversite gençliği kitlesel gösteriler ve boykotlar yaptı. 1968 yılında hemen bütün çalışanların katıldığı ülke tarihinin en büyük grevi yapıldı. Aynı yıllarda, bütün büyük şehirlerde, Vietnam halkının direnişini destek ve ABD’yi telin mitingleri yapılıyordu. 1 Mayıslar ülkenin bütün şehir merkezlerinde, her yıl kitlesel olarak sokaklarda kutlanıyordu. Daha önemlisi, her yıl düzenli olarak yıl dönümünde Ekim Devrimi’nin zaferi sokaklarda kutlanıyordu. ADHP’nin günlük yayın organı, ülkenin en büyük gazetelerinden birisiydi. Kırsal kesimler dışında kalan bütün büyük şehirlerde, seküler bir yaşam hakimdi. 1960’ların Afgan şehirlerinin sokakları, İstanbul ve Ankara’nın sokaklarından farksızdı. Bu yaşam biçimine siyasallaşmış İslamcılar saldırı düzenleseler de bunlar, sıradan olayları aşmıyor ve karşı tepkiyle püskürtülüyordu. Aşiret geleneği içindeki kırsal kesimler, tümüyle kendi yerel ve otonom liderlikleri etrafında birleşmiş, dışa karşı ilgisiz durumdaydı. Afganistan islamı da bugünkü gibi antikomünist histerilerle doldurulmuş selefi cihadcılıkla uzak yakın ilişkili değildi. Bugünkü Afgan toplumunu kasıp kavuran İslami katliamcılık, emperyalizmin ve dünya gericiliğinin zehirli tohumlarının neticesidir.
ADHP’nin kuruluşundan hemen sonra, parti içinde farklı çizgiler oluştu, bir anlamda bu çizgi farklılıkları partinin ve ülkenin geleceğini belirlemiştir diyebiliriz. Bu çizgi farklılığı, klasik anlamda devrimci ve reformcu kanatların ayrımı gibi değerlendirilebilir ama sonrasında yaşananlar somut gerçeklikten kopuk, kitabi ve kalıpçı yaklaşımların yanlışlığını pratik olarak gösteren ve ders alınması gereken ağır ve pahalıya mal olan bir deneydir. Daha sonra Halk (Halki) olarak anılan sol kanadı Muhammed Nur Tarakki, Bayrak (Parçam) olarak bilinen sağ kanadı Babrak Karmal temsil ediyordu.
Muhammed Nur Tarakki önderliğindeki Halk grubu Afganistan’da en büyük nüfusa sahip Peştunlar arasında ve ordu içinde güçlüydü, Bayrak grubu daha çok şehir aydın ve gençlik kesimlerine dayanıyor, azınlıktaki Tacik, Hazara ve Türkmenlerce destekleniyordu. Bayrak grubu, Afganistan’ın Ortaçağ geriliğinin bütün biçimlerini yaşatan, güçlü aşiretçi yapısını ve ülkenin geriliğini göz önüne alarak, geniş bir ittifaklar politikası ve bu politikaya uygun reformcu dönüşümlerle ilerlemeyi savunuyordu. Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler içindeydi ve SB, Bayrak grubunun çizgisini destekliyordu. Halk grubu, radikal bir devrimle Ortaçağ zihniyetinin yok edilmesini ve sosyalizme geçişi savunuyordu. Ve bu ideolojik farklılıklar, parti içinde ciddi bir rekabet içindeydi. Yukarıda belirttiğimiz gibi, ADHP içinde ideolojik farklılıklar ve çelişkiler keskinleşti, Babrak Karmal liderliğinde partinin çizgisini sol bulan bir ekip partiden ayrılarak Bayrak (Parçam) adıyla ayrı bir dergi çıkardı.
Aynı dönemde, değişik birçok Marksist ve Maocu akım, siyasal faaliyete başladı, Maocu hareket hızla güçleniyordu ama kısa bir zaman sonra kendi içinde onlarca ayrı gruba bölünerek, zayıfladılar. Bu yıllarda, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında ulusal çıkarlar temelinde millici çelişkiler derinleşmiş, ama henüz düşmanlık başlamamıştı, birbirleriyle mektuplaşmalarına “yoldaşlar” diyerek başlıyorlardı. Ama Afganistan’da gruplar rekabeti temelinde ADHP ve Maocular arasında, Türkiye’de 1975-80 arasında yaşanan ölümlerle sonuçlanan çatışmalara benzer çatışmalar yaşanıyordu.
ADHP’nin bölünmesi ve Maocu hareketin paramparça olması, örgütlü devrimciliği geriletse de genel olarak solun ve demokratik eğilimlerin yaygınlaşması devam etmiştir. 1973 yılında Davut Han, Zahir Şah’ı bir darbeyle devirerek krallığa son verdi, kendisini devlet başkanı ilan ederek ülkenin adını “Afganistan Cumhuriyeti” olarak değiştirdi. İslami harekete karşı operasyonlara başladı ve sol hareketi destekledi, kabinesine Bayrak grubundan bakanlar atadı. İslamcıları gerilettikten sonra ise tüm demokratik ve sol hareketleri baskı altına aldı, kendi partisi dışında tüm siyasi partileri yasadışı ilan etti. Baskıların artması sonucu daha önce bölünen Halk ve Bayrak grupları, 1977 yılında birleştiler, birlik partinin hem kitle tabanını hem otoritesini güçlendirdi. ADHP’in güçlenmesinden ürken Davut Han, baskılarını artırarak diktatörlüğünü pekiştirmek için harekete geçti. Politik ortam gerilerek devam edemez hale geldi, Davut Han diktatörlüğünün karşısında tek örgütlü güç olarak ADHP kalmış ve ülke iki karşıt kampa ayrılmıştı. Ya Davut Han, ADHP’yi ezerek diktatörlüğünü pekiştirecek veya ADHP, Davut Han’ı devirecek ve kendi iktidarını kuracaktı. 1978 Nisan’ında bir devrimci gençlik liderinin suikaste uğramasına, AHDP Afganistan tarihinin en büyük kitle gösterileriyle karşılık verdi. Bu gösteriden ürken Davut Han, 26 Nisan’da ADHP’nin tüm yöneticilerini tutuklamak için kendi kontrolündeki güçleri harekete geçirdi, Nur Muhammed Tarakki ve Babrak Karmal’ın da içinde olduğu birçok lideri tutuklattı. Bu saldırıya hazırlıklı olan AHDP, ordu içindeki güçlerini harekete geçirerek Davut Han’ın sarayını kuşattı ve kısa bir çatışma sonucu, Davut Han öldürüldü. Aynı askerler ADHP liderlerini cezaevinden çıkararak iktidarı teslim ettiler. Afganistan Devrimi böyle gerçekleşti. 27 Nisan 1978 günü Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi.
Devrimle iktidara gelen ADHP içinde, iktidarın ilk günlerinde program temelindeki geçmiş ayrılık, daha keskin olarak gündeme geldi. Daha doğrusu program üzerinde bir ayrılık yoktu, her iki kanat da aynı programı savunuyordu, ayrılık daha çok programın nasıl ve hangi hızla uygulanacağı üzerineydi. İlk tartışma toprak reformu kanunu üzerinden patlak verdi. Halk kanadının hazırladığı reform programı, Afganistan kırlarının tümünü harekete geçirecek derinlikteydi. Afganistan kırları köylülüğü ezen, bilinen klasik toprak ağalığına benzemiyordu. Toprakların sahibi aşiret liderleri olmasına rağmen, bir anlamda kan bağları üzerinden tüm kabilenin ortak mülkü olarak görülüyordu, yalnız topraklar değil sular dahil tüm doğal zenginlikler aşiret liderlerinin kutsal mülkü olarak görülüyordu. Bayrak kanadının muhalefetiyle yalnızca sahipsiz toprakların köylülere dağıtılması kanunlaştırıldı. Bayrak kanadının tasfiyesinden sonra 30 Kasım 1978’de yeni bir kanunla 60 dönüm üzerindeki tüm topraklara ve sular dahil tüm doğal zenginliklere el konularak yoksul köylülüğe dağıtılması kararı alındı. Bu, tam anlamıyla halk dilindeki, “eşek arılarının yuvalarına çomak sokmak” anlamına geliyordu, diğer bir anlatımla köylülüğün tümüne savaş ilan etmek demekti. Kabil’de alınan kararlar, kırsal kesimi hiç ilgilendirmiyordu, toprak reformu henüz uygulamaya geçilmediği için, hiçbir ciddi tepki gelişmedi ama daha sonra bütün Afganistan kırlarını saracak kıvılcım çakılmış oldu. Bu durumun gösterdiği gibi Afganistan kırları İslam ve komünizm düşmanlığıyla ayaklanmadı, devrim iktidarının yanlışları ve bu hatayı değerlendiren emperyalizm ve dünya gericiliği tarafından yangın yerine çevrildi.
Bu tartışmalar içerisinde ordu, polis ve bürokrasi içinde güçlü olan Halk grubunun içinde de farklılıklar uç verdi. Partinin kitleler ve kadrolar içinde saygın ve tartışılmaz lideri Muhammed Nur Tarakki idi ama ordu ve bürokrasiyi ve parti üst yönetimini Hafızullah Amin kontrol ediyordu. Hafızullah Amin, ülke gerçeklerini yok sayarak, iktidar gücü ve şiddetle aşiret liderlerini ortadan kaldırıp, feodal ilişkileri hızla tasfiye edip sosyalizme geçişi savunuyordu. Bayrak kanadı, bir dönem kendileriyle ilişkili olan aşiret ve kabilelerle uzlaşarak ve geniş bir demokrasi cephesiyle yavaş bir geçişten yanaydı. Tarakki, Halk kanadının ve partinin lideri olarak parti birliğini gözeten ve politik olarak bu iki eğilim arasında bir konum almıştı. Nitekim hem Bayrak kanadının tasfiyesini önlemiş hem de daha sert uygulamaları otoritesiyle engellemiştir. Ama giderek ordu ve bürokrasi içindeki gücünü pekiştiren Hafızullah Amin, geçmiş dönemin başbakanları dahil birçok üst görevlisini, İslami liderlerin bazılarını ve Maocu bir örgütün liderini idam ettirdi. Aynı zamanda içinde Bayrak kanadının liderlerinin de bulunduğu binlerce kişiyi hapsettirdi. Babrak Karmal ve bazı liderler, SSCB’nin müdahalesiyle hapsedilmekten kurtuldular. Bir dönem sonra, Hafızullah Amin’in şiddet politikasına direnen Tarakki’nin hastalandığı açıklandı ve 9 Ekim 1979’da Tarakki’nin öldüğü bildirildi. Sonradan bunun yalan olduğu Hafızullah Amin’in emriyle öldürüldüğü açığa çıktı.
Tarakki engelinden kurtulan Hafızullah Amin, her türlü sol güçler dahil tüm muhalefeti, kanlı şiddet yöntemleriyle tasfiye etti, on binlerce kişiyi hapishanelere doldurdu. Başka uygulamalarının yanında, tam anlamıyla kendi iktidarının temellerine dinamit koyma sonucu verecek toplumun kutsallarına, kaba saldırılara girişti. Bunlardan ikisi -gereken koşullar oluşturulmadan hangi toplumda uygulanırsa uygulansın asla kabul edilemeyecek- milli bayrağın ve ulusal marşın değiştirilmesidir. Üç renkli Afgan bayrağı yerine kızıl bayrak, milli marşın yerine enternasyonal geçirilmiştir. Buraya kadar anlatılan dönemde Afgan kırları sessizlik içindedir ama CIA, Pakistan gizli servisi (ISI), İran, Suudlar ve Körfez Arap ülkelerinden destekle, bütün İslam ülkelerinden toplanılan çeteler propagandalarını yaygınlaştırıyor; militan, para, her çeşit silah kırlara yığılıyordu.
Bunlar Afganistan gerçekleridir ve Afganistan Devrimi bu sorunlarla boğuşmaktadır. Ancak devrimin ilk gününden itibaren dünya kamuoyuna iletilenler nelerdir, uluslararası emperyalist medya neler anlatmaktadır? Türk medyası bunları olduğu gibi aktarmaktaydı. 27 Nisan Devrimi sonrası Afganistan güllük gülistanlık değildi ama uluslararası basın ve televizyonlardan aktarılanlar da Afganistan gerçekleriyle uzak yakın ilişkisi olmayan kara ve kirli bir dezenformasyon bombardımanıydı. Belki de dünya tarihine geçecek, en büyük kara propaganda kampanyası başlamıştı. Yaşayanlar bilir, isteyen 1978 Nisan sonrası Türk medyasına bakabilir. Türk medyası başta iğrenç yalanlarla süslü Rus işgalciliği, komünist mezalimi ve Müslüman katliamları ve cihat çağrılarıyla doludur. Türkiye’de kısa zaman sonra Demirel, Erbakan ve Türkeş’in başını çektiği faşist İkinci MC (Milliyetçi Cephe) hükümeti kuruldu ve bu kara propagandadan göz gözü görmez oldu.
Devrim iktidarı kurulduğunda bir buçuk iki yıla yakın bir zaman, daha sonraki gerici ayaklanmanın ana gövdesini oluşturan, Afgan kırları ve köylülüğü sessizlik içindedir ve en küçük bir karşı hareket görülmez. Devrime karşı ilk saldırılar, tümüyle ABD’nin silah ve teknolojik desteği, Suud dolarları ve Ziya Ül Hak faşizmi altındaki Pakistan’ın ev sahipliği ve tüm dünya gericiliğinin desteği sonucu, dışarıdan toplanıp yetiştirilen fanatik çeteler tarafından başlatılmıştır. Bütün Müslüman ülkelerden toplanan katil sürüleri, Pakistan üzerinden Afganistan’a sokulmuştur. Aynı dönemde Türkiye’de, açıktan dinci faşist militanlar, Pakistan’daki askeri kamplardan askeri üniformalı ve silahlı resimlerini yayınlayarak propaganda yürütüyorlardı. Afganistan’ı güneyden boydan boya kuşatan Pakistan sınırı, tüm dünyadan toplanan bu karşı devrimcilerin hem lojistik geri cephesi hem saldırı karargahı durumuna dönüştü. Afgan toplumunun ana gövdesini oluşturan kırsal kesim, hemen bu gerici karşı devrim kervanına katılmamıştır. Yukarıda açıkladığımız gibi, ADHP içindeki iktidar mücadeleleri, yanlış taktikler ve ülke nesnel gerçeğini gözetmeyen sol maceracı politikalar, kırsal aşiret ve geleneksel değerleri kaba biçimde tahrik ederek, bir nevi kendi iktidarlarına provokasyon düzeyinde etki yapmıştır.
İlk yıllar şehirlerde, daha önceden örgütlü olan siyasal İslamcı anti komünist gerici örgütler ve bazı Maocu parti ve gruplar, birçok saldırı ve sabotaj eylemleri düzenledi. Ama bunlar toplumsal etkisi zayıf çıkışlardı. Daha sonra karşı devrimin önderliğini yürüten Mücahit çeteleri ve bugünkü kanlı gericiliğin örgütü Taliban, tümüyle ABD, Suud ve Pakistan gerici faşist ittifakının ürünüdür. Afganistan karşı devriminin yaratıcısı da yürütücüsü de kurmaylığı da Pakistan’daki bu ittifaktır ve Türkiye dahil tüm dünya gericiliği aynı ittifak içinde, Afgan devrimin boğmak için harekete geçtiler. Bu dünya çapında kurulan karşı devrim ittifakı, dünya tarihine geçen en zalim ve kıyıcı gericiliklerin beşiği oldu. Yalnız Mücahit ve Taliban değil Suriye, Irak, Libya başta olmak üzere Müslüman ülkelerde ve tüm dünyada uyuyan hücreler ve aktif eylemliliklerle hala devam eden El Kaide ve IŞİD bu kanlı karargahlarda yetiştirildi. Bundan dolayı ne Mücahit çeteleri ne Taliban katil sürüleri, Afganistan toplumsallığının doğal bir uzantısı olarak görülemez. Mücahit ve Taliban çetelerini, Afgan toplumun bir gerçekliği ve onun ürünü olarak anlayanlar, işin içine sade suya tirit anti emperyalizm katarak bunları meşrulaştırmaktadır. Liberaller tersinden aynı mantıkla emperyalist işgalciliği meşrulaştırıyorlar.
Toprak reformunun uygulanmaya başlanmasıyla birlikte, emperyalizmin güdümünde hazırlanan çeteler eylemlere başladı. Toprak reformunu tüm köylülüğün reddettiği söylenemez, değişik bölgelerde köylülük, reformu ilgiyle karşıladı ama köylülüğün ana gövdesi direnişe geçti. Gerici ayaklanmanın bütün köylülüğü sarması, sadece toprak reformu üzerinden değil, asıl yukarıda bahsettiğimiz bayrak ve ulusal marşın değiştirilmesi ve kadın haklarının genişletilerek kız erkek karma eğitime geçilmesi ve bunun kırlara yayılması oldu. Bunlar, ayaklanmayı büyüterek daha da yaygınlaştırdı. Kentlerde ve tüm alanlarda ülkenin genç ve dinamik aydın birikimi büyük bir coşkuyla ideolojik, politik propaganda ve toplumsal kalkınma hamlesini başlattı. Sayıları 20 bine yaklaşan gönüllü genç kadın ve erkek öğretmenler, köylere dağılarak eğitim seferberliğine girişti. Aynı anda emperyalizmin ve Pakistan faşist diktatörlüğünün desteklediği, İslamcı katliam çeteleri eylemlere başladı. Mücahit adındaki katil çeteleri, en önce kadın öğretmenleri öldürerek ve okula giden kız çocuklarını vahşice katlederek, okulları yakarak saldırıya geçtiler. İki yüzlü modern batı dünyasının medyası, ADHP iktidarını bütün dünyaya komünizmin caniliği yalanlarını yükseltirken Mücahit çetelerinin katliamlarını görmek bir yana bu katil sürülerini özgürlük savaşçıları olarak selamladı.
Başta ÇHC’nin ve dünyadaki tüm Maocu akımların ve Enver Hocacı eğilimlerin, Afganistan Devrimi’ni, “Sovyet Sosyal Emperyalizmi”nin yayılma siyaseti gereği gerçekleştirdiği bir darbe olduğu iddiası, mesnetsiz ve gerçeklerin tam ters yüz edilmesinden başka bir şey değildir. Gene dünya solunun geniş kesimlerince bir Sovyet müdahalesi iddiaları ve Afgan komünistlerinin Sovyetlerin kuklası olduğu iddiaları da yaşanan olaylarca yalanlanmaktadır. Sovyetler, Amin uygulamalarına başından beri karşı çıkarlar ama Amin bu telkinleri kaale almak bir yana gittikçe politikasını sertleştirir. Amin iktidarının yukarıda söylediğimiz uygulamaları giderek tüm Afganistan kırlarını ayağa kaldırır. Amin resmi olarak Sovyetler’den askeri müdahale talep eder, Sovyetler bu çağrılara kulak tıkayarak Afganistan sorununun istemediği boyutlara uzanacağını görünce, Mücahit çetelerine değil Amin iktidarına müdahale eder. 24 Aralık 1979 da Tacik, Türkmen, Özbeklerden oluşan bir Kızıl Ordu gücü Afganistan’a girer, Amin’in karargahını kuşatır ve bu çatışma sonucu Amin öldürülür, iktidara Bayrak kanadının lideri Babrak Karmal geçer.
Aynı tarihlerde soğuk savaşın en keskin rekabeti yaşanıyor, ABD ve NATO, Sovyetlerin her alanda gerilediğini görerek saldırı ve kuşatmasını güçlendiriyordu. ABD’nin, daha önce imzaladığı stratejik silahların sınırlandırılması anlaşmasını çiğneyerek, Moskova’yı vuracak menzile sahip Pershing füzelerini Batı Almanya’ya konumlandırmaya başlamasıyla, Sovyetler Birliği o zamana kadar kulak arkası ettiği Afganistan Cumhuriyeti’nin resmi askeri destek isteğini onaylayarak Afganistan’a asker sevkiyatına devam eder. Sovyetler Birliği dünya devrimi, devrimlerin yayılması ideallerini çoktan terk etmişti. Afganistan’a girişi, tamamıyla ABD öncülüğünde batılı emperyalistlerle yürüttüğü rekabet temelinde, devlet çıkarlarını gözeten bir hamledir.
Bir başka yalan propaganda, Afganistan’da emperyalizmin oluşturduğu çetelerin, Afganistan Devrimi’ne karşı ayaklanmalarının Rus işgaline karşı halkın direnişi olarak anlatılmasıdır. Afganistan’da çatışmalar başından sonuna kadar işgale karşı, ulusal bir direniş olarak değil, hemen benzer devrimlerin tümünde yaşanan devrime karşı bir gerici ayaklanma, bir iç savaş olarak yaşandı. Burada ayrıntılandırmadan kısaca belirtelim. Sovyetlerin bu savaşa katılımı son derece sınırlıdır, şehirlerde zaten hiç savaşa katılmadılar, kırlarda ise sadece ana yolların güvenliği, stratejik mevkilerde askeri birliklerin yerleştirilmesi ve hava desteğinden ibarettir. Bir dönem sonra ABD’nin dönemin silah teknolojisinin harikası kabul edilen ve dünya basınının gündeminden inmeyen Stinger füzeleriyle Mücahit çeteleri donatması sonucu, iç savaşta hava üstünlüğünü dengelemiştir. Pentagon, Mücahit çetelerini Stinger füzeleri yanında, karada kullanılan güdümlü tanksavar silahları dahil geliştirdiği en etkili silahlarla donatmış ve paraya boğmuştu ve bugünkü Suriye benzeri tüm dünyanın her yerinden çeteler Afganistan’a akmıştı. Buna rağmen sıcak savaş alanı tüm cephelerde, Afgan Ordusu ve ADHP militanlarından oluşan halk milisleri savaşıyordu. Sovyet Ordusu cephe savaşına hiç katılmadı, sadece birlikleri saldırıya uğradığında çetelerle savaşmak zorunda kalıyordu. Bu gerçekler bütün dünyaya mazlum halkın komünist Rus işgali ve katliamına direnişi olarak yansıtılıyordu ve hala genelde aynı kanı hakimdir.
Babrak Karmal yönetime geçer geçmez, Amin’in bayrak ve milli marş değişiklikleri dahil hemen toplumda tepki çeken bütün uygulamalarını iptal etti. Maocular dahil on binleri bulan tüm politik tutukluları serbest bıraktı. Amin döneminde el konulan ulusal burjuva kesimlerin tüm mal ve servetleri geri iade edildi. Parti programında yer alan feodalizmin tasfiye edilerek sosyalizme geçiş hedefi geri çekilerek, burjuva demokratik taleplerin gerçekleştirilmesi olarak değiştirilmiş ve tüm devrimci demokrat güçlerin birliğini hedefleyen geniş cephe çalışmalarına başlamıştır. Bu değişiklikler sonuç vermiş ve siyasal ortam canlanarak, ADHP örgütlülüğü ve kitle tabanı güçlenmiştir.
1980 başlarında dağılmakta olan ordu, hızla toparlanarak güçlendirildi, ancak ordu ne kadar güçlense de asıl savaş çekirdeğini değişik partili militanların oluşturduğu milis güçleri ve özel güvenlik birimleri oluşturuyor ve Afganistan’ın her tarafına yayılarak tüm cephelerde savaşın en zor görevlerini omuzluyordu. Özel güvenlik birimlerinin sayısı yüzbinlere ulaşmıştı. On bine yakını kadınlardan oluşan, toplamda 30-40 bini bulan öğrenciler ve gençlerden halk milisleri, Mücahit çete ayaklanmasına karşı büyük bir kararlılık ve cesaretle, her cephede devrimi savunmak için savaşıyordu. Sovyetler, Afganistan’dan çekildiğinde ordu, milisler ve özel güvenlik birimleri dahil devrimi savunan silahlı güçlerin sayısı 400 bin civarına yaklaşmıştı. Sovyetler, sadece yukarıda sayılan destekle yetiniyor, Mücahit çeteleriyle asıl savaşı devrimin silahlı güçleri yürütüyordu.
Sovyetler, nasıl milli devlet politikaları gereği Afganistan’a asker gönderdiyse aynı devlet politikalarına uygun olarak on yıl sonra 1989’da, tüm askerlerini geri çekti. Emperyalist propaganda, gene bugünküne benzer şekilde, insanların kulaklarını patlatırcasına, Afgan devriminin en fazla birkaç hafta -en uzun ömür biçenler bir ay- içinde kesin çökeceği yaygarasına başladılar. Aynı zamanda, silah ve cephane desteğini artırarak çetelere desteğini en üst düzeye yükselttiler. Sovyet askerlerinin varlığı döneminde olduğu gibi, Sovyetlerin geri çekildiği ilk yıllarda, karşı devrimci çeteler, hiçbir alanda askeri başarı sağlayamadılar, coğrafyanın avantajıyla ancak bulundukları alanları koruyabildiler. Hem bazı aşiret birlikleri, devrim safına geçmiş, asker sayıları azalmış hem de her alanda onlarca çete birbirleriyle kanlı çatışmalara giriştiğinden moral çöküntüsü içindeyken, emperyalizmin teşviki ve desteğiyle, Sovyet askerlerinin çekilmesiyle toparlanarak birçok cephede, şehir merkezlerini ele geçirmek için büyük bir saldırıya geçtiler. Sovyet desteği olmadan devrim güçleri, tüm bu saldırıları püskürterek çeteleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Sovyet askerleri çekildikten sonra emperyalist basın gibi Mücahit çeteleri de Kabil’deki devrim iktidarına en fazla iki hafta ömür biçiyorlardı. Ancak Mücahitler, üç yıl boyunca bulundukları alanlar dışında hiçbir başarı gösteremediler. Bu gerçekler, bu devrim hakkında sürdürülen, başta Sovyet darbesi kara propogandası olmak üzere, devrime dudak büken tüm eğilimlere gerçeğin cevabıdır. Afgan Devrimi’nin kendi öz gücüne dayanarak iktidarı aldığının ve uluslararası emperyalizmin tüm gücüyle üzerine saldırttığı çetelere yenilmediğini ve Sovyet desteği olmadan da devrimin ayakta kalabildiğini kesin olarak göstermektedir.
Afganistan Devrimi gerçekleştiğinde tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de Maocular ve Arnavutluk yanlıları devrime düşmanlıkta, faşist ve İslamcı gericiliklerle yarışa giriştiler. Emperyalizm, neoliberal saldırı için hazırlıklarını tamamlamıştı, kısa bir dönem sonra ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher, komünizmi yeryüzünden silmek iddialarıyla iktidara geldiler ve Afganistan Devrimi’ni bu amaçları için en büyük fırsat olarak değerlendirdiler. Bir anlamda tarihin en büyük anti komünist propaganda kampanyasını başlattılar. Enver Hoca, karşı devrimci İslami faşizan mücahit ayaklanmasının zamanla anti emperyalist bir halk devrimine dönüşeceği yönünde değerlendirmelerde bulundu. Deng Siao Ping önderliğindeki ÇHC, başından itibaren en tehlikeli baş düşman “Sovyet Sosyal Emperyalizm”inin yayılması olarak değerlendirdi, silah ve cephane dahil karşı devrimcileri her alanda destekledi. Afganistan Devrimi yalnız bir devrimdir, hatta diyebiliriz ki dünya devrim güçlerinin en yalnız bıraktığı devrimdir. Bizzat emperyalizm ve dünya gericiliğinin bütün gücüyle boğmak için harekete geçtiği ve tüm ülkelerden toplanan katiller sürüsü silahlandırılarak Afgan devrimcilerinin üstüne sürüldüğü günlerde, hiçbir ülkeden tek bir devrimcinin Afganistan’a koştuğunu hatırlamıyoruz. Pratik destek bir yana, dünya devrimcilerinin ezici çoğunluğu, bu devrimi küçümsemiş ve politik olarak sahiplenmekten bile uzak durmuştur. Giriştikleri mücadele ve hedefleri, insanlık tarihinin en haklı parlak sayfalarından olan bu devrim, yalnızca zoraki ve cılız Sovyet desteği dışında sahiplenilmemiştir.
Afganistan’daki ÇHC ve SSCB yanlısı devrimci güçlerin yaşadıkları, bir yanı hazin bir yanı trajedi boyutlarında dersler içermektedir. Her iki kesim de aynı yüksek amaçlar, komünizm ve sınıfsız toplum için savaşıyordu. Karşılarında, dışarıda bir bütün dünya gericiliği, içeride komünistlerin kanlarını içmeye yeminli en koyu komünizm düşmanları yer alıyordu. Bu acımasız koşullarda, neydi Afgan komünistlerini düşmanlarından önce birbirlerini yok etmek üzere, kanlı çatışma içine çeken? Çoktan devrim ideallerine ihanet ederek, komünizm yolundan sapmış iki devletin milli devlet çıkarları dışında, kim, herhangi bir gerçek neden ortaya koyabilir? Bugün her ikisi de kapitalizme dönmüş, Çin ve Rus emperyalist devletlerinin kirli devlet çıkarları üzerinden ortaya sürülen sosyal emperyalizm tezi, yalnız Afganistan’da değil, tüm dünya komünistlerini düşman kamplara bölerek, kanlı çatışmaların içine çekmiştir. Türkiye devrimcilerine de bu tez, ağır bedellere mal olmuştur. Sosyal emperyalizm tezi, en büyük ihaneti Afgan komünistlerine yaşatmıştır. Buradan birinci olarak, kendimiz dahil dünya komünistlerinin nasıl kolaylıkla Marksizm’den koparak, taraftarlığa savrulabildiği üzerine dersler çıkarmalıyız. İkinci olarak, hala sosyal emperyalizm tezini savunan devrimcilere, kendilerini birçok konuda gericiliğe yaklaştıran bu tez üzerine tekrar düşünmelerini hatırlatmalıyız.
Afganistan’da Maocular yirmiye yakın gruba parçalanmış olmakla birlikte, Hazara, Tacik, Özbek azınlıklarının yaşadığı kırsal bölgelerde gerillaları ve şehirlerdeki yaygınlığıyla önemli bir devrim gücünü temsil ediyorlardı. Maocular dışında, yasal parti ve dernek olarak faaliyet gösteren başka birçok sol örgüt vardı. ADHP, iktidar olmadan önce de zaten Maoist örgütlerle şiddet içeren çatışmalar içindeydi. ADHP iktidarını, dünya gericiliğinin baş düşmanı SSCB’nin uzantısı sosyal faşist bir yönetim olarak damgalayan ÇHC, ABD ile birlikte cihatçı çetelerin en büyük ilk destekçilerindendir. Aynı politikayla Maocu örgütlerin bir kısmı, ADHP iktidarına karşı silahlı direnişe geçtiler. Mücahit çetelerinin örgütlenip sahneye sürülmesiyle, Maoist tüm örgütler iki arada kaldı, küçük bir kesimi Mücahit çeteleriyle işbirliği yaptı, büyük kesim arada bir yerde kaldı. Çin, Mücahit denilen dinci çeteleri silah cephane dahil her bakımdan açıktan desteklerken, bu silahlarla donatılan katiller Maocu devrimcileri ayrım yapmadan katlediyorlardı. ADHP de iktidarı alır almaz, Maocu örgütler dahil, tüm kendi dışındaki solu terör yöntemleriyle tasfiye etmeye girişti. Bu, zaten şehirlere sıkışan demokratik güçlerin alanını daha da daralttı. Yapılması gereken, ADHP’nin programına uygun, Maocular dahil, tüm devrimci güçlerin birleştirilmesiydi. Bu yanlış politikalar, zaman içinde tüm devrimci güçlerin emperyalizmin yarattığı şeriatçı katil sürülerine yem olmasını getirdi. Ancak bu yanlış, sadece ADHP’ye mal edilmemeli zira, dönemin Marksist hareketlerinin tümünü etkileyen kamplaşmanın sonucudur.
Sosyalist sistemin çökmesi, Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonrası Rusya Federasyonu’nun başına geçen ayyaş Yeltsin, iktidara geçer geçmez silah ve cephane dahil, Afganistan’a yapılan tüm destekleri kesti, başka yerden silah temini yapamayan devrim iktidarı zor duruma düştü. Emperyalizm ve dünya gericiliği, mücahit çetelerine her türlü desteğini artırarak sürdürdüler. Bu zor koşullara rağmen Afgan kadın, aydın ve gençlik milisleri bütün dünyadan tecrit, kendi olanaklarıyla son ana kadar hayatları pahasına devrimi savundular ve yenildiler. Tarihte çok yaşanan, kölelerin çarmıha gerilmesi, komüncülerin Pere Lachaise duvarı önünde son ferdine kadar kurşunlandıkları gibi en korkunç işkencelerle katledildiler. Selam olsun Afganistan’ın yiğit ve korkusuz komünistlerine.