AKP ve arkasındaki kitle desteği – Eren Yıldız

Hayat, hep beklentilerin aksine sonuçları karşımıza çıkarıyorsa o zaman o hayatı sorgulamalıyız.

16 yılda inişli-çıkışlı, gerilimli-patlamalı süreçler yaşayan AKP ve onun başındaki Erdoğan tüm yaşananlara rağmen neden gücünü korudu ve başkanlık sistemini getirebildi?

24 Haziran seçimlerinde AKP-MHP iktidar cephesinin karşısında olan tüm kitle ve muhalefet partileri, mevcut iktidarı yenebileceğini ve yeni bir döneme girilebileceğine inanıyordu. AKP’nin yenileceği yönünde büyük bir beklenti oluşmuştu. Ancak Erdoğan MHP’nin de desteğiyle bu seçimden de “galip” çıktı ve başkanlık sistemine geçişin yasal zeminini de yaratmış oldu. Türkiye’de bir rejim değişikliği yaşanmaya başlandı ve bu devam ediyor. (“İktidar” geçmişte bir milletvekilinin “90 yıllık reklam arası bitti” cümlesini telaffuz etmese de bu rejim değişikliğiyle Osmanlı’nın devamı minvalinde yola devam ediyor.) Kurumsal şekillenişteki argümanlarıyla bunu pratikte gösteriyor.

“Erdoğan”devlette büyük tasfiyeler yapmasına rağmen bugün kadro eksikliği bulunmamaktadır. Çünkü özellikle 12 Eylül’den günümüze devletin yetiştirdiği tüm bürokratlar, muhafazakâr, milliyetçi sağ bir ideolojiyle şekillendirilmiştir. Simgesel bir örnek verelim…

Kişilerin selamlaşmada kafa tokuşturması 12 Eylül’den hemen sonra sadece milliyetçi gençlik içinde vardı ama bugün itibariyle AKP-MHP ve diğer tüm sağ partilerde ayrıca devlet bürokrasisinde yer alan tüm bireyler birbiriyle kafa tokuşturarak selamlaşıyor. Erdoğan’ın kitle tabanının neden bu kadar güçlü olduğunun birkaç nedeni olduğu düşüncesindeyiz. Öncelikle bunun tarihi kökenine bakmak gerekir.

AKP tabanı,çok partili sisteme geçişle birlikte kendini sağda gören muhafazakâr İslami (Sünni İslam) kesiminde ifadesini bulan Demokrat Parti (DP) kitlesinin günümüzdeki halidir.60 darbesi sonrası ülkemizde gelişen sol muhalefetin, 12 Mart darbesiyle birlikte radikal mücadelenin yenilgiye uğratılması, devlet tarafından sol kitlenin bastırılmasına paralel olarak muhafazakarlaşmanın önünü açması“Türk-İslam” perspektifiyle topluma ideolojik formasyon uygulanması, İmam Hatip okullarının ve camilerin hızla yaygınlaştırılması, dini vakıfların kuruluşuna onay verilmesi “Komünizmle Mücadele Derneği” adı altında dini yapılanmalara tolerans gösterilmesi, milliyetçi muhafazakar bir tabanın güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Hem dindar hem milliyetçi olan bu kesim kendi içinde tarikat temelinde devleti rahatsız etmeden örgütlenirken aynı zamanda bir ekonomik güç olarak kendini büyütmeye başlamıştır. Ülkenin her tarafında küçük ve orta işletmeler temelinde örgütlenen kesimin büyük çoğunluğu bu kesimden oluşmaktadır. 12 Eylül darbesinin en büyük destekçisi de bu kesim olmuştur ki darbe sonrasında da bunların önü açılmış hem ekonomik alanda hem de devletin içinde hızla çoğalmışlardır.

Türkiye’nin tüm şehirlerinde tarikatlaşma temelinde örgütlenen bu kitle giderek büyüdü.Büyük tarikat örgütlenmeleri ortaya çıktı ve ülkenin birçok şehri her bir tarikatın merkezi haline geldi. Bu tarikatlar, ekonomik alanda vakıf adı altında olsun çeşitli iş kollarında olsun maddi gücünü arttırırken, bu ekonomik gücünü daha çok kitle gücü oluşturmak için kullanmıştır. Yıllarca bu şekilde büyürken tarikatlar, siyaset alanında bir güç olarak ortaya çıkmamış sadece sağ partilere destek vermekle yetinmiştir.

Bu kitle 70’lerde ilk kez dini referanslı bir parti olan Erbakan’ın partisine destek vermiştir. 12 Eylül sonrasında ise esas desteği Özal’a vermiştir. Bu kitlenin desteği 90’lı yıllarda tekrar Erbakan’ın partisine dönse de 28 Şubat 1997 sonrasında, Erbakan’ın mevcut devletle karşı karşıya gelmesi parti içinde parçalanmayı getirmiştir. Erbakan’ın öğrencilerinin (Gül ve Erdoğan) kendisine rakip olmaya başlamasıyla ayrılık derinleşmiştir. Bu ayrışma sonrasında mevcut kitle, “kendi politikalarında ısrarcı olan” Erbakan’ı değil de “adil düzen gömleğini çıkardık”, (bu devletle tartışmayacağız, yanında olacağız demektir)diyen Erdoğan’ın yanında olmayı tercih etmiştir. Erdoğan, kendi kitlesinin devletle kapışmayı istemediğini, devletle yan yana maddi ve manevi yaşamını organize etmeyi tercih ettiğini görmüş ona göre kendi politikalarını belirlemiştir. Takiye ve pragmatizm en temel yaklaşımı olmuştur.

AKP, 2001 krizinin sunduğu tarihi fırsatları da kullanarak 2002 yılında iktidara gelmiştir. Kitle ile birebir, yüz yüze ilişkiler geliştirmeyi örgütlenmenin temel yöntemi olarak kullanmış, insanların hem maddi hem de manevi dünyasıyla bağlar kurmayı esas almıştır. Parti tabanını güçlendirmeye hizmet edecek her şeyi araç olarak kullanmıştır. Demokrasi ve özgürlükler için mücadele eden bir görünüm sunması, AB üyeliği politikalarını savunması, yerelde halkın asgari ihtiyaçlarını karşılayan belediyecilik anlayışına sahip olması, AKP’nin tabanının güçlenmesine vesile olmuştur. AKP’nin örgütlenme tarzı tam da tarikat örgütlenmesi anlayışıdır. AKP, bir kez ulaştığı insana özerk bir alan bırakmadan, o kişiyi hem manevi hem de maddi anlamda kendi çemberi içine almıştır. O çember içine giren birey o dünyanın yaşamına dahil olmuş, ona benzemiş ve bir süre sonra da bizzat kendisi o çemberin genişletilmesi için çalışan partili haline gelmiştir.

Bu kitle içinde kadınların ayrı bir yeri vardır. Köyden şehre ya da küçük şehirlerden metropol şehirlere göçüp kentin dışında gecekondulara yerleşmiş ve yaşam alanı çevresindeki birkaç komşusuyla sınırlı olan kadınlarla birebir ilişki kurarak kendi parti ortamına katmıştır. Bizzat parti eliyle mitinglere, karşılamalara ya da kutlamalara götürerek kadınların yaşamına “renk” katmıştır. Bu yoksul kadınlar evin dışında bir hayatın havasını soluma fırsatı yakalamış, bu sayede“özgürlüğü” hissetmiştir. Bu nedenledir ki kadınların Erdoğan’a desteği daha fazladır, bağlılığı da daha güçlüdür.

2002’den 2007’ye kadar devletin temel kurumları ile hiçbir çatışmaya girmemiş, sessiz kalmış, takiyeciliği düstur eylemiş ama bunun paralelinde de toplumda siyasal anlamda örgütlü gücünü büyütmüştür. Demokratçılık takiyesiyle hem ülke içindeki liberallerin desteğini alırken hem de dışarıda AB ve ABD’nin desteğini alarak fırsat buldukça devletin eski bürokrasisiyle çatışmayı ufak ufak yürütmüştür.İşte, Ergenekon yargılamaları bunun göstergesidir.

Ergenekoncuların tasfiye edildiği süreçle birlikte Erdoğan geçmişte muhafazakâr İslami kesimin yaşadığı mağduriyetleri sanki bugünde yaşanıyormuş gibi göstermeyi başararak,etkili bir mağduriyet siyaseti yaptı ve siyasal tavrını ortaya koymaya başladı.Bir yandan devletin çarpık laiklik anlayışını tartışılır hale getirirken diğer yandan da yaşamın her alanında dini olguları yaygınlaştırmaya ve yaşamı yönlendirmesi yönünde teşvikleri örgütlemeye başladı. Bu yazımızın konusu olmadığı için sadece belirtip geçmek istiyorum.

AKP hareketi siyasal İslamcıdır ve gücü yeterse bir ‘Müslüman Kardeş’ olarak ülkeyi İslam hükümleriyle yönetmeyi ve kendisini de Sünni İslam’ın temsilcisi olarak kabul ettirmeyi hedeflemektedir. Dindar ve kindar nesil yetiştirme özlemi ve devlet olanakları seferber edilerek yaygınlaştırılan imam hatip okulları, yardımlaşma dernekleri, öğrenci yurtları ve vakıflar buna hizmet etmektedir.

AKP hareketi son 16 yılda toplumu bir yandan çok fazla dünyevi yaşama adapte ederek tüketim toplumu haline getirirken bir yandan da dindarlığı topluma çok fazla empoze etmiştir. Dindarlığı tüketim kültürüyle bütünleştirip toplumsal tabanını geliştirmiştir. Öyle ki, türban bir moda aksesuarı haline getirilmiş, tesettür kıyafeti defileleri yapılır olmuştur. Bu dindarlığın sektör haline getirilerek sömürüye araç haline dönüştürülmesidir. Toplumda dindarlık yaygınlaşırken aynı zamanda yozlaşmış bir muhafazakâr yaşam da alıp başını gitmiştir. Yani hem maneviyatını yaşamında var ederken hem de bireysel olarak maddi yaşamın her türlü nimetlerinden faydalanmayı anlayış haline getiren bir kitle oluşmuştur.Erdoğan, son 16 yılda bu kitleyi örgütleyip büyütmüştür. Kişilik ve karakter yapısı olarak lideri ile kitlesi birbirine çok benzerdir, tabiri caizse kendisini kitlesinde var etmiştir.

Gelişmiş bir kültüre ve bilgi birikimine sahip olmayan toplumlarda liderlik kültü kolay hâkim olur. Kişi iradesine sahip olmayınca yönetilmeye ve yönlendirilmeye açık olduğu gibi bunu gönüllü olarak kabul eder hatta fanatikçe savunur. Güçlünün yanında yer alarak cesaretsizliğini kamufle eder. Kendi özgün fikri olmadığından hâkim olan iktidar düşüncesine razı olur, buradan nasiplenmeye çalışır. Bugün iktidar gücünün zirvesinde olduğu için kitlesi de çok cesur ve pervasız bir görüntü sunmaktadır. Oysa aynı kitle 28 Şubat 1997’de Erbakan’ı yolda bırakmış ve iktidarla yola devam etmişti. Bu kitlenin en önemli özelliği güce boyun eğme,kendisini onda(reis) simgeleştirip ona tapar düzeyde inanmasıdır. Mevcut sistemde AKP kendisi iktidar olmasına rağmen kurulu düzene “en muhalif ve karşı duran” aynı zamanda “bu düzeni değiştirebilecek” güçte benim yaklaşımını topluma çok iyi propaganda edebiliyor. Dünyanın kaderine hükmeden büyük güçlerin karşısında “dik duran”, “vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunan”, “dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan mazlumların haklarını savunan,bu dünya düzeni değişmeli” diyen bir parti-lider algısını topluma çok iyi yansıtabiliyor.

Geçmişe baktığımızda sosyal demokrasinin güçlü olduğu dönemlerde devrimci hareketler de güçlenmiştir. Kendine “muhafazakâr demokrat” diyen bir İslamcı partinin iktidar olduğu dönemde bölgede esen İslam rüzgarının etkisiyle ülkemizde radikal İslamcı hareketlerde güçlenmiştir. Ortadoğu’da emperyal hedefler güden“iktidar” Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan Suriye’ye ve Irak dahil Sünni İslam kuşağı yaratma hayali kurduğu için radikal İslamcı hareketlerle organik ilişkiler kurmuş ve desteklemiştir. Bu politika ülkede İslam’ı radikalizmin büyümesine vesile olmuştur. Yakın zamanda yapılan bir ankette katılanların %8’i IŞİD’e sempati duyduğunu belirtmiştir. Bu sonuç bile işin ciddiyetini çok açık göstermektedir. AKP iktidarının geldiği boyutu yine aynı hareketin içinden olan Nihat Ergün’ün bir belirlemesine yer vererek ifade etmek istiyorum;

“AKP başarısını milli görüş döneminin “aşırı ideolojik” olmaya bağladığı zaaflarını aşmasına borçluydu, şimdi ise rasyonel bir kurum olarak görülmesi gereken bir siyasi partiyi yeniden “cemaatleştirerek” ordu değil “orkestra” gibi yönetmesi gerekirken lideri yeniden cihat emrine dönüştürerek parti programının nesnel ve şeffaf muhtevası haricinde yeniden “dava”, “hareket” gibi “kayıt dışı siyasetin” araçları dediği kavramları öne çıkararak o zaaflara geri dönülüyor.”diye belirtiyor. (Tanıl Bora-Cereyanlar)

İktidarın neo-osmanlı politikası Tunus’tan Mısır’a ve Suriye’ye kadar eğer başarılı olsaydı o zaman Türkiye’de bambaşka bir resim çizilmiş olacak ve İslam’ın merkezi Türkiye temsilcisi de AKP olacaktı ama gördükleri hayaller gerçeklerle uyuşmayınca hayal olarak kalmakla birlikte başlarına da bela oldu. 2015 yılından bugüne dış politikalarının çöktüğünü bile bile tüm güçleriyle yenilginin sonuçlarını gizlemeye çalışıyorlar.

AKP iktidar olmasına rağmen mağduriyet siyaseti yapmakta oldukça başarılıdır. Çok güçlü ve etkili kitle iletişim politikası yapabiliyor. Ülke genelinde sıkı bir sansür ağı yaratarak çatlak bir ses çıkmasına müsaade etmediği gibi toplumun tüm gücünü kendi propagandasıyla dolduruyor. Mesela dış politikada yaptığı yanlışı kamufle etmek için “mazlumlara sahip çıkma ve anti-emperyalist” nutuklar çekiyorlar muhafazakâr ve milliyetçi popülizm yapıyorlar. Kitlenin duygularını okşayarak ortak ruh yaratıyorlar ve kendi düşüncelerini kitlenin düşüncesiymiş gibi çok iyi sunuyorlar. Toplumu öyle bir düşünce atmosferine sokuyor ve toplum mühendisliği yapıyorlar ki, sıradan bir vatandaş, iktidar sözcüsünün ağzından çıkan her şeyi sanki kendi söylüyormuş gibi savunup destekliyor. Kurulan etkili kitle iletişimi sayesinde “iktidar” politikalarına sanki kendisi belirliyormuş ve kendini orada var ediyormuş duygusunu yaşıyor. Yıllardır olağanüstü koşullarda yaşamasına rağmen mevcut iktidar aşağıdan kitle inisiyatifini sürekli canlı tutuyor ve liderinin, halkın duygu ve girişimlerine tercüman olduğu algısını yaratıyor. İşte bu nedenledir ki şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor;

24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde ciddi bir anket şirketi, parti kitlelerinde araştırma yapıyor. İktidara oy veren kitle “ATV ve A Haber” kanalından başka TV kanalı izlemiyormuş. Yaşanan sorunların esas sebebinin dış güçler ve onların işbirlikçileri olan iç mihraklar olduğunu düşünüyor. Liderinin söylediği her şeyin doğru olduğuna inanıyor, destekliyor, hatta kendisi de öyle düşündüğünü belirtip savunuyor. Hiçbir çelişki olduğunu düşünmüyor ve sorgulamıyor hatta sorgulayanı da ülke düşmanı, vatan haini olarak görüyor. Erdoğan onların nazarında “Allah’ın bir lütfu” olarak görülüyor.

AKP,iktidara bir kez geldikten sonra yüz yüze ilişki kurma politikasının iktidar olmanın gücünü de arkasına alarak daha da büyüttü. “Sosyal devlet” olma adına,çalışan kesimin maaşlarında yaptığı kesintilerden ve vergilerden elde ettiği parayı ülkenin en yoksullarına dağıttı. Yaşlılık maaşı, engelli maaşı,yoksullara giyim kuşam, yiyecek içecek yardımı ve kömür yardımı gibi faaliyetler kitleyle güçlü bağlar kurmasını sağladı. Çok yüksek ve bir sefere mahsus yardım yapma yerine askeri düzeyde bir yardımı her ay kesintisiz yapacak kurumsal ağları yaratarak kitleyle sürekli devam eden bağlar kurdu. Mesela kendi belediyeleri eliyle yoksul ailelere kartlar dağıttı. Bu yardım kartlarıyla insanların yine kendine bağlı yardım mağazalarına gönderdi. Oradan giyim ihtiyaçlarını karşılayan insanlar oradan yine aynı ağ içinde bulunan markete giderek yiyecek ihtiyaçlarını alarak evlerine gittiler. Bu yardımlar yıllardır kesintisiz devam etmektedir. Maddi yardımlarla yaşamına girdiği bu insanların duyduğu minnet çok güçlüdür. Ve bundan öteye insanların manevi dünyasına girdi ve ona da şekil vermeye devam ediyor. Sonuç, 24 Haziran’da AKP’nin aldığı oyun toplamı 21 milyon, iktidardan yardım alan insan sayısı nedir dersek, o da 21 milyon!

Gerçeklik şu ki AKP, toplumun tüm duygu ve düşüncelerini maddi ve manevi dünyasını kendi potasında eritip şekillendiriyor. İnteraktif bir ilişkiyle kendi siyasal perspektifini toplumun büyük kısmında içselleştirerek gücünü korumayı başarıyor. Var olan bir denizi kitlesiyle birlikte yutuyor. Deniz sonsuz değil,deniz bitince bu kitle liderine halen kutsiyet addetmeye devam edip yanında duracak mı onu da yaşayıp göreceğiz. Bugün itibariyle en güçlü ve sağlam bir geçim kapısı olduğu için risklere girmiyor ve lideriyle yürümeye devam ediyor.

Mevcut siyasi iktidar bu kitle desteğini nasıl kaybeder diye sorduğumuzda eğer sistemin sınırlarını zorlamayan bir yaşam seyri sürerse “iktidarın” zayıflaması ve kitle desteğini kaybetmesi yine “iktidarın” kendi yanlışları sayesinde olacaktır ancak tarihin devindirici gücü insan iradesini ortaya çıkarmayı başarabilir ve sürece yön verebilirse o zaman tarihin seyri sıçramalı değişimlere gebedir.