Aşil topuğu – Ali Tekin


AKP bir erdemliler hareketiymiş, önümüzdeki yerel seçimlerde şahsi çıkarlarını düşünenlere, mevki ve makam sevdalılarına partide yer yokmuş. Kim kendi kişisel çıkarını, halkın çıkarının önüne koyarsa AKP içinde yer edinemez; karşısında hemen Reis’i bulurmuş. AKP, kurulduğu günden şimdiye kadar hep mazlumların, yoksulların yanında ve içinde olmuş. Her seçimde bu çizgisini sürdürmüş ve hiç taviz vermemiş…

Pes doğrusu! Bu sözleri ülkenin her yerine çöreklenmiş devasa bir rant örgütünün başındaki kişi söylüyor. Memleketin dört bir yanında, küçücük bir ilçede bile, ufak bir dükkanı işletebilmek için dahi gidilip izin alınması gereken partinin başındaki adam sarf ediyor. Sanki belediyelerinde milyarlarca dolarlık ihalelerin eşe dosta dağıtılmıyor, tüm kamu kurumlarında torpil ve rüşvet hüküm sürmüyor.

Erdem sözcüğü ile AKP’nin yan yana dahi gelemeyeceği gün gibi aşikar. AKP-MHP koalisyonuna oy vermeyenler için bu tutarsızlıklar kabak tadı verdi. Reis’in çelişkili ifadeleri onun sahte kabadayı kimliğini ifşa etmeye yarıyor ve artık neredeyse alay konusu haline gelmiş durumda. Erdoğan’ın birbirini yanlışlamayan sözü neredeyse kalmadı. Dün dediğini bugün savunsa muhalefet şaşıracaktır!

Muhalefetin rahatlıkla kavradığı bu gerçeği, AKP’ye oy verenler göremiyor mu? Bu çelişkili cümlelere inanmak, “koyun gibi olmak” ithamıyla geçiştirilebilir mi? Tutarsızlık yalnızca Reis’in ağzından çıkanlarla sınırlı kalsaydı, AKP’nin oy deposu olan toplamın mantıksız cümleler peşinden giden kalabalıklar olduklarını iddia edebilirdik. Hayır, AKP’ye oy veren yoksullar, milyarlarca dolar paranın döndüğü ihalelerden kendilerine sadece “dul ve yetim maaşı” düştüğünü bal gibi de bilmektedir. Ya da içlerindeki huysuz ve uğursuz birkaç kişi  bir gecede zengini olurken; SSK hastanelerinde bıçak parası vermemenin ve kış boyunca birkaç poşet kömür yardımı almanın pek de matah bir şey olmadığını gayet iyi sezmektedir. Otobanların, köprülerin, metro hatlarının karın doyurmadığını; onları kullanmak için bile tüm gün çalışmak zorunda kaldıklarını onlar da yaşayarak deneyimliyorlar.

AKP’ye oy veren kalabalıklar büyük ölçüde Erdoğan’a güvenmektedir. Bunun nedeni Erdoğan’ın, kendi kurduğu düzeni de sık sık eleştirmesidir. Tayyip Erdoğan kendi kurduğu sistemin yarattığı sorunlara yönelik eleştirileri de kendisinde toplamayı başarıyor. AKP faşizminin doğrudan sorumlu olduğu konular bile Reis’in pozitif hanesine yazıyor. İşte devasa inşaat ve betonlaşma  gerçeği! 30 yıldır kentlerin yönetiminde söz sahibi olanlar gözümüzü çevirdiğimiz her noktaya bir beton yığını koymayı başardı. Erdoğan bu rant çemberinin dışında biriymiş gibi “Şehir kurmak için gönül bağı gerekir. İnsanın varoluş gayesini unutarak yeryüzünde mutlak hakimiyeti hedefleyen mevcut paradigma var. Bugünkü şehirlerimiz maalesef bireysel hırsları merkeze alan bir bakış açısıyla inşa ediliyor. Bu sebeple günümüz şehirleri insana huzur vermiyor.” diyebiliyor.

Tüm bu yaşananların ardından Türkiye toplumunun yaklaşık yarısı, lider belledikleri Reis’le özdeşleşiyor. Kızgınlığını da sevincini de, desteğini de eleştirisini de onunla bütünleştiriyor. Lider; erdemin, temizliğin ve günahsızlığın simgesi olarak “Muhalefet edilecekse de ben sizin yerinize ederim” diyor. Kutu kutu paralar “sıfırlanırken” ezilenler gönül rızasıyla “Liderimiz yapıyorsa bir bildiği vardır” ya da “Biraz da o alsa ne olur ki” cümlesini kuruyor. Bu cümleler sanıldığı gibi “görememezlik” ve “bilmemezlik” sorunu değil; anlamlandırma durumudur.

Liderle özdeşleşme, “koyun gibi olmakla”, “cahil olmakla” veya “dinciliğin ilkel hali” diye nitelendirilebilecek bir mefhum değil. Aksine çok sık karşılaşılan bir duygu hali. Tayyip Erdoğan’la özdeşleşen ve muhalefet potansiyelini kendi kendine baskılayan ruh hali, Kemalizmin sol yorumlarına çok benziyor. Sol Kemalizm Mustafa Kemal’in 1930’lardan itibaren Çankaya Köşkü’ne mahkum edildiğini, orada sıkışıp kaldığını ve ülkenin önemli meselelerinde artık söz sahibi olmadığı büyük bir ciddiyetle iddia etmektedir. Hatta Mustafa Kemal’in yabancı sermayeyi sınırlamak isteyen ve toprak devrimi amacını güden bir lider olduğu; ama İsmet İnönü ve Celal Bayar ikilisi tarafından köşeye sıkıştırıldığı söylenir. Finans kapitalin olanca hızıyla Türkiye’ye çöreklenmesi, günde 15-20 saat çalışılmasına rağmen artış gösteren yoksulluk hatta Dersim katliamı bile bu ikili yüzündendir. Mustafa Kemal, tüm bu kötülükleri eleştirmiş; ama ayrıntılı bir komplo harekatıyla köşkte hareket alanı daraltıldığından dolayı olaylara müdahale edememiştir.

Dış güçler, FETÖ ve AKP’nin içine girmeye çalışan riyakarlar şeklindeki hezeyanlara ne kadar da çok benziyor! Mustafa Kemal Yunan saldırısını püskürten, gericiliğe karşı savaşan ve ülkeye laikliği getiren bir lider olarak, tabanıyla bir kez özdeşleşmiştir. Bu özdeşleşme başarıldıktan sonra yaşanan problemlerden doğrudan lider sorumlu olsa bile, sorunlar başkalarına havale edilir. Benzer şekilde Tayyip Erdoğan; seçkinler tarafından aşağılanan, hor görülen dini ve manevi değerleri yeniden hak ettiği konuma yükseltmiştir.  Erdoğan, iktidarının ilk günlerinde, 2002 tarihinde, milletvekillerinin lojmanda oturmalarına karşı çıkmıştı; çünkü lojmanlar lükstü. Halkın vekilleri halkın içinde olmalıydı. Mustafa Kemal’in halkıyla özdeşleşmesini savaş sahasından yapması gibi, Erdoğan da kitlesiyle mahallerde ve sokaklarda özdeşleşmiştir. Şimdi işler tersine dönse, bin odalı bir Saraya sahip olsa bile lider ile bir kez bütünleşmek; sorunları dışarıya -bazen dış güçler, FETÖ ve CHP bazen de AKP’liler-  havale etme noktasında yeterli olmaktadır.

Sorunlar büyüdükçe, Erdoğan’ın giderek kendisini AKP’den farkılaştırdığından bahsedebiliriz. Eğer işler daha da kızışırsa, ekonomik kriz derinleşirse “Saray’a hapsolmuş Erdoğan” portresi hiç de uzak ihtimal değildir. Tersinden, bu kirli çarkın ve faşist düzenin aşil topuğu da Erdoğan’ın ta kendisidir.