Yaklaşık 20-25 yıl önce, ABD’nin ‘Amerika iç savaşından beri muhafazakâr ile liberaller arasında ciddi bir kutuplaşma içinde olduğu tespitleri yapılıyordu. Trump’ın başkan seçilmesiyle bu kutuplaşma gizlenemez hale geldi. 6 Ocak Kongre Binası baskınıyla gelinen aşama yeni işaretler veriyordu. Trump’ı gönderdiler ama yerine ‘’ayakta duramayacak’’ bir başkan seçtiler. ABD kendi içindeki kutuplaşmayı aşmak için dışarıya savaş ilan etti. Trump’ın bozduğu ilişkileri düzeltmek ve dünya liderliğini yeniden şekillendirmek için Biden harekete geçirildi. Rusya ve Çin düşman ilan edildi. ABD’de her iktidar değişiminde, bu iki ülkeden hangisinin öncelikli düşman ilan edileceği tartışması yapılır. Bu sefer de farklı olmadı. Biden Rusya’yı politik, Çin’i ise ekonomi-politik düşman gördüğünü gösterdi. Öncelikli hedef Rusya gibi görünse de bunun statik olmayacağını düşünmek gerekir. Amerika güç kaybı yaşarken onun aklının da güçsüzleşeceğini kestirmek zor olmasa gerek.
Trump, dünya devletlerini ‘’takmayan’’ önüne gelene sataşan, NATO’yu bile gereksiz gören, Avrupa’yı tehdit eden bir profil çizmişti. Biden ise Avrupa’yı denetime almak için sarsılmış ilişkileri ‘’onarmaya’’ çalışıyor. Amerika kendi iç krizini, güçten düşüşünü, Çin ve Rusya’ya karşı Avrupa’yı yanına alarak gidereceğini düşünüyor. Lakin bu bir süreçtir ve ABD’de iç savaş senaryoları konuşuluyor. Trump’ın geri döneceği, Muhafazakarların darbe hazırlığı içinde olduğu söyleniyor. Biden’a olan güven ve destek azalıyor. 2024 seçimlerine kadar ciddi işlere imza atması lazım, aksi halde muhafazakarların geri dönüşü büyük olasılık.
ABD-Biden, Putin’e katil diyerek radikalleşme sinyalleri verdi. Bunun somut sonuçları olacağını da biliyorlardı. Diplomatik restleşmeler sürerken ‘’yaptırımlar’’ ve Ukrayna meseleleri gündeme yerleşti. Kazakistan’da başlayan ‘’iç savaş’’ ne kadar örgütlüydü bilinmez ama ABD-Rusya gerilimini tırmandıran bir başka olguydu. Doğrudan ABD etkisi yoksa bile, ortaya çıkacak durumdan yararlanıp Rusya’yı sıkıştırmak için fırsat kollayacağı bellidir.
Ukrayna meselesi, ABD’nin ‘’Doğuya kuşatma stratejisinin’’ bir parçasıdır. Çok kutuplu emperyalist sistemde yeni paylaşım savaşıdır bunun adı. NATO’yu genişletme, Rusya’yı çevreleme, Çin’le ‘’mücadele etme’’ sınırlarındaki ülkeleri kışkırtma stratejisi izleniyor. Bunun için dost devletleri çoğaltma yoluna gidiliyor. Etnik, ulusal ve dinsel konuları kaşıyacağı bir ‘’medeniyetler-kültürler savaşı’’ kışkırtıcılığı yapılıyor. Bu durumda, Rusya ve Çin’de yeni adımlar atılacağını beklemek hiç de sürpriz olmayacaktır. ABD kuşatması bu iki gücü daha da yakınlaştırmaktadır.
Ortaya yeni jeostrateji ve jeopolitikler çıkacaktır.
Nihayetinde Ukrayna üzerinden tanklı toplu savaş diplomasisi yürütülürken, aslında Ukrayna ortada bir araç vaziyetindedir. ABD Ukrayna’yı tuzağına çekip Rusya sınırına NATO’yu yerleştirmenin peşindedir. Avrupa’nın esaslı emperyalist güçlerini de ikna ederek Rus-Çin kutbunu iyice yalnızlaştırmayı planlamaktadır. Tam da bu restleşme sürerken Çin-Rus görüşmeleri kapsamlı ortaklıklara doğru evriliyor. Etki-tepki yasası işliyor. ABD, iki düşmanını da istemeden de olsa güçlendirmiş oluyor.
Süper güçler arasında, 3. Dünya Savaşını şimdilik göze alan yok. Kısa bir zaman önce İngiliz gemisi ‘’Defender’’ Kırım dolaylarında sınır ihlali yapınca, Putin ‘’Biz gemiyi batırsaydık bile savaş çıkmazdı’’ dedi! Yine 2021’de Putin-Biden görüşmesinden sonra Putin benzer bir açıklama yapmıştı. Yani, siz bakmayın Merika’nın esip gürlemesine bunlar savaşı göze alamaz diyordu. Kısacası, kimse emperyalistler bir savaş olacağını düşünmüyor – ‘’Çünkü bunun kazananı olmaz(!)’’ diyorlar. Dolayısıyla savaşlar ancak ‘’vekalet savaşları’’ şeklinde, ‘’yerel-bölgesel’’ güçlerle iç savaşlar görünümünde kışkırtmalarla, dinsel, etnik, ulusal biçimlerde seyredecektir.
Çok kutuplu dünya dün de vardı, bugün de var. Ama bugünkünün farkı, ABD’nin güç kaybettiği, Avrupa’nın yeniden özne olarak kendini dünyaya dayatmak istediği, Çin ve Rusya’nın da biz de varız dediği bir güçler dönemi olmasıdır.
Ukrayna konusunda ABD, Avrupalı güçleri ikna edemedi. Almanya ve Fransa’nın ayrı bir rota izlediği görüldü. Bu rotayı uzun zamandır düşünüyorlardı, ilerleyen zamanlarda güçlenecek bir plan gibi görünüyor.
Mesele; Ukrayna üzerinden ABD ve Rus-Çin çatışması gibi seyrederken, esas belirleyen bunlarmış gibi görünüyorken, biraz daha sağlıklı bir gözlemle çok daha farklı bir jeostratejik rolü görebiliriz: Avrupa.
Avrupa, çok kutuplu dünyanın en önemli stratejik noktasıdır. Dolayısıyla diyebiliriz ki Avrupa, Rönesans-Reform-Aydınlanma dönemiyle nasıl merkeze yerleştiyse, nasıl sağ-sol ideolojilerin merkezi haline geldiyse, bugün farklı bir şekilde yine merkeze yerleşmeye başlamaktadır. Fark şudur: hem ABD hem de Rusya ve Çin kutbu Avrupa üzerinden başarı kazanabilir. Avrupa’yı yanına almayan, onunla anlaşmayan lider olamaz, hatta ‘’kendi bölgesine sıkışır’’ bölgesel güç olur.
Avrupa da bunun farkında ve bu fırsatı kaçırmak istemeyecektir. Asıl kavga Avrupa’nın üzerinde jeostratejik-jeojeopolitik biçimlerde yürüyecektir. ABD, Avrupa’sız Çin ve Rusya’yı geriletemez. Avrupa’yı kendi denklemine dahil edemeyen dahil edemeyen Çin ve Rusya da ABD’yi zayıflatamaz. Bu durum Avrupa’yı merkez hale getirir. Avrupa ile geçinemeyen kaybeder!
Çok kutuplu dünyanın emperyalistler arası çelişki ve çatışmalarına bir de böyle bakmakta fayda var. Çünkü; bu çok kutuplu çelişki ve çatışmalar pek çok ülkede iç savaş senaryolarının somutlaşmasına yol açacaktır. Dünyanın yeni devrimleri de mevcut çatışma ortamlarında mayalanmasını bilen, stratejik okumaları ve zamanı doğru okuyan devrimciler tarafından gerçekleştirilecektir. Avrasyacılık düşüncelerinin de güçleneceği bir durum oluşmaktadır.
Ocak 2022
Kandıra