Neler oluyor?
Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş “hükümlü” biri, zindan haline getirilmiş bir adada açıklama yaptı, neredeyse yer yerinden oynadı. Türkiye aylardır cezaevinden gelecek bu açıklamaya kilitlenmişti. Bu kadar da değil; dünya basını ve devletleri de iki gündür bu açıklamayı tartışıyor. BM Genel Sekreteri, açıklama yaptı. ABD, hızlıca üst düzeyde konuya değindi. AB kurum olarak ve AB’nin en güçlüleri Almanya, Fransa başta olmak üzere birçok ülke destek açıklamaları yaptılar. İngiltere, Rusya, Irak devleti ve Kürt partileri, ayrı ayrı çağrıyı destekleyen açıklamalar yaptılar, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap dünyası ve Arap basını, açıklamaya geniş yer ayırdı. Dünya devletleri ve basınının, açıklamasını tartıştığı aynı “mahkum”, 26 yıldır hapishanede ve bu zamanın büyük bölümünü, tüm uluslararası yasalara aykırı olarak ağır tecrit ve baskı altında geçirdi, açıklamaya ses veren bu devletlerin ve kurumların gıkı çıkmadı. Bugün ise yaşanacak gelişmelerin seyrine bağlı olarak yaptığı açıklama, daha uzun süre bölge ve dünyada tartışılacaktır. Artık Kürt ve Kürdistan gerçekliği, dünyanın gündemine oturmuştur ve birinci düzeyde temsilcisi de Abdullah Öcalan’dır.
Neden oluyor?
Yeryüzünün Sovyetlerin yıkılmasıyla oluşan -bölgenin ise 100 yıllık- güç haritası çözülüyor, bütün fay hatları sarsılıyor, artık hiçbir sorun yerel değil; Gazze, Rojava, Lübnan, Suriye, Ukrayna, Sudan ve şimdi hatırlayamadığım birçok çatışma bölgeleri; dünya dolu dizgin, freni patlamış tır gibi uçuruma doğru gidiyor; bugün geçmişte yaşanan tüm sarsıntı, yıkılış ve kuruluş dönemleriyle kıyaslanmayacak bir altüst oluş yaşanıyor.Başta emperyalistler olmak üzere, tüm kapitalist devletler, hem kendi toplumlarıyla hem rakip devletlerle her alanda kafa kafaya gelmiş, hızla silahlanıyor. Burjuva faşist devletler birbirleriyle hesaplaşmaya hazırlanırken, kendi içlerinde düşman kamplara bölünmüş, herkes herkesle savaş pozisyonunda. Dünyanın durumunu tam olarak şöyle ifade etmek lazım; dünya hem bir devletler arası savaşlar hem de kendi özgünlükleri ile yeni bir dünya savaşı içinde; aynı zamanda karmaşık, çok boyutlu savaş ve iç savaşlar sürecinden geçiyor.
Herkes dünyadaki bu duruma göre kendi pozisyonunu belirlemeye çalışıyor. İçinden geçtiğimiz dönemi şöyle anlamamız lazım; NATO’nun, ABD’nin, AB’nin, yani gerileyen Batı emperyalizminin planları doğrultusunda, yeni bir dünya savaşının ön çatışmaları sürüyor. Mevcut durumda, üç alandaki çatışmalar öne çıkıyor; Birincisi, Pasifik’te Çin’i kuşatma hazırlıkları tam gaz devam ediyor. İkincisi, Avrupa’nın göbeğinde Ukrayna toprakları üzerinde süren Rusya ile NATO, ABD ve AB’nin savaşı; Rusya’nın galibiyeti, ABD ama asıl olarak AB’nin hezimetiyle son aşamasına geldi. ABD, Trump eliyle bu yenilgiyi Rusya’yı tarafsızlaştırarak kazanca dönüştürme peşinde. Üçüncüsü, Filistin-İsrail savaşı, başından itibaren Gazze soykırımı boyutundan öteye, en güçlü emperyalist kampın tüm Orta Doğu’yu dizayn etme hamlesine dönüştürüldü. Gelinen aşamada, Batı emperyalizmi mesafe almış görünüyor, ama Orta Doğu ve Orta Doğu’da emperyalist planların gerçekleşmesi ve emperyalist istikrar daha çok su kaldırır.
Bölgemizdeki bütün devletleri ve devlet olmayan dinamikleri içine çeken bu çatışmada Türkiye; bütün gücüne, ağırlığına, jeopolitik avantajlarına, NATO’nun ikinci büyük ordusu olma şişinmelerine rağmen bu denklemin dışında kalmıştır. ABD, Hindistan ve Çin’nin geliştirdiği tedarik zincirleri için zorunlu ulaşım projelerinin ikisinde de yer alamadı. Kürtler ise 40 yıllık kahırlı savaşıyla, bu dönem süresince geliştirdikleri politik, askeri, toplumsal dinamizmleriyle, dört parçadaki varoluşlarıyla bir güç olarak, bu bölge denkleminin merkezindeler. Ve bizzat kendilerinin belirttiği gibi, hem büyük fırsatların hem tehlikeli bir sürecin, her iki yönde gelişmelerine hazır -ve doğacak tüm boşlukları halklar ve özgürlükler yönünde değerlendirmeye muktedir- bir dinamik olarak bölge denklemine oturmuştur. Türkiye, bölgede oluşan bu keskin denklem sonucu, Kürt sorununa yeniden giriş yapmak zorunda kalmış, İmralı’nın kapısını çalmıştır. Bu adım, tek başına bir Devlet Bahçeli adımı değildir, en uç faşist parti, devlet görevlisi olarak ilk adımı atmıştır ama atılan adım sistemin ve devletin adımıdır. Elbette devlet bu adımı atarken yekpare bir bütün durumunda değildir. Aynı zamanda devlet klikleri arasındaki çatışmanın etkide bulunduğu bir süreç yaşanmaktadır.
Türk devleti, bu keskin viraja girmiştir, girmek zorunda kalmıştır; ama o kadar ürkek ve tedirgindir ki, adını koymaktan bile korkarak girmiştir. AKP-MHP iktidarı, korkarak bu adımı atarken bu süreci kendi faşist iktidarını tahkim etme yönünde ve Kürt siyaseti dahil, kendisine karşı tüm muhalefeti tasfiye etmek için her türlü baskı ve provokasyonları deneyecektir. Ancak, bölge ve dünya güçlerinin keskin kapışmasının zorladığı bir temele oturduğu için, geçmiş dönemlerde olduğu gibi bir provokasyonla süreci tersine çevirmesi kolay değildir. Bu süreci, topyekun bir faşist diktatörlükle sonlandırmak için çalışacaktır; ama mevcut durumda, hem koşullar buna uygun değil hem de buna yetecek gücü yoktur.
Hiç yanılmayalım, adı konulmadan devam eden Kürt sorununda çözüm arayışı, iç ve dış gelişmelerin zorlamasıyla, TC’nin başvurduğu taktik bir savaş hamlesidir. İmralı’dan gelen mesajlara kadar, PKK ve Kürt siyasetinin tüm birimleri bu yeni savaş hamlesine açık tavır aldı. Abdullah Öcalan, 1993 yılında ilan ettiği ateşkes kararından bugüne, farklı zaman aralıklarında silahla değil artık siyasal alanda mücadeleyle sorunu çözmeye hazır olduklarını açıkladı, bu yönde birçok girişimde bulundu. Bugün de hem PKK’nin savaş gücü ve kapasitesi hem de dünya ve bölge durumunda yaşanan gelişmelerle TC’nin geliştirmek zorunda kaldığı bu yeni hamlesini de koşul öne sürmeden kabul etti. Son 10 yıldır, Kürt Hareketi içerde ve dışarda yüksek bir savaş sürdürüyor; klasik savaş taktiklerinde, gerilla savaşında, teknolojinin geliştirdiği tüm yeni savaş biçimlerinde düşmana kök söktüren bir performans gösteriyor. İdeolojik, politik gelişimini sürdürüyor, tüm Kürdistan parçalarında ve enternasyonal düzeyde ileri ataklar yapıyor. Öte yandan mücadelesini her düzeyde yükselterek devam ettirmesine rağmen, çıkışsız bir savaş döngüsüne hapsolmuştu. Abdullah Öcalan bu çağrıyla Kürt hareketini ince bir çizgide; hem Türkiye içinde hem bölge ve dünya siyaset sahnesinde daha ileri hamlelere çekmek hedefiyle TC’nin bu arayışını kabul etmiştir.
Bu çağrının içeriği ve sonrasındaki gelişmeleri yorumlamak için, PKK’nin doğru olarak anlaşılması gerekir. Bu partiyi bütün boyutlarıyla kavrayamayanlar, Öcalan’ın çağrısını hiçbir güvence almadan verilen bir taviz, hatta teslimiyet olarak eleştiriyorlar. PKK, her yönüyle Orta Doğu sorununun merkezindedir. En başat 4 devletin içinde örgütlü, silahlı, askeri ve politik mücadelelerde pişmiş militan gücü ve örgütüyle ve arkasındaki büyük toplumsal desteğiyle bu konumunu kazanmıştır. Avrupa başta olmak üzere, dünyaya yayılmış Kürt diasporası dahil, bütün bulunduğu ülkelerde ve Kürdistan parçalarında, politik öncü parti durumundadır. Ve bütün bu güçler, merkezi olarak Abdullah Öcalan’ın etrafında kenetlenmiştir. Kendi özgün görüşleriyle, geçmiş sosyalizm deneylerine çok yönlü eleştiriler getirerek kendince bir sosyalizm anlayışı ve iddiasında ısrarlıdır. PKK’nin ulusal veya sosyalist bir örgüt olup olmadığı konusu burada derinleşemeyeceğimiz boyutlarda geniş açılımları gerektirir. PKK, mevcut durumda, bu özelliklerin birliğini taşımaktadır, ama tüm dünya çapında, en geniş enternasyonal ilişki ağını ve dayanışmayı yürütmektedir.
Bu özgül konumuyla, yalnız Kürdistan parçalarında değil, sömürgeci ülke halkları arasında ve diasporadaki uzantılarıyla dünya siyaset sahnesinin içindedir. Aynı zamanda bu geniş alanlarda siyasal çalışma yürütmektedir. En başta Kürdistan’ın dört parçasında ve her parçanın özgüllüklerini gözeterek ve dört ülkede merkezi koordinasyon altında birleşik mücadelesini sürdürüyor. Koşullara göre bir parçada uzlaşırken, başka bir parçada silahlı savaşımı yükseltiyor. Bu gerçeklik içinde bakıldığında, Kürt hareketi tümden silah bırakmıyor, bir parçada silahlı savaşı durduruyor.
PKK’nin silah bırakma adımını, Kürt hareketinin Suriye’deki gücü ve konumuna bakarak değerlendirebiliriz. YPG/YPJ’nin öncülük ettiği QSD, Suriye’de askeri olarak HTŞ’den misliyle güçlüdür, yalnız sayısal olarak değil, savaş deneyimi ve gücü olarak da böyledir. Daha önemlisi Suriye toplumu içinde HTŞ’den kat kat güçlüdür. HTŞ, yalnızca sünni Araplardan destek almaktadır, laik Araplar bunun dışındadır. Esad rejimi çöktükten sonra Kuzey Doğu Suriye cephesi, Suriye’nin tüm toplumsal kesimlerinin doğal müttefiği durumuna gelmiştir. Aleviler, Hristiyan Araplar, Ermeniler, Asuriler, Dürziler, diğer azınlıklar ve laik sünni Araplar, HTŞ’den çok nesnel olarak QSD’ye yakındır ve bu temelde ittifaklar, bir araya gelişler de yaşanmaktadır. Suriye’de QSD’ye silah bıraktıracak ve onun toplumsal etkisini kıracak bir güç yoktur. Öte yandan QSD, Suriye’nin içinden çıkmış, Suriye halkının yarattığı bir güçtür, ama aynı zamanda Kürdistan devriminin ve onun öncüsü Kürt Özgürlük Hareketi’nin de dolaylı olarak gücünü ifade etmektedir. Diğer üç parça Kürdistan’daki güçler de aynı biçimde özgüllüklerini koruyarak organik bütünlük içinde KCK yapılanması altında örgütlüdür. PKK’nin silah bırakması, bu bütünlük içinde düşünüldüğünde, bir fesihten çok yeniden yapılanma olarak da okunabilir. Bu süreç bugüne kadar silahlı mücadeleyle elde edilen mevzilerin, bir parçada geri adım atılarak, siyasal bir kazanıma/statüye dönüştürülmesi arayışının bir parçası olarak yaşanmaktadır.
Silahlı mücadele yürüten örgütlerin silah bırakma deneylerinde dünya tarihinden bildiğimiz başarılı çok örnek yoktur. Öte yandan burada tartıştığımız özgül bir durumdur. PKK özgülünde birkaç defa değişik tarihlerde silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı alındı, hem devletin tavrı hem koşullar uygun olmadığı için daha yüksek ve şiddetli savaş süreçleri yaşandı. Bu silah bırakmanın nasıl sonuçlanacağını, bölgesel gelişmeler ve devletin tavrı belirleyecektir. Türk devletini zorlayan dış dinamikler var, bundan dolayı gelinen aşamayı daha önceki çözüm sürecinde olduğu gibi bir anda tersine çeviremez. Aynı zamanda Kürt önderliği de Türk özel savaşının psikolojik savaş ve provokasyonlarına karşı hazırlıklıdır. “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” devlet tarafından soykırım ve baskı uygulamaları devam ettirilerek tasfiye yönünde derinleştirilirse, Kürt devrimci hareketi yeniden silahlı savaşa dönebilir ve bu süreçte savaş gücünden bir şey kaybetmez. Zaten gelinen aşamada savaşı en yüksek düzeyde, her alanda yürütme ve silah teknolojisindeki en son ölüm makinelerini de karşılayacak karşı koyma birikimi, yeteneği ve deneyleri kazanmıştır. Savaşı havada da karşılayacak düzeydedir. Silah bırakma arasıyla, bu savaş deneyimleri ve kadroları ortadan kalkmaz.
Abdullah Öcalan’ın çağrısında silah bırakma, silahlı mücadelenin kategorik olarak reddini içermiyor: “… oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum” denilerek; koşulların gereği olarak yapıldığı ifade ediliyor. Daha önce 2013 sürecinde dillendirilen “Silahlı mücadeleler dönemi sona erdi”, “demokratik mücadeleler esastır” vb. açıklamalara katılmıyoruz. Daha doğrusu, birilerinin katılıp katılmamasından önce, dünya koşulları ve sınıf mücadelelerinin geldiği aşamada, tarihin önceki dönemlerinden çok daha zorunlu olarak sınıflar mücadelesinde silahlı mücadeleler öne çıkmıştır.
Yasal mücadeleye geçecek Kürt siyasal hareketi, Türkiye’de bildiri, basın açıklaması ve salon toplantılarından öteye geçmeyen legal siyaset yürüten örgütlerle karşılaştırılamaz. Kürt yasal siyasallığı zaten serhildanlardan, şehir savaşlarından geçerek ölümlere, zindanlara meydan okuyarak, burjuva yasallığını allak bullak eden kitlesel bir siyasallaşmış ordu olarak yıllardır açık mücadele içinden geliyor. Bu açılımla alacağı motivasyonla, çok daha yüksek ve yepyeni kitlesel eylemlilikler yaratacak birikime sahiptir.
Açıklama sonrası AKP’den çıkan “biz terör örgütünü muhatap almıyoruz, terörle mücadelemiz sürüyor” minvalindeki mırıltıların hiçbir anlamı yoktur züğürt tesellisinden başka. TC devleti korkmakta haklıdır; nitekim “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” açıklandıktan sonra, dünya devletlerinden gelen yukarda açıkladığımız değerlendirmelerin büyük çoğunluğu, TC devleti ve Abdullah Öcalan’ın temsil ettiği Kürt siyasallığını “taraflar” olarak anmaktadır. AKP, korkakça tavrını sürdürsün, dünya siyaset sahnesinde Abdullah Öcalan, Orta Doğu çapında Kürt siyasallığının temsilcisi olarak artık yer almaktadır.
Bugün, PKK Yürütme Komitesi, ‘Önderliğin çağrısına uyuyoruz’ diyerek ateşkes ilan etti, silah bırakma ve PKK’nin feshini görüşmek üzere kongre kararını açıkladı. Kongreye, Öcalan’ın katılımı ve kongrenin güvenliği için, TC’yi somut adım atmaya çağırdı. Bu çağrılar cevapsız kalırsa silah bırakma da PKK’nin feshi de ve beklenilen açılımlar da hemen geri döndürülemez, ama bilinmez bir zamana yayılır. Öte yandan gerçek hayatta -hele de bölge gerçekliğinde- mümkün olmayan bir şekilde, PKK hiçbir şart koşmadan silah bırakacağız demiş olsa bile, silahları nereye bırakacak, kim teslim alacak? TC, içeride bitirdik dese de Kuzey’deki tüm eyaletlerde, kırlarda ve şehirlerdeki silahlı birimler nasıl hareket edecek, Güney dağlarındaki güçler nasıl hareket edecek ve siyasal ortamda ne gibi değişiklikler olacak? Tıklım tıklım dolu hapishaneler, kayyumlar vb. sorunlarda yol almadan hangi adımları atarsa atsın, Kürt siyasal örgütlülüğü tüm bu süreci yüksek bir mücadele gücüyle karşılayacak bilinç ve hazırlıktadır. Bu ara bir dönemdir; nasıl devam edeceği, ne kadar süreceği, Suriye’deki gelişmelere ve ABD’nin izleyeceği politikaya ve TC’nin atacağı adımlara bağlıdır. Her iki taraf da karşılıklı politik ataklar yapıyor ama sorunun bu aşamada siyasetle çözülmeyeceğini bilerek daha çetin bir savaş dönemine de hazırlanıyor.
Şu konuda açık olmalıyız, Kürt hareketi, Türkiye’nin birçok tasfiyeci planını boşa çıkarabilmiş bir harekettir. Onun devrimci birikimi ve dinamizmi yerli yerinde durmaktadır. Bugüne kadar yürütmüş olduğu mücadelede, defacto olarak kazanmış olduğu mevzileri, siyasal olarak da başarı hanesine kaydetmenin arayışında. Bu bağlamda, bir parçada mücadelesini form değiştirerek ve bu temelde yeniden yapılandırma sürecini başlatarak ilerletmeyi kararlaştırmış durumda. Bu, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin öznesi olan PKK ve önderliğinin tasarrufu ile Kürt siyasal mücadelesini daha geniş bir zeminde yürütme çabası ile geliştirilmiş bir hamledir. Elbette Kürt halkının Türkiye ayağında elde edeceği demokratik taleplerin hiçbiri, Türkiye’de hak ve özgürlüklerin gelişiminden bağımsız olmayacaktır. Yine Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, ezilenleriyle Kürt halkının birlikte mücadelesi sonucu kazanılacak her mevzi, aynı zamanda halkların mücadele içerisinde, birbirine temas etmesini, güçlü bir dayanışma duygusu geliştirmesini de sağlayacaktır. Bunun Türkiye tarafında, Türkiye devrim mücadelesini kötürüm hale getiren işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki şovenizme ve ırkçı-faşist yönelimlere karşı bir bariyer oluşturacağı ise açıktır.
Kaynak: Komün Gücü