Belirsizlikler – Mehmet Turan

Belirsizlik var olan tek kesinlik, bunun yarattığı güvensizlikle yaşamayı öğrenmek de tek güvenlik!” [1]

Bu elbette sadece 21. yüzyıla özgü bir fenomen değil. Bu belirleme insanlığın ortak tarihinin sınanmış ve öğrenilmiş bir gerçeğidir. İnsanın tarihi, kat ettiği yollarda karşısına çıkan belirsizliklerle mücadele içinde geçmemiş midir? İnsan belirsizliklerin yarattığı korku, endişe ve kararsızlıklarla yüzleşerek, kendisini bunlarla sınayarak insan olmuştur.

Son yıllarda özellikle post modern kalemlerce “belirsizlikler” başlı başına bir korku, bir tehdit, her an karşımıza çıkacak bir kaosun önceli biçiminde önümüze konuluyor. Bunlar öyle belirsizlikler ki yolun sonunda her defasında karşımıza mutlaka hayal kırıklığı, üzüntü, acı, yıkım ya da ölüm çıkacakmış gibi! Kavram mutlak bir olumsuzluğa tabi tutularak hezeyan yaratacak bir şekle dönüştürülüyor. O yüzden eylemden sakının! Dünya belirsizlikler dünyası, mevcut konumunuzu koruyun! Bu atalet çağrısı elbette boşuna değil. Post modern ideolojiler bu kavram ile nesnel gerçekliğe, somut olgu ve olaylara ve geleceğe dair görüş oluşturma ve yapı teşkil etme mücadelemizi daha en baştan yararsız ve gereksiz kılmaya çabalamakta. Belirsizlikler onların elinde gerçeğin, umudun, geleceğin ters yüz edildiği, olmaza indirgendiği bir silaha dönüşüyor.

Öte yandan; insan eyleminin doğası gereği öngörülemez ve sonuçlarının kestirilemez oluşunu günümüzde eskiye göre daha farklı değerlendirmek durumundayız. Çünkü belirsizliklerin şimdiki dünyada ayırıcı yanları olduğunu bizzat yaşıyoruz. Öngörülemezliğin insan doğasından koparılarak, onun eylemiyle aşılamayacak dogmatik bir fenomene dönüştürüldüğüne şahit oluyoruz. Öncelikle istikrarsızlığın bir istisna olmaktan çıkarak normalleşmesi, küresel tehditler karşısında herkesin aynı anda bilgi sahibi olması ile hezeyanlarının birbirini katlaması, kurumların çökmesi ile insanın güvencesizleşmesi tüm bunlar post modern ideolojilerin elini güçlendiriyor. Kapitalist sistemin sömürü mekanizmalarını pekiştiriyor. İtirazı güçten düşürüyor. İnsan geçmişte daha az korkan bir varlıktı. Şimdi daha çok korkmasının nedeni dünya hakkında çok daha fazla bilgi sahibi olmasıdır. Âmâ bu bilgi gerçek olsa bile çoğu zaman enformasyon teknolojileri tarafından büyüteç altına alınarak sürreal biçimlere büründürülebiliyor. Bilgi ve onu taşıyan enformasyon korkulan yeni tanrılar olmuştur adeta!

Korku akut kaygı kroniktir. Neden böyle? Korku an ’da vardır, kaygı ise geleceğimizi ipotek altına alır. Korkunun sınırları somuttur. Yani iyi ya da kötü şekilde sonuçlanır. Bir sonu vardır. Kaygının sınırları insan zihninin sınırlarıdır ve bunu ölçecek bir yöntem henüz bulunmamıştır!

Korkmak sağlıklı olandır. Kaygı ise korkularımızın zamana yayılması olarak patolojiktir. Korkmaktan korkmayın! Ama kaygılarımızla mutlaka mücadele etmeliyiz. Çünkü insan ruhunu çürüten de tüketen de asıl budur, bir türlü kurtulamadığımız kaygılarımızdır.

Belirsizliklerin insan zihnine ektiği korkudan ziyade kaygıdır. Korkan insan en nihayetinde gardını alır. Ama kaygılarından bir türlü kurtulamayan insan için hayat, hayat değildir artık!

Şimdi şöyle bir durum var. Birçok sol aydın ve düşünür, postmodernizmin belirsizlikler üzerinden yürüttüğü umut kırımını, distopik gelecek tasarımlarını eleştirip onun toplumda yarattığı yılgınlıktan söz ederken, eleştirel olma adına postmodernizmi olduğundan daha güçlü gösterdiklerinin pek farkına varamıyorlar. Eleştirinin kendisi eleştiriye konu olanı sadece tasvir ediyor, onu sonuna kadar çözümleyemiyor. Belirsizliklerin karşısında endişe duyan, ürken, korkan, tedirgin olan insandan bahsederken bunu öyle bir tasvir ediyor ki, geriye kalan tüm manevi silahlarından arındırılmış hayattan hiçbir umudu kalmamış bir insandır sanki!

Boyutlarını anlamakta güçlük çektiğimiz şiddet…”, ”Bildiğimiz dünyanın ayaklarımızın altından kayması…”, “Tüm karanlık tabloya rağmen iradenin iyimserliği…” “Her tür siyasetin imkânsız olduğu koşullarda bile başka bir dünyanın hayalleri…” vb. yorumlar kapitalist post modern gücü eleştiren değil bu gücü büyükleyen yaklaşımlardır. Ne yazık ki tüm iyi niyetli çabalara rağmen post modernizm eleştirileri son tahlilde postmodernizme hizmet ediyor. Akademik eleştiriselliğin verdiği teorik doygunluk militan devrimciliği öldüren bir şey. Tüm doğruların havada asılı kaldığı, yere nasıl indirileceğinin bilinmediği bir durum bu.

Bir dönemin sonuna geldik…” en sık tekrarlanan aforizmalardan biri de budur. Ya bundan sonrası? Bu konuda anlamlı sözcükler çok az ama! Oysa yeni bir şeyi ya da durumu anlama çabası onunla baş edebilme çabasını da beraberinde getirebilmeli öyle değil mi? Sol aydın iradenin iyimserliği üzerine yazmaya devam edebilir ama asıl mesele iradenin örgütlü bir yapıya kavuşamadığı koşullarda bu iyimserlikten söz etmenin çok anlamlı olmayacağıdır. Belirsizliklerle mücadelenin esası zihin berraklığı yaratmak ve bu doğrultuda doğrudan harekete geçmektir. Analizle yetinme sadece subjenin ardından sürüklenmedir. Doğruları asılı oldukları yerden aşağıya indirmek gerekir.

Che’nin yaşamını ve mücadelesini okuyanlar bilir o önce en beklenmedik olanı sonra da en olmayacak olanı yapmıştır. Belirsizlikleri kırmanın tek yolu budur! Bir devrim kahramanından en beklenmeyecek şey ihtilalin sıcağı henüz çok taze iken, tüm rütbelerini ve ülkesini ardında bırakarak başka coğrafyalara yönelmiş olmasıdır. En olmayacak şey ise devrim umudu çok zayıf bu ülkelerde inatla, sonuna kadar mücadele etmiş olmasıdır. Bu kural hiç değişmemiştir. Che’nin “imkânsızı”, sadece imkânsız gibi görünen ya da gösterilmek istenendir. Elinde bir tüfek ile bir tankı yenemezsin elbette, bu kadar bariz bir eşitsiz güç denkleminde. Ama tarihte gördük ki silahsız birçok insan tankların önüne yatarak onları hareketsiz bırakabilmiştir. İmkânsız gibi görüneni başarmışlardır. Çünkü gerçeğin gücüne inanmışlardır. Devrimci bir teori tek başına hiçbir şeydir. Âmâ kitlelere mal olduğunda her şeydir. Onun önünde hangi silah hangi ordu durabilir ki? Tankları durdurmak mümkündür… En beklemedik ve en olmadık olanı yapmak, faşizmi kıracak olan budur. Faşizm kırılır esnetilemez.

Hiçte belirsiz olmayan somut durum ve olgular şöyle özetlenebilir:

Emperyalist güçlerin birbirleri ile yüz yüze gelmeden yürüttükleri vekalet savaşları giderek gelebilecekleri son limite ulaşmakta ve Atlantik ve Avrasyalı güçleri savaşa daha aktif girmeye zorlamaktadır. Ukrayna’nın ardından Ortadoğu ve Asya’da özellikle ABD ve Çin’in birbirlerini ölçme, deneme, güç gösterme vb. siyasi hareketlilikleri, taktik askeri manevraları artmaktadır.

Kurumların çökmesi. İnsanlığı koruyacak, güvenilecek sosyal devlet mekanizmalarının kalmaması. İstikrarsızlığın sürekli bir hal alması. Küresel tehditlerden herkesin aynı anda bilgi sahibi olması. Şiddetin olağanüstü dönüşümü. Dikey faşizmin elektronik makinaları İHA ve SİHA’larla verilen namert savaş. Sokaklar, okullar ve mabetlerin rastgele ateş altına alınması. Artık savaşlarda askerlerden fazla sivillerin öldürülmesi. Savaşlarda uluslararası norm ve hukukun lağvedilmesi.

Siyasetin dışlayıcı bir biçime dönüşümü. Yani toplumların kendi içinde kamplaştırılması. Dış düşmanların yerine “iç düşmanların” öncelikli olması. Muhalefet artık rakip değil hasım ya da düşmandır! Devletlerin halkın bir kesimini halkın diğer kesimine karşı açıktan açığa örgütlemesi. Bu devlet yaklaşımı faşizme ön ayak olacak koşulları hızla olgunlaştırmaktadır.

Şehirlerin giderek gettolar ve yüksek güvenlikli zengin mahalleler olarak keskin çizgilerle birbirinden ayrılması. Emekçi milyonların “şehir hakkından” men edilmesi. Şehir polisinin İHA ve SİHA’larla donatılarak yoksullara,azınlılklara,sığınmacılara,siyahi halklara ve gençlere karşı askerileştirilmesi.

Dünya tarihinin en ciddi kitlesel mülteci krizlerinin yaşanması. Afrika’dan gemilerle kaçırılan milyonlarca kölenin yerini bugün sığınmacılar almıştır. Metropollerdeki yeni faşizmin temel hedefi durumundadırlar.21.yüzyılın Yahudileri onlardır!

Radikal İslam’ın normalleşmesi. Taliban’ın devletleşmesi, Hizbullah’ın HÜDAPAR adı ile yasallaşması ve IŞİD’in isim değiştirerek TC’nin koruyucu kanatları altına girmesi vb. gelişmelerle selefizmden ideolojik ödün vermeden sadece silahları ve dünyadaki kıyamlarını geçici süre susturan siyasal İslam bu şekilde kendine yeni bir meşruluk alanı yaratmıştır.

Küresel ısınma, iklim değişikliği, doğal felaketler ve yeni bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışı, yoksulluğun küreselleşmesi, komplo teorilerindeki inanılmaz artış. Enformasyon teknolojisi ve dijital medyanın kapitalizmin yeni formlarından biri haline gelerek insanlığın kolektif dayanışma ve mücadele pratiklerini yok etme girişiminde özel bir role soyunması. En beklenmedik ve en olmadık hadiselere gebe olan dünyanın hali işte budur.

Türkiye’de yaşanan elbette dünyadan kopuk değildir. Hatta insanın kimi zamanlarda Türkiye’ye dünyadan değil, dünyaya Türkiye’den bakması daha yararlı olabiliyor. Keza özellikle son 10 yılda Türkiye’de gerçekleşen şiddet eylemleri bilindik Türkiye siyasetini aşan uluslararası boyutu olan katliamlardır. Ankara katliamı, Reina, Suruç,15 Temmuz, Taksim, Paris katliamı Sinan Ateş cinayeti…

Bu eylemler uluslararası aktörlerin içinde yer aldığı Türkiye siyaseti ve coğrafyasıyla sınırlı olmayan, yarattığı etkilerle bizzat bölgenin siyasi denklemini ve konjonktürünü değiştiren eylemlerdi. Türkiye artık kontrgerillanın uluslararası eylemlere imza attığı coğrafyaların başında gelmektedir. Ülkemiz küresel eylem alanına dönüşmüştür. Bunda hiçbir belirsizlik yok!

Son dönemlerde faşizmin kurumsallaşması, faşizmin iktidarda olduğu ancak muktedir olamadığı, antifaşist mücadele olanakları vb. konulardan çok sıkça bahsediyoruz. 20.yüzyıl faşizmleri, Nazizm, Mussolini, Franco, Latin Amerika askeri diktatörlükleri vb. karşısında devrimci ve komünist hareketler günümüze nazaran çok daha ciddi mücadeleler yürütmüşlerdi. Hemen hepsi emperyalist savaş ve ya emperyalistler arası güç ve hegemonya mücadeleleri döneminin ürünüydüler. Faşizmler böylesi bir vasatın sonucuydular. Elbette koşullar çok farklı ama yeni faşizmler bugün çok daha mı güçlü? 3. Dünya Savaşı’nın başlangıç vuruşlarına, ayak seslerine şahit olduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni faşizmler hiçbir belirsizliğe yer vermeyecek bir açıklık ve hızla büyümeyi sürdürmektedirler. İşte; Ortadoğu ve Asya’nın tüm gerici diktatörleri ülkemize kadar bizzat gelerek faşizmin seçim zaferini kutladılar. Bunu adeta bir şölene dönüştürdüler.

Subjenin ardından sürüklenen sonuçsuz analizlerin değil, onu kıracak pratiklerin hazırlıklarıdır devrimcilere düşen. Doğrular hala havada asılı bulundukları yerden aşağı indirilmeyi bekliyor…


[1] J. Allen, Paulos / Matematikçi, Akt: Evren Balta, Tedirginlik Çağı