Bir baş eğmez isyancı: Talat Türkoğlu – Mehmet Güneş

1974 yılından beri tanıdığım ve birlikte mücadele yürüttüğüm Talat Türkoğlu, cezaevinden tahliye olmasının üstünden daha bir hafta geçmeden, 1 Nisan 1996 günü, kontrgerilla tarafından kaçırılıp kaybedildi. Bu durum da gösteriyor ki, Talat önceden planlanan özel bir devlet operasyonu ile katledilmiştir.

İçinden geçtiğimiz yıllar farklı değil ama Türkiye’de 1990’lı yıllar, tarihe en ağır insanlık suçlarının işlendiği yıllar olarak geçmiştir. Dönem Çiller, Doğan Güreş, Mehmet Ağarların “astığı astık kestiği kestik” dönemidir. Bu katliamcı elebaşları yaptıklarını hiç gizlemediler. Çiller’in “Kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır”; Doğan Güreş’in “topyekün savaşı başlattık”; Mehmet Ağar’ın “Bin operasyon yaptım” diye övünerek Türkiye ve Kürdistan’ı kan denizine çevirdiği yıllardı. Bu dönemde, binlerce köy yakılmış, milyonlarca insan yerinden yurdundan göçertilmiştir. Büyük çoğunluğu Kürdistan’da olmak üzere binlerce devrimci demokrat kaçırılarak işkenceyle veya sokaklarda kurşunlanarak vahşi bir biçimde katledilmiştir. Çeteleşme bütün toplumu sarmış; kontrgerillacılık azmış; JİTEM, özel tim, mafya, Hizbullah ve kontrgerillacılık yönetim düzeyine yükselmiştir. OHAL Valiliği, özel kolordu, özel ordu, özel tim bu dönemlerin oluşumlarıdır ve bunlar, düzenin bütün güçlerince, milli mutabakat sağlanılarak harekete geçirilmiştir. İşte Türkiye Devrim Partisi’nin (TDP’nin) önder kadrolarından Talat Türkoğlu, bu katliam döneminde, 1 Nisan 1996 günü kontrgerilla tarafından kaçırılıp katledilmiştir.

Talat, bu ülkenin 1960’larda yükselen hak, adalet, özgürlük için dövüşen modern devrimci kuşağının örnek bir temsilcisidir. Bu kuşak, 1960’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’de siyaset sathına çıktı; hak, adalet, özgürlük, eşitlik, sloganlarıyla kapitalizmin ve emperyalizmin karşısına dikildi. Onlar, artık bu ülkede, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, dediler. Türk sermayesi, devleti ve ordusu, iki askeri darbe ve sayısız operasyonla içimizden binlercesini katletti. Türk burjuvazisi ve devleti, sınıfsız sömürüsüz bir dünya isteyen, bu uğurda Türkiye devrimini yapmayı hedefleyen birkaç kuşağın kanını akıtarak bu damarı kurutmaya çalıştı. Ama nafile, kurutamazlar! Bir müddet geriletmiş oldular ama bir tek kişi varsa bile isyan bayrağı dalgalanıyor demektir, son devrimci düşmeden bu damarı kurutamazlar. 

Ordu, polis, çete, mafya ve kontrgerillanın; dağda şehirde kan akıttığı o günlerde, ölümün ve zulmün üstüne yürüyen devrimciler arasında, Talat da yer alıyordu. Talat, devrimciliğe adım attığı günden itibaren hep birilerine hedef olmuştur. 1968 yılında, işçiler arasında mücadeleye başlar başlamaz önce patronların, sonra sarı gangster sendikacıların, yetmez reformist sendika ağalarının saldırılarına hedef oldu. Onu ve birlikte mücadele ettiği işçileri, patronlar Trakya çapında kara listeye aldı. Bu dönemde tüm Trakya’da Talat’ın devrimci propaganda ve örgütlenme için bölgede ayak basmadığı yer kalmadı. Bu faaliyetlerine 12 Mart faşist darbe sonrasında da devam etti. 12 Mart faşizminden çıkardığı deney ve derslerle, meşru mücadelenin yetersizliğini kavrayarak devrimci bir yeraltı örgütünün zorunluluğunu gördü. Trakya çapında fabrikalarda ekonomik demokratik mücadelenin önünde yürürken uzandığı her yerde yasadışı mücadele birimleri oluşturdu.

12 Eylül faşist askeri darbesini Talat, kitle mücadeleleri, yasadışı örgüt ve mücadele deneyleriyle pişmiş kararlı bir öncü kadro olarak karşıladı. Zulmün tüm Türkiye’yi zangır zangır titrettiği dönemlerdi. Bütün Türkiye şehirlerinde, ilçelerinde, nahiyelerinde; karakollar, jandarma binaları yetmedi okullar işkencehaneye dönüştürmüştü. Şairin “el ayak buz kesmiş, yürek cehennem” dediği günlerdi. Talat, işte o günlerde ve o havalarda Türkiye’nin dört bir yanında dövüşenler arasındaydı. Dönem değişince, “askeri vesayet” yaygaralarıyla piyasayı inleten liberaller ortada yoktu; askerin kendisi, süngüsü ve tankları vardı. Devrimciler vesayetten önce onur için, adalet için, özgürlük için, demokrasi için; süngünün, tankın, zulmün karşısına çıktılar ve savaştılar. Kimseden madalya beklemediler, makam için, servet için değil inançları için dövüştüler ve yüzlercesi kuytu sokaklarda, dağ başlarında, karanlık işkence odalarında, kalleş pusularda katledildiler.

Talat Türkoğlu, Türkiye’nin 1960 sonlarından beri yaşadığı toplumsal kavgaların içinde dövüştü, bu mücadeleler içinde kendisini tepeden tırnağa isyan haline getirdi. Talat öldürülünceye kadar, yalnızca inandığı şeyler için yaşadı ve onlar için dövüştü; hileye, yalana, zorbalığa karşı savaştı. İftiralar atıldı, tuzaklar kuruldu, kalleşlikler yapıldı ama o asla hayatının hiçbir döneminde doğru bildiği yoldan şaşmadı. Talat, kimse yanında olmasa, herkes karşısında olsa, tek başına kalsa bile, hiçbir zaman hesap yapmadan, kelle koltukta girdi bu savaşa. Karşısına çıkan hiçbir şeyden yılmadı, aksine her adımda biraz daha bilendi, biraz daha inançla doldu. Mahkemelere verildi; hapislere atıldı; aylar, evet aylar süren işkencelerde, en ağır ve aşağılık yöntemlerle karşılaştı. Tam 25 yıl, çeyrek asır boyunca inandığı dava için savaştı.

Devrimciler; darbelere, 30 yıl sonra ve ortam sütlimanken değil, darbeciler tanklarla, süngülerle sokaklarda kan dökerken karşı çıktılar. Darbe ilan edilir edilmez binlerce devrimci, bütün yaşamını baştan aşağı değiştirerek yasadışı bir konuma geçti ve darbeye karşı direniş kararı alarak savaş bayrağı açtı. Darbe döneminde tüm devrimciler gibi Talat da her alanda direndi. Dışarıda, yeraltına çekilerek direndi; yakalandı, işkencelerde direndi; zindana atıldı, zindanlarda direndi. Devrimcilerin direnişine Türkiye’nin bütün şehirleri, bu şehirlerin caddeleri, sokakları, fabrikaları, okulları, dağları şahittir. Türkiye ve Kürdistan’ın her tarafında izlerimiz vardır. Yüzlerce sokakta kurşunlanmış arkadaşlarımızın kanı vardır. Diyarbakır, Mamak, Metris zindanlarında akan kanlar duruyor. Birer intikam organı gibi çalışan sıkıyönetim askeri mahkemelerine karşı dimdik durup faşizmi ve Evren rejimini teşhir eden savunmalarımız ve tarih tanıktır direnişimize.

Talat, bütün ömrü boyunca hiç kimseden bir şey istemedi, hep verdi. 46 yıllık ömrünü sınıfına, ezilenlere adadı. Kendine ait hiçbir şeyi yoktu, hiçbir mülkü olmadı. Anasından doğduğu gibi öldü. Sevaplarıyla ve günahsız olarak öldürüldü. Faşist cunta ve kontrgerillacılar ne yaptıklarını, kimi niçin katlettiklerini iyi biliyorlardı. Talat, onları kudurtacak, kinle dolduracak, özel operasyon yaptıracak kadar öfkelendirmiş onlarca devrimci göreve imzasını attı. TC devletinin tüm kara, deniz, hava sınırlarını delik deşik etti; faşist cunta tarafından aranan ve bulunduğu yerde infaz edilecek veya ömür boyu zindanlara atılacak yüzlerce devrimcinin hayatta kalmasına yardımcı oldu. Bir baş eğmez isyancı, kelle koltukta yaşayan bir ihtilalciydi.

Talat, 12 Mart idam, işkence, kurşunlama döneminden geçti, 12 Eylül’ün tankları ve postalları ortalığı inletirken sokaklardaydı, askeri mahkemeler, askeri cezaevleri denilen ölüm kamplarından geçti. Mahpushane denilen yerlerde onar onar kafatasları parçalanıp öldürülenlerin içinden geliyoruz. Medyadaki aydın, gazeteci, entelektüel denilen, katillerden daha ağır haysiyet cellatlarının saldırılarına hedef oldu. Özel tim, özel polislerin “safari” benzeri av partilerine hedef oldu. Ama helal olsun bütün bunlara göğüs gerdi, bir tek kere bile başını eğmedi. Öldürdünüz ama diz çöktüremediniz!

Devrimciler, yıllardır bu zorba düzene karşı savaşıyorlar. Bu yolda binlerce kişi hayatını verdi, bu toplumdan hiçbir şey istemediler. Bu toplumun ve ülkenin zenginliklerini hortumlamadılar. Emlak veya arazi vurgunu yapmadılar. Hırsızlık yapıp kamu mallarını yağmalama, yetim hakkını yeme yok. Bankalarda dolarları, euroları yok. Büyük çoğunluğunun mezar taşı bile yok. Kuytularda köşelerde, karanlık odalarda, işkence tezgâhlarında, gece karanlıklarında, kuşatıldıkları evlerde, tıkıldıkları hücrelerde, zindanlarda; birer, üçer, beşer onar katledildiler. On bine varan bir ordu; büyük çoğunluğu gençlerden oluşan bu toprakların vicdan ordusu… Hak, adalet, özgürlük; bunları haykırdılar. İşçi, köylü, yoksul, emekçi, ezilenler, dediler. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm dediler. Kahrolsun kapitalizm, sömürü düzeni, faşizm, diktatörlük dediler. En çokta sosyalizm-devrim dediler.

Çok çok kısa kaldılar, şiir gibi yaşadılar. Gözlerini açtılar, genç yaşta zulmü ve adaletsizliği gördüler. Türk sermaye devleti ve Türk burjuvazisi, binlerce genç kadın ve erkeği toprak altına gömdü. Birçoğu kalleş pusularla, dağ başlarında, sokak aralarında, işkence tezgâhlarında, idam sehpalarında can verdiler. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’dan bu yana idam sehpalarına türküler ve sloganlarla çıktılar ve sandalyelerini kendileri tekmelediler. Son eylemleri tekme atmaktır, bu düzene, paranın saltanatına, zorbaların zulmüne, muktedirlerin kibrine tekme attılar. Hiç bu tekme unutulur mu?

Bu düzen, devrimcileri darağaçlarında astı; hala asmak istiyor. Kan döktüler; doymadılar. Kurşunladılar; kinleri geçmedi. Yaktılar; hala rahatlayamadılar. Binlerce can aldılar, yüzbinlerin hayatlarını cehenneme çevirdiler; hala daha fazlasını istiyorlar. Akla gelen her şeyi, akıl denilen kavramın içine sığmayan şeyleri de yaptılar. Hala kin ve nefret kusuyorlar. Hala katliamdan daha alçakça lanetleme kampanyaları sürdürüyorlar. Bu nedir, neyin nesidir, nasıl bir kindir? Bu bir sınıf kinidir. Bu düzen yıkılıncaya kadar bitmez.

Talat, 1968’lerde mücadeleye başlayan ve faşist katiller tarafından kaçırılıp katledilinceye kadar mücadelenin ateşleri içinde yürüyen bir devrimcidir. Talat Türkoğlu’nun bu devlet tarafından kaybedildiği kanıtlanmıştır. Talat’ı devletin katlettiğini, Trakya bölgesinde faaliyet gösteren itirafçılar itiraf etmiştir: Çorlu emniyetinde görevli bir baş komiser, bir istihbarat subayı ve Çorlu MHP ilçe başkanının aralarında bulunduğu devlet içindeki mafyatik, kontracı grup tarafından kaçırılmış ve işkenceyle sorgulanarak katledilmiştir. 1996 yılında Edirne’de evinden çıktığında, devlet güçleri, kontra çeteleri tarafından gözaltına alınarak kaybedilmiştir. Talat o günden beri kayıptır ve mezarı bile yoktur. 

Mezarı olmamasına rağmen Talat’ı hafızalardan silemezler. Talat’ın Edirne başta olmak üzere bütün Trakya’da izi var. Edirne’de ve Edirne’nin sokaklarında ve fabrikalarında izi var. Uzunköprü’de, Babaeski’de, Çorlu, Çerkezköy, Tekirdağ’da izi var. Şu an çöplükler bu izleri örtmüş olabilir. Ancak bu izleri hiçbir güç yok edemez. Zaman geçer, bir rüzgâr eser, bütün bu toz bulutu, çöp yığınları dağılır ve izlerimiz ortaya çıkar. Türkiye’nin her yerinde bu böyledir. Binlerce fabrikada onurumuz ve ekmeğimiz için, haklarımız için dövüştük. Bütün şehirlerin sokaklarında miting-protesto gösterileri, direniş eylemleri yaptık. Resmi ve sivil faşist güçleri, sokaklara çıkamaz hale getirdik.  Şimdi sarhoş ıslıkları ve köpek ulumalarının, faşist naraların duyulduğu, mafyanın racon kestiği bu sokaklarda bizim şarkılarımız ve marşlarımız duyuluyordu. Bizim sokaklarda olduğumuz dönemlerde sivil faşistler, çeteler yoktu. Olanlar da köşe bucak saklanıyorlardı. Talat ve diğer devrimcilerin Edirne ve Trakya’daki izlerini silemezler. Çingene Mahallesi başta olmak üzere, tüm yoksul mahallelerinde onun hatırası da izleri de hala canlıdır.

Çok uzun sürmez, hep böyle olmuştur; bir dönem sonra yalanlar ölür, gerçekler çırılçıplak açığa çıkar. Devrimci mücadelemiz için bugün ortalığa saçılmış yalanlar eriyecek, dezanformasyon dağılacak, haysiyetsiz propaganda kaybolacak, geride çıplak gerçek kalacak; taş gibi, kaya gibi gerçek… Onuru için direnen ve ölmesini bilen insanlar kalacak. Gelecek kuşaklar bu gerçeği olduğu gibi böyle öğrenecekler. Herkesi titreten ölümün üstüne, bölük bölük yürüyen, boyun eğmektense gözünü kırpmadan zulmün ve zorbalığın üstüne yürüyen insanların varlığını öğrenecekler. Vay canına, diyecekler. Kendilerine güvenleri artacak, toprağa daha sağlam basacaklar. Daha cesur bir kuşak olacaklar.

Trakyalılar, Talat’ı ve diğer onlarca Trakyalı katledilmiş devrimciyi unutmayacak. Er veya geç Edirne’nin en merkezi yerine bir anıt dikilecektir. Bunu halk yapacaktır. Talat bunları duysa mutlaka, “heykel meykelle ne işim olur, kesinlikle istemiyorum” der, isyan ederdi. Ancak Edirne’nin bir yerinde, bir çınar ağacına, mutlaka üzerinde şunlar yazan, küçük bir not bırakılacaktır: Talat Türkoğlu, yoksulların hizmetçisi, hiç almayan hep veren devrimci; bu şehirde yaşadı!