Bir çıkış hikayesi: Komün – Ekrem Demirci

 “Gerçek anlamda altüst edilmiş dünyada doğru, bir yanlışlık anıdır.” *

Herkesin ilk soracağı soruyu cevaplayarak başlayalım; Komün niye çıkıyor? Tür­kiye Devrimci Hareketi’nin (TDH) bir parçasıyız, bu bütünün ne en ilerisiyiz ne de hiç kimsede bulunmayan özelliklerimiz, özel güç ve yeteneklerimiz olduğu iddia­sındayız. TDH’yi ne küçümsüyoruz ne de ağır sorunlarını yok sayıyoruz; TDH’nin bütün ağır sorunlarını üzerimizde taşıyoruz. Şimdiye kadar tüm devrimci güçler ken­dilerini esas aldılar, kendilerinden devrimci hareketin sorunlarına baktılar ve çözü­mü kendilerinde aradılar. Komün denklemi tersinden kuruyor, sorunlara devrimci hareketin bütününden bakmayı esas alıyor ve bütünün sorunlarını başa alarak çözüm arıyor. Bunun, kendimize bir misyon biçmediğimiz anlamına gelmeyeceği, aşağıda yazdıklarımızdan anlaşılır. Kendimizi değil; dünyaya bakışımızı, görüş ve önerileri­mizi tartışmak istiyoruz.

Herkesin anlaması gereken iki yeni olgu var. Bir, artık yeni bir Türkiye var. İki, artık yeni bir dünya var. Emperyalist kriz evrenselleşmiş ve çözümsüzdür, dünya krizler ve savaşlar sarmalına girmiştir, kriz ve savaşlar günümüzün yeni normalidir. Üç yüz yıldır dünyaya yön veren güç merkezi düşüyor ve bu düşüşü önlemek için bütün gücü, silahları ve potansiyelleriyle üzerimize geliyorlar. Bu sonuna kadar gi­decek bir kapışmadır. Mola yok, dur durak yok, ok yaydan çıkmıştır ve sonuna kadar gidilecektir.

Aslında dünya tepetaklak oluyor, yeryüzünün bütün fay hatları kırıldı. Bu da bü­tün yeryüzünü sarsacak gelişmelere yol açıyor. Dünya tersine dönüyor, güç haritası yön değiştiriyor. Bugüne kadar dünyaya yön veren emperyalist haydutlar, bir başka emperyalist bloklaşmaya karşı güç kaybediyor ve bu eksen kaymasının sonucu ola­rak, çatışmalar bütün dünyaya yayılıyor. Bu gerçekliklere karşı gereken politik uya­nıklıkla tavır almak zorunludur; ama yetmez, bu büyük saldırıyı salt politika alanın­dan karşılayamayız, asıl ideolojik olarak sağlam durmak zorundayız. Tarih devrimci güçleri yeniden göreve çağırıyor. Biz de tarihe başvurup bugüne çağırırken, temel yönelimlerimizi yeniden biçimlendirirken, günün görevlerini belirler ve yaparken, yeni bir gelecek stratejisi çizmek zorundayız.

Bundan dolayı, bu büyük deprem niteliğindeki dünyasal sarsıntıları ve güç kay­masını doğru okumak ve bunun düşünsel alt yapısını kurarak, karar verip yola çık­mak zorundayız. Bu yola çıkarken eski bakış, taktik, yöntem yetmez; daha önemlisi, eskimiş ve işlevsizleşmiş düşünce ve araçlardan kurtulmamız gerekir. Bunun baş­langıç noktası bilinçlerde tazelenmedir. Uzun yıllardır dünya devrim güçleri, asıl olarak bilinçlerde silahsızlanmıştır. Dünya ve Türkiye’deki bu gelişmeler ve dünya devrim güçlerinin işlevsizliği ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel anlamda derinle­mesine devrimci bir kopuşu zorunlu kılmaktadır. Kopuş derken kastettiğimiz şudur: Dünya Marksizm ve devrim mücadelesinde, İkinci Enternasyonal’in çöküşüne karşı bir çıkış olarak 1917’de yaşanan Ekim Devrimi’ne benzer büyük bir devrimcileşme atılımıdır. Bir Ekimimiz yok ama başka çaremiz de yok; yeni Ekimler yaratmak için yola koyulacağız.

Yanılgılar döneminden çıkış; devrimci kopuş

Bir bütün olarak sosyalist sistemin çökmesi gibi bugünlere gelen sistemi var eden örgüt ve örgütler bütünlüğü çökmüştür. Yüzyıl öncesinden gelen sendikalar dahil tüm kitle örgütleri ve mücadele tarzları çökmüştür. Marksist-Leninist(M-L) iddialı tüm partiler ve gerilla mücadeleleri birkaç istisna dışında çözülmüş, uysal veya re­formist itirazları olan sistemin parçaları durumuna dönüşmüştür. Türkiye’de olduğu gibi Ortadoksça ML olduğu iddiasını sürdürenler ise siyaset sahnesinin dışına düş­müştür. Bu durum kader değilse bir yanılgılar döneminin sonudur ve devrimci kopuş zorunludur.

Kopuş derken manası devenin karnında, anlaşılmaz şeylerden söz etmiyoruz. Çok yeni, büyük buluş ve icatlar arayışında da değiliz. Dünyanın hakikatlerini yeniden keşfetmiş, yüksek, bulunmaz görüşlerden söz etmiyoruz. Marksizm ve devrimcilik, yeni bir dünya arayanların gözünü diktiği değerler olmaktan düştü; dar grupların ve sınırlı akademik çevrelerin ilgi alanına daraldı. Dünyanın emek güçleri, ezilenleri kapitalizme karşı ileriye doğru çıkış göremedikleri için geriye doğru dinci veya ırkçı, radikal, faşizan çözümler peşinde koşuyorlar. Bu durumun sorumlusu kitleler değil; Marksizm iddiasında olanlardır.

Biz bu kopuşu, yeni bir birlik ve devrim ekseni olarak kuruyor ve çıkışı buradan örgütleyebileceğimizi düşünüyoruz. Türkiye devriminin geleceği bu eksene sabit­lenmiştir; dünya gerçekliği, bize, yeni devrimci çizgiyi üretmek dışında bir çıkış bırakmamaktadır. Eğer bölgede ve Türkiye’de bir çıkışı örgütleyebilirsek, dünya devrim güçlerindeki gerileyişi de durdurabiliriz. Bu, bir direniş hattından fazlasıdır, direnirken savunmayla birlikte karşı saldırıya geçmek zorundayız. Korkacağımız, kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur, kaybedeceği olanlar korksun.

Kurtlar sofrası, kriz dönemlerinin siyaset sahnesinin adıdır. Bugün yaşanan kriz ‘alışıldık’ krizlerden biri değildir, topyekûn bir kriz ve kaos mevcuttur. Bu yaşanan krizi tam bir kaos ve çöküşe doğru derinleştiren Kürt devrim mücadelesidir. Kürt devrim mücadelesi içerde ve dışarda aldığı mesafe ile devleti çözmenin yanında psi­kolojik olarak çökertmiş, tüm egemen kesimleri ağır bir beka sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır. Ancak gelinen aşamada Kürt Devrimi, Rojava çıkışıyla, Türkiye sorunu olmaktan bölge sorunu olmaya sıçramış, daha öteye bölgede yaşanan büyük emper­yalistler arası kapışmada kendisini üçüncü taraf olarak konumlandırmıştır. Mevcut konumuyla, tüm rakip emperyal ve yerel güçlerin görmezden gelemeyeceği ve aynı zamanda bu güçlerin ezmek ve teslim almak için ortaklaşmaktan kaçınmadıkları bir alternatif durumundadır.

Türkiye sistemi, benzer sistemlerden daha fazla devlet mekanizması üzerinde var olabiliyordu ve bu mekanizmanın eksenini kontrgerilla oluşturuyordu. Bir dönemdir bu eksen kırıldı ve yeniden kurmak için tüm sistem güçleri devrede, ama eksenin ana direği bir türlü eski sağlamlığa ve geniş kesimlerin mutabakatına kavuşamıyor. Eski devlet; karşıtlarıyla bir arada, olabilen en geniş toplumsal mutabakattan aldığı güçle tüm toplumun ensesinde, zorun yanında rızaya da dayanarak kendini devam ettiriyordu. Şimdi bu mutabakat çökmüş, tüm sistem güçleri bu direği yeniden kendi eksenlerinde kurmak için kanlı canlı bir kapışma içindeler. Hem hep beraberler hem de her biri diğerinin açığını kollayarak kendini en güçlü konuma getirip, rakibinin boğazını sıkmak için fırsat kolluyor. Burası söylendiği gibi tam bir kurtlar sofrasıdır ve kurtlar sofrasında zayıf düşeni, açık vereni paramparça ederler.

Herkes elindeki merhemi önce kendi keline sürsün

Emperyalizmin ve faşizmin saldırısı sadece bir coğrafyaya değil; topyekûn be­şeriyete karşı açık ve topyekûn bir savaşa doğru evrilmektedir. Bu anlamda hiçbir coğrafya yalnız kendisi değildir ve sadece kendi içinde olduğu durumdan tek başına çıkış ararsa kaybeder. Herkes bulunduğu yerden ve birbirleriyle ilişkili olarak dünya çapında yeni bir tarih yapmaya hazırlanmalıdır. Dünyaya eski gözlüklerle bakarsak, tarihin dışına itiliriz. Öyleyse, öncelikle biz, mevcut düşünüş tarzımızı değiştirmek, devrimcileştirmek, yerli yerine oturtmak, sağlamlaştırmak zorundayız. Nesnelliğe uygun, hedeflere olan inancımızı güçlendirmek zorundayız. Dünyanın nesnelliğine daha fazla kör olamayız. Gelişmeleri böyle görmez ve gereklerini yapmazsak, bir ortak toplum tahayyülünden söz etmemizin hiçbir inandırıcılığı olamaz.

TDH, ulusal körlükle malüldür ve adeta Misak-ı Milli’ye sıkışmıştır. Gerçekte bu durum, dünya devrimci hareketlerinin de handikabıdır. Dünya devrimciliği, ulusal hapishanelerden kurtulmalıdır. Ulusal hapishanelere sıkışmış, dünya devrimciliğiyle bütün bağları kopuk yerel çıkışlar; daha öteye yanı başındaki mücadelelerden biha­ber, hareket edemez haldeki devrimcilik körleşmiştir. Tarihin hızlandığı dönemlerde zaman sıkışır, bu dönemlerde zamanın, anın gereklerini doğru okuyamayanlar -haklı veya haksız olmaları bir şeyi değiştirmez- tarihin dışına süpürülürler.

Tam bir fırtına ve tsunami yaklaşıyor. Hedef olan güçler bellidir. Şimdiden hare­kete geçip gerekenleri yapmazlarsa, fırtına geldiğinde, faşist saldırılar karşısında, bu güçlerin toz zerrecikleri kadar hükmü olmayacaktır.

Kendisini devrimci ve örgüt gören tüm güçler; kendi dışındaki kitlelere bir şeyler empoze etmeden, ‘siyaset yapmadan’ önce, yolu eyleyerek açmalı, merhemi önce kendi başlarındaki kele sürmelidirler. Faşist baskı ve teröre karşı hangi cepheyle, hangi araçlarla ve nasıl mücadele edeceklerini kitlelere vaaz verircesine anlatmadan önce, ‘birleşin’, ‘direnin’ nutukları atmadan önce, faşizme karşı direnecek politika ve araçları pratikte ortaya koymalılar.

Dönem aç kurtların, çakalların düze indiği dönem; hatta onların bile tehlikede olduğu bir tarihe girdik. Dönem hayatlarımızda ve alışkanlıklarımızda birçok şeyi hızlıca değiştirme, feda edebilme dönemi. Alıştığımız konfordan vazgeçmeden dev­rimcilik yapma dönemi kapanmıştır.

Görebilmenin ve gösterebilmenin yolu: Devrimci siyaset

Kuzey Suriye’de, Rojava topraklarında olmamızı yargılayanlar var. Kuzey Su­riye’de olmamız çok önemlidir, ama sadece buraya bakarsak da gözlerimize perde çekmiş oluruz. Tüm bölgeye, daha ötelere, geniş bir alana bakmak, kapsamlı önlem­ler almak, büyük hazırlıklar yapmak, uzun vadeli düşünüp (bölge devrim dinamik­lerini gözeterek) pozisyon almak zorundayız. Bunları bir grubun hayalleri olarak anlayanlar olacaktır, bu onların sorunudur. Biz biraz olsun eski gözlükler olmadan ve kendimize daralmadan, dışımızdaki dünyaya yeni bir devrimci gözle bakmaya çalışıyoruz.

Hiçbir şey bilmiyorsak, şimdiye kadar yapılanları yapmamayı deneyebiliriz. Böylesi çöküş dönemleri ve başarısız, pratiksiz dönemler ortak kabuller yaratır. Hat­ta bunları ortak kutsallara dönüştürür ve dogmatik, bürokratik bir tarz ve ilişkiler sistemi yerleşir. Devrimcilik bu dogmatik kabulleri ve kutsalları reddederek başlar. Herkesin, hemen hemen aynı pratik ve örgütsel faaliyetler içinde, aynı şeyleri ya­parken birbirlerine yığınla eleştirileri anlamsızlaşmanın ve saçmalığın zirvesidir, bu anlamsızlığı reddedip yeni bir devrimci tarzı yaratacağız.

Bu kadar ayrıntılandırılmış, dünya deneyleriyle ve klasik teorik mehazlarla kut­sanmış mevcut tarzdan nasıl kurtuluruz? Son derece karmaşık ve yerleşik eski tarza karşı aynı esaslar ve kabuller üzerinden gidemeyiz. Bu, tıpkı Marks’ın din tartışma­sında izlenilmesini önerdiği yönteme -dindarlarla mantık tartışmasının anlamsızlığı­na- benzer. Bundan dolayı solun kutsalları deyimini kullandık. Bugün teori, bir sko­lastiğe dönüşmüştür. Adeta Kuran’dan bir ayetle Müslümanların kurduğu ilişki gibi, bugünün devrimcileri de ML ile, ‘teoride her şey söylenmiştir ve orada söylenmemiş bir şey makbul değildir’, biçiminde ilişki kuruyorlar. Bu şekilde yürütülen teorik tartışmalar, kafa karışıklığını ve benmerkezciliği pekiştirmekten başka bir sonuç do­ğurmuyor. Bu dönemdeki temel parolamız, kimsenin düşünmediği (düşünmek iste­mediği) şeyleri düşünmek, söylemek ve yapmaktır.

Mevcut örgütler, yeniden yapılanmasını hangi tarihte başlatırsa başlatsın ezici çoğunluğu 1971 yıllarından bugüne gelen bir tarihin ve pratiğin sürdürücüleri duru­mundadır. Yani en “yeniyim” diyen örgütün tarihi, elli yılı bulmaktadır ve 50 yıldır bu örgütler silahlı mücadele verdiklerini iddia etmektedir, hala başlangıç aşamasın­dadırlar ya da elli yıldır başa sarmaktalar. Yasadışı konumlanan ve silahlı mücadeleyi esas aldığını söyleyen yapıların yıllardır başlangıç noktasında bulunması ve bir adım ileri atamaması çok ciddi ve gelinen aşamada tehlikeli bir durumu göstermektedir. Mevcut durumda ise; faşizmin saldırılarına cevap vermek bir yana milis faaliyetle­ri bile örgütleyemez duruma düşülmüştür. Bu durumu nasıl adlandırmak gerekir? Kendisini yasadışı ve silahlı örgüt sanıp 50 yıldır yerinde sayan ve hala bunun yük­sek ajitasyonuyla yetinen örgütler, Türkiye ve Kürdistan’ın bugününde de dönüşe­mezlerse artık dönüşemezler. Bu kendi gerçekliğinin farkında olmama durumu, sağ oportünizmin tersyüz edilmiş hali olarak, yenilginin ideolojikleştirilip içselleştirilme gerçeğinin görülmesine de engel olmaktadır.

TDH ağır bir daralma içindedir. Örgütlerin/partilerin kitle ilişkileri ve militan güçleri zayıftır. Ama partiler, asıl ideolojik ve siyasal olarak öldürücü bir daralma içindedir. Bunu en çok siyasal sürece bakışta görüyoruz. Zorunlu olarak örgütler, kendilerine bakıyor ve siyasal kavgaya da kendi üzerlerinden bakıyorlar. Devrim­ciler, siyasal mücadeleye salt kendilerinden doğru bakamazlar, siyaseti kendi gücü­müzün ötesinde kurmamız gerekir. Bunu nasıl yapmamız gerekir? Öncü yol açandır, devrimciler yol açmak zorundadır. Yol açmak demek; çözümsüz ortamda herkesin yürüyeceği bir yönü göstermek demektir. Bu siyasetin alanıdır. Siyaseten doğru yer­den tutarak, sayıca az bir güçle de olsa, inatla ve ısrarla oraya vurarak yürüyeceğiz ve siyasetin yolunu açacağız.

Bu coğrafyada dev bir potansiyel var; boşlukta ve arayışta olan, güven duyacağı bir örgüt arayan, bir yol, bir ışık gördüğünde arkasından gitmek isteyen ileri unsurlar var. Bütün mesele, asıl olarak bu ışığı güçlendirerek, kapanmış yolları açarak kendi gücümüzü o güçlerle bir araya getirebilmektir. İşte, siyaset bunu başarıp başarama­ma işidir. Siyaset; ilk planda harekete geçecek güçleri doğru yöne sevk etmektir. Hiçbir zaman şöyle anlamayın; devrim yapan partiler, kitleleri arayıp tek tek topla­madı, onlar yolu açtı, kitleler o yoldan devrime yürüdüler.

TDH’nin mevcut durumu için, çok lafa ve yüksek teoriye ihtiyaç yok. Zaten aç­mazlarımız, teorik köklerinden önce pratik çaresizlik olarak bilince çıkarılmak zo­rundadır. Bizim çaresizlik ve çöküntü gördüğümüz yerde başkaları hayatından mem­nun, yüksek devrimci ajitasyon yapıyorsa bu tabii ki, incelenmesi gereken sorundur ama sorun sadece teorinin alanından, teorik düzeyde çözülemez; mutlaka basit, sade, pratik adımlar atılmalıdır.

İpin ucu nerede?

Diğer eksikliklerin yanında, asıl olarak TDH, pratik siyasetten düşmüştür; pra­tik siyasetten düşmek devrimcilikten düşmektir. Teorik, ideolojik, politik önerilerin doğruluğu veya yanlışlığı, pratik siyasete yansımıyorsa spekülasyondan ibarettir. Her zamankinden daha çok kendimize bakmak ve kendimizle uğraşmak zorunda­yız. Kendimize kavrayıcı şekilde bakmak doğru soruları sordurur, doğru cevaplara ulaşmamızı sağlar. Kendimize, devrimci harekete bir bütün olarak nasıl ve nereden bakacağız? Sorunlar yumak halinde ve total olarak bir anda çözülemez. Önce ipin ucunu bulmalı; sonra tüm sorunları esas alarak, doğru halkayı tutarak yürümeliyiz.

Birinci sorun veya tutulacak halka pratik siyasal mücadelede var olmaktır; tüm örgütsel, politik iddialar bu şekilde birer niyet olmaktan çıkar. O halde herkesin ce­vap vermesi gereken birinci soru; TDH nasıl pratik mücadelede görünür hale gele­cek, bunun için ne yapması gerekiyor? Komün, tüm bu sorulara bir cevap arayışı, bir başlangıç veya asıl halkayı nasıl tutacağımız sorusunu tüm devrimci güçlerin önüne koymayı hedefliyor. Devrimcilik nedir, biz devrimciliğin neresindeyiz, sorularına arayıştır bizim duruşumuz. İdeolojik, teorik, siyasal, örgütsel sorunlarını, geçmişin devrimci günlerine dönmek için değil onu aşan bir yerden, kendimizi yeniden tarif etmek için tartışacağız.

Sorunları sadeleştirerek soralım: Mevcut ataleti nasıl aşarız? Türkiye’de düzene muhalif ve öfkeli bir kitlenin olduğu tartışılmaz bir gerçek. Soru şu, biz bu kitleyle niçin buluşamıyoruz? Denklem kitlenin harekete geçip özne arayışına geçmesiyle çözülmüyor, tersi doğrudur. Her yerde özne kendisini görünür kılarak kitleyle bu­luşuyor. Devrimci hareketler öfkeli muhalif kitlelerle neden buluşamıyor ve bunun için ne yapmalı?

Yasadışı ve silahlı mücadeleyi temel eksen olarak kabul eden örgütler elbette, düşmana karşı kendisini korumak için yeraltı temelinde örgütlenmek zorundadır ve bu kural esastır. Gene şiddete dayalı yöntemleri günün görevi olarak tespit eden, devrimci kitle şiddetini örgütlemeyi hedefleyen örgütler için silahlı eylemlilikler esastır. Bunlar mücadelemizin kesin gereklilikleridir. Bu koşulda diğer mücadele araç ve yöntemleri tümden ortadan kalkmaz, önemsizleşmez, devrimci olmayan işler ve yöntemler olarak görülemez; tersine birçok bakımdan döneme göre öne çıkabilir, önem kazanabilir. Sadece bunlar eski tarzda sürdürülemez. Eski tarzda sürdürülme­ye çalışılırsa sağcı ve kazandırmayan, tersine tasfiyeci bir rol oynarlar.

Bugün yalnızca, yasal meşru alan ve araçlar değil yasadışı alan ve araçlar da de­ğişmek ve yeni bir tarza kavuşmak zorundadır. Kırk yıllık araç ve tarzlarla, teknik, taktikle, bunların sağını solunu onararak yürüyemeyiz. Bu, kendi kendimizi baştan başarısızlığa, hatta yenilmeye mahkûm etmek olur.

Dönem artık tüm sahtelikleri kusuyor. Devrimci güçlerin en büyük sorunu kendilerine bakmayı ve kendilerini doğru anlayıp konumlandırma çabasını kaybetmiş olmalarıdır. Dünyanın tüm güç ve sorunlarını kallavi analizlerle açıklayıp sonra hiçbir şey olmamışcasına kendi steril yaşamına dönmek, kendi kendini hiçleştirmenin zirvesidir. Sahici olacaksak kendimize bakmak ve kendimizi doğru anlamak zorun­dayız. Kendimizi doğru anlamak, güç ve zayıflıklarımızı doğru anlamak demektir. Kendimize güzelleme dizmekten, kendimizi kandırmaktan çıkmalıyız; bu, zayıflıklarımıza körleşmemize yol açıyor. Tarih akıyor, çılgın bir hız kazanarak ve üstümüze üstümüze geliyor, daha ne kadar kendimizi kandırmakla zaman kaybedeceğiz?

Umut; beklenilmez, kazanılır

Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemezsiniz, sözündeki gibi, kırk yıl aynı işleri yapıp farklı bir sonuç bekliyoruz. Bu söz, tam da TDH’yi tarif edi­yor. Bir kırk yıl daha geçse, TDH, aynı şeyleri yaparak, sorunlarını çözemeyecek ve bu makus tarihi değiştiremezsek kitleler için bir alternatif olamayacak. Son derece tehlikeli bir dönemeçteyiz. Bu fasit daireyi kıramazsak, mevcut işlevsiz ve “etkisiz eleman” pozisyonumuzu değiştiremeyiz. Yüksek perdeden devrim vaazları vermek bizden uzak olsun, ama kör gözüm parmağına misali rehavet içindekileri uyarmak görevimizdir. Çok sıkışık ve tehlikeli, cehennemi ateşlerin harlandığı bir dünyada eski rahatlıkta olamayız. “Bir gün bir şey olacak ve bu durum değişecek” hayalpe­restliğinde hiç değiliz. Bu konuda, kim, ne diyor? Kimse bize boş umut vadetmesin. Devrimci bir çıkış için, kim, hangi perspektifi, somut görev ve taktikleri sunuyorsa tartışmaya ve güç vermeye hazırız.

Öncülük, devrimci irade, asıl yenilgi ve toplumsal mücadelelerin geriye savrul­duğu dönemlerde gerekli hale gelir. Bizim anlamamız gereken sorun, topluma ait bir sorun değil. Toplum geriliyor, kasılıyor, kanıyor ve içinde bulunduğu duruma verili örgütlülüğü, bilinci ile ileriye veya geriye doğru çözümler arıyor. Biz devrimciler, işte tam da devrimci görevlerin zamanı olan bu dönemde, toplumda görünür halde değiliz; hatta toplumun ezici çoğunluğu açısından yok hükmündeyiz. Çıkışsızlık; toplumsal olandan önce, özneye dair bir sorundur.

Evdeki hesapla çarşıyı barıştırmak

Türkiye’de yapılamayanları, yapılanları, var olan ve eksik olanları doğru tasnif etmek ve doğru anlamak hayati derecede önemlidir. Önce var olanlara bakalım. Sı­nıf var, bir mücadele tarihi olan işçi sınıfı var, dünya ölçüsüne göre yüksek düzeyde politikleşmiş bir aydın kesimi var, genç bir toplum ve muazzam bir işçi ve aydın gençlik ordusu var, yüzyılı aşan bir kesintili -elli yıldır kesintisiz süren- bir devrimci mücadele tarihi var ve bu tarihi omuzlamış, sert kavgalara girmiş, bedel ödemekten korkmayan halihazırda örgütlü, örgütsüz büyük bir savaş tecrübesi olan devrimciler var, çok değişik renklerde, kendilerine Marksist Leninist diyen devrimci örgüt ve partiler var. Sömürgeci faşist rejime kök söktüren bir ulusal kurtuluş mücadelesi var, son yıllarda inatçılaşan kadın hareketi ve mücadelesi var…

Bu “var”ların bir kısmı somut “var”lar. Bir kısmı da şöyle “var”: İşlevsiz! Kes­meyen bıçak artık bıçak değildir ve işlevsiz örgüt de kendi kendisine vardır, ama iş­levsiz örgüt de örgüt değildir. -mış gibi yapmak, yanılsama bugün her zamankinden daha tehlikelidir. Sakin sularda değiliz, dünyadaki gerici, sağcı, faşizan yükselişten beslenen, en güçlü karşı devrimin hedefindeyiz. Düne kadar örnek kabul edilen dev­rimci örgütler de bize yetmez; bize gereken, bu tusunami benzeri üzerimize gelen faşizmle baş edecek bir siyaset ve örgütler bütünlüğüdür.

Herkes temel sorunun, dönemi karşılayacak bir örgüt sorunu olduğu üzerinde anlaşıyor. Hiç olmazsa bir ortak eksen var ve bu başlangıç için oldukça avantajlıdır. Başlarken kendimize konuşmayacağız, ortak mutabakat üzerinden konuşacağız.

Örgüt üzerine konuşuyoruz ve kırk yılı aşkın örgütler dünyası içinden konuşu­yoruz. Herkesin üzerinde mutabık olduğu; mevcutların yetmediği, işlevsizleştiği, görevini yapamadığı veya en azından mevcut görevlere yetmediği bir gerçeklik için­den konuşuyoruz. Daha önemlisi üzerimize gelen büyük bir karşı devrim dalgasının hedefi olarak konuşuyoruz. Zamansallık açısından belki yarın bunları konuşacak du­rumda olmayacağımız bir sıkışıklıkta konuşuyoruz. Hiçbir boş lafın ve gevezeliğin kabul edilemeyeceği bir siyasal şiddet ortamında konuşuyoruz.

Klasik tarif edilen bir modele ulaşmak yıllardır yapmaya çalıştığımız sifos hi­kayesidir, örgüt yazılarımız kitabilik doludur ve başarısızlıktır. Amacımız kitaptaki model örgüte ulaşmak değil, zaten bu baştan başarısızlıktır, hep burada patinaj yap­tık. Örgüt sorununa yeniden ve iki düzeyden bakmak gerekiyor. Bir, insan malzeme­sinden, kadrolar açısından bakmalıyız. İki, zamansallık veya siyasal süreç açısından bakmalıyız.

Kesintili, sorunlu, başarıları ve başarısızlıklarıyla bir devrimci mücadele tarihi­miz var ve bu tarihin biriktirdikleri var. Bir bakışa göre tam bir başarısızlık, boşluk; başka yerden bakarsak darmadağınık ama muazzam bir potansiyel ve birikim var. Bu gücümüzdür; örgütsüz, dağınık ama potansiyel gücümüzdür. Bir anda yepyeni bir devrimci kuşak ortaya çıkıp mücadeleyi sürükleyip götürmeyecek, böyle dönemler tarihte olmuştur, bizde de yaşandı. Kabaca ‘60-’80 arası birdenbire yepyeni bir ku­şak zuhur etti ve yeni bir yükselişin omuzlayıcısı oldular. Bugün böylesi bir yükse­lişin öngününde olmadığımız açıktır. Bugün tersine bu büyük yükselişin yerini kanlı bir faşist karşı devrime terk ettiği bir zamandayız. Daha önemlisi hiçbir tutamağımız yok. Örgütler var ama gereken rollerini oynayamıyorlar. Kitlesel öfke büyük ama örgütlü bir güce dönüşüp faşist yükselişin karşısına dikilemiyor. İki yönlü bir so­run, örgütler bu büyük öfkeyi içeremiyor; yanından bile geçemiyor. Kitlesel öfke ise örgüt ve örgütlü mücadele deney ve kültürüne mesafeli, daha önemlisi mevcut örgütlere güvenmiyor.

Örgüt sorununu klasik ve kitabi bakıştan kurtarıp, verili nesnellikleri içinde kav­ramak zorundayız. Siyasetin burjuva anlamda dahi tüm yasallıklarını aştığı ve faşist devletin muazzam boyutlarda şiddet araçlarıyla, coğrafyamızın doğusuna yüksek teknolojik silahlarla donatılmış yüz binlik orduları sürdüğü, batıda yer yer silahla­rın, bombaların kullandığı bir süreçte, asıl olarak şiddetin konuştuğu bir dönemde, örgüt sorununu tartışıyoruz. Bir örgüt gerekiyorsa ve zuhur edecekse kitaplardan ve klasik modellerden çıkıp gelmeyecek, bu cehennemi koşullarda ve verili durumdaki insan ve örgüt malzememizin içinden çıkacaktır. Örgüt tam teşekkül oluşup faşizme karşı savaşmayacak; mevcut örgütler ve devrimci potansiyelle faşizme ve gericili­ğe karşı savaşmaya cesaret edebilirse, savaşa girişirse, bu savaş içinde adım adım mücadelemizin ihtiyacı olan örgüt doğacak. Materyalist isek sorunu böyle anlamak zorundayız. İdealist, sübjektivist olan ise kendi hayal dünyasındaki modeli, bu ko­şullara dayatmak için çırpınacaktır. TDH’nin kırk yılı aşan örgütsel tarihinin tam bir paranomasıdır bu. Bugüne kadar ödenen büyük bedellere rağmen üzerimize gelen düşmana taş atacak mecalimiz bile kalmamış. Türkiye’de bütün örgütler, önderlik sorunu tespiti yapıyor. Ancak, tarihte büyük devrimlere önderlik yapmış partilere taş çıkaracak bir kibirle benmerkezci politikalar izliyorlar.

Sütten ağzımız yansa da…

Daha ne kadar zaman geçecek ve sınıfa, emekçi kitlelere kim ne zaman önderlik yapacak, sınıf ve kitleler daha ne kadar öncü bekleyecek? Kırk yıllık partiler, bugü­ne kadar bu sorunu çözemedilerse bundan sonra nasıl çözecekler? Biz mevcut ko­şullarda, bu bölünmüşlük ve toplam güçsüzlük ortamında devrim sürecinin istediği görevleri yapmaktan uzak olduğumuzu açıkça söylüyoruz ve bu temelde bir birlik ve devrim ekseni öneriyoruz. Bir örgüt çıkıp gür bir sele “Biz Türkiye devrimine önderlik yapacağız, bu düzeyi temsil ediyoruz, devrimci olan tüm güçler arkamıza dizilsin” derse, buna yanıtımız hiç ikirciksiz, “evet” olur. Kendisinden çıkıp bir üst birliği oluşturmak için katılım çağrısı yapacak her partiye katılmaya hazırız. Yine ideolojik, siyasal, örgütsel anlamda Türkiye devriminin ihtiyacı olan partiyi inşa et­mek ve devrim mücadelesini yükseltmek için her devrimci parti/örgüt, grup, bireyle buluşmaya ve birlikte yürümeye hazırız.

Özlenen ateşi yakmaya gidenlere bir not

Mevcut tüm yapı ve kurumların artık sürece yanıt vermediği yeni bir zamanda­yız. Herkes yenilenmeden bahsediyor. Yeni; bir başka tarz, bir başka edim, bir başka kudret olarak ortaya çıkmıyorsa hiçbir konuda ve alanda yeniden bahsedemeyiz. Bizim tarihimiz kırk yıllık vasatlığın tarihidir ve bunu kıramazsak, faşizm bizi kı­racak, o zaman bu örgütler, iddialar, ilkeler ve bütün vazgeçilmezlerin toz zerresi kadar değeri olmayacak. Kudretsiz, yapma yeteneği olmayan, pratik devrimcilikten düşmüş örgütler, bu düşmanla savaşamaz. Yıkıcı bir eylem gücü olarak kendimizi görünür kılamazsak sahicilik kazanamayız. Kendinden menkul bir örgüt olmanın ötesine geçemeyiz.

Türkiye ve Kürdistan’ın sert gerçeklerinin yanından bile geçemeyen örgütler, giderek tam bir teslimiyete dönecek bu pratik siyasetten düşmüş halleri hakkında ne yapacaklar? Faşizm gemi azıya almışken mevcut “bekle gör” siyaseti her tür­lü devrimcilik iddialarımızı boşluğa düşürmekle kalmıyor asıl olarak örgütleri ve kadroları yoruyor, yıpratıyor, çaresiz siyaset bürokratlarına dönüştürüyor ve bunun yıllara yayılması, örgütsel çürüme ve iç tasfiyeciliğe neden oluyor. Bütün örgütlerde yaşananlar bunlardır. Üç beş yılda bütün örgütlerde yaşanan kriz ve bölünmeler bunun semptomlarıdır.

Bu gerçekler tüm devrimci güçlere, eski tarz siyaset, örgüt ve mücadele anlayış­larının kökten değişmesini ve bu gerçekler temelinde yeniden, çok yönlü ve çok bo­yutlu, bölgesel düzlemi aşan enternasyonal görevleri de hedefleyen ve siyasetin asıl olarak silahlarla yapıldığı bu yeni dünyaya göre yeniden konumlanmayı dayatmıştır. Bu görevlerden kaçan hiçbir örgüt/parti, kimse kendisini devrimci ve sosyalist olarak adlandıramaz.

*Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, sf. 15