“Hiç kimse içerisinde bulunduğu zamanı görmezlikten gelemez; içerisinde bulunulan zamanın ruhu aynı zamanda kişinin de kendi ruhudur.” (Hegel)
1990’lı yıllarda Hollywood sineması aksiyon filmlerinin çıtasını bir level daha yükselterek fantastik kâbus filmlerine yönelmişti; bu filmlerin kiminde dünya uzaylılar tarafından işgal ediliyor, kiminde robotlar dünyayı ele geçiriyor, kiminde virüsler ortalığı kasıp kavuruyor ve insanlar mutasyona uğrayarak birbirlerini yiyordu. Covid 19 virüsü dünyanın kapısını çaldığında ise milyonlarca insan kendini birden Hollywood sinemasının içinde buldu. Bir anlamda sinematik kurgu gerçeğe dönüştü; virüsler dünyayı ele geçirdi! Virüsün ele geçirdiği dünyada insanların hemen her yerdeki davranış biçimleri tıpkı Hollywood sinemasındaki kurguya benzer biçimde gerçekleşti. ‘Görünmez düşman’ ölümü önce insanlarda kişiselleştirdi, kısa süre sonra dünyanın toplumsal sorunu haline getirdi. Burjuvazi bu “görünmez düşman”ın insanlığın ortak kaderi olarak işlevselleşmesi ve bir kriz yönetimi olarak şekillenmesi için elindeki bütün kitle araçlarını kullandı.
Burjuvazinin virüsü kendisi için elverişli bir silaha dönüştürmesi, en azından böyle bir beklentiyle dönüştürmesi belli bir sınıra kadar mümkün oldu. “Devletin yüce ideolojisi” herkesin zihninde bir ortaklaşma ve davranış biçimini aldı. Solcusundan, liberaline kadar geniş bir ideolojik frekans aralığında devlet, devletin görevi ve yurttaş ilişkisi yeniden yeniden kurgulandı. “Hızlı” kapitalizm eleştirisi sahibi ahali ağzını açtığında devlete, yurttaşlara karşı sorumluklarını hatırlatmadan söz etti, devlete “sosyal devlet ol” çağrısı yaptı. Bu demektir ki, devletin yüce ideolojisi; solun da kurucusuna dönüştü; önceki ideolojideki devlet yıkıldı, yerini devletin yüce ideolojisi aldı.
Ama virüs fantazyaları bununla sınırlı değil, virüs de oldukça önemli ideolojik işleve sahip; öyle kehanet fantazyaları dolaşıma girmeye başladı ki virüs “sınıfsız” olduğu için kapitalist üretimi akamete uğratacağından, sosyalist bir toplumsallığın önünü açacağına kadar uzayan geniş bir hayal âleminde bulduk kendimizi. Bu fantastik sayıklamanın esas sebebi, virüsün zihinlere yerleşme biçimiyle doğrudan ilişkili olduğu kadar, kapitalizmi anlama biçimlerini ortaya çıkarması bakımından da önemli. Ancak kapitalizme karşı direniş dinamiklerinin, sınıfsal saikleri harekete geçirici “güdü”lere dönüşeceğinden söz edenlerin kafası oldukça karışık. Bunun birinci nedeni; bu tür tespitlerde bulunanların her şeyden önce devrimci özne değil, siyasetçi özneler olmaları. Lafın sol cenahtan edilmesi bir siyasetçi öznesinin eğretiliğini, dünya dışılığını, hakikat dışılığını ortadan kaldırmıyor. Hazretin, dünya ile kurduğu ilişkinin; dünyayı bir tahlil sorunu sanmasıyla ilgili. Bu tipolojiye burjuvazinin hangi kuşuna taş atıyorsun diye sorulsa, yine siyasetçi öznesi olmanın içinden bir cevap olmayı aşamayacaktır. Vaazın hep “dışarı”ya, kendi dışına kurulması, işçi emekçilerin nasıl hareket etmeleri gerektiğine kurulması bile bir varoluş yoksunluğunun dile gelişinden başka bir şey değildir. Bu bakımdan onların zihninde ideolojinin yüce nesnesi, siyasetçiliği meslekten meşgale eyleyen “kendinde şey”den başka bir şey değildir. Ve bugün esas olarak yıkılması gereken şey; siyasetçi öznelerini durmaksızın üretme makinasına dönüşmüş olan “sol içi düzenin”in ta kendisidir..
Yaratıcı yıkıcılık
Covid 19 dünyayı işgal ettiğinde önce kitle ruhuna kapılma, ardından solun kontrol edemedikleri alanından gelen görece devrimci basınçla kelamı siyasete kurma, bildiğimiz solun kendini tekrardan başka bir şey olmadığını gördük. (elbette buna küçük de olsa devrimci arayışları dâhil etmiyoruz) Ancak en radikali bile “radikal eleştiri” dışına taşabilecek cüret, örgütlenme ve atılım yapabilecek kapasiteye sahip olmadığını da gördük. Dünyanın zihinlerde bir iddia sorunu olarak yürütülmesi bu güne has değil, bu konuda Lenin’in “hasım”larıyla yaptığı tartışmalara bakmak, aydınlatıcı olabilir.
Kapitalizme ekonomik determinizm aralığından bakan ve kapitalizmi ekonomik işleyiş olarak gören zihnin beklentisi de elbette ekonomik. Neredeyse her konuşan hazretin, ekonomik çöküşten, arzın talebi karşılayamamasından kaynaklanan nedenlerle kapitalizmin akamete uğrayacağından ve krizin de yeni sosyal ve sınıf savaşlarını tetikleyeceği yönlü cafcaflı laflar etmeleri onların toplumda edindikleri ayrıcalıklı dünyalarını göstermesi bakımından da bir kısa devredir. Modern kapitalizm, modern kapitalizm olduğundan beri ne zaman ekonomik nedenlerle kalkışmalara ve ayaklanmalara neden olmuştur sorusuna verecekleri bir cevapları yoktur. Çünkü onların zihnin de “proletarya” ideolojinin yüce nesnesidir. Bir farkla; bu fark, proletaryanın onların zihninde bir sermaye olarak yer alması farkıdır. Proletarya bir söylem kurmanın nesnesidir. Onların siyasetçiliğini ikame edendir. Yani onların zihninde proletarya, siyasi meşgalenin yüce nesnesidir.
Diğer bir sallama analiz türü de, üretim araçlarının devasa gelişme seyrinin üretici güçlerde meydana getirdiği muazzam aşınmanın, kapitalizmin sonunu hazırlamakta olduğudur. Bu kartezyen akıl, cansız emeği de canlı emeğin meydana getirdiğinden bir haberdir. Zihin ilerleme üzerine kurulunca, ölü emek, canlı emeği öncelediğine dair sonuçta kaçınılmaz oluyor. Yani makine, yani nesne, insana- canlı emeğe- öncül geliyor. Eğer tarih bu aklın dediğine uyarak gelseydi, kapitalizm daha emeklemeden çözülmüş olurdu ve yerini başka bir üretim biçimine bırakmış olurdu. Oysa üretim ilişkileri canlı bir ilişki olarak gelişti. Üretim ile üretici güçlerin emek tarafı canlı bir ilişki olması veciz bir söz değildir. Kapitalist üretimin gelişimi aynı zamanda üretimin canlı emek tarafının da bir üretim saiki olarak öznelleşme sürecidir. Modern üretim araçları gökten gelmedi. Burjuva bunların hiçbirini “cıvata sıkarak” meydana getirmedi, tersine tarihin içinde maddi hayatın yeniden üretimi üzerinde teşebbüste bulundu, yeniden üretimi mümkün kılan canlı emeğin öznelleşmesini, kendi öznelleşmesine bağladı. Ancak proletaryanın üretim süreci içindeki öznelleşme süreçleri yalnızca sermaye birikimi sorunu olmasıyla sınırlı kalmadı; proletaryanın üretici güçlerden biri olarak öznelleşme süreci; yani emeğin yıkıcı kuruculuğu olarak yarattığı sonuç, tüm toplumsal hayatın ters toplumsal ilişkilerde dönüşmesine de neden oldu. Yani bir bakıma, verili bir üretim ilişkisi altında öznelleşme süreçlerini durmaksızın sürdürmek durumunda olan proletarya -emek satıcısı, özgür köle- kavramını altını üstüne getirip nasıl bakılmasını da önümüze koydu. Bu bakımdan sınıf mücadelesini “hak arama” mücadelesine indirgeyen akıl, virüs salgınıyla birlikte yaşadığı şaşkınlığı boş atıp, dolu tutma ahkâmıyla kapatmaya çalıştı. Virüs salgınının kapitalist üretimi ekonomik değer olarak belli düzeyde aşındırmış olması, kapitalizmi akamete uğrattığı anlamına gelmez. Bunun birinci nedeni, bankacılık gibi, borsa gibi spekülatif sermaye alanlarında meydan gelen dalgalanmalar momentinin gitgellerinin aşılmasının ekonomik değil siyasi karar vermeyle ilgili olması. Para politikaları siyasi karardır ve soyuttur. Üretimdeki daralma, artı değeri ortadan kaldırmadığı için kapitalist işleyişin sonunu getirmez. Eğer kapitalizme sahiciliği olan bir laf edilecekse, kapitalizmi ekonomik krizi aşan, canlı bir ilişki sorunu olarak görmek durumundayız; kapitalizmin krizini proletaryanın yani canlı emeğin krizi olarak görmek durumundayız. Canlı emeğin dışında kalan sermaye dahil kapitalist sürecin bütün alanları mekanik süreçlerdir ve sürdürebilirliği doğrudan canlı emeğin öznelleşme sürecine bağlıdır. Yani üretici güçlerin canlı emek tarafının pratiklerine bağlıdır. Bu bakımdan burjuvazi, durmaksızın proletaryanın canlı emek olarak kendini gerçekleştirmesinin koşullarını yaratmak zorundadır. Bu durum burjuvanın da öznelleşmesinin koşuludur. Para, burjuvaya öznelleşme alanı açmaz, o parayı maddi üretime dönüştürecek ve yeniden üretecek olan emek süreci açar. Bunun için burjuvanın “hür teşebbüs”ünün ön koşulu potansiyel emektir; bu bakımdan proletaryanın üretim karşısında öznelliğini baki kılmak zorundadır. Bu yüzden kapitalizmin anahtarı canlı emektedir. Bu yüzden kapitalizmin krizinden söz etmek için proletaryanın üretim içindeki öznelleşme sürecinin krizinden söz etmek zorundayız. Proletaryanın yaratıcı yıkıcılığından söz etmek zorundayız. Tarihten biliyoruz ki; proletarya kendini bir krize dönüştürdüğü anlarda, yaratıcı yıkıcılığını kendine döndürdüğü anlarda, başka bir öznelleşmenin arayışına girdiği anlarda, emeği kapitalist toplumun kurucusu olmaktan çıkarmaya yeltendiği anlarda, kapitalizmin gerçek krizleri meydana geliyor. Bu bakımdan proletaryayı ekonomik birime indirgeyen ve kendine bir peygamber arayanların zihnindeki proletarya “kurtarıcı” olarak hiç gelmedi ve asla gelmeyecek. Onlar ancak Godot’yu beklerler.
Solcunun pandemiyle birlikte proletaryaya yaktığı ağıt, sosyal demokrasinin ağıdıdır. Ve bu ağıt yakma biçimi yeni değildir; ilhamı Lasalle’dedir. Proletaryanın kendisini bir krize dönüştürmesi için olanca çabayı göstermek yerine; proletaryayı pandemi koşullarında burjuvazinin kadrine uğrayan “pandemi nesnesi” görmek ve siyaseti vicdan üzerinden kurmak, olsa olsa solcuların Lasalle hatırlaması olur.
Kapitalist gelişme hangi biçimleri alırsa alsın, hangi daha üst düzeyde gelişme biçimlerini alırsa alsın, proletaryanın emek sömürüsü nesnesi olmasını da aşan öznelleşme süreci; bir üretim faaliyeti süreci olarak kaldığı sürece, sadece üretici güçlere beceriler ve gelişme katması nedeniyle değil, bizatihi bu ilişkinin bir güce dönüşüp, toplumun irreel ilişkilerinin kurucu olması nedeniyle de kapitalizmin bekasına işaret edecektir. Bunun için işçi dalkavukluğu yapmak yerine, işçiyi sınıf olmaktan öte sosyolojik olarak “eşitsizler”in içine tasnif etmek yerine, kapitalizmin krizlerinin nasıl proletaryanın krizlerine dönüşebileceğinin imkânlarına odaklanmalıyız.
Covid 19;ilksel birikimden çitlemeye
Virüsler “uygar dünya”yı işgal etmeden önce mikrobun ve virüsün Afrika nüfusunun seyreltilmesinde oldukça etkili kullanıldığını zikretmeye bile gerek yok. Ha keza Meksika’da da aynı. Kapitalizm dışı alanların sadece madenler üzerinden sömürgeleştirilmesiyle sınırlı olmayan özellikle Afrika’nın kahve, muz kuşağının, aynı şekilde Latin Amerika’nın tamamının endüstriyel tarımın “Big Farms”ına dönüştürülmesini, Rosa Luxemburg’un diliyle kapitalizm dışı kültürel ve toplumsal yapıların yağmalanarak metalaştırılması ve piyasa ilişkilerine çekilmesi süreci olarak ilksel birikim (yani el koyma yoluyla birikimin) olarak gerçekleşmesi olarak görmek gerek. Son elli yılda geniş bir coğrafya; ormanlar, sular, topraklar, denizler, içilebilir sular sermaye tarafından el konulan-gaspedilen “çitleme” ve mülksüzleştirme dalgası olarak gerçekleşmiştir. Emperyalizmin birikime el koyma yoluyla gerçekleştirdiği bu süreç, elbette mikroplarla ve virüslerle yaptığı ittifakla gerçekleşen bir süreçtir. Afrika ve Latin Amerika’da, bir çitleme girişimi olarak sıtma, veba, cüzzamdan ölen insan sayısına bakıldığında Covid19 masum sayılır. Ama bu kadar değil, Covid 19 “eylemi itibarıyla” çitlemenin ve ilksel birikimin “uygar dünya”nın kalbinde olduğunu hatırlatmıştır. Yalnızca “yerel “ proletarya değil, savaşlar nedeniyle Avrupa’nın göç olarak aldığı nüfus, Covid 19’la daha üst düzeyde gerçekleşmesi muhtemel ilksel birikimin kurbanları olarak beklemektedir. Bu demektir ki Covid 19, bizim tuzu kuru üretim dışı solcularımızın sayıkladıkları gibi kendinden “hastalanan” kapitalizmin krizi yerine, ilksel birikimin pervasızca at koşturacağı bir döneme işaret etmektedir. Covid 19 proletaryayı bir kez daha düşün diyor! Proletarya ya bu “motor döngü”yü ikame edecek ya da tarihi hatırlayıp, “aşırılaşarak” aşırılıklar döneminin önünü açacak. Bu demektir ki komünist örgütlenme, bu aşırılaşma eğiliminin yoklaması olarak kendini bir mümkünlük olarak yeniden inşa etmek durumunda kalacak. Elbette sol piyasanın sınırlarını aşıp, buna cüret edebilecek dinamiklere sahip komünist bir örgüt varsa.
Ancak yine de bu yazıyı yazan dahil, kapitalizme dair ne kadar orijinal değerlendirmeler, ne kadar ince ve radikal eleştiriler yapılırsa yapılsın; hoş ve boş laflardan bir adım öte gitmez. Bir karşılık bulmaz. Olsa olsa, fikrin bir haz nesnesine dönüşmesi olur; bu da psikiyatrinin alanına girer!
Devrimcilik solculuğun şanından olanın hanesine yazılı değildir. Siyasetçi öznesinin “ilksel birikimi” elde etme çabası da değildir. Devrimcilik, yaratıcı yıkıcılık ve kuruculuktur. Yani kişinin bir fikir sorunu olmasının ötesinde ihtimalleri arama girişimidir, bir öznelleşme, varlık inşa etme meselesidir. Varlık, felsefenin spekülatif konusu değildir. Varlık, hayatın içinde eylemenin karşılığıdır. Bir “şey”i oldurma, oldururken olma faaliyettir. “Dasein”dır.
“Haydi gel benimle ol, oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize”
Sol siyasetçi öznelerinin “ortaya karışık” çekerek devrimciliği iğdiş ettiği dönemi kapatıp, kapatmamakla karşı karşıyayız. Covid 19’u bir olanağa dönüştürmeye cüret edip, edemeyeceğimize hızlıca karar verme dönemindeyiz. Birbirini ve durumu idare eden “maskeli balo” günlerini kapatıp, kapatmayacağımıza karar verme günlerindeyiz. Şundan emin olmak gerekir; Covid 19’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaksa, bu en çok sol cenah için geçerli bir sözdür. Liberal tayfanın 90’lardan beri bizi çürüttüğü, solculuğu haz nesnesine dönüştürdüğü, kapitalizmle barış içinde bir arada yaşattığı, solculuğu seçmenliğe dönüştürdüğü ve zihnimizi teslim aldığı dönemin sınırındayız; ya daha da piyasa nesnesi haline geleceğiz ve çürüyeceğiz, ya da bu sınır yıkıp geçeceğiz. Devrimcilik iradi bir süreçtir. Bu onun doğasından gelen bir saiktir. İrade hayata girmeden, devrimcilik olmuyor. Maddi hayat bir hareket hali; hareketi meydana getirmezsen, getirilirsin ilkesinin gerçekte hükmünü icra ettiği bir döngü. Korku bir yere kadar. Ancak devrimciliğin, öznelleşme sürecinin dışına atılması, korkuyla açıklanabilir bir durum değildir; piyasanın cafcaflı dünyasında kaybolmayla ilgili bir sorundur. Ve bunun açıklaması; liberallerin şerbetinden içtikçe doymamadır. Yani bir tercihtir. Ancak burada tutarsız olan bir şey daha var; liberallerin dünyasının bir adım ötesine geçemeden; bol, bol “sınıfa” çağrı yapma, pratikteki kifayetsizliğin üzerini büyük laflarla örtme var; yani “ortaya karışık” konuşmayı meslek edinme var. Bu tutarsızlık, söyleyenin tutarsızlığıdır ve ciddiyetten uzaktır. Devrimci siyaset, tribüne yapılmaz. Kimse merak etmesin solculuk piyasası, mevcuttaki durumla sürdürülebilir değil. Birileri gelir, herkesin ezberini eline verip, düzenlerini yıkar ve tarihe gömer.
Örgütlenmek zorundayız. Örgütlenme sözünü caka satmak için değil; gerçeğini kurmak üzere hayatımıza sokmak zorundayız. Alışkanlıklarımızı, yaşam tarzımızı aşmak zorundayız. Aşamıyorsak, alanımızı meşgul etmekten efendice çekilmek zorundayız. Elbette kimin nasıl solculuk yapacağı bu yazıyı yazan dâhil kimsenin uhdesinde değil. Ancak devrimcilik bağlayıcı bir meseledir. Ve iddiada olan herkesi kapsar.
Yeni örgütlenme araçlarını keşfetmek zorundayız. Dünyaya bakma biçimlerimizi değiştirmek zorundayız; anlama ve eyleme diyalektiğinin sırrına vakıf olmak zorundayız. Solun mevcut dünyasını kuran liberal iklime kar yağdırmak zorundayız. Kendi sözümüzü ve eylemimizi dolaşıma sokmak zorundayız. Üretici güçlerin içine girmek zorundayız. Hayata sirayet edebilecek araçlar keşfetmek zorundayız. Her girişimizi bir deneyime dönüştürmek zorundayız. Yani bir karar verme arifesindeyiz.
Bir şeyi daha hatırlatmak gerekir;
Covid 19 herkesin canına kast ettiğinde, aynı ölüm korkusunu solcu da yaşadı. Oysa çok değil, birkaç on yıl evvel “ölüme sözlü, hayata nişanlı” olan solcu günlerinden, evine korkuyla kapanan solcu günlerine geldik. Ama ilginçtir hemen aynı zaman aralığında Rojava’da ölümün anlamını yıkan ve yeniden kuran devrimci cüret, başka bir ihtimalin mümkünlüğünün kapısını aralamaya çalışırken, bu büyük tarihi deneyimle kendi arasında bir ilişki arayışında olmayanların korkularına yenik düştüklerine tanık olduk. Bu tablo, değerleri oldukça incitici bir tablo. Ve Rojava cephelerinde savaşın azameti karşısında iradeyi tarihe sokmaya çalışanlara karşı büyük bir haksızlık.
Liberal iklimin sınırındayız; devrimci cürete karar verenler, mevcut yaşam biçimlerinin kendilerine kurduğu tuzağın dışına çıkabilenler, tarihe akacak; kalanlar liberallerin dünyasında kendine itibar devşirip, çürüyecek.
Devrimcilik her daim bir ihtimaldir ve ihtimaller gerçektir. Hayatın ve devletin baş edemediği şey de budur.