Başını ABD emperyalizmin çektiği dünya genelindeki egemenlik odakları, ırkçı-faşist kıyımlarıyla sömürü ve zulümde sınır tanımıyor. Polisi ve askeriyle, iti ve mitiyle vahşi kapitalizm, topyekûn saldırısını sürdürüyor. Zaten hiçbir zaman az yekûn olmadığı gibi… Ancak korkunun ecele faydası yoktur.
George Floyd’un katledilmesinin ardından, dalgalar halinde hızlıca milyonlardan güçlü bir “Artık Yeter” haykırışı geldi.
Katliam görüntülerinin yayılmasıyla, Floyd’un “Nefes Alamıyorum” çırpınışı, isyan ateşinin tetikleyicisi oldu. Minneapolis’ten başlayarak dalgalar halinde Amerika’da yüzün üzerindeki kentte, Avrupa ve dünyanın hemen birçok bölgesinde öfke seli egemenlerin korkulu rüyasına dönüştü. Var olan gelişmeler ve içerisinden geçilen siyasi atmosfer ile gerçek kahramanın bizzat kitleler olduğu gerçekliği de bir kere daha teyit edilmiş oldu. Öyle ki, “Yeter Artık“ isyanı, ciddi olarak turnusol işlevi de gördü, hala da bu fonksiyonunu sürdürüyor. Tıpkı yakın tarihimizdeki 6-8 Ekim Serhildanı ve Gezi Haziran ayaklanmasında olduğu gibi. Irkçılığa karşı milyonların pratik öfkesi, korkak ve ürkek kesimlerin üzerindeki pısırıklığın da atılmasına yol açtı. Onları cesaretlendirdi. Düşman ile dost sistemleri, sınıfları ve safları daha da netleştirdi. Irkçılığa karşı önce binler, durmaksızın yüzbinler ve milyonların ani çıkışı, dünya halkları ve ezilen uluslarına büyük bir moral aşılarken, emperyalist-kapitalizme korku vermiştir. Aktöründen sporcusuna, şarkıcısından mankenine, gazetecisinden yazarına toplumun hemen bütün kesimleri, ırkçı-faşist ayrımcılığı lanetleyen tutumlarıyla direniş saflarındaki yerini almıştır. Öyle ki kahraman kitle seli, karşı-devrimin polis ve asker kurumsallaşması içerisinde bile geriye çark durumuna sebep olmuştur. Polisin ardından diktatör Trump’ın görevlendirdiği ulusal muhafız askerleri de kitlelerin kararlı duruşu-gücü karşısında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Büyük direniş, ırkçı devletin güvenlik mekanizmasında da çatlak yaratmıştır. Bir polis şefinin, Trump’a “hiç çözümünüz yoksa susun” mealindeki beyanı da gösteriyor ki, egemenlerde de bir yönetim krizi yaşanmaktadır. Her ne kadar emperyalist-kapitalizmin önemli bir ayağı olan polis ve askeriyesi, ırkçı-faşist niteliğini korusa da, yönetememe bağlamında belirli çatlakları da yansıtmak zorunda kalmaktadır. Yoksa, karşı-devrimin güvenlik sistemi ve unsurlarının kitleleri çok sevdiğinden falan değil, aksine tam da halkların kendiliğinden gelen yıkıcı etkisinden kaynaklı böyle olmuştur. Dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı ABD emperyalizmi, kendi ininde sosyal ve siyasal krizini yaşıyor. Bütün bu gelişmelere rağmen, emperyalist- kapitalist sistem, azgın saldırılarında ısrar ediyor. Beyaz Saray önünde toplanan çoğunluğa karşı, karşıdevrimci şiddette sınır tanımazken, sembolik bile olsa egemenlerin başı niteliğindeki Trump’ın korkaklığı da basına hemen sızdırılıyor. Irkçı-faşist Erdoğan da bundan geri kalmayarak “bu insanlık dışı mentaliteyi kınıyorum ve ırk, renk, din, dil ya da inanca dayalı hiçbir ayrımı gözetmeksizin tüm insanlığın haklarını korumaya devam edeceğiz” beyanıyla sahtekarlıklarına devam ediyor. Palavra atmak, nasıl olsa bedava! Oysa Erdoğan faşistine bile böyle söyleten, milyonların ırkçı-faşizme karşı mücadelesinin ta kendisidir. Diğer yandan ise Trump’ın Amerika’daki anti-faşist hareketlere karşı terörist ithamı karşısında faşist Türk devleti hemen balıklama atlayarak, anti-faşistlerin Rojava’ da YPG ile birlikte savaştığını ve “bak işte orada da bize karşı savaşıyorlar” mesajıyla niyetini açık etmiştir. Nerede meşru ve demokratik bir direniş ve mücadele varsa, anlayış ve çizgi olarak egemenler hemen örtüşüvermektedir.
Emperyalist-kapitalizmin bir ögesi olarak ırkçı-faşizm, ihtiyaçlar temelinde piyasaya sürülüyor. Hiç kuşkusuz onun münferit ve lokal bir durum olmasından değil, bizzat yapısal karakteri ve hegemonik sisteminden ileri geliyor. Bunun için anormal de normal, normal de anormal, olağanüstü de olağan, olağan da olağanüstülükler ile içerlenmiş biçimler alarak sistemini idame etme yönelimini sürdürüyor. Farklı saikler üzerinden geliştirilse de Amerika, Filistin, Türkiye, Kürdistan ve dünyanın diğer bölge ve yerellerindeki ırkçı-faşizm özünde örtüşmektedir. Böylelikle ırkçı-faşizm, özel mülkiyete dayalı egemenlik sistemlerinin de genel niteliği olarak kendini gösteriyor. ABD başta olmak üzere özel mülkiyete dayalı egemen devletlerin tüm tarihsellikleriyle birlikte köküne kadar eril ve ırkçı olduğu gün gibi ortadadır. Emperyalist- kapitalist ırkçı ve faşist egemenlik odakları, direnen ve mücadele eden kitleler, protestocu dinamiklere hangi yalanlar üzerine yanılsama yaratıyorsa, aslında bizzat kendi niteliklerini yansıtmaktadırlar. “Yağmacı, terörist, işgalci, aşırı, gayrı-meşru, anti-demokratik, darbeci, ırkçı, faşist, fanatik, cani, vandal…” Bütün bunlar, tam da emperyalist- kapitalist ırkçı ve faşist sistemlerin genel niteliğidir. Yani ırkçılık ve faşizm, emperyalist- kapitalizmin sistemsel ve kurumsal niteliğidir. Nitekim, önceki süreçlerde yani 24 Aralık 1865’te gizli kurulan siyah karşıtı, ırkçı Ku Klux Klan örgütü, bizzat devlet içerisinden dışına doğru taşan bir örgütlenmeydi. Gelinen aşamada ABD emperyalist devlet sisteminin siyasetçi, polis ve askeriyesi başta olmak üzere toplumsal alt tabana kadar ırkçılık kurumsallaştırılıp yaygınlaştırılmıştır. Osmanlı’daki Jön-Türk, İttihat ve Terakki ile içerisinden çıkarak devamı Kemalizm’e ve Tayip’e kadar faşist Türk devleti/sistemi gerçekliği de öyle değil midir?
ABD ve başka yerlerde milyonlar alanlara çıkarken, aynı süreçte göz göre göre sokak ortasında faşist Türk devleti, faşist çeteleri ve unsurları tarafından katledilen Kürt gençlerinin durumuna karşı neredeyse yaprak bile kıpırdatılmıyor. Sessiz sedası geçiştiriliyor. Karşı-evrimci özel savaşın önemli bir halkası olan algı yönetimleriyle kitleler manipüle ediliyor. Hitler’ in bakanı Göbels’e taş çıkartırcasına, yalan ve demagojiler ile dikkatler farklı yönlere çekiliyor. Amerika ve dünyanın başka yerlerindeki ırkçı-faşist saldırılar karşısında gözleri fal taşı gibi açılanların adeta körleri oynadığını görüyoruz. Üç maymuncuklarıyla, karşı-devrimin önemli kitle tabanı ve faşist sistem ile barış içerisinde el ele olduklarını, yaşananlar bir kere daha gösteriyor. Bizim mahalledeki ırkçı-faşist katliamlara yönelik bu kadar kayıtsızlık- duyarsızlık elbette sebepsiz değildir. Tarihten günümüze tekçi faşizm, genel ve özel, stratejik ve taktik, merkezi ve yerel her bir yerde oldukça kapsamlı ve bütünlüklü, temelden ve sistematik olarak kitlelere, toplumun bütün kesimlerine şırınga edilmiştir. Kökleri derinlerde olan şovenizmin etkisiyle, gözlerimizin önünde cereyan eden ırkçı-faşist kıyımlara sessiz kalmanın başka bir anlamı olmasa gerek. Görmemezlikten gelinmesinin, Enderun mekteplerinden Kemalist eğitime ve günümüze kadar asimilasyonlar ile insanı insanlıktan çıkararak egemenlik odaklarının uysal-sadık koruyucu melekleri haline gelmeleri, başka ne ile açıklanabilir ki? Kemal Korkut, Berkin Elvan, Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Barış Çakan, öncesi ve sonrasıyla daha niceleri, doğrudan ırkçı-faşist Türk devleti ve onun yekpare unsurları tarafından katledilmiştir. Hemen yakınımızdaki bütün bu katliamlar karşısında, yeterince ses çıkarılmıyor, direnişe geçilmiyor ve isyana kalkılmıyorsa kesinlikle ciddi ve temelden sorunlarımız var demektir. Türkiye ve işgal altındaki Kuzey Kürdistan’da ezen ulus şovenizminin etkileri güçlü ve derindedir. Faşist ve Sünni Türk ulus devlet sistemi ve konsepti, ırkçılığını her alanda kurumsallaştırmaktan bir an olsun geriye çekilmemiştir. Polis, asker, bekçi, muhtar vd ile birlikte sivil faşist çetelerini de örgütleyip kendisine yedekleyerek ırkçılığını toplumun en alt kesimlerine kadar kurumsallaştırmanın yoğun çalışmaları içindedir. Bütün bunlar karşısında en azından Amerika’ da ki George Floyd aynasından, toplumsal anlamda kendimize derinden bakmalıyız. Kendimizi köklü sorgulamak ve yüzleşmek zorunda olduğumuz o kadar çok konu var ki. Yakın süreçte Edi Bese haykırışını ne çabuk unuttuk. Emperyalist-kapitalizm ve faşizm, böl-parçala-yönet konseptiyle kitleleri gerçekten düşünemez, nefes alamaz durumuna getirmiştir. Faşist Türk devletinin inkar ve imha temelli genel ve özel topyekun saldırılarını ne de kolay unutuyoruz. Asla unutmamalıyız. Bütün ırkçı- faşist kıyımlara ve katliamlara, pervasız saldırılara ve asimilasyonlara karşı Kürt kadınlarının demokratik ve özgür iradesi Leyla Güven’in Berxwedan Jiyane haykırışına selam olsun! Edi Bese!’den Yeter Artık! çığlığıyla haykıran halklarımızın mücadelesine selam olsun!
Milyonların kendiliğinden gelen eylemi, “devrim istiyoruz” diyerek sosyal medyada beyanattan öte geçmeyen, siyaset mühendisleri ve reçetecilerin marjinalliğini de daha fazla açık etmiştir. Tuzu kurulukta ısrardan bir türlü vazgeçilmemektedir. Kitlelerin mücadelesini sonuna kadar devam ettirmesi gerekiyormuş(!) Trump, Pence ve bütün faşist rejimin derhal devrilmesi için kararlı mücadelenin sürmesi gerekiyormuş(!) Hiç kuşkusuz bütün bunlar sübjektif niyet olarak olumlu ve kulağa hoş gelen argümanlardır. Ancak somut ve nesnel gerçeklikler bizlere durumun farklı olduğunu göstermektedir. İyi de, sen Amerika’da değil de uzayda mı yaşıyorsun, demezler mi ya da sormazlar mı insana? Eğer halk kitleleri mücadelelerini sonuna kadar devam ettirecekse, faşist rejimin derhal devrilmesine kadar mücadelesini sürdürecekse, senin hiçbir varlık gerekçene gerek yok o zaman. Filozofluğa devam o zaman. Kitlelerin kendiliğinden gelen eylemlerinin doğrudan içerisine dalarak bilinçli devrimci öncü ve önderlik misyonun nerede kaldı, sormak isteriz. Eski köye eski adet getirmenin ve bunda iddia etmenin, hiç ama hiç gereği de kimseye faydası da yoktur. Siyasetin aristokrat bileşkeleri kahraman halk kitlelerinin bilinçlerini burjuva zehriyle doldurmasın yeter. Halep orda ise arşın da buradadır. Amerika’da milyonlarca halk kitlelerinin ırkçılığa karşı son derece meşru direnişi ve mücadelesinden yeterince öğrenmek dururken, toplum mühendisliğinin kepazeliğine karşı ideolojik mücadele de elden bırakılmamalıdır. Gördük ki, Amerika’da da devrimci ve komünist öncü ya da önderlik yok denecek düzeydedir. Adeta adı var kendisi yok bağlamında yok hükmündedir. Ve hala kitleler ile bağlarını yitirmiş, alabildiğince darlaşmış ve yozlaşmış dar grup ve mülkiyetçi küçük dükkanlara dönüşmüş gerçeklikleriyle kitlelere akıl vermekten geri durmamaktadırlar.
Gerek Amerika gerekse de Londra, Paris, Berlin, Rotterdam ve dünyanın daha bir çok ülke ve kentlerinde, ırkçılığa karşı milyonların kendiliğinden gelme mücadelesi gelinen aşamada geçici ve lokal bir sürece girmiştir. Protesto eylemlerinin, genel bir durulma eğilimine girdiğini ve barışçıl bir niteliğe doğru değiştiğini görüyoruz. Nasıl olmasın? Ciddi düzeyde, doğru ve bilimsel bir öncü ve önderlikten yoksun kitlelerin kendiliğinden yükselen devasa eylemi yeteri kadar eyleyişini gerçekleştirmiştir. Görev, halk ile birleşmiş ve bütünleşmiş, teori ve pratikte devrimci ve komünist öncü ve önderlik olan hareketlerin, kitlelerin kendiliğinden gelme eylemlerinin denizine doğrudan katılarak içerisinde yer almaktır. Halk kitlelerinin yaşamsal sorunlarına yeterince dokunabilmektir. Onları yeterince duyumsayarak, onlar ile iç içe kaynaşabilmektir. Kitlelerin içerisinde yarı yarıya eriyebilmektir. Yeni araç ve mücadele yöntemleri geliştirerek devrimci mücadeleyi daha da ileriye taşıyabilmektir. Buna rağmen halk kitlelerinin ciddi bir tecrübe ve birikim elde ettiğini de vurgulamak isteriz. Irkçı-faşist devletlerin, kısa bir sürede milyonların öfke seline dönüşen bu mücadele karşısında, acınacak duruma düştüğünü hep birlikte gördük. Bir kıvılcımın, kısa bir sürede bütün dünyayı tutuşturabileceğini gördük. Irkçılığa ve faşizme karşı mücadelenin hayal değil kesinlikle mümkün olduğunu bizzat yaşamış ve görmüş olduk. Yeni Nefes Alamıyorum, Artık Yeter– Edi Bese şiarlarıyla, ırkçılığa ve faşizme karşı mücadelenin yükseltilmesi işten bile değildir. Yeter ki kararlı ve ısrarlı olalım.