İki haftaya yakın bir süre önce Devletin kayyum uygulamalarından birisine daha şahit olduk. Melih Bulu Boğaziçi Üniversitesine tepeden bir emir ile atandı. Bu siyaset aslen devletin sürekli bir pozisyonda kendisine bağlı kurumları otorite odağı haline getirip faşist izleğini halkın üzerinde bir baskı aracı şeklinde yaratması ile devam ediyor. Bu coğrafyanın tırnak içerisinde en bağımsız kurumları olan üniversitelere yapılan müdahaleler ise bir bütün olarak toplumsal muhalefet tabanında çok daha geniş bir yer buluyor. Bu yer bulma hali sınıfsal bir gerçekliği önümüze seriyor. Orta sınıf’ın gerçekliği ile Emekçinin gerçekliği, üzerine uygulanan şiddetli baskıda ortaklaşıyor.
Aslen Boğaziçi Direnişini bu potansiyel ile okumak gereklidir. Toplumsal ilişkilerin bu denli zayıfladığı ve iktisadi olarak toplumun çoğunluğunun bir geçerliliği kalmadığına kafamızı çevirdiğimizde, zeminden gelen bir patlak verme hali kaçınılmaz oluyor. Bu hal ile birlikte mevcut iktidarın kendi pozisyonunu korumak adına tabana yönelttiği şiddetin tabanda onu geçersizleştirmesi ve en ufak otorite sarsılmasına bile tahammülü olmaması toplum da devlete yönelik bir öfkeyi besliyor, bu öfke bütün baskıları üzerine alarak kendi sıkışmışlığını hazırlıyor ki aslen bu sıkışmışlık olumludur. Devlet ile aramızda tarihsel olarak da var olan çıkar zıtlığı böylece daha da gün yüzüne çıkıyor ve kendimize somut bir direniş mevzisi sağlamak için alanlar bulabiliyoruz. Bu eksen ile Boğaziçi Üniversitesine takılan kelepçe bütün topluma takılmıştır diyebiliriz. Bu cümle daha öncesinde devletin şiddetine maruz kalmadığımız anlamına gelmiyor tam aksine alt ve orta sınıfların alışkanlıkların da yaralarının da artık somut olarak ortaklaştığını söyleyebiliriz.
Sol’un içinde ise eylemin seyrine dair biçimsel tartışmalar dönmekte. Öğrenciler kendi öz dinamikleri ile ellerinden gelen eylem biçimlerini sınırsız bir şekilde inşa ederken sol bu biçimsel tartışmaların içerisinde debelenmekte. ‘Alternatif’ eylem biçimlerinin direnişin her anına sirayet ettiği gözlemlenip bu sirayet halinin bir çıkış olamayacağını, eylemi pasifize edebileceğini öne sürmekteler. Evet, bu tespit zayıf bir tespit değildir. Fakat kendimizi ne denli dışarıdan ve yalnızca eleştiri odaklı kurgularsak o denli toplumun tamamını kapsama potansiyeli olan/kapsayan fiili durumlardan uzak kalırız. Devrimci iddiamızı sürdürülebilir kılan bu alanlarda gösterdiğimiz tavırlardır ve bu alanlara dışarıdan bakarak zıtlar arası çatışma halini yaratamayacağımız aşikardır. Oysa -kendimizi de bu alandan ayrıştırmaz isek- bizlere düşen şey bu alternatifleri besleyerek devletin şiddetine karşı bir pozisyona çekmektir. İşçi ile işsizin, öğrenci ile memurun alanını ortaklaştırmak ve devletin kendi yıkılmazlık mitinin karşısına yıkıcı bir güç inşa etmek gereklidir.
Boğaziçi Üniversitesi Direnişini selamlıyoruz! Bu coğrafyanın bütün dertleri ortaktır ve bu ortaklık köhnemiş, halkın tam anlamı ile karşısında konumlanan bu devlete karşı bizleri birlik ekseninde mücadeleye çağırmakta!
Alanın asıl öznesi olan Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi bir okurumuzun paylaştığı sözü aynen sizlere aktarmak isterim.
Öğrencinin sözü’’
‘’Boğaziçi Üniversitesi’ne ikinci defa kayyum rektör atanması geçen hafta tüm ülke gündemini dolduracak bir duruma geldi. Kayyum ataması Boğaziçililer için ilk değildi fakat 2016 yılında yapılan atamada seçimsiz gelen rektörün Boğaziçi bünyesinden olması ve o zamanlardaki siyasi durumlar okulun hocalarının protestoları bastırması ve kabul etmesine yol açmıştı. Melih Bulu 12 Eylül’den bu yana ilk defa Boğaziçi bünyesi dışından atanan bir rektör oldu bununla beraber 4 senedir yaşananlar – öğrencilerin kampüs içi hayatının sınırlandırılması, eğitimin kalitesizleşmesi, öğrencilerin ve hocaların tutuklanması, okuldaki LGBTİ+ bireyler gibi aktivist grupların alanlarının kısıtlanması, yemekhaneden yurtlara kadar her sene yüksek oranlarda zam yapılması- bundan sonra olabilecek her türlü kötülüğün habercisi olduğu için bu sefer öğrenciler de hocalar da çok büyük tepki göstermekte kararlı.
Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanması sadece Boğaziçililerin değil diğer üniversitelerdeki öğrencilerin, işçilerin, belediyelerin de sesi oldu. Haklı ve ortak taleplerini dile getirmek isteyen herkes ilk gün yapılan Güney Kapı eyleminde de Kadıköy’de yapılan büyük eylemde de bir aradaydı. Hepimiz farkındayız ki bizim muhatabımız Melih Bulu değil, kayyum meselesi de sadece Boğaziçililerin sorunu değil. Bizim derdimiz ‘’atama’’ muhatabımız da ‘’atayan’’ olduğu için aslında Türkiye’nin büyük çoğunluğu ile ortak bir mücadele verebiliriz.
Okuldaki bazı grupların farklı düşünmesi, kampüs çevresinde yüzlerce polisin varlığı ve polislerin hisarüstü civarındaki herkese öğrenci kimliği sormaya başlaması ile çarşamba gününden sonra eylemler daha çok okul içinde devam etti. Fakat hepimiz farkındayız ki eylem alanını daraltmak bizi haklı mücadelemizde istediğimiz sonuca götürmeyecek. Hava şartlarının kötüleşmesi ve aile evine dönmek zorunda kalanlarla birlikte okul içindeki popülasyon da daraldı. Şu an hocalar düzenli olarak her gün rektörlüğe sırt dönme eylemi yaparken öğrenciler de onlara destek olmak için kampüse geliyor. Bu tarz bir eylem sürecinin pek sonuç vermeyeceğinden hemfikir olduğumuz için okul dışı toplu eylem, hashtag çalışmaları, milletvekillerine mail yolu ile baskı kurma gibi planlamalar da yapılıyor. Protestolar sırasında sayımız elbet azalacaktır fakat biliyoruz ki vazgeçmeyecek çok kişiyiz. Uzun süreli ama başarıya ulaşan bir mücadele olması için hepimiz sesimizi elimizden geldiğince çıkarmaya hazırız.
Kayyum atamaları, toplumun dışlanan kesimlerinin ısrarla etki alanının daraltılmaya çalışılması, kadın cinayetleri, işçilerin sistematik olarak haksızlıklara maruz bırakılması ve hepimizin bir oturuşta sayabileceği birçok farklı yara.. ama aslında hepsinin ortak muhatabı olan iktidar… Aynı Boğaziçili öğrencilerin liyakat bakmaksızın atamaya karşı olmasına rağmen Melih Bulu’nun intihalini de mücadelede işe yarar görmesi gibi farklı yaralar da artık ortak bir ses olmak zorunda. Mücadele eden herkes bir başkasının bir başka mücadelesine de ses olması gerektiğini çok iyi biliyor. Aynı bugün Boğaziçili öğrencilerin Bimeks işçileriyle ortak eylem yapması gibi. Hepimize hangi alanlarda olursa olsun bir kıvılcım bir umut ışığı ve hareket gerekiyor. Tüm bunların etkisiyle biz Boğaziçililer de hak arayan herkesle birlikte hem onların sesi olmak hem de ortak gayemizi taşımak için bir araya gelmeyi daha etkili buluyor ve istiyoruz.’’