Rasyonel akıl nedir? Nasıl rasyonel düşünülür? Bu soruya sistemin verdiği yanıt: “Mevcut şartlar içerisinde, yararlı olanın akla uygun olduğu, rasyonel düşünen insanın bunu takip etmesi gerektiği”dir. Elbette günün verili koşulları önemlidir. Bunlardan hareket etmek gerekir. Ancak sadece günün verili koşulları üzerinden, yararcı bir bakış açısıyla bakmanın neoliberalizmin dayattığı bir yöntem olduğunu da unutmadan günün koşulları veri olarak alınmalıdır.
Neoliberal düşünce sistemi bu yöntem ile insanları köklerinden koparmak ister. Sistem içinde ‘rahat’ yaşamak için rasyonel düşünmek gerekir. Olmayacak işlere kalkışmamalısın. Eğer olmayacak işlere kalkışırsan zaten rasyonel düşünemiyorsundur ve ıslah edilmelisin, hapishaneye düşersin, toplumdan dışlanırsın, açlıktan kıvranırsın, barınamazsın. Neoliberalizm, bu yolla insanları çizdiği çerçeve içerisinde düşünmeye sevk eder. Her ne kadar “bu benim fikrim, kimseden etkilenmedim” desek de kurulan toplumsal ilişkiler, geçmiş koşullar ve verili koşulların üzerimizde bıraktığı etki insanları bu yolda düşünmeye zorlar. Buna Horkheimer’ın tabiriyle “biçimlendirilmiş akıl” diyebiliriz. Biçimlendirilmiş akıl; ıslah edilmiştir, çizilen çerçevenin dışına çıkmaz, verili koşullarda ‘yararlı’ olan ne ise ona yönelir.
Bugünlerde, “biçimlendirilmiş akıl” tadında muhalefet yansımalarını sıklıkla görebiliyoruz. En güncel yansıma, İBB’nin yaptığı ulaşım zamlarını protesto edenlere gösterilen tepkilerde yaşanıyor. Çünkü CHP’li bir belediyeyi protesto etmek bugünlerde “AKP’ye yarar”! Bu kadarla da sınırlı değil:“Zamlar yapılmazsa İBB batabilir.”, “Akaryakıta zammı AKP yaptı. CHP’nin, İBB’nin bir suçu yok. İBB ulaşım zammını zorunlu olarak yaptı.” gibi söylemlere de sık sık rastlıyoruz.
“AKP’ye yarıyor” klişesi tam da Ofsayt Osman’ın “Bu da mı gol değil be” repliğini hatırlatıyor. Bu da mı AKP’ye yarıyor? “Bu da mı ofsayt hakim bey?”
Tersinden ise AKP seçmeni; “CHP’ye, 15 Temmuz FETÖ hainlerine, HDPKK’ya yarar” mantığı ile “ekmek 50 lira da olsa, aç, açıkta da kalsak zamları protesto etmeyeceğim” diyor. Tanıdık geldi mi bu tepki? Erdoğan da zaten asıl başarılarının bu olduğunu belirtiyor. Çünkü “Erdoğan olmasaydı, Suriye, Irak gibi olabilirdik.” O yüzden “açlık, yoksulluk önemli değildi.”
Gerçekten bize ne bunlardan? Elbette bize bazı görevler çıkar, çıkmalıdır. Ancak sermayenin kurtarılmasından bize ne? Kırların en ücra köşesini, sağlığı, eğitimi sermaye konusu yapan kapitalizm, ulaşımı yahut belediyeyi sermaye konusu yapmamış mıdır? Sermayenin kimin olduğundan bahsetmeye gerek var mı? “Hele bir AKP gitsin de, ülke azcık demokratikleşsin, sonrasına bakarız” mantığı, biraz derinlikli düşündüğümüzde insanları kendi cellatlarına kendi cebinden giyotin parasını verdirtiyor.
Diğer yandan, bugün yaşanmakta olan fahiş zamlarla sonuçlanan ekonomi politikaları, laik-kemalist Kemal Derviş’in İMF uyum politikalarından bağımsız değerlendirilebilir mi? Elbette Kemal Derviş eliyle başlatılan ekonomi politikalarının devamıdır.
Millet ittifakı şu anda iktidarda olmadığı için kolay cümleler kurabiliyor. Ancak o kurduğu cümlelerde vaat ettiklerini nasıl yapacak? Bir yandan sermayeyi mutlu edip, diğer yandan halkı nasıl refaha kavuşturacak? Millet ittifakının en fazla yapabileceği, halkın ağzına bir parmak bal çaldıktan sonra sermayeyi mutlu etme misyonu gereği faturayı emekçi halklara kesmektir. Fakat kilit nokta burası değil. AKP, bunu daha iyi yapar. Çözüm üretemediği mesele kapitalizmin krizi. Çünkü kapitalist sistem krize girdiğinde bu krizden çıkma formülünü, emekçi halklara faturayı kesme üzerine kurmuş. Türkiye’de şu anda bunun yansıması ise şöyle cereyan ediyor: Üretime dair her girdi ithal. Bir tek insan faktörü (bu sermaye için sadece bir faktördür, insan araçsallaşmıştır) ‘yerlidir’. En temel tüketim maddelerinin fahiş fiyatlarını önlemek için çabalıyorlar. İnsanların aç olup olmadıklarını umursadıklarından değil, bu düzen dönsün diyedir tüm çaba. Böylelikle fiyatlar düşse bile emekçilerin alım gücü de düşeceği için krizden çıkma söz konusu değildir. Beri yandan bu yolla kitlelerin desteğini alma çabası olanaksızdır. Millet ittifakının da görüleceği üzere elinde bir sihirli değnek yok. “Aman AKP’ye yarar, hele bi CHP gelsin de” mantığı, emekçi halkları kapitalist düzen içinde oradan oraya savurmaya, düzen içi muhalefet sınırlarına hapsolmaya götürür.
Bir parantez açıp, “AKP’ye yarar” teorisini açımlayan Teori ve Politika’nın sosyal medya üzerinden yaptığı, ulaşım zamları ile ilgili paylaşımlarına değinmek isteriz. Teori ve Politika zammı protesto eden sosyalistleri “akıl tutulması” denebilecek argümanlarla eleştiriyor: “Bazı sosyalistler, başta İstanbul, bazı belediyelerin yetki alanlarında toplu ulaşım ve su gibi halkın temel gereksinimlerine zam yapılmasına karşı çıktı. Bir sosyalistin doğal davranışı olduğu sanılabilir bunun. Ancak soyut ilke ile yaşam ağacının yeşili bambaşka olabiliyor. Bu sosyalistlerin belediyelerin yetkili kurullarında temsilcileri olsaydı, her oylamada, AKP ve MHP’lilerle birlikte zamma karşı oy kullanacaklardı herhalde. Buna, “CHP’li belediyelerin ümüğünü sıkma ortak eylemi” mi diyecektik!” Bu açıklama devrimcilere önerilen siyasal tavır, emeklilikte yaşa takılanlar için düzenlenen yasa tasarısına HDP lehte oy verdiği için geri çekildiğini iddia eden MHP’nin tutumuna benziyor.
Devrimciler, kendi ilkeleri temelinde hareket eder. Bizim sınıf savaşımında tarafımız bellidir. AKP siyaha siyah diyorsa biz “hayır, bu siyah değildir” diyemeyiz. Ayrıca belediye meclisine girince neye oy vereceğimizi düşünürüz. Politika güçle, etki alanı ile yapılan bir şeydir. Gücün yokken belediye meclisinde olsaydık varsayımı farazidir. Ama soruya cevap vermek gerekirse; evet, zamlara karşı çıkardık. Ama MHP ve AKP ile yan yana durarak değil. Hele de halkı, zamları kendi cebinden gönüllü olarak karşılamayı görev bilmeye zorlayan bir yaklaşımla hiç değil. Bu durumda alınacak tavır, zamlara karşı çıkmak ve ulaşımın temel bir hak olarak tanınmasını merkeze alan diğer yandan somut durum özgülünde de ulaşımı sübvanse edecek kanalları yaratmak için politik çalışmalar yapmaktır. Kitleler içinde bu çalışma yapılmalıdır.
Teori ve Politika’nın yaklaşımı devrimcilerin misyonunu yok sayıyor. Zaten sosyalist bir alternatif yaratamadığımız için toplum Cumhur ve Millet ittifakları arasında kamplaşmış durumda. “Aman AKP ile yan yana düşeriz” gibi bir mantık, bize adım attırmaz. Bağımsız bir politika üretemeyiz. Bu, dün askeri vesayet gitsin diye genç sivillerle, hatta AKP ile yan yana duran anlayışın benzeridir.
Bu tavır, sadece Teori ve Politika’ya has değil, TDH’nin belli bir kısmına sirayet eden bir bakış açısıdır. Bunun temel sebeplerinden biri de makro odaklı bakış açısıdır. Büyük resme hep odaklanılır. Ancak bizim çizeceğimiz küçük tablolar da olmalı. Elimizden geldiğince ‘çoban ateşi’ yakamazsak büyük tabloyu da çizemeyiz. Ayrıca sürekli büyük tabloya odaklanmak bir sihirli değnek beklentisi yaratır. Olmayacağını biliriz ama “umut fakirin ekmeği” der, geçeriz.
Yereli görmeyen bir genel siyaset, insanları araçsallaştırır. Elbette devrimci örgüt misyonu gereği, düşmanı olan kapitalist devleti yıkmak için merkezi yanı güçlü bir örgütlenme yapmak zorundadır. Ancak bu yerelde kurulacak bir özgürlük zeminini görmezden gelmemiz anlamına gelmemeli. Ve hatta bunun inşacısı olmalı, burayı inşa ederken kendini de buradan inşa edecek içselliği sağlamalıdır. TDH’nin temel çelişkilerinden biri de budur. Evet sosyalizm, komün, komünizm, fikri anlamda güzeldir. O geleceği yaratmak için çabalarız. Fakat insanların yaşam alanı içerisinde bu fikriyatın esprisi nedir? Bunu kaçırdığımızda, günü kurtarma temelli makro politikalar içinde debelenir dururuz. Ve bu yolla, insanların yaşam koşullarına değmeyen bir politikasızlık üretiriz. Sözgelimi kendi kurduğumuz ‘cemaat’ içinde, kendimize ‘komünist’ ilişkiler yürütürüz. Dışarıdan bakılınca kendi içinde güzel ilişkiler kuran, pirüpak insanlarızdır ama “devrimcinin görevi devrim yapmaktır”. Komünistler, sadece kuyruğu dik tutan, yukarıdan günün ‘doğru’ politik tutumunu dağıtan insanlar olamaz. Araçsallık ilişkisi ile nasıl bir komünizm inşa ederiz? Ya da var olan mevcut koşullarda düşmanı nasıl yıkarız? Sadece belli bir üst zümrenin fikirleri doğrultusunda mı hareket edilmelidir? Yoksa bu bir sınıf savaşımı ise sınıf savaşını yürüten güçleri birleştirip, pratik/teorik olarak tek potada eriten bir bakış açısına mı sahip olmalıyız? İnşa meselesi, hayal gücü gerektiriyorsa ayakları yere basan bir hayal gücü, sınıf savaşının öznesinden bağımsız ele alınabilir mi?
Biz de farazi bir soru soralım. Bu yöntemin doğru olduğunu düşündüğümüz için değil, ne kadar yanlış olduğunu göstermek için. Sokakta “AKP’ye yarıyor” diyerek, ulaşım zamlarını onaylayan bir çalışma yürütebilir misiniz? Aynı mesele CHP’li (MHP’ye taş çıkartan faşist uygulama ve söylemlerde bulunan) Aydın ve Bolu belediyelerinde yaşansaydı, tutumunuz ne olurdu? Bu kadar sorunun meramımızı anlatmaya yettiğini düşünüyoruz. Evet yeri geldiğinde esneyebilmeyiz. Ama sınıf savaşımındaki yerimizi, ilkelerimizi, tutarlılık meselesini unutmadan.
Bugün sermaye ile emekçi halklar arasındaki temel çelişki, somut olarak zamlarda, işçi ücretlerinde yaşanıyor. Buna sebebiyet veren A veya B partisi kim olursa olsun, devrimcilik iddiasında olanlar bu çelişkileri, çatışmaya çevirmeli, geri dönülmeyecek bir yolu inşa etmelidir.