Kitap, Yumruk, Yıldız…
Kitaplar raflara kalkmış;
Bir eylem olarak okuma elitistleşmiş(!)
Yumruklarsa;
Benimki daha çok ve daha çok havada(!)
Esaslı yıldızlar bir bir kayarken yerini kuyruklu, yalandan ışıklılara bırakmış.
“Gösterinin karşıtlıkları arkasında gizlenen şey sefaletin birliğidir. Eğer ortak seçim maskelerinin arkasında aynı yabancılaşmanın farklı biçimleri birbirleriyle çatışıyorlarsa bunun nedeni hepsinin bastırılmış gerçek çelişkiler üzerine kurulmuş olmasıdır. Gösterinin karşıtlıkları arkasında gizlenen şey sefaletin birliğidir. Gösteri, bağdaşmadığı ve desteklediği sefaletin özel aşamasının zorunluluklarına göre yoğunlaşmış ya da yaygın bir biçimde var olur. Her iki durumda da gösteri mutsuzluğun dingin merkezindeki yıkım ve korkuyla çevrili mutlu bir birleşme imajından başka bir şey değildir.” (Guy Debord-1968 olaylarından hemen önce yazılmış olan kitap, ‘68 dalgasını önden gören bir yerde durmaktadır.)
‘67’de yazılmış ve ‘68 hareketinin kimi kodlarını da veren bu içe dönük bakış toplumdan bireye, bireyden topluma mücadelenin neden, niye, nasıl verildiğine dair dönemine ışık tutuyor. Dönemden yola çıkarak bugüne değmemizi sağlıyor. “Gösteri Toplumu”nda bıçak sırtı durumda yürütmekte olduğumuz mücadeleyi nasıl büyüterek muvaffak olacağımıza dair fikir veriyor.
Aldığımız bu fikirle: Memleketin özellikle denk geldiği bu tarihsel periyotta devrimci fikirlerin ya da güçlerin gösterinin bir parçası olmadan; sahte mutlulukları ileri devrimci ajitasyonlarla savunma refleksine kapılmadan, gidiş biletinden önce dönüş biletini düşünmeden, toplumun, sistemin, ekonominin, siyasetin, hatta kendi hanemizin kırılma noktalarının üstünden atlaya atlaya yoluna bir adım daha önde ilerlediğini sanan insanın doğasına yabancılaşmış, gülmeyi, türkü söylemeyi, şiir yazmayı unutmuş soğuk yüzlere el vererek, yahut bu deccal-tüccar karaktere dönüşmeden
Sahte mutluluklara karşı, Demirci yoldaşı analım: “Devrimcilik mutluluktur’’ diyerek ilerlemek derdindeyiz.
Bugün gelişen mücadele zeminini yakalayamayanlarda “gösteri toplumu”na entegre olma süreci ve gelişen belli başlı savunma mekanizmaları ve onların mücadele hattına izdüşümleri: Popüler, çok popüler, daha popüler!..
Özellikle; bizde 12 Eylül sonrası sokaklar bir bir boşalırken, ‘’esas kadrolar’’ Avrupa’ya; halk evine dönerken örgüt yokluğundan… en çok üniversite gençliği ve işçiyi bu dönemi takiben bünyesine katan hareketler özden sağılmış bir mücadele hattını bu kalabalık kitlelerin kalabalıklığı oranında değerlendirdi. Dönemin “marka” ları maalesef onlarca halk evladının -kadrosunun akibetine bir organizasyon olarak en basitten karmaşığa erişememiş, kitlelerde makus talihe boyun bükme psikolojisini bugüne yaymış.
Bu tarihsel deneyimlerin yine üstüne basa basa “Bin atlı geliyor, faşizme ölüm!’’ mantığıyla bugünün mücadele hattının örülemeyeceği çok açık. Ol sebepten aşılacak tepeyi iyi tartmalı. Bugünün popüler akımlarıyla örneğin; dünya kamuoyunun sahiplendiği bir dönemde Rojava’yı dilden düşürmeyip ‘’Afrin yenilgisinden’’ sonra, Kürtler’in Devrimi ABD güdümünde hareket ediyor, eksensizliğinin ürettiği radikal, silahlı sol siyasetten Birleşik Devrimci Savaş cephesinin örülemeyeceği açık. Akıntıya karşı kürek çekme kültürüne ne oldu? Rüzgar ne yöne eserse yani…PKK sivillere saldırıyor diyenlere bir sözümüz yok onlar zaten çemberin içinde kendi çizgilerinde tutarlı! Bizi sözümüz hem çemberin dışında olduğunu söyleyip hem de bunları söyleyenlere!..
Kadın, gençlik, en önemli mücadele dinamikleri olarak devrimcinin ajandasında yerini alıyor. Ancak üretilen siyaset ve pratikte bir problem var. Bir odak problemi. Bu odağın bir yanı düşman faaliyetleriyse diğer yanı sözkonusu çalışma alanının özgünlükleri olması gerekirken, çalışma özden çok birilerine inat olsun, gösteriye biz de katılalım ruhuyla örülüyor. Ruhunu abilerden ablalardan alan hareketlerin de kadın alanına dair kızkardeşlik güzellemelerinden öte bir bakış sunması beklenmiyor!
Gençlik bu popüler akımların etkisinde 20’li yaşlarında devrimciliğin en ateşlisine girişmiş oluyor. Bunu biyolojik gençlik sürecinin etkisi dışında söylüyorum. 22 yaşında ‘eski solcu’ yahut ‘yorgun demokrat’ olarak yola devam ediyor! Evet ‘erken büyüyor çocuklarımız’ bu bizin suçumuz değil ya; ‘erken yaşlanıyor çocuklarımız’. Bu bizim suçumuz!!! Gün aşırı savaş kararlarının alınıp bozulduğu, ultimatomların bloklar arası havada uçuştuğu, akrabalarımızın 3-5 metre duvarlarla ayrılan karşı ülkede yaşadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu tahlili yeni de yapmıyoruz. TDH Bağdat’ta patlayan bombanın Ankara’da nasıl bir etki bırakacağını yarım asır önce tahlil etmiş, deneyimlemiştir. Velhasıl TDH’deki tüm bilgi ve tecrübelerle sabittir ki, gün aşırı akıntı nereye biz oraya politikalarıyla esaslı bir devrimci örgütün -hele de silahlı öncü olanının-yürümeyeceği açıktır. Buna set olmaktır derdimiz.
Bugün daha iyi anlaşılıyor:
“Hatırla Sevgili” dizisinin etkisiyle bir dönem devrimci örgütlerle buluşan gençliğe bu dönem romantizmini aştıracak gerekli realizm, ideolojikleşme ve özneleşme sağlanmadığı için gençlik bir dizi yansımaya tapıyor. Hamdım, piştim sanıyor. Hareket kültürü içi boşaltılarak üretiliyor. Göstergelere göre puanlamalar geliyor. Bugün afişe çıktım, yarın bildiriye, öbür gün işgal, zincir… Ben oldum yahut sen oldun! Neden, niçin, niye? Bu sorular sorulmadan yapılan bir eylem, bir irade, bir ‘sözde özne’ durumu, ya erken yaşlandırıyor ya bozuk kişilikler yaratıyor kendine ‘toplum mühendisi’ rolunu biçenlere…
Popülerlik taşınıyor bu kez elde silah… Kastlar, kastlar içinde prensesler, komutanlar(!) Bir maskeli balo….
Titanikte, batacaksak mutlu ölelim psikolojisine kapılmış müzisyenlerin son çırpınışları gibi en güzel eserleri süslüyor gündemi, popüler bizimkilerin!
Mış gibi yapmak uzak olsun da!..
Batıyorsun!
Bir şeyler yap!
Bir şeyler yapalım!..
Direnç Peyman
(Bu yazı “komungucu.com” adresinden alınmıştır.)