“Jürideki saygıdeğer beyler:
Benim gibi proleter olan otuz milyon Fransız’a, yaşamaya hakları olduğunu söylemiş olmakla suçlanıyorum. Eğer bu bir suçsa, bana öyle geliyor ki, bunun hesabını hiç değilse, bu davada aynı anda hem yargıç hem de taraf olmayan kişilere vermem gerekir. Şimdi, Beyler, şunu göz önünde bulundurunuz, savcılık makamı, sizin hakkaniyet duygunuza ve sağduyunuza değil, tutkularınıza ve çıkarlarınıza hitap ediyor. Sizi karşısında hiddetlenmeye çağırdığı şey, ahlaka ve yasalara karşı olan bir eylem değil. Sizin yaşamınıza ve sahip olduklarınıza karşı bir tehditmiş gibi sunduğu bir kimseye karşı intikam duygularınızı kışkırtmaya çalışıyor sadece. Şu hâlde ben, yargıçlar önünde değil, düşmanlar karşısındayım. Bu durumda kendimi savunmam son derece faydasız olacaktır. ‘Gerçek suçlayıcı ancak ezilenlerdir.’” (Babeuf’ten Dimitrof’a Sosyalist Savunmalar)
Devlete karşı yarım yüzyıldan fazla yorulmaz bir savaş vermiş, hayatını kapitalizmi yıkmaya ve sosyalist bir cumhuriyete adamış Blanqui, 1832’de Seine Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda jüriye böyle sesleniyordu.
Aşağıdaki röportaj Krallığın, İmparatorluğun, Cumhuriyetin… Fransa’nın tüm rejimlerinin zindanlarında 37 yılını geçirmiş, Fransız radikalizminin tavizsiz ismi Blanqui ile 1879 yılında ömür boyu hapse mahkûm edildiği Clairvaux zindanında London Times muhabiri tarafından yapılmıştır. Röportajda sözü edilen seçimler, 1879 yılında büyük bir oy farkı ile Bordeaux’dan milletvekili seçildiği ancak iptal edilen seçimlere ilişkindir. Aynı yıl 10 Haziran’da halkın baskısı ile cezası affedilmiş ve Paris’e mücadeleye geri dönmüştür.
27 Aralık 1880’de Paris’teki konuşmasının ardından felç geçirerek beş gün sonra hayatını kaybeden Blanqui’nin cenazesinde, 200.000’e yakın kişi Père Lachaise Mezarlığı’na kadar tabutunun arkasından yürüdü.
***
Ünlü komplocu ile zindanda bir söyleşi
Bir London Times muhabiri, Clairvaux’daki hücresinde Blanqui’yi ziyaret etti ve onu şöyle tarif etti:
Önümde gördüğüm adam ile son birkaç hafta boyunca isminin yarattığı heyecan arasındaki muazzam zıtlığa daha önce hiç şahit olmadım. Tuhaf kıyafetinin içinde kısa, gri, ince bir adam girdi içeri. Koyu renk çorapların üzerine açık takunyalar giymişti; kahverengi pantolon; kaba saba, kolalanmamış bir ketenden yakasız gömlek, boynundaki bir taneden başka düğmesi olmayan örgü bir yelek, giyinmek için en kötüsünden bir ipek bere, altında neredeyse bütün alnını kapatan sarımsı bir pamuk mendil, hem de püsküllerinin bir kısmı sık beyaz saçlarından ayırt edilemeyen. Titreyen sağ elinde, sadece ahşap yontmak için kullandığı ve sadece röportajımızın sonuna doğru gösterdiği küçük bir keski tutuyordu. Fizyonomisi ilginç bir şekilde bu acayip kıyafeti tamamlıyordu. Kafası alt kısmında kısa, şakaklara doğru geniş ve sert beyaz sakalları ile belirgindi. Ten rengi açık ve pembe, alnı geniş ama geri ve şakaklarda belli belirsiz sıkışmış; kulakları oldukça narin, gözleri büyük ve koyu: burnu tepede ince, aşağıda geniş ve kare; ağzı geniş, dudakları kırmızı ve ifadesi bazen hemfikir bir gülüşle aydınlansa da çoğu zaman müstehzi bir merakı dışa vuruyor. Her nasılsa, Bay Duserre ona kim olduğumu ve onunla konuşmaya geldiğimi söylediğinde, sol eliyle garip kıyafetini kaldırdı, sağıyla hala keskiyi tutuyordu, gülmeye başladı ve bir anlık bir sürprizden sonra bana: “O halde bütün kapılar size açık, buraya büyük İngiliz gazetesinin doyumsuz merakını gidermek için mi geldiniz?” dedi. “Hayır” diye cevapladım; “Beni buraya getiren salt merak değil. Adınız her yerde ve hakikati sizin tarafınızdan da doğrulamaya geldim.”
Müdür ve Baş Gardiyan geri çekildiler ve bizi bırakıp gittiler.
Yaşlı komplocunun politik görüşleri, söyleşinin aşağıdaki bölümlerinden edinilebilir:
“Ben siyaset ya da sosyalizm profesörü değilim, eylem adamıyım ben. Mevcut durum kötü, yerini başka bir şey almalı ve işler aşamalı olarak olması gereken yere varacaktır. Devrimci parti gerekli reformları uygulayacaktır. Öncelikle ve en önemlisi, Fransa Hristiyanlıktan kurtarılmalı. Sadece Katoliklikten değil, Hristiyanlıktan kurtulmalı. Şimdiki efendiler Katolik. Hala engizisyonumuz var. Artık yakmıyor ama tutsak ediyor. Sulh hakimleri onun buyruklarına göre hüküm veriyor. Gazeteciler dini alaya aldılar diye tutuklandılar. Herhangi bir sebeple dinin alaya alınması kabul edilebilir olmalı. Maddi olmayan güç olmadığını ve güç olmadan madde olmayacağını söylediği için bir gazetecinin tutuklandığını gördüm. Bu nefret verici. Asıl komplocular Katolikler ve Rahipler. Ferry tasarısına[1] nasıl komplo yaptıklarına bakın, ki asla yürürlüğe girmeyecek. Piskoposundan kilise görevlisine kadar hepsi uyanık. Rahiplerin maaşları lağvedilmeli, bu bir başlangıç olur.”
“Öyleyse, ateist bir devleti kabul ediyor musunuz?”
“ Neden olmasın? Hukuk ateisttir.”
“Hayır, hukuk herkesi korur. Ateist değildir. Onaylamaz ama inkâr da etmez.”
“Ama devlet ateist olmalı, bu yüzden hukukun da öyle olduğunu iddia ediyorum.”
“İnançlıların kendi ibadetlerini kendilerinin karşılamasına izin verir miydiniz?”
“Evet ama herkesten para toplayarak değil.”
“Kiliseleri açık bırakacak mısınız?”
“Evet ama vaazlar gözetim altında olacak.”
“Peki ama ibadetin yerine ne koyacaksınız?”
“Voltaire bunu çoktan cevaplamıştı, ‘Onları bir canavardan kurtardım ama bana yerine ne koyacağımı soruyorlar.’”
“Ama sırf Katolikliğe karşı tedbirleriniz bir program oluşturmaya yetmez.”
“Her zaman bir program düşünüyorsunuz. Benim programım yok. Kötü bir şey var, yerine başka bir şey koyarım ve işe yarayıp yaramayacağına bakarım. Vergilendirme kötüdür, değiştirilmelidir. Çalışanların yükü hafifletilmelidir, maaşları vergilendirilenlere zam yapılmalıdır, ondan sonra eşitliği geri getirebilirsiniz.”
“Ama bir de mülkiyeti yok ediyorsunuz.”
“Hayır, en çok sermayeyi vergilendiriyorum ve büyük miktarda mülk edinilmesini yasaklıyorum. Aynı zamanda muazzam bir basın özgürlüğü ve tüm düzenlemelerin tartışılacağı halk toplantıları olmalı.”
“Yani Fransa’yı özgürlüğü yok edecek zorba cemiyetler ağı ve ütopya savunuculuğu yapacak bir basınla kaplayacaksınız.”
“Modern zamanların ruhu olan devrimin ruhu adına tavizler vermemek için her zaman bu sözler söylenmiştir.”
“Daimî orduların lağvedilmesini, malların kamulaştırılmasını isteyenlerin teorilerine, hiçbir iler tutar yanı olmayan tüm o doktrinlere katılıyor musunuz?”
“Giderlerin kısılması ve aylıkların kaldırılması gerektiğini ve orduların bir suç kaynağı ve özgürlüğe karşı tehdit olduğunu düşünüyorum.”
“Evet, ama mevcut koşullar altında Fransa’ya silahsızlanmasını tavsiye eder misiniz?”
“Hayır ama başka türlü silahlanmalı.”
“Silahlanıp ülkenin çağrısına cevap veren bir ulusa mı inanıyorsunuz?”
“Hayır, düzensiz bir çeteye dönüşmemeli ama Fransa başka türlü silahlanmalı.”
“Unvanları kaldırır mısınız?”
“Bir bakana ‘Ekselansları’ diye hitap etmeyi gülünç buluyorum.”
“‘Mösyö’ kelimesine de şaşırıyor musunuz?”
“Hayır, önemsiz bu. 1848 Charivari’sinden[2] iki adamın karikatürünü hatırladım. Biri diğerine ‘Monsieur, je vous défends de m’appeler citoyen,’ (Mösyö, beni hemşeri olarak çağırmaktan sizi men ederim) derken, diğeri ‘Citoyen, je vous défends de m’appeler Monsieur.’ (Hemşerim, beni Mösyö olarak çağırmaktan sizi men ederim.) diye cevaplıyordu. Benim için önemsiz, hemşerimmiş mösyöymüş.”
“Dışarı çıkarsanız halkın önünde konuşacak mısınız çok?”
“Evet, eğer cemiyetler varsa, yoksa çok umursamam.”
“Halkın önünde konuştunuz mu sık sık?”
“Evet, kuşatma sırasında epey konuşma yapmıştım.”
“Çok yazar mısınız?”
“Hayır, hapiste yazdığınız bir şey asla size ait olmuyor.”
“Senatonun seçilmenizi onaylayacağını düşünüyor musunuz?”
“Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum. Bireysel olarak bakıldığında Senatoda aklı başında kişiler olabilir ama topluca çok sefil durumda, Ulusal Meclis de öyleydi.”
“Size katılmıyorum. Meclis olağanüstü adamlar da içeriyordu – Thiers, Louis Blanc, De Broglie, Buffet, Jules Simon…” Beni alaycı bir şekilde durdurdu,
“Jules Simon’a akıllı adam diyorsunuz; bir program sunmak için kürsüye çıkıp, ülkede bütün bir basın, seçmenler, seçilmişler, bütün bir ulus Cumhuriyetçiler ve Muhafazakârlar şeklinde bölünmüşken, meclisin alkışları arasında ‘Son derece Cumhuriyetçi ama aynı zamanda Muhafazakârım da” diyebiliyor. Bunu yapan bir adam bitmeli, çok gülünç.”
“Aslında devrimci değilim demeye getiriyordu.”
“Benim ayıpladığım da o ya.”
“Muhtemelen yakında salıverileceksiniz.”
“Ben öyle düşünmüyorum, beni tutmak için çok istekliler.”
“Hayır, bence bırakılacaksınız ama Haziran’ın 3’ünden önce değil.”
“Ah, Vekil olmamı önlemek istiyorlar.”
“Onları yönetmekten menetmek istiyorsunuz, sizi seçtirmemeleri çok doğal. Ama Haziran’ın 3’ünden sonra özgürlüğünüze kavuşacağınıza inanıyorum.”
“O zaman bile gitmeme izin verirler mi, kim bilir? Ama herkesi affetmemeleri yanlış olur, çünkü bir şeylerin her zaman yeniden başlaması gerekir.”
“Siz vekil olsaydınız ne yapardınız? Sınırsız af, Kilise ve Devletin ayrılığı, Komün ya da federasyon özgürlüğü önerirdiniz; Senatoda kimse yanınızda olmazdı.”
“Doğrusu çok az var; ama aşama aşama bunların hepsi değişecektir, seçmenler devrimci bir çoğunluğa dönüşecektir, ondan sonra.”
Sohbeti değiştirdim. Sağlığından, onu sadece meyve, sebze, süt ve yumurta ile yaşamaya zorlayan kalp rahatsızlığından bahsetti. Aslında ona verilen yiyeceklere güvenmiyor gibiydi – yaşlı mahkûmların deliliği. Yıkım hayalleri ve yalnızca olumsuz yeniden inşa teorileri ile dolu bu inatçı zihnin yanından huzursuz bir şekilde ayrıldım.
The New York Times
10 Mayıs 1879
Kaynak: TimesMachine
[1] Blanqui, Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet’in Milli Eğitim Bakanı olarak eğitim reformları yapan Jules François Camille Ferry’nin ücretsiz ve laik eğitim kurumlarına ilişkin tasarısından bahsediyor. 1880’de başbakan olmasıyla birlikte eğitim reformunu yaygınlaştırdı. 1881’de Tunus işgaline hem muhafazakarlardan hem radikallerden gelen tepkiler sonrası istifa etti. 1882’de yeniden eğitim bakanı, 1883’te ikinci kez başbakan oldu. 1885’te Fransız güçlerinin Tonkin yenilgisinden sonra istifa etti. 1893’te senato başkanı olduktan kısa bir süre sonra öldü. (ç.n.)
[2] 1832-1937 yılları arasında Fransa’da yayımlanmış mizah-karikatür gazetesi. (ç.n.)
Çeviren: Aslı Polat