Daha fazla dağılıp bölünmeden birleşmeliyiz! – Şiar Atakan

Devlet ve toplumsal sistem kirlenmesi olarak fıtrat-normalleşme-yozlaşma

Özel mülkiyet üzerinden yükselen her devlet ve çerçevelediği toplumsal sistemin özünde, sömürü ve zulmün türlü biçimleri vardır. Öyle böyle değil; günden güne oldukça stratejik ve temel karakterleriyle örülü sistematik olduğu kadar kendini de sürekli yapılandırmaktadır. Kirlenme, cins kırımından başlamak üzere eşitsizlik, sömürü ve zulmün tarihi kadar kökleri derindedir ve oldukça da kapsamlıdır. Ailenin, özel mülkiyetin, sınıfların ve devletin kökeni ile aynı tarihsel süreçler ve yaşanmışlıklar içerisinde iç olgu olarak bugünlere kadar gelmiştir. Dolayısıyla egemenlik odaklarının ‘temiz devlet ve temiz toplum’ yanılsamaları ve manipülasyonlarıyla, sürekli kirlenme halleri söz konusudur. Bundandır ki sömürü ve zulüm üzerinden yükselen her devlet ve toplumsal sistemin yapısal niteliği gereği, bizzat fıtratında olduğu gerçekliğidir. Bu da eşyanın tabiatı gereği ‘gayet doğal, olağan ve normal, olması gerektiği gibi’ bir tarza dönüştürülerek topluma kanıksatılmaktadır. Emek hırsızlığı başta gelmek üzere yalan dolan, hile ve entrika, aldatma ve kandırma, baskı ve cebir, sömürü ve her türlü çirkeflikler gayet normalmiş gibi sürekli toplumsal yaşama yedirilerek içselleştirilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle söz konusu olan aslında, ne kadar normalleşme o kadar anormalleşme, ne kadar sömürü ve zulüm o kadar kirlenme, ne kadar hile ve entrika o kadar yozlaşma, ne kadar rantiye o kadar insanlık ve doğal emekten uzaklaşmadır. Bozuk düzende, sağlam çark olmaz özdeyişi boşuna söylenmemiştir. Haksız ve anti-demokratik her anlayış ve çizgi temelinde daha ilk adımlar atılır atılmaz, kirlenme ve yozlaşmaya da adımınızı atmış olursunuz. Yanlış bir felsefe ve ideoloji, siyaset ve kültür üzerinden yükselerek, tabi ki doğru bir mekanizma ve toplumsal yaşam kuramazsınız. Zikri ne ise fikri de odur misali, ayinesi bizzat yaşanan gerçekler ve hakikatlerdir. Söz konusu olan sömürgen zalim sınıflar ve bunların ideoloji, ekonomi politik ve toplumsal sistem anlayışı ve çizgi pratikleridir. Egemenlik odaklarının bozuk düzenleri, insan düşüncesini de, toplumu da, tüketimi de, doğayı da sürekli bozmakta ve kirletmektedir. Tehlike ve tasfiye yeni başlamamış, aksine oldukça eskilere dayanmakla birlikte günümüze kadar gittikçe daha karmaşık ve daha sistematik bir karaktere bürünmüştür. Öyle ki; gayet aleni ve somut, yanı başımızda ve doğrudan birebir hepimizi sarıp sarmalaması, kuşatması ve yaşamımıza kendisini dayatması karşısında, insanı tedirgin edercesine sessizliğe boyun eğilmesi, çanların çalmasından öte, artık, varlık yokluk derekesine gelinmiştir. Nitekim, utanç verici bir sessizlik söz konusudur. Her kim ki sorumluluklarını yeterince yerine getirdiğini ve sürecin ihtiyaçlarına uygun nitelik ve düzeyde görevlerinin başında olduğunu dile getiriyorsa, yalan söylemenin yanında tasfiyenin de bir parçası olmuştur demektir.

Düşünebiliyor musunuz ki devleti yöneten hakim sınıflar ve o sınıflara mensup klikler, mafya ve organize suç örgütü, paralel devlet, devletin bekası ve benzeri argümanlar eşliğinde atıp tutmaktadır. Böylelikle halk kitleleri, algı operasyonlarıyla manipüle edilmekte ve yanılsamalar yaratılmaktadır. Aynı retorikleri kullanırken de aynı hakim sınıf ve klikler, bizzat kendi eylemleriyle tam bir mafya ve organize suç örgütü halinde hareket etmektedir. Şıracının şahidinin bozacı olduğu bir gerçeklik yaşanmaktadır. Hal böyle olunca da, hemen her şeyin ters yüz edildiği, bir tersine dünya sistemi ve kötü yaşam gerçekliği borusunu öttürmektedir. Egemenlik odakları ve kliklerinin kendi özel mülkiyet çıkarları için, ırkçı faşist devletin bekası nutuklarıyla özel savaşın hemen bütün aparatları harekete geçirilerek, korkunç bir karşı- devrim saldırısı yaşanmaktadır. Emperyalist kapitalizmin ve onun faşizm de dahil türevleri bütün burjuva diktatör devletlerin ve egemenlik sistemlerinin bir sonucu olarak, toplumun hayalleri bile kirletilmiş ve temelden bir bellek bozumuna uğratılmıştır. Öyle ki, satılmış sanatçı bozuntusu ve burjuva estetiğiyle zihinleri allak bullak eden sahte beyaz bir artisti, gece rüyalarında görüp gündüz onun hayaliyle yatıp kalkan geniş bir toplumsal kesim bulunmaktadır. Bütün bu sahtelikleri ortaya sermeye çalışanlar ise ucube olarak lanse edilmektedir. Daha ilk anlardan itibaren zamanı geçmiş ve halkı anlamayan, kitlelerin kültüründen uzaklaşmış ve ruh haline yabancılaşmış bireyler olarak karşılanmaktadır. Bir ütopyadır almış başını gitmektedir. Tabi ki kendiliğindenciliğin bir üst türevi keyfiyetçiliktir. Kendiliğindenci teori ve keyfiyetçi anlayış ve pratik yaşamın ise, elbette karşıtına dönüşmüş haller olduğu gerçekliğidir. Her ne kadar bunun teori ve pratiği içerisinde olunmadığı dillendirilse de hemen her yönüyle hakikatlerin somut olan yaşam gerçekliği, tasfiyenin bileşeni olunduğunu gayet açık olarak göstermektedir. Belli ki devrime inanç oldukça zayıflamış ve ciddi bir evcilleşme yaşanmaktadır. Faşizmi yıkmak işi, öyle arada gidip bir bakayım, bir deneyeyim diyebileceğimiz bir şey değildir. Her şeyden önce bu bir deneme değildir. Ayağa kalkmak ve faşizmi yenene kadar da oturmadan, canla başla mücadele ederek hedefe varma ve sonuca ulaşma eylemidir.

Daha fazla tepki ve güçlü mücadele perspektifiyle, demokratikleşelim ve devrimci birleşelim

Birlik, hiç bu kadar stratejik, temel ve merkezi, acil ve zorunlu olmamıştı. Öncelikle parçalı ve dağınık insanın, derli toplu ve kendine gelerek birlik halinde olması zorunlu ön koşuldur. Belli ki kafası karışık, dağınık ve parçalı bir anlayış ve çizgi savunularının, kendilerinden başlayarak hızlıca etrafa birliği yayacağı ve hakim hale getireceği yok. Bunun için her bireyin kendisinden başlayarak birliği genel niteliği haline getirmesi zorunlu hale gelmiştir. Donuk, hareketsiz, silik ve işlevsiz halin bir an önce terkedilmesi gerekmektedir.  

Bireyin kendisinde birlik, ailede birlik, aşirette birlik, mahallede ve sokakta birlik, köyde ve kasabada birlik, ilçe ve ilde birlik, şehir ve ülke de birlik, bölge ve kıtalar arasında birlik, dünyada birlik, demokrasi de birlik, faşizme karşı anti-faşist mücadele de birlik, devrim-sosyalizm ve komünizmde birlik, ulusal ve uluslararası birlik, komiteler ve örgütlerin kendi içerisinde birlik, partiler arası birlik, emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı birlik, katliam ve soykırıma karşı birlik, ezilen ve sömürülenler yani halk için birlik… Bunları daha da genişletebilir ve birlik için varlık gerekçemizin temellerini daha da somutlaştırabiliriz. Bütün bunları, her şeyden önce dağınık ve parçalı, yani bir türlü yeterince somut birliği gerçekleştirememe ve eylemsel güce dönüşememekten kaynaklı gerekli ve zorunlu görmekteyiz.

Emperyalist kapitalist dünyanın asgari düzeyde birlik içerisinde olduğunu belirtmek gerek. Her ne kadar çelişkili birlikler içerisinde olsalar da söz konusu ezilen ve sömürülenler olunca, onlar için gerisi teferruat olmaktadır. Böyle olunca da halklar ve ezilen uluslara karşı topyekûn bir savaş ve teyakkuz halindedirler.

Köklü ve temelden, merkezi ve stratejik bir paradigma değişikliğine ve yeniden devrimci güncellenmeye acilen ihtiyacımız var. Hiçbir şey yapamıyorsak en anlaşılır ve gayet basit bir yöntem olarak, mevcuttaki emperyalist kapitalizm ve onun türevlerinin içerik ve biçim, yapısal ve niteliksel ve somut görünümleriyle ortaya çıkan teorik ve daha çok pratik politikalarına bakmalıyız. Onları tarihsel kökleriyle analiz etmeli ve somut tahlillerini yapmalıyız. Bütün bunlar karşısında ise hemen bütün yönleriyle tam aksi yönde bir paradigmayı tasavvur etmeliyiz. Mesela düşmanımız bölüyorsa, bizler alabildiğince birleşeceğiz; parçalıyorsa, alabildiğince toparlanacağız; saldırıyorsa kendimizi savunacağız; idealizmi ve metafiziği uyguluyorsa, diyalektiği ve materyalizmde ısrar edeceğiz ve eylem kılavuzu olarak alabildiğince pratikleştireceğiz; marjinalleştiriyorsa daha fazla kitleselleşeceğiz; faşizmi ve burjuva demokrasisi ve diktatörlüğünü gerçekleştiriyorsa, halk ve sosyalist demokrasiyi kendimizden ve en yakınımızdan başlayarak uygulayacak ve de inşada ısrar edeceğiz; tekleştiriyor ve ötekileştiriyorsa, farklılıklarımız ve özgünlüklerimizi zenginliğimiz ve gücümüz olarak telakki edip çoğulcu ve komünal bir yaşamda ısrar edeceğiz; sömürü ve zulüm politikalarına karşı zulme ve sömürüye karşı daha fazla mücadele yürüteceğiz; yalan ve manipülasyonlara başvuruyorsa, bunları teşhir ederken gerçekleri de halk kitlelerine anlatma ve kavratma durumunda olacağız… Bunları çoğaltmak mümkündür.

Düşman saldırıyorsa, durumumuz iyidir misali klişeleşmiş tarzdan ve kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz. Zira düşmanın saldırılarından çok, bizzat bu saldırıları ne kadar engelleyebilmekte ve hasmımızı hangi düzeyde takatsiz bırakabilmekteyiz? Etkili ve güçlü saldırıları bir kenara bıraktık, düşmanı saldıramaz duruma ne kadar düşürmekteyiz? O halde kendimizi daha fazla nesneleştirmekten bir an önce sıyrılmalıyız. Mevcut statükolarımızı koruyalım mantığı ve bekleyerek oyalanma tarzı ve siyasetiyle faşizmi yenemeyeceğimizi bilmek ve kavramak zorundayız. Karşı-devrimin topyekûn ve stratejik olarak gerçekleştirdiği pervasız imha ve tasfiye saldırılarına karşı, çok açık ki tepkilerimiz bayağı yetersiz ve cılızdır. AKP-MHP faşizmini tarihe gömecek bir direnç ve mücadele kararlılığı, örgütlenme ve pratikleşmesinden de oldukça uzağız. Bütün bunlar da göstermektedir ki, gerçekleştirilen faşist saldırılara ve yaşanan gelişmelere ilişkin, yapılan analizlerimizin yetersiz olduğu kadar, sürecin ihtiyaçlarına uygun düzeyde bir bilinç ve mücadele perspektifinden de uzak olduğumuz açığa çıkmaktadır. Hemen her bir örgütlenme ve çalışma alanlarında, ideolojik- siyasal- askeri ve örgütsel bağlamda devrimci çizgi ve eylemsel  olarak ciddi yetersizliğimizi görmek mümkündür. Bardağın azda olsa dolu tarafının arkasına sığınarak, kamuoyuna durumumuzun oldukça iyi olduğu söylemleriyle kendimizi kandırmış olurken, kitleleri de yanlış yönlendirmemeliyiz. Çünkü özne, öncü ve önderlik görevinin oldukça gerisinde olduğumuz gerçekliği, ayan beyan ortadadır. Ufku oldukça geniş ve doğru olmakla birlikte, dar anlamda öne çıkan ve nispeten ileri bir mevzide duran belli devrimci parti ve hareketlerin bir araya gelmesi ve birleşmesiyle sınırlı kalmak değildir asıl meramımız. Aksine daha geniş demokratik ve devrimci kesimler ile de birleşmek ve bundan da önemlisi işçi ve emekçiler, kadınlar ve LGBTİQ+’lar, gençler, inkar edilen Kürt ulusu ve Aleviler, tutarlı ve ileri aydın ve kültür emekçileri, çevreci ve ekolojistler, ezilen ve sömürülen halk kitleleriyle daha fazla birleşmek ve bütünleşmektir. Gerçek kahramanın, bizzat halklar ve onların şu veya bu düzeydeki direniş ve mücadeleleriyle kitleler olduğu gerçekliği, tarihsel tecrübeler ile kanıtlanmıştır. Bunun için öncelikle halk kitlelerinin içerisinde daha fazla çalışmalıyız. Ezilen ve sömürülenler ile daha çok kaynaşmalı ve onlar ile daha doğru ve etkili olarak köklü ve güçlü birleşebilmeliyiz. Eğer bir etle tırnak olmaktan bahsedilecekse, bizzat halk kitleleri ve onların yüzbinler ve milyonlarcasıyla kaynaşmış coşkun bir ırmak gibi akarak, özgürlük denizine varacak bir mücadele pratiği içerisinde olmalıyız. Asla unutulmamalıdır ki, halk kitleleri ile yeterince birleşemeyen ve bütünleşemeyen hiçbir çalışma, göreceli bazı başarılar elde etse de, istenilen düzeyde başarılar ve kalıcı zaferler elde edemez.    

Bölünmeyip faşizme karşı birleşebildiğimiz, doğru yanlış temelinde kendi içimizde çekişerek pekişebildiğimiz ölçüde, düşmanın topyekûn saldırıları ve tasfiyesini boşa çıkarabilecek ve faşizmi yenebileceğiz. Doğma ve statükolarımızdan, küçük mülk anlayışı ve çizgi pratiklerimizden tez elden kopmalıyız. İşçi ve emekçiler başta olmak üzere kadın ve diğer ezilen cins ve kimlikler, ezilen ulus ve milliyetler, gençler, ezilen inançlar ve bütün halk kitlelerinin çıkarlarını merkeze alıp demokratik ve özgür iradeler temelinde büyük birliğe doğru hızla yol almalıyız. Bunun için, ayrı noktalar ve farklı hususlarımızı gerekçelendirip birlik dışında kalmanın hiç de doğru olmadığı, yeterince açık değil midir? Tam aksine halklarımızın demokratik ve özgür iradeleri temelinde komünal birleşme, örgütlenme ve yaşamı inşa etmek zorundayız. Köklü bir zihniyet devrimi ve devrimcileşmek  temelinde büyük bir seferberlik ruhuyla kitlelerin içerisine dalmalı ve AKP- MHP faşizmini her alanda yıkacak bir pratikleşmede, devrimci militanlıkta ısrar ederek nitel ilerleme ve sıçrama yaratarak yolumuza devam etmeliyiz.