Deniz’in katledilmesi muhalefete ne anlatıyor? – Elif Ateş

İzmir’de HDP il binasına yönelik saldırıda Deniz Poyraz’ın katledilmesinin ardından annesinin yaptığı konuşma, bizlere bir kez daha idam sehpasındaki Deniz Gezmiş’in “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” sözünü hatırlattı. Deniz’in ailesinin göç etmek zorunda kaldığı topraklarda ve sonraki süreçte gittikleri yerlerde yaşadığı işkenceler, gözaltı ve tutuklamalar, üç kardeşinin hala cezaevinde oluşu, anne ve babanın direngenliğinin yegane sebebi, Deniz’in o kısa ve onurlu yaşamının özetiydi aslında. Adını aldığı Deniz gibi o da halkların özgürlük mücadelesinin içindeydi, yaşamını yitirdiği ana kadar da o inançla, karalılıkla sürdürdü mücadelesini.

Deniz’in alçakça bir saldırıyla yaşamını yitirmesinin ardından, başta Kürdistan olmak üzere bütün coğrafyada sokaklara dökülen insanların öfkesi hiç dinmeyecektir artık. Devletin yıllardır Kürdistan’da sürdürdüğü savaşa karşı Kürt Özgürlük Hareketi’nin halkın içinde örgütlenerek, halkla birlikte yürüttüğü mücadelenin bir sonucudur bu sahiplenme ve giderek artacak olan öfke. Türkiye cephesinde de artık bütün bu saldırılara karşı “HDP’nin yanındayız, birlikteyiz, HDP’ye sahip çıkıyoruz” söylemiyle sınırlı kalmayacak bir mücadele gerekiyor. Zaten saldırıların yalnızca HDP ve Kürtlerle  sınırlı kalmayacağı, Türkiye’nin en büyük üçüncü kentinin merkezinin seçilmiş olmasıyla da gösterilmiştir. Dolayısıyla faşizme boyun eğmemek, yıllardır halkın gözünde şeytanlaştırılarak lanetlenen, tasfiye edilmek, susturulmak istenilen HDP’yle sınırlı olmayan biçimde, bütün bir halkı susturmak, korkutmak isteyen iktidara karşı cepheden mücadeleyi gerektiriyor.

Aslında Deniz’in katledildiği gün yaşananlar ve onu katleden saldırganın konumu bile çok şey anlatıyor bize. Bir devlet memurunun İzmir’den Minbiç’e uzanan yolunu kimlerin açtığı, Suriye’ye kimler tarafından götürülüp getirildiği, gittiği yerlerde üzerinde askeri kamuflaj kıyafeti ve elindeki TSK silahlarıyla hangi katliamları gerçekleştirdiği, geldikten sonra kimlerle nasıl ilişkiye girdiği, ruhsatlı silahını nasıl aldığı, aylardır HDP binasına gidip keşif yapıyor oluşu, saldırının gerçekleştiği gün parti binasının önündeki polislerin gözcülüğünde elini kolunu sallayarak bir valiz dolusu silahla içeri girişi, silah seslerine rağmen müdahale etmeyen polislerin katilin binada dolaşmasını ve merdivenlerden inmesini beklemeleri, kelepçe takmayıp “abicim” diye hitap etmeleri ve şefkatle sarılarak korumaya almaları, Parti binasının önündeki kameraların toplanıp kayıtlarının silinmesi, parti binasına girilerek delilerin yok edilmesi, açık biçimde devletin sorumluluğunun göstergesidir ve silinen yalnızca diğer suç ortaklarının izleri değil, devletin katliamdaki izleridir.

Dolayısıyla, devletin bu maaşlı ve de silahlı memuruna tetikçilik görevi verenlerin onu apar topar tutuklatmış olması, saldırının ardındaki güçlerin varlığını örtbas etmiyor, aksine açığa vuruyor.  Katilin büyük bir rahatlıkla “içimi soğutmak için yaptım, beni serbest bırakın” demesi ve benzeri diğer saldırılar gibi bunun da “duygusal hassasiyet” olarak yansıtılması da alışık işlerden diyebiliriz. Ancak içine nasıl düşmanlık yerleştirilmiş ki bu azgın katil Deniz’i silahıyla ateş ederek katlettikten ve partiyi dağıttıktan sonra tekrar yanına gelerek kafasına tekme atıyor, yerdeki cansız bedenin fotoğrafını çekip yanına “leş 1”(!) yazıp sosyal medyadan paylaşabiliyor. İşte bu, üzerinde önemle durmamız ve asla akıldan çıkarmamamız gereken bugünkü Türkiye’nin gerçekliğidir. Onun gibi yetiştirilen ve sosyal medya hesaplarından ellerinde silahlarla tehdit içerikli paylaşımlar yapan binlercesinin olduğunu, bunların da kolaylıkla elde ettikleri ruhsatlı ya da ruhsatsız silahlarıyla kendilerine talimat verileceği günü beklediklerini ve daha da önemlisi “vatanını seven” herkesin bu işi yapabileceğini, yapması gerektiğini düşündükleri bir ülke gerçekliği var karşımızda.

Yıllardır hakimiyet alanlarındaki milyonlarca insanı ellerindeki medya gücüyle, propaganda araçlarıyla zehirleyen, üzerinde ideolojik hegemonya kurdukları toplumun önemli bir kesimini de kendisinden olmayanlara düşmanlaştıran ve her türlü kötülüğü yapmaya hazır hale getiren bir iktidar gerçeği bu.  Gözü dönmüş kanlı bir diktatörlük ve saraydaki konumuyla, kişisel servetiyle padişahlara benzetilen Erdoğan her şeyi yapmaya hazır vaziyette bekliyor.  Deniz’in katili gibi Suriye’ye, Libya’ya gidip oradaki halklara karşı gerçekleştirdikleri katliamlarla “eğitilen” katil sürüleri aramızda dolaşıyor. Cihatçı, SADAT’çı çetelere ek olarak MHP’nin komandoları ve AKP’nin milis gücü konumundaki yapılanmalar, paramiliter gruplar da var.  Bütün bu tetikçileri piyasaya sürerek kan dökerek, katliamlar yaparak, sindirerek halka boyun eğdirmek istiyorlar.

İzmir’ de gerçekleştirilen alçakça saldırı sonrası “bu saldırı hepimize, Türkiye’nin istikrarına, huzuruna, güvenliğine, geleceğine” yönelik diye yaşananları muğlaklaştırıp halkın gözüne perde çekmeye çalışanlar ne yapsalar da açıkça hedef gösterilerek, doğrudan sarayda planlanan bu örgütlü saldırıyı gerçekliğinden koparamazlar. Aynı şekilde CHP ve İYİP’nin ve diğer muhalefet partilerinin saldırı sonrasında usulen yaptıkları açıklamalarla yetinerek, hala HDP’yle birlikte görünmekten imtina ediyor oluşları, onlara seçim ittifakı düzleminde dahi umut bağlamanın bir sonuç vermeyeceğini gösteriyor. Yakın bir tarihte İYİP lideri Meral Akşener “Millet İttifakı”nda HDP’yi istemediğini açıkça söylemişti ki HDP’yi yalnızlaştırma ve meşruluğu olmayan bir yapı gibi göstererek uzak durma siyasetini bundan sonra da sürdürecekleri görülüyor. Aslında kendi parti liderlerine yapılan açık saldırılarda bile gereken tepkiyi göstermeyerek, sinerek yol alışları, seçim sonuçlarının iptali karşısında sokağa çıkmaya karşı çıkışları, onlardan bundan sonraki süreç için de fazla bir şey beklenmeyeceğini ortaya koymaktaydı. Öylesine körleşmişler ki AKP-MHP ortaklığında gerçekleştirilen bu saldırı politikasının devam edeceğini ve kendileri için de bir tehdit oluşturduğunu dahi görmek istemiyorlar.

Faşizmin azgınlaşarak derinleştireceği savaş politikaları

Hepimiz biliyoruz ki İzmir’de HDP’ye yapılan ve Deniz’in katledilmesiyle sonuçlanan saldırı artık yeni bir dönemi işaret ediyor. Bunu, 90’lı yılların başında Kürdistan’da başlayıp batıya doğru yayılan kirli savaş politikalarının benzeri yeni bir siyasal konseptin başlangıcı olarak okuyanlar olduğu gibi seçimlere dönük ve daha kısa vadede sonuç almak açısından Haziran -Kasım ayı arasındaki sürece benzetenler de var.  Bize göre de bu yeni süreç yalnızca seçim dönemiyle, HDP’ye yönelik bir tasfiye süreciyle ve yalnızca korku salmak amacıyla yapılan saldırılarla sınırlı olmayacak. Faşizmin daha da saldırganlaşarak azgınca sürdürüp derinleştireceği iç savaş politikalarının başlangıcıdır yaşananlar.

Uzunca bir süredir bu ülke topraklarında iç savaşa doğru giden kanlı bir kapışmanın hazırlığı yapılıyor. O yüzden bugünlerde sürekli tekrarlanan ve “korku iklimi” diye tarif edilen iklim de bugüne özgü değil. Yıllardır yürütülen psikolojik harekatla kendilerinden olmayanı boğazlamaya hazır kitleyi hazırlayarak yarattıkları bir süreç bu. Bu nedenle,  gerçekleştirilen saldırı bize yalnızca yakın tarihteki toplumsal hafızayı hatırlatmıyor; daha da gerilere giderek düşünmemizi gerektiriyor. Ankara, Suruç ve Diyarbakır’la sınırlı olmayan biçimde, Gazi, Sivas, Çorum, Maraş katliamlarını da hatırlatıyor ve bu saldırıların daha da boyutlanarak devam ettirileceğini düşündürüyor. Siyasi cinayetlerle yetinmeyerek kitlesel kırımlarla saldırıları büyütmeyi ve Kürtlere, Alevilere, devrimci demokrat kesimlere saldırarak kendi tabanındaki kitleyi ve hatta muhalefette görünen devlet partilerini de peşlerine takmayı hedefliyorlar. 

Dileriz ki bütün bunlar gerçekleşmez. Ancak gidişat koyu bir karanlığı gösteriyor.Bir yandan çürümüşlüğüyle iyice dökülen, çivisi çıkmış bir çete-mafya-kontra düzeninin artık bu haliyle sürdürülemeyeceği gerçeği var.  Bir yandan da kendini ayakta tutmak için, yıkılmamak ve ömrünü biraz daha uzatmak için yapmayacakları şey yok. Bu yüzden önümüzdeki günlerde faşizmin iyice azgınlaştığını göreceğiz ve maalesef ki bu kontrolsüz yapının elindeki savaş güçlerini halkın üzerine acımasızca sürdüğüne tanık olacağız. Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte başka saldırılar, hatta daha büyük katliamlar da olacağını söylemek, yaratılmak istenilen korku ve tedirginliğe teslim olmak değildir, durumu ciddiye alıp gereğini yapmak amacıyladır.

Bu yüzden çöküşteler, oyları düşüyor, ”Az kaldı gidecekler” teraneleriyle bir yere varılmayacağını görmemiz gerekiyor.  Evet, AKP-MHP oyları düşüyor ama seçimle, sandıkla gitmeyeceklerini gören herkes de biliyor ki toplumsal desteğini kısmen kaybetmiş olsa da AKP-MHP iktidarı hala % 35-40 ‘la  kemikleşmiş bir yapıya sahip ve bu yapıyı rahatlıkla sokağa dökebilir, linççi bir güruha dönüştürebilirler. Dolayısıyla, artık bu ülkede faşizmi yıkma sorunu yalnızca devletle ve onun şiddet aygıtlarıyla mücadeleyi değil, bu kendisinden olmayanlara karşı kin ve nefret dolu, düşmanlaştırılmış kalabalık güruhla da kapışma sorunudur. Henüz sokaklara salınmış değillerse de bu kitlenin boğazlaşmalara varan saldırganlıkları, kıyıcı zalimlikleri gerçekleştirmek için hazır bekliyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla yalnızca asker, polis, kontra güçleri, paramiliter yapılar, cihatçı çeteler, uyuyan ve uyanık hücreler değil, faşizmin kalabalık kitle tabanının da içinde yer alacağı kanlı bir savaş tezgahlanıyor.

Türkiye faşizminin en önemli niteliği, saldırgan bir milliyetçiliğin yanı sıra dini öne çıkaran azgın bir gericilikle yürüyor olmasıdır. Yıllardır beslendikleri Türk- İslam sentezi ideolojisinin sonuçlarını alacakları en kanlı dönemi bu ülke halklarına yaşatmak istiyorlar. Acımasız bir vahşet politikasını devreye sokarak, toplumun geniş kesimlerini korkutarak, sindirerek boyun eğdirmek istiyorlar. Açıkça ”Bunlar iyi günleriniz, daha neler göreceksiniz,” diyerek muhalefet partisi liderine tehditler savuran Erdoğan ve kontra ekibinin ezeli ve ebedi düşmanlarına her türlü katliam ve vahşeti reva göreceği açık. Bu yüzden, bu sistemin çarklarının nasıl döndüğünü, en iyi kendi içlerinden biri olarak açıklayan Peker’in Ağar ekibinin Alevilere yönelik saldırıları olacağı uyarısı da yakın zaman önce Kürtlere Sri Lanka modeli diye Tamillere yapılan kitlesel soykırım politikasını önerenler de unutulmamalı.

Muhalefet cephesi

Nerdeyse herkesin iç dinamiklerden ümidi keserek Avrupa ve Amerika’ dan gelecek ipleri koparma siyasetine bel bağladığı, özellikle de Biden’la görüşmeyi heyecanla beklediği bugünlerde, NATO zirvesinde ortaya çıkan sonuçlar, Avrupa ve Amerika’nın bir süre daha Erdoğan’la idare edeceğini göstermiş oldu. Ancak Amerika ve Avrupa bir süre daha bu çeteleşmiş devlet yapısıyla yola devam edecek olsalar da, ne Erdoğan’ın Afganistan’daki NATO bekçiliği sözü ne de biat ve yeni kulluk görevleri onu uzun süreliğine iktidarda tutamaz. Uluslararası tekeller açısından istikrarsız ve ekonomik geleceği karanlık bir ülkeyle ilişkiler özellikle de iç savaş düzleminin derinleştirildiği bir noktada uzun ömürlü olmayacaktır. İşte tam da bu noktada bu kısa ömürlerini uzatmak için yarattıkları bataklığa gömülene kadar da ellerinden geleni ardına koymayacaklardır. 

Yıllardır söylenen “artık yönetemez hale geldikleri” gerçeğine ve kendi içlerinde yaşadıkları çatışma ve çelişkilere, sıkışmışlığa rağmen, halkın yaşadığı açlığın yoksulluğun, sömürünün üzerine perde çekerek kendi çürümüşlüklerini, yağmaya, talana dayalı iktidarlarını uzatmak istiyorlar. Faşizmin yarattığı toplumsal düzen artık hırsızlığa, yolsuzluğa, yalana, gaspa, şiddete ve tecavüze dayalı çürümüşlük ve yozlaşma düzenidir. Ülke böylesine derin bir ekonomik ve siyasi kriz içindeyken, bu saldırgan politikaları devreye sokarak diktatörlük düzenini devam ettirmek istiyorlar.

Bütün bu tehlikeli gidişata karşı öncelikle içinde bulunduğumuz gerçekliğin kavranması, devamında da saldırılara hazırlıklı olacak bir konumlanış içinde olunması gerekiyor. Deniz’in katledilmesinin ardından sokakları dolduran kitleler, bundan sonraki süreçte teslimiyete hayır diyerek, başkaldırı iradesini ortaya koyacaklarını göstermiş oldu. Artık kitlesel karşı koyuşları, kitlesel halk direnişlerini öne çıkaran mücadele anlayışıyla hareket etmemiz, asla geri çekilmememiz gerekiyor. Deniz’e, Denizler’e sözümüz: “Bu ülkenin sokaklarını ve meydanlarını yeniden zaptedeceğiz!