Devrimci anarşizmle tartışma / 2 – Mehmet Güneş

Örgütlü anarşizmle, örgüt sorununa yaklaşımda ayrışma ve buluşma noktalarımız

Devrim ve devrim sonrası komünizme geçiş sürecinin örgütlenmesi sorununa yaklaşım konusunda, Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu’nu esas alarak, anarşizmin devrimci damarını oluşturan Platformist hareketle bir tartışma yürütmeyi esas aldık. Platform üzerinden ilerlerken en çok dikkatimizi çeken şey, ortak noktalarımızın ayrıştığımız noktalardan çok daha fazla olduğudur. Örgüt sorununa yaklaşımda da benzer bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Yine Platformu esas alarak ilerleyelim.

Platform’da, “Örgütsel Bölüm” diye açılan başlıkta, buraya kadar söylenenlerin bir nevi programatik görüşler olduğu anlaşılıyor ve örgütün “kesin taktik ve teorik” yönelimini içerdiği ve “kesin” hükmüyle bunların tüm kolektif için bağlayıcı olduğu belirtiliyor. “Yukarıda ifade edilmiş olan genel ve kurucu görüşler, anarşizmin devrimci güçlerinin örgütsel platformunu oluşturur.” “Kesin bir taktik ve teorik yönelim içeren bu platform, örgütlü anarşist hareketin tüm militanlarının etrafında toplanacakları asgari platform olarak görünmektedir.”(Platform, s. 17)

Ortak örgütsel platform açıklamasını, “Teorik Birlik” alt başlığı izliyor. “Teori, bireylerin ve örgütlerin faaliyetlerini belirli bir amaca giden yola kanalize eden gücü ifade eder. Doğal olarak, bu teori, Genel Birliğe bağlı tüm bireyler ve örgütler tarafından ortaklaşa paylaşılmalıdır. Genel Birliğin tüm faaliyeti, gerek genel gerekse ayrıntılı olarak, birlik tarafından geliştirilmiş teorik ilkelerle tam bir uyum içinde olmalıdır.” (Platform s. 23) Buradaki ifadeler herhangi bir Leninist iddialı partinin tüzüğünün amaç maddesinde veya programlarının bir bölümünde farklı ifadelerle yer alır. Bu ifadeler son derece yumuşatılmış terimlerle, Bolşevik ilkelerine benzer şekilde, merkezi iradeye ve otoriteye uyum istiyor. Örgütün ideolojisi anlamında gücünü “teori” den aldığı söyleniyor. Ve bu teori “genel birliğe bağlı tüm bireyler ve örgütler tarafından paylaşılmalı” deniyor ve “kesin” olarak “tam bir uyum” isteniyor. Bu bildiğimiz merkezi ve hiyerarşik bir örgüttür. Arkasından gelen “Taktik Birlik ya da Kolektif Eylem Yöntemi” başlığında yazılanlar örgütün merkezi yapısını pekiştiriyor. “Aynı şekilde, Birlik içindeki ayrı birey ve grupların başvurdukları taktik yöntemler aynı olmalıdır; yani, hem birbirleriyle, hem de Birliğin genel teori ve taktiği ile uygunluk içinde bulunmalıdır.

Hareket içinde ortak bir taktik hattın olması, örgütün ve bütün hareketin varlığı açısından belirleyici bir öneme sahiptir: Bu, birbirine karşıt çeşitli taktiklerin yıkıcı etkilerini ortadan kaldırır, hareketin tüm güçlerini bir merkezde yoğunlaştırır, onları kararlaştırılmış bir hedefe giden aynı doğrultuya yöneltir.” (Platform s. 23) Bu belirlemeler de Leninist partilerde merkezi ilkeleri kesinleştiren tüzük maddeleri olarak yer alır. “Aynı şekilde, Birlik içindeki ayrı birey ve grupların başvurdukları taktik yöntemler aynı olmalıdır; yani, hem birbirleriyle, hem de Birliğin genel teori ve taktiği ile uygunluk içinde bulunmalıdır.”

Devamında “Kolektif Sorumluluk” başlığıyla, örgütle üyeler arasındaki görev, yetki ve sorumluluklar belirleniyor: “Birlik her üyenin devrimci ve siyasal faaliyetinden sorumlu olacaktır; yine her üye bir bütün olarak Birliğin devrimci ve siyasal faaliyetinden sorumlu olacaktır.” Ardından anarşizmin alamet-i farikası olarak “Federalizm” başlığı geliyor, ancak bu başlıkta söylenenlerin hepsi Leninist partilerde daha geniş olarak üyelere ve yerel örgütlere tanınan hakları içermektedir. Önce bir yığın bireyin özgürlüğü, örgütlerin bağımsızlığının önemi anlatılıyor ve sonunda her üye için kesin ve bağlayıcı hüküm yer alıyor: “Dolayısıyla, federalist türden anarşist örgüt, her üyenin bağımsızlığını, özgür düşüncesini, bireysel özgürlük ve inisiyatifini kabul ederken, her üyenin kararlaştırılmış örgütsel görevler üstlenmesini ve ortak kararların uygulanmasını talep eder.” Burada söylenen, Leninist bir partinin tüzüğünde üyelik kriterlerini belirleyen maddelerin içinde yer alır.

“Federalizm” bölümünün devamında, Leninist partilerde örgütün merkez komitesine denk gelen ve özgürlük temennileriyle süslü, hemen hemen benzer yetkilerle yetkilendirilmiş “Birlik Yürütme Komitesi” anlatılıyor. “Birliğe bağlı tüm örgütlerin faaliyetlerinin koordinasyonu düşüncesinden hareketle, özel bir organ yaratılacaktır: Birlik Yürütme Komitesi. Bu komite, şu işlevlerin görülmesinden sorumlu olacaktır: Birlik tarafından alınmış kararların uygulanması; tek tek örgütlerin Birliğin teorik görüşleri ve genel taktik hattı ile uygunluk içindeki faaliyetlerinin teorik ve örgütsel uyarlanmasını sağlama; hareketin genel durumuna gözcülük etme; Birlik içindeki tüm örgütler arasında ve diğer örgütlerle işlevsel ve örgütsel bağlar geliştirme.” (Platform s.24 ) Bunlar Leninist partilerdeki MK yetki ve sorumlulukları ile örtüşüyor.

Platform’un devrimin savunulması başlığı altında daha sonra söyledikleri ilginçtir. Platform’un yazarları, bireyci anarşistler gibi oyun oynamayıp gerçekten devrim savaşına girişmek istedikleri için anarşizmin ütopik hayalleri ile yaşamın ve sınıflar savaşının katı gerçekleri arasında kalıyor ama devrimden yana tavır koyuyorlar. Savaşın ve askerliğin kesin otorite ve disiplin isteyen doğası, onları merkezi komutayı kabullenmek zorunda bırakıyor ve bu durumun anarşist ilkeleriyle uyumunu kurmaya çalışıyorlar. “Tüm savaşlarda olduğu gibi, bütün askeri eylemlerin iki temel ilkesine başvurulmadığı sürece, emekçiler iç savaşta yengiye ulaşamazlar; söz konusu iki temel ilke, operasyonların planlamasında birlik ile ortak komuta ilkeleridir. Devrimin en kritik anı, burjuvazi devrimin örgütlü gücüne karşı harekete geçtiği zaman yaşanacaktır. Bu kritik an, emekçileri askeri stratejinin bu iki ilkesini benimsemeye zorlar.”(Platform s. 21)

Devamında Bolşeviklerin yaklaşım ve uygulamaları eleştirilerek kendi farklılıklarını anlatan ilkeleri sıralarlar. Gerçekte bu ilkelerin hepsi, iç savaş öncesi Bolşeviklerin de kabul ettikleri ilkelerdir. Bolşeviklerin programlarında, düzenli ordu savunulmaz; bunun yerinde özgür halkın silahlanması veya silahlı halk milislerinden söz edilir. Bütün Rusya’ya yayılan ve yıllar süren emperyalist müdahale ve iç savaş, devasa bir “kızıl ordu” örgütlenmesiyle sonuçlanmıştır. Platform, gönüllü hizmet ilkesinden söz ediyor ve silahlı güçlerin yozlaşıp bozulmaya uğramaması için birçok başka tedbir öneriyor. Ancak uzun bir sürece yayılan, büyük bir devrim sürecinden ve bu devasa mücadelenin ateşleri içinden gelen yazarlar, karşı devrimin, emperyalist müdahalenin ve iç savaşın ne demek olduğunu bildikleri için, gerek toplumsal ve ekonomik yaşamın gerek siyasal ve idari düzene ilişkin ve son olarak orduya ilişkin tüm ilkeleri sıraladıktan sonra Bolşevikleri de içine çeken, hemen tüm tedbirleri birçok devasa ve karmaşık görevleri yapacak merkezi, hiyerarşik ve bürokratik mekanizmaları öneriyorlar. Hepsinin yanına, bunların özgürlükçü, gönüllü ve öz yönetim ilkelerine uygun olacağı taahhüdü konuyor, tıpkı Bolşevikler gibi. Bolşevikler de partinin, silahlı halk milislerinin, yönetim görevlerini üstlenecek karmaşık devlet birimlerinin katılımcı, özgür ve gönüllü vb. niteliklerde olduğunu iddia ettiler. Burada ne görüyoruz, devrimci anarşizm devrimci kalmakta ısrar ettiği müddetçe, çok eleştirdikleri Bolşeviklerin araç ve yöntemlerini kullanmak zorunda kalıyorlar.

Bu söylediklerimizi, Platform’a önsöz yazan Alan MacSimóin daha iyi açıklıyor. “Kitapçık ilk yayınlandığında, Errico Malatesta ve Alexander Berkman gibi dönemin tanınmış anarşistlerinden bazılarının sert eleştirilerine maruz kaldı. Bunlar, broşürü, “Salt Bolşevizmden bir adım öteye gitmek” olarak yorumladılar ve onu “Anarşizmi Bolşevikleştirme” yolunda bir girişim olmakla suçladılar.” (Platform, s.4)Errico Malatesta ve Alexander Berkman ilkeler üzerinden konuştukları müddetçe haklıdır; ama devrimci mücadeleden ve yaşamdan öğrenmemiş olmakla yanlıştır. Platform, yaşanmış bir pratik, büyük bir devrim deneyinden öğrenerek ve sonuçlar çıkararak konuşuyor. Alan MacSimóin devamında şunları söylüyor. “Platform”un temel düşünceleri, hala, uluslararası anarşist harekette bugün geçerli olan düşüncelerin önünde gidiyor. Kitapçık, daha iyisini yaratmak için dünyayı değiştirme arzu ve çabasında olan anarşistler için, bu görevi yerine getirmede gereksinim duydukları araçlardan bazılarının nerede olduğuna işaret ediyor.” Tüm sorunlar teorinin alanında kaldığı müddetçe, bir kısım sözler olarak kalmaya mahkumdur; pratik, teorik mülahazaları deneyler, sonuçlarını tekrar teoriye kazandırır ve teori bu biçimde sürekli gelişir ve yetkinleşir.

Buraya kadar sergilediğimiz çerçeve, birçok noktada Leninist partilerle benzerlikleri içeriyor ve birçok noktada eleştirel değerlendirmelerimizle birlikte Platformu olumluyoruz. Bu eksenin aynı zamanda devrimcilikte ısrarın bir ifadesi olduğunu düşünüyoruz. Sermayeye ve devlete sahip burjuva sınıfı yenecek ve onun devlet dahil tüm örgütlenmelerini dağıtacak bir örgütten söz ediyoruz. Çarlık, tepeden tırnağa şiddet araçlarıyla donanımlı devasa bir mekanizmaydı ama bugünkü sıradan bir devlet örgütlenmesi yanında, basit bir organizasyon olarak kalır. Oyun oynamıyorsak ve kendimizi kandırmıyorsak, günümüz devletleriyle baş edecek bir örgüt; hem burjuvazinin şiddet ve terörüne karşı direnecek hem bunun için gereken her türlü şiddet araç ve yöntemlerini kullanacak hem de kendisini kalıcı hiyerarşik ve otoriter bir araca döndürmeyecek bir örgüt olmalıdır. Bu, “şeytana pabucunu ters giydirmekten” zor görevi, nasıl ve hangi yöntemlerle gerçekleştireceğimizi tartışıyoruz ve zira başka çaremiz yok. Yetmez; bu yapı, karşı şiddet uygulayıp düşmanı yenecek bilinç, örgüt, lojistik ve insan unsurlarına sahip olmak zorundadır. Tekrar belirtelim, burjuvaziyle mücadelede her türlü şiddet araç ve yöntemlerini kullanan merkezi ve sıkı örgüt, aynı zamanda kendisini otorite ve iktidar haline dönüştürmeyecek tedbirleri almak zorundadır. Platform’un söz ettiği, öncülük ve teorik rehberlik kabul edildiğinde, kendiliğinden bir otorite de kabul edilmiş oluyor. Bu özel bir görev ve özel bir görevliler tarifidir; ayrıcalık, uzmanlık isteyen özel birimler, yani bürokrasi inşasıdır.

Anarşizmin örgütsel deneyleri de incelendiğinde benzer sonuçları elde ederiz. Ayrıca biz, anarşizmin özgürlükçü gelenek üzerinden yaptığı eleştirilerin bir kısmını değerli ve geliştirici olarak kabul ediyoruz. Asıl sorun, biz bugünkü gerçeklikte, Lenin’e, Marks’a nasıl sadık kalırız çabasında değil, sermaye cehenneminde nasıl ayakta kalırız, nasıl bir örgütle bu dünya çapında muazzam bir terör ve baskı makinesine dönüşmüş kapitalist sistemle ve devletlerle nasıl savaşabiliriz; bunun çarelerini yöntemini, örgütünü arıyoruz. Aynı zamanda nasıl düşmanımıza benzemeyiz; geçmiş devrimlerin başarılı örgütleri gibi yıktıkları sistemlere benzeyen bürokratik iktidar aygıtlarına dönüşmemek için hangi tedbirleri almak durumundayız, tartışmak istediklerimiz bunlardır.

Buradan parti veya örgütten ne anlamamız gerektiğine, niçin ve nasıl bir örgüt tartışmasına geçebiliriz. Parti sorununa dair statik yaklaşımlardan kaçınmak gerekir. Belki bazı genel ilkelerden söz edebiliriz ama bunlar da tümüyle değişkendir. Sınıflar mücadelesinde, yeni tipte bir örgütlenme olarak parti sorununu devrimcileştiren ve çok büyük tartışmalara sebep olan Lenin’dir. Lenin, kendinden önceki veya kendi dönemindeki Marksizm ve Marksist partilerle aynı olsaydı, Lenincilik denilen bir kavram ortaya çıkmazdı. Lenin, zamanın Marksistleri arasında heretiktir ve bundan dolayı Marksizme, Leninizm olarak eklenmiştir. Lenin’in parti kavramı zamanının anlı şanlı tartışılmaz örnek partilerine meydan okuma ve reddiyedir. Döneminde herkesin gıpta ettiği, örnek kitlesel işçi partisi olarak anılan Alman Sosyal Demokrat Partisine bir reddiyedir. Sosyalizmi burjuva demokrasisinin içerisinde arayan, evrimci, parlamenterist reformist partilere bir reddiyedir.

Örgüt derken ne anlıyoruz? En başta söyleyelim, Ne Yapmalı’da ve benzeri örgütsel metinlerde kurulan örgütü kurmak için çalışmıyoruz, ayrıca Lenin de değişmez bir örgüt şema veya ilkelerine bağlı kalmamıştır.

Lenin, kendi zamanın Marksistleriyle en çok ve en sert tartışmaları parti sorunu üzerine yapmış, devrimcilerin örgütü olarak öne sürdüğü parti, sınıftan sapma, sapkınlık olarak görülmüştür. Rosa Lüksemburg, Leninist merkezi parti anlayışını sorguluyor, bunun parti içi demokrasi ve parti tabanının parti içindeki hakimiyeti açısından sorun oluşturacağını söylüyor ve Leninist anlamda proletarya diktatörlüğüne de karşı çıkıyordu: Burjuva devletin baş aşağı çevrilerek, burjuvazi yerine proletaryayı yerleştirip, onu olduğu gibi kullanmanın kabul edilemeyeceğini söylüyordu.

Zamanın anlı şanlı tüm sosyal demokrat işçi partileri, Lenin’in parti anlayışını sapkın, komplocu, Blankist sapma olarak yaftaladılar. Bolşevikler için “Narodnik” ve “Blankist” suçlaması çok yaygındır ve Lenin bu suçlamaları gururla kabul ettiğini açıklar. Menşeviklere katılan eski bir Bolşevik, hemen Ekim devrimi öncesi, Lenin için şunları diyor: “Lenin kendini Avrupa’nın otuz yıldır boş olan tahtına, Bakunin’in tahtına aday gösterdi. Lenin’in sözleri artık miadını doldurmuş sözlerin, ilkel anarşizm sözlerinin yansımasıdır.” [1] İlginç bir durumdur, klasik oportünist partiler tarafından “anarşist, komplocu” olarak suçlanan Lenin, anarşistlerce de komploculukla eleştirilmiştir. Benzer şeyler Mao için, Fidel Kastro ve Che için de kendi dönemlerinde söylenmiştir. Bu üç lider de dönemlerindeki yerleşik ve mutlak kabul edilen örgüt ve mücadele yöntemlerine başkaldırıp, yeni yol ve yöntemlere cüret etmişlerdir ve bundan dolayı “sapma” olarak eleştirilmişlerdir. Her parti kendisini bir tarihsel dönemin örneğinden yola çıkarak oluşturur ve bu daha önceki devrimci atılım ve kalkışma deneylerinin dersleriyle doludur. Lenin’in sosyal demokrat partilerden kopuşu, Rusya’nın otokratik koşulları ve daha önceki Rus devrimci geleneklerinin deneylerinden aldığı dersler sonucudur. Ve bunu açık açık, Halkın Dostları’nı överken oportünist Marksistleri eleştirerek yapar.

Çin, Küba, Vietnam devrimleri de aynı biçimlerin, yerel ve enternasyonal deneylerin sonucudur. Bugünün partisi bir takım kalıplar üzerinden değil, bütün bu deneylerin dersleriyle ve yeryüzünde daha önce görülmemiş bir büyüklükte küresel emperyalist hakimiyetin gücünün kırılması gerçekliği üzerinden oluşturulmalıdır. Dünün devletleri güçlü ama bugünün güçleriyle kıyaslandığında çocuk oyuncağı sayılacak düşmanlardı. Çarlık devasa bir güçtü ama çürümüştü, Çin paramparçaydı, Batista tam bir işbirlikçi diktatördü. Bugünün en küçük devleti bile bunların hepsinden daha komplike kontrol, baskı ve terör mekanizmalarıdır ve emperyalizmin sınırsız desteğine sahiptir.

Devrimin yaşaması, devrimci otorite sorununa bağlıdır

Lenin’in partisine komplocu dendi, Mao ve Che’nin hareketleri haydutlar olarak anıldı. Bugün az çok devrim iddialı, devrimci yöntemleri kullanan örgütler, yalnız burjuvazi tarafından değil bir yığın solcu muhalif tarafından da terörist olarak niteleniyor. Biz terörist tanımlamasından hiç gocunmuyoruz. Bugünün devrimci örgütü işçi partisi olmalı, Lenin’in “komplocu” partisi gibi olmalı, İspanya’da barikatlarda savaşan anarşistlerin örgütü gibi olmalı, Mao ve Che’nin örgütleri gibi “haydutların” örgütü olmalı, bugünkü terörizm sıfatını da coşkuyla sahiplenmeli ve bunların hepsiyiz demeliyiz. Yetmez, bizim örgütümüzün kundakçı, suikastçi, sabotajcı ve bilimum yıkıcılık metotlarının tümünü tereddütsüz kullanacağını ilan etmeliyiz. Bugünün partisi, “devletinizle, şirketlerinizle, genel kurmayınızla, gökdelenlerinizle, istihbarat örgütlerinizle, dijital kozmik yuvalarınızla, bankalar ve para kasalarınızla sizin iktidarınızı yerle bir etmek için, bütün “terör” yöntemlerini tereddütsüz kullanacağız’ diyerek sahaya girmelidir.

Paris komünü deneyi öğretmiyorsa hiçbir şeyden öğrenemeyiz. Paris Komünü döneminde, devrimci otorite gereğini fiilen küçümseyen tutumların yarattığı sonuçlar unutulmamalı. Komün, göz göre göre, özerklik ve otonomi ütopyalarıyla, hemen kuvvetlerini birleştirip karşı devrimi ezmek üzere harekete geçmediği için karşı devrim tarafından vahşi ve kanlı biçimde ezilmiştir. Burada hata kimindir ve hangi yanılsamalı yaklaşımlardan kaynaklandı, sorusunu irdelemek; tekrarına meydan vermemek için elzemdir. Bugün daha güçlü ve azgın kuvvetlerle karşı karşıyayız. Paris Komünü’nün hayatına mal olan temel faktör, karşı devrimi ciddiye almayıp gereken tedbirleri almamasıdır. Ve bu tarihsel deneyimden çıkartılan bu önemli ders günümüzde de sınıfın devrimci mücadelesine ışık tutmayı sürdürüyor.

Dünyada şimdiye dek “örgütsüz kitle” veya “kendiliğinden yığınlar” eliyle oluşturulmuş herhangi bir siyasal hareket mevcut olmamıştır, bundan sonra da olacak değildir. Böyle bir durum anarşistlerin pratiğinde de asla yaşanmamıştır. Aynı biçimde anarşistler tarihte her devrimci durumla karşı karşıya kaldıklarında, kendi tezleriyle de karşı karşıya gelmişlerdir. Devrimci anarşistler bu durumlarda kendi programlarını değil devrimin çıkarlarının gerektirdiği görevleri uygulamak zorunda kalmıştır. Gene küçük küçük deneyler olsa da çok önemlidir, devlet otoritesinin yıkıldığı her durumda, kendilerini gerçekleştirmek ve var kalabilmek için, değişik alanlarda devlet denmese bile, birçok küçük devlet benzeri kendi otoritelerini kurmaya girişmek zorunda kaldılar. Buraya kadar tartıştığımız “Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu” isimli önemli metin de dediklerimizi doğruluyor. Devrimci anarşizmin, merkezi örgütsel, programatik devrimci ilkelerini açıklıyor.

Bugün radikalizmde ve toplumsal devrimde ısrar eden komünistler ve anarşistler tüm dünyada marjinal küçük gruplar olarak aynı zamanda kriminal vaka haline dönüştürülmüş, alabildiğine daralmış ve zor bir dönemden geçiyor. Hangi gelenekten geliyorsa gelsin kimsenin kendisini yüceltip diğer direnişçileri küçümseme hakkı yoktur. Kitlelerin açlığın pençesinde sokakları yakacağı önümüzdeki dönemde, daha fazla kendi tecrit edilmiş alanlarımıza ve dünyalarımıza esir olmaktan çıkıp, başta tüm anti kapitalist devrimci güçler olmak üzere, yürüyen yıkıcı kitle hareketlerini ileri çekecek ve büyük mücadeleye hazırlayacak örgütlenmeleri ve güçleri toparlamak zorundayız. Bu büyük kavga, eski klasik grupsal ve tarihe hapsolmuş, tarihsel olarak aşılmış görüşler ve araçlarla karşılanamaz. Bizler yılların verdiği alışkanlıkların esiriyiz. Kitlelerden kopuk ve pratik devrimcilik yapma olanaklarımız daraldıkça daha fazla geçmişe, tarihe, geleneklere gömülüyoruz. Siyasi partiler, genellikle olaylara içerden bakmaya kilitlenmiş yapılardır ve siyasal atmosferin değişim dönemlerinde, kendi yapılarını korumaya dönük tutucu eğilimler içindedir. Çözüm, kendi dar, tecrit edilmiş alanımıza daha çok daralıp çıkışı orada aramakta değil, yürüyen sosyal harekete açılmaktan geçiyor. Komünist ve anarşist hareket ancak kendi dışıyla daha çok ilişkilenerek kendini büyütebilir.

Bugün Marksizm ve anarşizm etiketi altında daha çok adı duyulanlar geçmişi lanetleme kampanyasına katılanlardır. İnsanlığın hafıza kaybının zirvesinde olduğu, bütün büyük devrimlerin ve tarihi olay ve kişiliklerin hafızalardan silindiği bu dönemde, kendi konumlarımıza gerçekçi olarak nasıl yaklaşmalıyız? Her şeyin, her isyancı eğilimin lanetlendiği ve tüm isyancı kuramlardan büyük kesimlerin bu lanetten kurtulmak için kendi geçmişlerinden kaçtığı ve inkarcılığın, tövbekarlığın zirve yaptığı bir dönemde, hangi tarihsel akımdan olursa olsun hala devrim, hala sosyalizm, hala isyan diyenler, bizdendir ve biz onlardanız.

Günümüzde üretici güçlerin toplumsallığı, büyük ölçekli genişletilmiş yeniden üretim, teknolojideki baş döndürücü gelişmelerin üretime dönüştürülmesinin sonuçları olarak son derece karmaşıklaşan iş süreçleri ancak bu gelişmelerde uzmanlaşmış örgütlenmeleri ve denetim mekanizmalarını zorunlu kılar. Devrimin başarısıyla, kapitalist üretimin silahlanma ve israfa dönük bölümleri durdurulur veya buralar uygun biçimde topluma yararlı üretim birimlerine dönüştürülür. Ancak teknolojik gelişmeler hızlanarak üretim süreçlerini allak bullak edecek yönlere doğru evriliyor. Teknolojik gelişmeleri reddeden, kaba teknoloji karşıtlığı, büyüyen nüfusun ihtiyaçlarını ve toplumsal gelişmenin yasalarına körleşmedir ve bir adım sonrası gericiliktir. Aynı şey çok daha karmaşıklaşmış ve devasa büyümüş kentler ve ülkeler yönetimi, kitleler öz örgütlenmelerini tamamlayıp her türlü yönetme ve yönetilme gereğini ortadan kaldıracak düzeyi kazanmadan, uzmanlık birimleri gibi gelişkin kadroların görevlendirilmesi ve karar mekanizmalarını zorunlu kılar.

Günümüzün bir başka gerçekliği hem saldırıların hem karşı direnişlerin sınırlara sığmamasıdır. Ulusal sınırlar, savaşlar ve kitlesel göçlerle delik deşik olmaya devam ediyor ama devlet denilen çeteler henüz kontrolü ellerinde tutuyor. Buna rağmen komünistlerin mücadelesi, ulusal sınırlara hapsedilemez, enternasyonalizm başat bir konuma yerleştirilmeden yapılacak mücadeleler de komünizm mücadelesi olarak kabul edilemez. Dünya artık enternasyonalist bir savaş arenasıdır, bütün sorun komünizm iddiasını devam ettiren bütün akımların bu gelişmeyi içselleştirmeleri ve kendilerini dünyanın herhangi bir yerindeki emperyalist kapitalist sisteme karşı süren savaşlarla bütünleştirmesi ve kendi savaşını dünya çapında süren savaşın organik bir parçası haline dönüştürmesidir. Bu hangi temellerde ve nasıl pratik mücadele araçlarıyla karşılanacaktır? Dünya, 1917 devrimini gerçekleştiren Bolşevik partisinin zamanında dondurularak, “Nerede Kalmıştık?” diye devam ettirilemez, bugünün sorunlarının cevaplarını güncel mücadele içindeki yeni kuşak devrimciler vermek zorundadır.

Buraya kadar daha çok tarihsel süreç üzerinde durduk, geçmişe dönük ve geçmişle ilişkisi bağlamında güncel sorunlara değinmelerde bulunduk. Geçmişi tartışırken unutmayalım ki daha çok bugünü tartışıyoruz. Tartıştığımız sorunlar güncelde de yoğun tartışılıyor. Avrupa ve Amerika kıtasında özellikle kentsel mücadele alanlarında liberter komünistler oldukça aktif ve etkindirler ve bu eksende süren yoğun deneylerden ve tartışmalardan haberdarız. Özellikle Murray Bookchin’in kitapları ve yazılarını izliyoruz. Önümüzdeki süreçte güncelde süren tartışmalara da girebiliriz. Tartışmayı bu eksende kapatmak istiyoruz. Kapatırken radikal demokrasiyi savunan ve dikey örgütlenmeyi reddeden güncel iki deneyin sonuçları dikkate değerdir. Geleneksel örgüt ve siyaset aygıtlarını reddeden ve kendisini “radikal demokrasi” çizgisine yakın tarif eden iki örnek Podemos ve Syrza; birisi iktidar olmasıyla diğeri biraz kazandığı etkinliği büyütmek için, radikallik yanını da demokrasiciliği de taca atarak, eleştirdikleri yapılardan daha hiyerarşik iktidarcı bürokratik mekanizmalara dönüştüler.

Gene burada tartıştıklarımıza benzer bir değerlendirmeyi otonomcu görüşleri ile bilinen Michael Hardt yatay örgütlenmelerin bugüne kadarki sürecinden çıkan sonuçları süreksizlik ve örgütsüzlük, geçicilik yanlarıyla belli bir sınıra vardıklarını, duvara dayandıklarını söylüyor. “Yatay örgütlenme uygulamalarının belirli türden bir özeleştiriye ihtiyacı olduğundan kastım budur: Bugüne kadar karşılaştığımız sınırlılıkların farkına varmak durumundayız.”[2] Sonrasında söyledikleri daha dikkat çekici, biraz uzun bir bölüm aktarıyoruz. “Sonucun ne olacağına dair bir fikrim yok. Yataylığın yenilgiye uğradığı ve bu nedenle eski liderlik ve örgütlenme formlarına geri dönmemiz gerektiğini söyleyenlere sempatiyle yaklaşanlardan değilim – ben bu türden bir çözüme karşıyım.

Fakat bu geleneksel örgütlenme formlarının bir süreliğine taşıdığı niteliklerin de ciddiye alınması gerekiyor. Biz ne kadar onlardan nefret etsek de ya da onları eleştirsek de solun geleneksel ve hiyerarşik kurumlarının pek çok tarihsel durumda yönetici sınıfa karşı etkin bir karşı-iktidar olarak hareket ettiğini, uzun bir dönem boyunca sürekli faaliyet gösterdiğini ve içinde geniş bir toplumsal nüfusu barındırdığını kabul etmek durumundayız.

Dolayısıyla solun geleneksel kurumlarından bahis açmamın nedeni, onlara geri dönmemiz gerektiğini söylemek değil, bunun yerine, bu kurumların bazı etkilerini farklı araçlarla hayata geçirebilecek yolların farkına varmamız gerektiğini söylemek – belki farklı biçimlerde düşünülen ya da deneyimlenen yatay örgütlenmeler yoluyla.” Bildiğimiz kadarıyla her tür örgütlenmeyi en uçtan reddederek otonom ilişkileri savunan Michael Hardt, “her ne kadar nefret etsek de” diyerek,  geleneksel kurumların yatay örgütlenmelerden çok daha fazla etkili olduğuna işaret ediyor. Buradan çıkartılacak sonuç, bir geriye dönüş değil, yataylık-dikeylik ilişkisinin yeni düzlemde, yeniden tanımlanmasına ihtiyaç olduğudur. Hardt utangaç bir biçimde bunu söylüyor.

İşbölümünün getirdiği bir zorunluluk olarak, biz hem kurumlaşmak, uzmanlaşmak ve birçok alanda birçok değişik örgütlerden oluşan ve aynı hedef ve amaçlar gereği merkezi program ve hedefleri gözeten ağlardan oluşan bir kurumsallaşmaya gitmeliyiz. Ve bu kurumlar toplamının verili nesnel koşullar ortamında adım adım otoriterleşeceğini ve giderek kalıcı iktidarlaşmaya yöneleceğini bilmek zorundayız. Bunlara lanet olsun diyemeyiz, böyle diyenler, kendilerini sınıflar savaşının dışına savururlar. Onlar savruldu diye sınıflar savaşı da otoriter kurumlar da, hiyerarşi ve iktidarlar ve karşı iktidarlar temelinde çatışmalar da son bulmaz, daha da sertleşerek devam eder. Ta ki, sınıflar ve tüm ayrıcalıklar ortadan kaldırılıp, silininceye kadar. Bu döneme kadar tüm örgüt reddiyecileri gevezelik dışında mücadelenin dışına düşerler. Devrimcilik bu gerçeklikleri bilerek, mücadelenin yol ve yöntemlerini zorlamaktır. Kurumlar oluşturacağız ve kurumsallaştığımız her alanda ve bu kurumların içinde ve çevresindeki tüm bireyler olarak bu kurumlardaki bürokratizme, kastlaşmaya, hiyerarşi, ayrıcalık ve otoriterlik eğilimlerine karşı sistemli kesintisiz savaş vereceğiz, vermek zorundayız. Kurduğumuz her kurumu, aynı zamanda yıkmak için ve yıkmak üzere sürekli teyakkuz halinde olmak zorundayız.

Sonuç yerine

Sürekli, anarşizmin devrimci kalmak için, Leninistler’de eleştirdikleri araçları ve yöntemleri, aynı anlama gelen farklı kavramlarla ifade edip ve yanına yöresine özgürlük sözcükleri katarak savunmak veya benimsemek durumunda kaldıklarını, kendi metinleri üzerinden anlatmaya çalıştım. Bu çabamın eski eleştirdiğini mat etmeci, yerin dibine batırmacı, kendine hayran ben merkezcilik olarak değil, doğru anlaşılması önemli. Anarşistler için söylediğim şeyler, kendisini Marksist Leninist olarak görenler için de fazlasıyla geçerli. Sosyalizm olarak kabul ettiğimiz sistemin çöküşünden sonra, hemen bütün devrimci eğilimler derece derece bir eleştirel bakışa zorunlu olarak girdiler ve geçmiş sosyalizm pratiğine ilişkin tartışma başladı ve devam ediyor. Bu tartışmalar eski solun geniş kesimlerini hızla burjuva liberal dünyalara savururken küçük bir kesimi de tersi yönde tutucu ve muhafazakar, eskiyi dogmatikçe savunma pozisyonuna sürükledi.

Anarşistler için söylediklerimiz kendimiz için de geçerlidir, bu tartışmalara bugün başlamadık. Aşağıdaki alıntılarda görüleceği gibi, geçmiş Marksist pratiği anarşizmin daha önce dillendirdiği özgürlüksüzlük, otorite, hiyerarşi, parti diktatörlüğü vb. birçok yönden eleştirdik ve aynı doğrultudaki tartışmalarımız derinleşerek devam ediyor. Üç yıl önceki bir örgüt belgemizde şunlar yer alıyor: “Kurumlarımızı nasıl tanımladığımız önemlidir. Kapitalizmde tüm kurumlar iktidar mantığının üzerine oturur, tüm kurum ve araçlar iktidar için ve iktidar araçlarıdır. Burjuvazinin iktidarını yıkmak için ortaya çıkan devrimci kurum ve örgütlenmeler de zaman içinde, bir biçimde iktidarcılığı üreten araçlara dönüşebilmektedir. Bu, çok ciddi bir savrulmadır ve sonuçları vahim olmuştur. İlk bozulma, aracı kutsallaştırmayla başlar. Araç, amaçlaşır ve bizzat onu oluşturan bizlerin üzerinde hakimiyet kurar. Farkına varmadan, tüm kolektifimiz bu aracın bir aparatına dönüşür. Düzende olduğu gibi araçlar, yaratanları kölesi haline getirir. Bu kurum fetişizminden başka bir şey değildir. Kadroyu partiye, partiyi işçi sınıf ve emekçilere yabancılaştıran bu düzeneği kesinlikle reddetmeliyiz. Komünist özne olmak, kurum fetişizmini üreten, devam ettiren her siyasal ideolojik belirlemeyle, örgütsel mekanizma, biçim, yöntem ve yaklaşımla savaşımı gerektirmektedir. 

Özgürlük güçleri, komünal toplumu hedeflemiş, kendine ve halka karşı iktidarcılığı reddetme bilinciyle -ve bu temelleri yaratmak için- ortaya çıkmıştır. Geçmiş mücadelemizin deneylerindeki iktidarlaşmış ve amaçlaşmış örgütsel kurum ve formları yıkarak gelişkin bir kolektivizmin üzerinden gelişen komünal bir yapıyı oluşturmayı amaçlamıştır.

Komünarlar bu gelenekten kopuş iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Kongreler, bir dönemin muhasebesi ve halka karşı hesap verme platformları ise komünar kurumlar kendilerini sonsuzca bir kongrede gibi örgütlemek ve kurumlaştırmak zorundadır. İllegal koşullara rağmen kendi kolektifine ve kitlelere açık olmanın ve hesap vermenin yöntemlerini yaratmak zorundadır. Kitlelerin ve kendi üyelerinin denetimi, bürokratizmin ve iktidarcılığın, şef kültünün önündeki tek engeldir. Kendisini örgüt güçlerinin ve kitlelerin denetimine açmayan ve açıklık ilkesi üzerinden inşa etmeyen tüm örgütlenmeler bürokratizmin batağına düşmekten ve kastlaşmaktan kurtulamazlar. Açıklık, bir boyutuyla savaş örgütünün savaştığı düşmana karşı bazı dezavantajlar yaratabilir, itinalı ve dikkatli olunmazsa düşmana açık vermeye dönüşebilir. Sınırları her dönem ve koşullar içerisinde yeniden tanımlanmak durumundadır. Tarihteki uygulamalara baktığımızda, güvenlik gerekçesiyle kendisini örgüt kamuoyunun ve kitlelerin eleştirel değerlendirmesine kapatan örgütlerde yaşanan kastlaşma ve bürokratizmin, aslında düşmandan çok kendine ve kitlelere karşı bir korunmaya dönüştüğü açıktır. Açıklık ve güvenlik doğru orantılı sanılır aksine ters orantılıdır. Ne kadar kitlelerin denetimine açık olursak o oranda düşman sızmalarına da açık veririz, mantığı düz mantıktır. Açıklık ideolojik ve politik düzlemlerde yürütülür, güvenlik teknik ve taktik boyutludur. Açıklık ilkesel ve yaşamsaldır, güvenlik koşullara göre ve deneysel olarak kazanılması gerekendir. “Hiçbir yerdeyiz ve her yerdeyiz” sloganımız tam olarak bunu anlatmaktadır. Özgürlük güçlerini düşman aradığında hiçbir yerde bulamazken, halk aradığında her yerde olabilmelidir ve bu başarılamayacak bir hedef değildir. Her yerdeysek, her an halkın denetimine açık, hiçbir yerdeysek düşmana karşı sıkı bir güvenlik kazanmışız demektir.” (7 Temmuz 2017)

Marksistler ve anarşistler arasındaki tartışmada en temel sorun yatay ve dikey örgütlenme anlayışları arasındaki farklılıklardır, bu tam da yukarıda söylediklerimle yani Marksistlerle Anarşistler arasında süren bir tartışma değil tüm devrimcilik iddiasındaki sosyalistleri, bir bütün yirminci yüzyıl devrimciliği ve devrimlerini ilgilendiren ve bugün devrim ve komünizm arayışında olanlar cephesinde süren bir sorun ve tartışma. Tartışmayı daha somutlaştırmak gerekiyor. Yatay ve dikey örgütlenmeyi tartışırken neyi tartışıyoruz? Akademik veya keyfi bir tartışma veya örgütlerden örgüt beğenme, daha önemlisi, ütopyamızdaki örgütü, en özgürlükçü örgütü seçme, bir ideal örgüt arama sorunu değil, ilke ve amaçlarımızı unutmadan, içinden geçtiğimiz koşullara göre somut ve zor bir görevi gerçekleştirecek örgütü yaratma sorunudur.

Çok sade olarak, örgüt sorununu tartışırken neyi tartışıyoruz? 1- Bugün her zamankinden daha büyümüş ve karmaşıklaşmış devlet ve devletler sistemi olan ve bildiğimiz bilmediğimiz en son teknolojik gelişmelerle donatılmış, muazzam terör ve şiddet yüklü kapitalist sistemle mücadele etmek için onu yıkıp yok edecek bir örgütü tartışıyoruz. 2- Burjuva devletler sistemini, onların kullandığı tüm araç ve yöntemleri ve baskı, şiddet aygıtlarını engelleyecek araç ve yöntemleri oluşturmak ve kullanmak zorundayız. Engellemek yetmez; geri püskürtecek, yenecek ve bir daha başkaldıramaz hale getirecek yöntem ve araçlara ihtiyaç var. 3- Bu araç ve örgütler geçmişte gerçekleşti ve emperyalist zinciri birçok noktasından kırıp sosyalist sisteme geçildi. Sosyalizm iddialı tüm bu sistem, katkıları ve örnek alınacak uygulamaları yanında, birçok yerde ve birçok alanda yıkılan diktatörlüklere taş çıkartacak katı ve despotik iktidarlara dönüştüler. Özgürlüğü getirecek örgütler otoriter zorba bürokratik kurumlara dönüştüler. 4- Anarşizm başından itibaren otoriter ve hiyerarşik olarak reddettiği bu örgütlerin alternatifi olarak etkin ve iddialarıyla uyumlu bir örgütlenme ortaya çıkaramadı. 5- Yeni, bilmediğimiz ve kavramadığımız bir yöntem ve araç yoksa taşı ancak daha sert bir metalle parçalayabiliriz. Birileri, dünya emperyalizmiyle savaşmak için merkezi ve otoriter olmayan yeni ve başka araçları yarattıysa onları kullanabiliriz. 6- Emperyalizm bugün daha fazla “iç olgu” haline gelmiştir. Zafer kazanmış devrimden önce küçük büyük devrimci yükselişleri hiçbir kural tanımadan doğmadan boğuyor. Bu gerçeklik daha baştan yeryüzündeki tüm devrimci güçlere mücadelenin enternasyonal karakterinin gerektirdiği görevler yüklüyor. 7- Yeni devrimci örgüt, tüm bu gerçeklerin bilincinde ve gereklerine uygun bir tarzda kendisini örgütlemelidir.

Devrim savaşı hem bir iç savaştır, hem bir dış savaştır. Dış savaşta kazanabilmemizin temel şartı iç savaşı kazanmaktır. İç savaş, dış savaş iç içedir ama öncelik iç savaştır. Kendi kendimizle savaştır. Kendi kendimizle, kendi örgütlerimizle, tekrar kendi örgütlerimizde, kendi hastalıklarımızla, kendi burjuva yanlarımızla savaştır. Kesintisiz, uzlaşmasız, sonsuz bir savaştır. Buna ideolojik savaş denir. Ve komün insanı ve komün toplumuna varmak için biz, kendimiz, örgütlerimiz, bileşenlerimiz ile burjuva toplumla yaşayan kendimizle savaşırız.

Bugünkü kolektifimiz ne kadar başarıldı tartışılır, geçmiş gruplar dünyasından koptuğunu iddia ediyor. (Tartışılır diyoruz gruplar dünyası ve grupçuluk tek, biricik, en belirgin ve yıllara dayanan, tüm duygu ve bilinç dünyamıza yerleşmiş, yıkılmaz bir hükümdarlık kurmuştur. Grupçuluğu yıktık diyenler, birlik yaparak bu iddiaya soyunanlar daha taş gibi gruplar olarak, eskisinden daha büyük ve daha çok grupçu olarak doğuyorlar.) Somut olarak da mevcut kolektifimiz, bir geleneğin sürdürücüsü değil, bir geleneğe dayanmıyor, eski geleneklerinin inkarı üzerinden ve “yeni” iddiasıyla çok farklı örgütlerden devrimcilerin birliğinden oluşuyor.  

Klasik anlayışa göre anarşistler ve Leninistler asla bir araya gelemezler. Allahın koyduğu bir yasak yok, bir önyargı değilse neden asla bir araya gelemesinler? Ayrıca yukarıda söyledik, hayat öyle demiyor. Kaldı ki, tarihte örgütlü çevreler ve bireyler olarak sürekli bir akışkanlık hep olmuştur. Dünyada ve Türkiye’de birçok kerli ferli Marksist, anarşist saflara geçmiş, bizim ülkemizden biliyoruz, birçok genç militan anarşist Leninist iddialı örgütlere katılmıştır.

Anarşizme yaklaşımımızı devrimci eleştiri özeleştiri temelinde yeniden gözden geçirmek, birlikte yapabileceklerimizi en basitten karmaşığa doğru geliştirmek, aynı zamanda “yenilenme” sorununa yaklaşımımızın bir boyutudur. Bu konuya yaklaşımımızı uluslararası mücadeleye ilişkin özet olarak anlatan ve kolektifimizin görüşlerini yansıtan bir yazıyı daha önce yayınladık, bu yazıda anarşistlerle Marksistlerin aynı zamanda dünya üzerinde birliğini önerdik: “Troçkizm gibi birçok ülkede antikapitalist mücadelenin içerisinde yer alan anarşist hareketin bir kesimi, kendisini Anarko-Komünist olarak adlandıran kesimler de Dünya Komünist Hareketinin içindedir. 1. Enternasyonal, komünistler ve anarşistlerin ortak örgütlenmesi olarak doğmuş, aralarında başlayan anlaşmazlıklar sonucu, iki akım kopuşmak zorunda kalmıştır. Sonrasında Rusya, İspanya başta olmak üzere, birbirinin kanını dökmüş olmalarından dolayı, araya düşmanlıklar girmiştir. Ancak köprülerin altından çok sular aktı, bugün ne anarşistler ne komünistler aynı kişilerdir. Emperyalizme, kapitalizme karşı mücadelede dünyanın birçok yerinde ve hemen her eylemde yan yana dövüşebiliyorlar. Anlaştıkları oranda bunu ortak bir örgütlenme ve dayanışma içinde sürdürmeleri dünya işçi sınıfı ve ezilen kitlelerin çıkarınadır.” (Enternasyonalizm Üzerine Sesli Düşünceler E. Demirci Komün Dergi, Sayı 3)

Daha önemlisi, biz dünyanın bütün ülkelerinden, ABD, Kanada, Latin Amerika ülkelerinden, Asya, Avustralya ve hemen tüm Avrupa ülkelerinden, değişik zamanlarda kalıp dönen ve tekrar gelen sayıları yüze yaklaşan anarşist yoldaşlarla beraber olduk ve hala daha birlikteliğimiz devam ediyor. Biz, anarko komünist, anarşist yoldaşlarımızla beş yıldır birlikteyiz; aynı mekanlarda, aynı komünal birimlerde her anlamda birlikte yaşıyor ve komünal bir ilişki içinde bulunuyoruz. Askerlik ve savaş gibi otoriter ve disiplin isteyen görevlerde, aynı komuta altında birçok cephede birlikte savaştık. Savaş dışındaki zamanlarda tek örgüt gibi birlikte çalışıyoruz. ABD vatandaşı Robin yoldaşımız bunlardan birisiydi, DKP savaşçısıydı ve savaş cephesinde bombardımanda kaybettik. Gene birlikte olduğumuz yoldaşlar, yakın zamanda TC’nin Serekaniye’ye saldırısında kaybettiğimiz MK üyemiz ve komutan Ceren yoldaşımızı kendi yoldaşları olarak sahipleniyorlar.

Birlik sorununda herkesten farklı düşünüyoruz, yakınların değil farklı olanların, devrimci eksende duran ama farklı ekollerden gelenlerin birliğini daha önemli görüyoruz. Benzeşiklerin toplamı nicelik büyümedir, farklılıkların zor ilişkisi ve alaşımı nitelik sıçramasıdır. Tonlarca bakıra tonlarca daha bakır eklemek kümeyi büyütür fark yaratmaz, belirli bir miktar bakırla kalay birleştirilince nitelik sıçraması gerçekleşir, tunç ortaya çıkar. Örgütler, anlayışlar, gelenekler, daralmış tecrit halde adeta mezarlarımıza dönmüştür, isteyen bu mezarlarda ömür tüketmeye devam edebilir; devrimcilik ise yeniyi yaratmak için eskiyi yıkma cüretidir. Durgun dönemlerde herkesin bildiği ve alıştığı iş ve eylemleri yapmak, ben daha başarılıyım, ben daha iyiyim demektir sadece ve bu farklılık yaratmaz. Dostun da düşmanın da beklemediği, düşünmediği, şaşkınlık, öfkeyle veya coşkuyla karşılayacağı beklenmedik ataklar, durgun ortamlarda parlayan şimşek etkisi yaratır. Olmaz, olamaz denileni başarabiliriz, dünün düşman addedilen ana akımları buluşabilir bu azgın terör dünyasına meydan okuyacak bir savaş örgütü yaratabiliriz.

Fotoğraf: Robert Capa – Cumhuriyetçi askerler Aragon Cephesi’nde. 7 Kasım 1938


[1] Alexander Rabinowitch, Devrime Doğru, s. 39

[2]Solun Mekânları: Michael Hardt ile Söyleşi 20 Aralık 2015