Devrimci siyasal parti gerçeği – Resul Kocatürk


Modern anlamda parti, program ve tüzükle somutlanan organların merkezileşen bütünü ve toplumsal yapı içinde ortak düşünce ve görüşteki bireylerin belli bir program-tüzük etrafında oluşturdukları siyasal topluluk olarak tanımlanabilir. Konu düzleminde, toplumun sınıflara bölündüğü, yani üretim araçlarına sahip olanla olmayanın belirgin olarak ortaya çıktığı, tarihsel düzlem perspektifi ile siyasal parti gerçeğine odaklanacağız. Emperyalist-Kapitalist sistem egemenliği altında örgütlenen siyasal partiler, genel olarak sınıf farkı gözetmeksizin bütün toplumu temsil ettiklerini iddia ederler. Oysa, siyasal partiler sınıfların temsilcileri olarak ortaya çıkarlar ve bu temelde faaliyet gösterirler, yani; ya üretim araçlarına el koyan burjuvazinin temsilcisi olarak örgütlenirler ya da işçi-emekçi ezilen halkların çıkarları temelinde örgütlenirler. Bu eksende parti konusunu işçi-emekçi ezilenlerin sınıf çıkarlarını esas alan boyutta incelemeye çalışacağız.

Marksist parti tarihi ve anlayışı

Belli bir program ve tüzüğe sahip olan ilk önemli “Komünist Parti” örgütlenmesi, 1847’de kurulan Komünistler Birliği’dir. Komünistler Birliği, Marks-Engels’in birlikte kaleme aldıkları 49 maddeden oluşan tüzük ve yine birliğin programı olarak 1848’de yazdıkları Komünist Manifestoyu da kapsayan bir oluşumdur. Manifestonun “Komünistler ve Proleterler” başlıklı bölümünde kimi yanlarıyla parti anlayışına değinilir. Buna göre; Komünistler diğer işçi sınıfına muhalif ayrı bir parti oluşturmazlar. Bir bütün olarak proletaryanın çıkarlarından ayrı ve bağımsız çıkarları yoktur. Kendilerine ait ilkelerini, proletarya hareketini biçimlendirmek ve kalıba dökmek için sekterce dayatmazlar. Komünistler, diğer işçi sınıfı partilerinden sadece iki bakımdan ayrılırlar;

1- Farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerinde ulusun tamamından bağımsız olarak bütün proletaryanın ortak çıkarlarına işaret eder ve bunu öne çıkarırlar.

2- Burjuvaziye karşı işçi sınıfının verdiği mücadelenin çeşitli gelişim aşamalarında daima ve her yerde bir bütün olarak işçi sınıfı hareketinin çıkarlarını temsil ederler.

Bu nedenle komünistler, pratik olarak bir yandan bütün ülkelerdeki işçi sınıfı partilerinin en ileri, kararlı ve aynı zamanda da diğer partileri ileri doğru iten kesimleridirler; öte yandan, teorik olarak, proleter hareketinin ilerleme çizgisini, koşullarını ve nihai genel sonuçlarını açıkça kavrama bakımından proletaryanın büyük kitlesi üzerinde avantaja sahiptirler. Marks-Engels yaptıkları bu tespitlerle parti/sınıf ilişkisinin nasıl olacağı ya da olması gerektiği konusunu açık olarak ifade etmektedirler; fakat örgütsel olarak nasıl bir biçimin ve de anlayışın geliştirileceği konusunda özgün bir yaklaşım sunmazlar. Dahası, parti kavramıyla neyi kastettikleri açık ve anlaşılır değildir.

“Komünistler diğer işçi sınıfı partilerine muhalif ayrı bir parti oluşturmazlar.” ifadesi belirsizlikler içermektedir. Marks, bu yönlü bütün çalışmalarında parti kavramını çok farklı temellerde ele almaktadır. Örneğin, çok geniş ve gevşek bir örgütlenmeye sahip Chartist hareket, küçük çalışma grubu ve taraftarları, genel devrimci dava gibi birbirinden çok farklı örgütlenmeleri belirtmek için parti kavramını kullanmaktadır. Oldukça geniş bir yelpazede dolaşan Marks, parti kavramını en belirgin biçimde, Freiligrath’a yazdığı mektubunda ortaya koyuyor; “Komünist Birlik, tıpkı Paris’teki Mevsimler Derneği ve yüz kadar diğer dernek gibi sadece partinin tarihinde, her yerde modern toplumun toprağından kendiliğinden gelişen bir epizoddur*… “Parti” teriminden sözcüğün geniş tarihsel anlamında partiyi anlıyorum.” demektedir. Marks, yaptığı tespitle asıl olanın toplumun örgütlenmesi olduğunu, bunun biçiminin, şeklinin nasıl olacağının çokta önemli olmayacağını işaret etmektedir. Marks-Engels’in fiili olarak içinde yer aldıkları ilk hareket daha çok Alman zanaatkarları bir araya getiren, uluslararası temelde illegal olarak örgütlenen, “Haklılar Birliği” derneğidir. Katılımlarından kısa süre sonra dernek adı “Komünistler Birliği” olarak değiştirilir; yeniden örgütlenme kongresi yapılır. Kongrenin gündeminin temel maddesi; “seçimle gelen ve daima görevden alınabilecek kurullardan oluşan bütünüyle demokratik bir yapının gerçekleştirilmesi ve komplo özlemi taşıyan herkese karşı mücadele edilmesi” olarak belirlenir. Fiili olarak ciddi bir başarı elde edemeyen Birlik, Batı Avrupa’nın hemen tümünü saran 1848 halk ayaklanmaları içinde Engels’in söylemiyle; “Birkaç yüz Birlik üyesi birdenbire ayaklanmaya katılan muazzam kitle arasında kaybolur.” Yaşanan gelişmeler üzerine, Londra’da sürgünde bulunan Marks, 1849 sonbaharında Komünist Birlik yönetimini toplar. Almanya orijinli olarak merkezi yanı güçlendirilmiş ve silahlı mücadeleleri de işaret eden illegal parti olarak yeniden örgütlenme gerekliliğini ima eder ve Mart 1850’de Komünist Birlik merkez komitesinin tebliğini yani ünlü “Mart Tebliği’ni” sunar. Mart tebliğinde temel olarak geçmiş dönemin deney-tecrübelerini ve çıkarılması gereken örgütsel sonuçları ortaya koyar. “Aynı zamanda Birlik’in önceki sıkı örgütlenmesi önemli ölçüde genişletilmiştir. Devrimci harekete doğrudan katılan üyelerin büyük kısmı, illegal dernekler kurma zamanının geçtiğini, kamuya açık faaliyetlerin tek başına yeterli olduğuna inanıyordu. Tek tek çevreler ve topluluklar merkez komite ile bağlarının gevşemesine ve dereceli olarak azalmasına izin verdiler. Sonuç olarak, demokratik parti, küçük burjuvazinin partisi Almanya’da gittikçe daha fazla örgütlenirken, işçilerin partisi dayanabileceği yegâne sağlam zemini kaybetti. En fazla ayrı yörelerde yerel amaçlar için örgütlü kaldı ve böylece genel hareket içinde bütünüyle küçük burjuva demokratlarının hakimiyeti ve liderliği altına girdi. Bu duruma son vermek ve işçilerin bağımsızlığını yeniden sağlamak gerekir.” tespiti yapan Marks yeniden örgütlenme perspektifini şu sözlerle ortaya koyar. “Yeniden örgütlenme ancak özel bir görevli tarafından gerçekleştirilebilir ve merkez komite özel görevlinin özellikle şu sırada harekete geçirilmesinin olağanüstü önemli olduğunu düşünmektedir. Şu sırda yeni bir devrim yaklaşıyor; bu nedenle işçiler partisi, 1848’de olduğu gibi burjuvazi tarafından kullanılmak ve yedeklenmek istemiyorsa en örgütlü, en birleşik ve en bağımsız tarzda hareket etmelidir. Yani resmi hükümetlerin yanında işçiler, ister belediye komiteleri biçiminde ister başka biçimde olsun kendi işçi hükümetlerini eş zamanlı olarak kurmalıdırlar. Hiçbir gerekçeyle silah ve mühimmat teslim edilmemelidir, silahsızlandırma yönünde yapılan her girişim gerekirse zor kullanılarak boşa çıkarılmalıdır. Burjuva demokratların işçiler üzerindeki etkilerinin yok edilmesi, işçilerin derhal bağımsız ve silahlı olarak örgütlenmesi, burjuva demokrasisinin kaçınılmaz ve geçici yönetimine mümkün olduğu kadar çetin ve taviz koparıcı koşulların dayatılması, yaklaşan ayaklanma sırasında ve sonrasında proletaryanın ve dolayısıyla Birlik’ in göz önünde tutması gereken ana noktalardır.”

Yaptığımız uzun alıntıdan anlaşılacağı üzere işaret etmiş olduğu perspektifler boyutuyla, Lenin tarafından altmış yılı aşkın bir süre sonra formüle edilecek olan “öncü parti” anlayışı ile yer yer paralellikler arz eder. Marks’ın duruşunda bu kavrayışın ayırt edici önemli bir özellik olarak öne çıktığını görüyoruz. Bu özellik, somut koşullara-gelişmelere göre parti konusundaki görüşlerinin değişkenliğidir. Örneğin, Mart Tebliği’nde ortay koyduğu örgütlenme planlarının temel perspektifleri, Komünist Birlik hareketinin 1848 halk ayaklanmasında işlevsiz kalması üzerinedir. Marks, Uluslararası İşçi Birliği’nin (I. Enternasyonal) 1867 Lozan Konferansında; “İşçilerin toplumsal kurtuluşları politik kurtuluşlarından ayrı düşünülemez!” görüşünü ortaya atar. Örgütlenmenin özgünlüğünün de derinleştirilerek işçi sınıfının ayrı bir parti kurma zorunluluğunu öne çıkarır ve 1871 Londra Konferansında, I. Enternasyonalin tüzüğüne parti ile ilgili net ifadelerin yer aldığı bir madde girmesini sağlar. “Mülk sahibi sınıfların kolektif iktidarlarına karşı mücadelesinde proletarya ancak mülk sahibi sınıfların oluşturdukları bütün eski partilere muhalif ayrı bir siyasal parti kurmak suretiyle bir sınıf olarak davranabilir. Proletaryanın bir siyasal parti içinde bu inşası toplumsal devrimin ve onun nihai sınıflarının ortadan kaldırılması hedefinin zaferini gerçekleştirmek için zorundadır.”

Her ne kadar Marks, enternasyonalin tüzüğüne böylesi bir maddenin girmesini sağlasa da genel anlamda kabul gördüğü söylenemez. Esas olarak, I. Enternasyonal uluslararası bir komünist parti olma özelliklerine ve meziyetlerine sahip olmayı başaramamıştır. Bundan dolayı, Enternasyonalin Avrupa eksenli olarak farklı ülkelerdeki işçi örgüt ve partilerinin geniş bir federasyonu oldu. Her seksiyon kendi teorik programını oluşturmayı benimsenmiş ve genel anlamda işçi sınıfının sosyalist iktidarını esas alan ideolojik bir programla ilkesel bir örgütlenme olmaktan uzak kalmıştır.

Sonuç olarak, Marks’ın öngördüğü parti anlayışı kadük kalmaktan kurtulamamıştır.

*Epizod: Edebiyat eserlerinde geçen ikinci derecede olaylar için kullanılan

Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SAPD) ve marksist parti modeli

1875’de kurulan SAPD, Marks-Engels tarafından amansızca cepheden eleştirilen bir partidir. Aynı zamanda parti ile güçlü bir dayanışma içinde olmuşlardır.

Marks, “Gotha Programının Eleştirisi” eserinde bir bütün olarak SAPD konu edinir. Parti programının en temel eksiğinin enternasyonalizmden yoksunluk olduğu bunu kınadığını, politik taleplerinde genel oy hakkı, doğrudan yasama, popüler adalet, halk ordusu vb. gibi eski ve bilinen demokratik nakaratın ötesinde hiçbir şeyin olmadığını ortaya koyar. Gerek Marks gerekse de Engels olsun yer yer burjuvaziye teslim olmakla suçlamalarda bulundukları durumlarda dahi, SAPD için “Partimiz” kavramını vurgulamaları dikkat çekicidir. Kendi doğrularını oluşturarak partiden ayrılma yolunu seçmezler. Son kerteye kadar ideolojik-politik mücadelede ısrar ederek partiyi devrimci-enternasyonalist çizgiye çekmeye çalışırlar.

Başta reformizm olmak üzere çeşitli eğilimleri belirgin olarak barındıran bir kitle partisi olan SAPD, Marks-Engels için zaman içinde amaçlarına ulaşacaklarını düşündükleri ve bunun için mücadele ettikleri bir oluşumdur. Engels; “Parti, öylesine büyük ki parti içinde mutlak tartışma özgürlüğü bir zorunluluktur. Ülkenin en büyük partisi bütün fikir farklılıklarıyla kendilerini tam olarak ifade etmeksizin var olamazlar.” diyerek, partiyi onayladıklarını ifade eder. Doğrudan içinde olmasalar da sürekli dayanışma içinde oldukları SAPD’ a bağlı kalmışlar ve bu dayanışmalarından dolayı olsa gerek tarihe Marksist Parti Modeli olarak reformist kitle partisi SAPD geçmiştir.

Bolşevik Leninist öncü parti

Marksist parti olarak ifadesini bulan sosyal demokrat-reformist kitle partisi anlayışı; devrime ulaşmakta bir mücadele aracı olarak, başta oportünizme ve her türden sınıf dışı anlayışlara karşı mücadeleyi esas olan sınıf bilinçli sınırlı sayıda kadrodan oluşan öncü parti anlayışıyla, radikal bir şekilde aşılmıştır.

Bolşevik öncü parti anlayışı hiç koşulsuz kendinden menkul bir şekilde ortaya çıkmadı. Marks’ın parti çalışmalarından, Paris Komün deneylerine kadar bir dizi gelişmeleri inceleyen Lenin; Rusya’nın somut koşullarının ve mücadele tarihinin tahlilleri üzerinden öncü parti düşüncesine ulaştı. En başta da Rus otokrasisine karşı bireysel eylemlerle ortaya çıkan Narodniklerin irade ve kararlılıkları Lenin’in ilgisini çekiyordu. Lenin, bu pratikleri romantik ve ütopyacı olarak değerlendirerek toplumsal devrimin yolunun sınıf mücadelesinden geçtiği teorisinden hareket etmeyi esas almış, Rus çarlığının baskı ve şiddetini de hesaba katarak özgün parti örgütlenmesi fikrine varmıştır.

Her şey bir yana, Almanya’da olduğu gibi, Rusya’da da sınıfın tamamını temsil etme iddiasında olan sosyal demokrat geniş kitle partisi gibi bir oluşumu gerçekleştirmek olanak dahilinde değildir. Lenin, “Ne yapmalı” da çok açık bir ifade ile; “Ancak ıslah olmaz bir ütopyacı otokrasi altında geniş bir işçiler örgütü düşünülebilir.” diyerek durumu tespit eder ve devamında, nasıl bir örgüt sorusunu da açıklık getirir. “Otokratik bir ülkede böyle bir örgütün üye sayısını devrimci faaliyete profesyonel olarak katılan ve siyasi polisle savaşma sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kişilerle ne kadar sınırlarsak örgütün açığa çıkarılması o kadar güç olacaktır.” der ve devrim mücadelesinde bir amaç değil, araç olan örgüt-parti olgusunun ilkesel boyutları yanında, esas olarak somut koşulların tahlili üzerinden ülke gerçekliği temelinde ele alınacak parti modelinin bilimsel boyutunu önümüze koyar. Herhangi bir özgün ya da yerel modelin bırakalım evrensel olmasını, somut ülke şartları içerisinde dahi sosyo-ekonomik, coğrafi vb. farklılıklar belirgin boyutlar taşıyorsa, farklı biçimde örgütlenmelere ve genel parti anlayışında revizyonlara gidilebilir. Nasıl ki su konulduğu kaba göre şekil alıyorsa, komünar parti-örgüt gerçekliği de kendi ülke somut gerçekliğine göre şekil alacaktır! Bolşevik Parti gerçekliği budur ve Rusya düzleminde somut ifadesine ulaşabildiği oranda devrime yürüyen işçi-emekçi ezilen halklara öncülük yaparak muzaffer olmayı başarabilmiştir.

Gizlilik, eğitim, disiplin, profesyonellik gibi temel argümanlarla ifade edebileceğimiz, öncü parti örgütlenme modeli, dar merkeziyetçi yapısı nedeniyle kolektifi boşa çıkarır. Bu boyutuyla kişilerin öne çıktığı, abartılara, hizipsel boyutta sapmalara ve demokratik merkeziyetçi yanın sağlıklı işletilmemesi sonucunda bir bütün olarak partinin araç olma niteliğinin belirsizleşerek amaca dönüşme tehlikesine açık yanları vardır. Öncü parti örgütlenmesinin ideolojik perspektifi yalnızca egemen sınıf olan burjuvaziyi ve onun temsilcilerini hedef almasıdır. Parti örgütlenmesi ve etkisi dışında kalan işçi-emekçi ezilenlerin farklı örgütlenmeleri cepheden “sınıf dışı” olarak ilan edilir. Muazzam bir güce, olanağa, disipline sahip olan düşman gücüne karşı savaşımda disiplinli, merkezi yapıya sahip ideolojik netliği olan bir örgütlenme zorunluluğu olmazsa olmazdır. Yani oportünizmle mücadele perspektifi temelinde sınıfın farklı katmanlarının ya da bilakis proletarya içinden çıkan farklı düşünce, yöntem ve oluşumlara karşı cepheden mücadele etmeyi esas alır. Bu anlayışı dolaylı olarak politika sahasına da sirayet eder ve politika yapma alnını daraltma potansiyelini güçlü şekilde içinde barındırır. Açığa çıktığı durumlarda parti politika alanında esnekliğini ve kafa açıklığını kaybederek dogmatik-sekter bir alan içine hapsolur. Bunun sonucu olarak; olası gelişmeleri doğru temelde tahlil edemeyip onun gereklerine göre taktik politikalar geliştiremediği oranda, süreç içinde toplumsal gerçekliğin dışına düşerek marjinal bir grup haline gelmekten kurtulamaz. Hiç kuşkusuz sınıf dışı oluşumlara ve ideolojik sapmalara karşı esas olarak başta parti içinde olmak üzere, dışındaki parti-örgütlere karşı da ideolojik mücadele vermek parti için ilkeseldir. Ancak bu durum, parti içinde ve dışında her türden şiddeti ilkesel temelde reddeden, ideolojik mücadele sınırları içinde yapıldığı durumda işlevsellik kazanır. Aksi durum “özne” nin kendisinin sınıf dışı kalmasını kaçınılmaz kılar.

Bir bütün olarak öncü parti teorisini Lenin, “Ne Yapmalı” da etraflıca inceler. Ne var ki bu eser devrimci-komünist güçler tarafından bütünsel olarak parti teorisi üzerine evrensel standart bir metin olarak ele alınır. Eserin evrensel yanlarının bir hayli güçlü olduğundan kuşku duyulmaz. Ancak son tahlilde, Rusya özgün şartlarında ortaya çıkan bir parti-örgütlenme teorisi kaynağıdır ama aynı zamanda yerelle evrenselin diyalektik bütünlüğünü de ifade eder. Rus burjuvazisi tarih sahnesine oldukça geç çıkmıştır. Sahneye çıkışı tarihsel olarak, “devrimci” rolünün tamamen sona erdiği sürece denk gelir. Dolayısıyla Rus otokrasisine karşı verilecek devrimci mücadeleye önderlik etmek, zayıf da olsa sanayi alanında hızla gelişmekte olan ve muazzam bir güce sahip yoksul köylü ile ittifak kurabilecek proletaryanın göreviydi. Bu da Rusya’nın en temel özgün boyutlarından biriydi ve parti teorisinin içeriği de bu özgünlük temelinde oluşturuldu. “Ne Yapmalı” da Lenin, genel anlamıyla ekonomizme karşı kapsamlı tespitler yaparak bu duruma karşı tüm Rusya’yı kapsayan bir yayın organı etrafında devrimci bir örgütlenmenin yaratılmasıyla ilgili görüş ve düşüncelerini ortaya koymaktadır. Ana karakter olarak ise, devrimci örgüt düzleminde kendiliğindenlik ve bilinç ilişkisinin tahlilini yapmaktadır. Kendiliğindenlik ile bilinç, kitle hareketi ile parti arsındaki ilişki bağlamı, öncü parti teorisinin ana temasını oluşturan ve Marksizm’e yeni ufuklar açan bir düşüncedir. Bu teorik-felsefi argüman Marksist parti anlayışının temel boyutu olan proleter sınıf bilincinin ekonomik mücadelelerin birikimi sonucunda kademeli olarak gelişebileceği yönlü kendiliğindenci anlayışın aşılmasını sağlamıştır. Öncü parti teorisinin en temel evrensel yanlarından biri kuşkusuz bu boyuttur. Öte yandan bir yayın organı etrafında örgütlenerek tüm ülkeyi kapsayacak şekilde parti kurma anlayışı; Bolşevik parti örgütlenmesini esas alan devrimci çevreler tarafından dogmatik bir okumayla taklit edilme yoluna gidilmiş ve sonuç olarak başarılı olunamamıştır.

Her ülkenin somut koşulları, sosyo-ekonomik, kültürel, coğrafi vb. özgünlükleri göz ardı edilerek yapılan her faaliyet hüsranı da beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda, Bolşevik öncü parti modelinin ilkesel boyutları esas olmakla birlikte kendi özgün şartlarına dayanarak örgütlenmeyi esas alan Çin, Küba gibi ender başarılara ulaşmış devrimler de yok değildir! Bu başarılı örneklerin ayırt edici yanları; coğrafi, toplumsal, sosyo-kültürel, sınıfsal ve ekonomik özgünlüklerini evrensel boyutlarla buluşturup bütünleştirebilmeleridir.                   

Öncü parti anlayışının temel perspektiflerinden ne anlamalıyız?

Devrimci öncü parti teorisinin temel perspektifi olarak çizmemiz gereken çerçeve, en başta; işçi sınıfının ve ezilen emekçi halkların çıkarlarını esas alan, sınıf bilinciyle donanmış işçiler-emekçiler örgütü olması, işçi ve emekçileri kapsayan her türlü mücadeleye öncülük yapması ve işçi-emekçi kitlelerle yakın ilişki içinde olmayı esas alması yanında, güçlü bağını sürdürmeyi başarabilecek özelliklere sahip olmasıdır.

Evrensel düzlemde örgütlenme yöntemi, disiplin ve işleyişi ise; esas olarak ülke özgünlükleri, yani ekonomik-sosyal, siyasal, kültürel, coğrafi vb. temeller ekseninde şekillenmesi, esas olarak yukarıda sözü edilen boyutlarda gelişip şekillenecektir.

Genel olarak Parti’nin sınıf yapısı, öncü rolü, savaş örgütü olarak örgütlenmesi, demokratik-merkeziyetçi yapısı, bağımsızlığı, enternasyonalizm anlayışı gibi boyutları öz itibariyle incelediğimizde, öncü parti karakteristiği konusunda kimi temel sonuçlara ulaşmamız mümkün olabilecektir.

Partinin sınıf yapısı ve öncü örgüt olarak parti!

Proletaryanın sınıf savaşımını örgütlemek ve nihai hedefi kapitalist devlet sistemini yıkarak siyasal iktidarı ele geçirmek ve sosyalist topluma yönelimin önünü açmak gibi bir misyon yüklenecek olan parti; her şeyden önce, sınıfın partisi olmak durumundadır. Parti, salt işçilerden oluşmaz. Proleter sınıf bilinciyle donanmış ve sınıfın çıkarlarını esas alan farklı sınıflardan bireylerin de içinde yer aldığı; işçi-emekçi ezilenlerin öncü örgütü olarak her ülkenin nesnel koşulları temelinde devrimci sınıf partisi örgütlenmesini gerçekleştirir. Öncelikle sınıf kategorisini üretim araçlarına sahip olup olmamakla ele almak ve olguyu bu boyutuyla incelemek önemlidir. Buna göre; üretim araçlarına sahip olanlar ve olmayanlar olarak ele alabileceğimiz kategoride, burjuvazi ve proletaryadan söz etiğimizde, sınıfların ana damarlarını işaret etmiş oluruz. Oysa bu ana damarları besleyen çok sayıda kılcal damarlar vardır ve ara sınıflar da diyebileceğimiz bu damarların her iki sınıfla etkileşimleri güçlüdür. Bu boyutu hesaba katmayan parti anlayışı, eklektik ve idealist bir çerçeveye hapsolmaktan kurtulamaz. Dolayısıyla, devrimci sınıf partisi oluşumu bu gerçeklikle hareket etmek durumundadır.

Lenin, öncü parti fikrini oluştururken öncelikli olarak otokratik Rusya şartlarını esas alır. Bu temelde, devrimci öncü partinin, her şeyden önce mesleği -yaşam biçimi- devrimci çalışma olan kişileri içine alması gereklidir. Bu boyutu devrimci parti örgütlenmesinde evrensel olan ilkesel yanıdır. Özgün şartlarda ayrıca yasal örgütlenme alanları olmadığından, çeşitli mesleki alan örgütlenmesi ayrımının ve işçilerle aydınlar arasında ya da sendikal örgütlenmeyle devrimci örgütlenme arasında oluşan her ayrımın mümkün olduğunca geride bırakılması gerektiği vurgusu yapılır. Otokratik Rusya şartlarında öne çıkan örgütlenme anlayışı, siyasal özgürlüğe sahip ülkelerin şartlarından tarihsel, hukuksal ve başka koşullara göre biçimlenebilecek özgün örgütlenmelerin gelişebileceğini öngörür. Ardından net olarak sendikal örgütlenmelerde, devrimci örgütlenme arasındaki ayrımın belirgin olacağını öne sürer. Bu ayrım temelinde; örgütlenmenin koşullara göre daha gevşek ya da daha sıkı olabileceğini, sendika örgütlenmeleri ile öncü devrimci parti örgütlenmelerinin aynı şeyler olmasının söz konusu olamayacağını işaret eder. Buradan öncü parti örgütlenmesinin bir şablon olmadığını, her ülkenin nesnel koşulları içerisinde özgün örgütlenmelerin sağlanması zorunluluğunu anlıyoruz. Otokratik Rusya şartları altında örgütlenme zemini ve ağı, dergi-gazete çevresi olarak yaygın bir şekilde gerçekleştirilirken, farklı koşul ve şartlar altında, gazete-dergi gibi araçlardan özenle uzak durularak örgütlenmeye yönelmek de mümkündür. Örneğin; dönemin koşulları içinde irili-ufaklı hemen bütün Türkiye-Kürdistan devrimci hareketleri dergi-gazete çevresinde örgütlenmeyi; yani öncü partinin Rusya şartlarındaki örgütlenme tarzını temel alırlar. Kürdistan özgürlük hareketi ise, düşman denetimini de en aza indirecek yöntemleri esas alır ve uzun bir süre yasal dergi-gazete merkezli örgütlenme anlayışından uzak durur. Ülke şartlarının somut tahlili üzerinden yola çıkarak geliştirdiği örgütlenme tarzıyla başarıya ulaşır, toplum içinde kök salar, ve gelişip serpilir.

Öncü örgüt yapısının dar tutulmasının ana karakteri güvenliktir. Bu da esas olarak düşman saldırılarına karşı örgütsel sürekliliğin ve direnme gücünün sağlanmasını, güvence altına alınmasını amaçlar. Yani güvenlik sorununun bir şekilde çözüldüğü durumlarda farklı tarzda örgütlenmelerin gündeme gelebileceğini ve bundan da devrimci öncü örgütlenme tarzının bir şablon olmadığını anlarız! İster otokratik yönetim altındaki, isterse de Lenin’in söylemiyle siyasal özgürlüğe sahip ülkelerde olsun, her iki egemen iktidar gücünün “kırmızı çizgileri” vardır! Siyasal örgütlenme ya da yasal örgütlenme olanaklarının hiç olmadığı otoriter, totaliter vb. rejimler altında devrimci mücadelenin genel perspektifi gizlilik temeline dayanır. Bu böyleyken, siyasal özgürlüğün olduğu rejimler altında ise, her ne kadar yasal örgütlenme perspektifi belirleyici olsa da bunun da keskin sınırları vardır. Bu sınırları kabaca; “rejimin-sistemin bekasının tehdit edilmesi” olarak tarif edebiliriz. Emperyalist-Kapitalist devletler, yasal sınırlar içinde kontrollü olarak müsaade ettiği örgütlenmelere, sistemin bekasını tehdit etmeye başladığını gördüğü anda baskısını arttırmaya başlar. Gerekli gördüğü durumda ortadan kaldırmaya yönelir ve katliamlara varana dek çarelere, yol-yöntemlere başvurmaktan da geri durmaz. Dolayısıyla, devrimci örgütlenme anlayışı her halükârda düşman saldırılarına kolayca muhatap olmayacak temelde örgütlenme bilinç, disiplin ve ilkeselliğini her daim diri tutmayı bilmek durumundadır.

Lenin, Faşist diktatörlük koşulları altında devrimci öncü parti örgütlenmesine ilişkin olarak, Ne Yapmalı’ da beş temel kaide öne sürer;

1- Hiçbir devrimci hareket yerleşim ve sürekliliğe kavuşmuş önder örgüt olmaksızın varlığını sürdüremez.

2- Kendiliğinden savaşıma sokulan hareketin tamamını meydana getiren ve ona katılan yığın ne kadar geniş olursa böyle bir örgütün zorunluluğu öylesine ivedidir ve bu örgütün öylesine sağlam olması gereklidir. Çünkü yığının gelişmemiş katmanlarını sürüklemesi türlü demagoglar için öylesine kolay olur.

3- Böyle bir örgüt en başta, meslek (yaşam biçimi) olarak devrimci çalışma ile uğraşan kişilerden oluşmalıdır.

4- Böyle bir örgüt üye sayısını meslek olarak devrimci çalışma ile uğraşan, siyasal polisle savaşım sanatında meslek eğitimi görmüş olan üyelerin örgüte katılmasına olanak verecek oranda kısıtlı tutmalıdır.  Böylece otokratik (faşist) bir ülkede böyle bir örgütü “yakalamak” çok güçleşecektir.

5- İşçi sınıfından ve öteki toplum sınıflarından harekete katılma ve partide etkin olarak çalışma olanağı bulacak kişilerin çevresi böylece genişler.

Parti kitleleri örgütleyip harekete geçirmek ve egemenler iktidarını yıkarak kitlelerin kendisinin “egemen” olacağı toplumsal iktidarın kurulmasını sağlayacak, kitleleri devrime götürecek olan öncüdür. Yani devrimin zaferini kitlelere mal edecek olan temel bir araçtır. Devrimci öncü parti, sınıfın önünde-üstünde-yanında ya da dışında olan bir güç değildir. Yani; “yürü ya kulum!” dediğinde kitlelerin harekete geçeceğini varsayan, onların üzerinde uhrevi bir kudrete sahip olan kendinden menkul bir cemaat değildir. Tam tersine, yaşamın her alnında, sınıfın içinde, onunla bütünleşen daha doğrusu bütünleşebildiği oranda örgütleyen harekete geçirebilen bireylerin disiplinli-ilkeli kolektif birliğidir.

Yaşamın her alanında fabrikalardan kırlara, maden ocaklarından sokaklara-mahallelere, bürolardan okullara-hastanelere vd. tüm alanlarda verilen savaşımın içinde emekçi, işçi, işsiz vb. kitlelere fiilen önderlik yapabilen sınıf bilinçli militan devrimciler birliğidir.

Savaş örgütü olarak parti

Burjuvazi hiçbir zaman, hiçbir koşul altında kendiliğinden ve gönüllü olarak egemenliğinden vazgeçmeyecektir. Dolayısıyla, ülke şartları ve özelliklerinin nasıl olduğuna bakılmaksızın mücadelenin temel karakteri devrimci şiddet merkezli olacaktır. Ülke somut koşulları temelinde ister toplu ayaklanmacı bir örgütlenme ister halk savaşı stratejisi, isterse de devrimci iç savaş gelişim dinamiği öne çıkmış olsun, özde değişen bir şey olmayacaktır. Azınlık burjuva diktatörlüğü ancak ve ancak devrimci şiddet yoluyla alt edilebilecektir ve işçi-emekçi ezilenlerin çoğunluk demokrasisi olacak olan proletarya demokrasisi kurulabilecektir. Bu temelde, savaş örgütü olarak devrimci komünar parti, ideolojik-politik olarak merkezine devrimci savaş stratejisini koymak ve bu esas temelinde örgütlenmek durumundadır. Bunun yanında parti gerçek anlamda işçi-emekçi ezilen halkların çıkarlarının ve gelecek umutlarının en iyi temsilcisinin kendisi olduğu güvenini pratik sahada göstermek zorundadır. Bunu başarabildiği oranda öncülük-önderlik yapabilme meşruiyetini kazanabilecektir. Bu da örgütler bütünü olan partinin yaşamın her alanında legal, yarı legal, illegal temelde örgütlenmeler sağlayarak ve kitlelerin sorunlarına yönelik pratikler örgütleyerek, kitlelerde sorunların örgütlü tavırla çözüme ulaşabileceği bilincini geliştirerek ve bu temelde kitlelere kendisini kanıtlamak gibi bir zorunluluğu vardır.

Devrimci Komünistlerin görevi, zor olanı başarmaktır. Che’nin “Gerçekçi Ol İmkansızı İste!” felsefesi devrim sevdalılarının -amentüsü- olmak durumundadır. Savaş örgütü olarak parti, kitlelerin hiçbir engelle karşılaşmadan rahatlıkla ulaşabileceği kadar kitlelerin içinde olmayı başarabilmelidir. Aynı zamanda, düşman güçlerinin kendisine kolaylıkla ulaşamayacağı denli de güvenlik önlemlerini güçlü kılacak yol-yöntem ve örgütlenme becerisini göstermek durumundadır. Dünya devrim tarihi, mücadele süreçleri, ideolojik-politik çizgisi ne denli bilimsel doğrular zemininde oluşursa oluşsun örgütlenme ve pratik duruşunda özgünlüklerini yaratamayan sayısız parti-örgütlerin mezarlığı gibidir! Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında da bunun sayısız örnekleri mevcuttur.

Demokratik merkeziyetçilik ve parti

Merkeziyetçilik ve Demokrasi, kavram olarak birbirlerini yadsıyan içeriklere sahip olsalar da yüklendiği anlam düzleminde bir anlayış bütünselliği ya da “zıtların birliği” özelliğini kazanan kavramlar olarak karşımıza çıkar. Özetle, merkeziyetçilik; otoritenin ve yetkinin tek merkezde toplanmasıdır diyebiliriz. Aynı zamanda, egemenlik hiyerarşisidir diyebileceğimiz merkeziyetçilik, özünde disiplin ve otorite merkezileşmesidir. Demokrasi ise; söz hakkı ve bireylerin özgür iradesinin yaşam bularak söz, karar ve yetkide çoğunluk iradesinin oluşmasıdır. Aynı zamanda eleştiri, hak ve özgürlüklerin yaşam bulmasının en önemli aracıdır. Bu eksende, genel hatlarıyla söylersek; devrimci öncü parti örgütlenmesi demokratiktir. Parti içinde görevler hiçbir ayrıma-ayrıcalığa yer vermeden tüm üyeler tarafından yerine getirilir. Parti yönetimi, yürütücü organları ve kuruluşları seçimle belirlenir. Seçilenler hesap vermekle yükümlüdürler ve seçenler tarafından görevden alınabilirler. İdeolojik-politik ve pratik duruşun tüm parti üyelerinin katılımı ile belirlenmesi esastır. Ciddi bir güvenlik sorununun söz konusu olduğu durumlarda, kongre-konferans oturumları için parti örgütlerinin katılımı ile yapılacak bölgesel vb. oturumlarda seçilen delege temsil yöntemine başvurulabilir. İllegal örgütlenme alanlarında güvenlik zorunluluğu nedeniyle kısıtlamalar olabileceği, fakat legal sahada oluşturulan parti, dernek, sendika, vakıf, kulüp vb. olan çalışmalarında tüm üyelerin katılımının sağlanması ve görüşünün alınması esas olmalıdır. Buna, herhangi bir gerekçe ile kısıtlama getirilmemelidir.

Devrimci öncü parti; devasa bir güç ve disiplin temelinde örgütlenmiş olan düşman güçlerini yenerek, işçi-emekçi ezilen halklar çoğunluk iktidarının yolunu açıncaya kadar, “eylem birliği, tartışma ve eleştiri özgürlüğü” olarak somutlayabileceğimiz demokratik-merkeziyetçilik ilkesini diyalektik bir işleyiş bütünselliği içinde işler kılmak durumundadır. Birinin diğerine üstünlüğü ya da önceliği olamaz. Her ikisi de hayati bir öneme sahiptir. Birinin diğerine üstünlüğü ya da önceliği durumunda zaafa uğranması kaçınılmazdır. Demokratik yan esastır çünkü; özgür tartışma ve eleştiri olmadan somut koşullara göre doğru politikalar oluşturmak, taktikler geliştirmek, özgür bireylerden oluşan bir kolektif eylem birliği oluşturmak olası değildir. Merkeziyetçi yan esastır çünkü; öncü devrimci parti, en üst düzeyde merkezileşmiş, başta kolluk güçleri olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarıyla hiyerarşik bir disiplinle örülmüş düşman gerçekliğine karşı savaşmak durumundadır. Merkezi yanın öne çıktığı en temel argüman, disiplinin boyutudur. Düşman gücü ya da devlet örgütlenmesinde hayat bulan disiplin, zora dayalı bir örgütlenmenin ürünüdür-sonucudur. Buna karşın devrimci komünistler partisinin disiplin anlayışı, düşman gücünün zora dayalı, her halükârda itaati esas alan disiplin anlayışından nitelik olarak farklılıklar arz eder. Disiplin ilkeseldir, ancak bu ilkesel boyutta zora dayalı disiplin anlayışı temel olarak reddedilir ve disiplinin bilinçli bir iradeyle gönüllü kabulü esas alınır. Düşman ordusunda ya da hiyerarşisinde olduğu gibi, yukarıdan aşağıya doğru bir emir-komuta ilişkisiyle özdeşleştirilemez. Emir veren de alan da bunun zorunluluğunun bilinciyle hareket eder ve emir-komutanın yaşamın tüm alanında bir hiyerarşi ilişkisi oluşturmasına izin vermez. Emir-komuta temel olarak devrimci savaşın ilerleyiş biçimidir. Yaşamın genelinde ast-üst ilişkisi ya da yaşlı-genç, abi-dayı, abla vb. hiyerarşisi yoktur. Yaşamın her boyutunda asıl olan eşit-ilkesel yoldaşlık ilişkisidir.

1917 Ekim Devrimi sonrasında Komünist Enternasyonalin de etkisiyle, dünya genelinde devrimci-komünist hareketlerin büyük bir bölümü tarafından devrimci öncü parti örgütlenmesinde ülkenin somut koşullarını dikkate almak yerine, Sovyet devrim deneyinin taklidi yoluna gidilmiş ve haliyle dünya ölçeğinde başarıya ulaşan bir öncü devrimci örgütlenme geliştirilememiştir. Nesnel koşulları içinde hayat bulmayan ya da yeşermeyen örgütlenmeler, bir şekilde tasfiye olmaktan kurtulamamışlardır. Öncü devrimci parti örgütlenmesinin ilkesel argümanlarından olan demokratik-merkeziyetçiliğin işlerliği, zaafa uğratılarak; merkeziyetçi ya da demokratik yan (genel olarak merkeziyetçi yan) öne çıkarılarak dokusu bozulmuştur. Devrimci öncü parti modelinin taklidine yönelen hareketlerin önemli bölümünde öne çıkarılan yan, genel olarak merkeziyetçiliktir. Demokratik yanında ise; koşulların güvenli olup olmadığı değerlendirilmeksizin ya da güvenlikli koşullar oluşturma yönelimine girilmeksizin kongre-konferans örgütlenmeleri büyük oranda delege yönetimi ile temsili esas olan en dar katılımla yapılması yoluna gidilir. Bu doğru değildir. Demokratik yanın bir diğer boyutunda ise, genel çerçevesi pratik faaliyetleri kapsayan ve aynı zamanda ideolojik çizginin pratikleşmesinin bir nevi sağlaması misyonu gören rapor sistemi vardır. Yalnız bu çok önemli işleyişin de ne dereceye kadar işler kılındığı ya da kılınabildiği genel olarak tartışmalıdır! Yine eleştiri, öz-eleştiri gibi mücadelenin can suyu olan demokratik işleyişin sağlıklı temelde işlevselleştirilebildiğini söylemek olası değildir. Merkeziyetçi yana asıl devrimci anlamı katan, demokratik yandır. Bunun olmadığı organizasyon, kolektif bir devrimci öncü misyonuna ulaşamaz. Sonuçta kişiler sultasına dönüşmekten ve süreç içerisinde tasfiye olmaktan ya da sistemin bir dişlisi olmaktan kurtulamazlar.

Devrimci öncü parti anlayışında güvenlik nedeniyle belli bir sınırlama zorunluluğu olabilir. Yalnız bu sınırlamanın imkân-olanak yokluğu vb. gibi gerekçelerle yapılması da dahil güvenlik dışında kalan hiçbir gerekçe doğru değildir. Öncü parti üye yapısının en geniş katılımının sağlandığı üyelerin kendilerini ifade edebileceği çeşitli araç ve yöntemleri oluşturmak parti olmanın en temel sorumluluklarının başında gelir. Merkeziyetçiliği demokratik kılan asıl yan, partinin üye yapısı ve tabanıyla sürekli iletişim içinde olabilmesidir. Bu başarıldığı oranda parti tabanının da katkıda bulunduğu ve benimsediği parti çizgisinin bütün parti bileşenleri tarafından hayata geçirilmesi sağlanabilecektir. Parti içinde çeşitli iletişim kanallarının oluşturularak işletilmesi, özgün örgütlenmeler, yayın vb. gibi araçlarla üye yapısının ve tabanının görüş-önerilerini, perspektiflerini ortaya koyabilmelerinin sağlanması; sınıfa dayanan ve sınıfın çıkarlarını temsil eden bir partinin sınıf içinde kök salarak güçlenmesi bu ilişkilerin sağlıklı temelde işlemesiyle mümkün olabilecektir. Öte yandan; parti üye bileşimi, iki kongre arası süreçte yapıyı yönetecek, kongre kararlarının gerçekleştirilmesini sağlayacak merkezi kolektife iradesini koşulsuz-şartsız teslim etmez. Yalnızca, ortak irade olan kongre tarafından kararlaştırılan programın gerçekleştirilmesini sağlayacak olan iradeye inisiyatif vermiş olur. Çünkü, koşulsuz-şartsız iradesini teslim etmiş olmak demek, son tahlilde süreç içinde yönetenlere bağımlı, iradesiz-inisiyatifsiz kişilikler ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılar.

Demokratik-merkeziyetçilik ilkesini devrimci bütünsellik boyutuyla içselleştirip uygulamayan partiler, ne kadar doğru bir ideolojik boyut ortaya koyarsa koysun ne kadar mükemmel program taslakları geliştirirse geliştirsin kitlelere devrimci bir önderlik-öncülük yapabilme kudretine ulaşabilmeleri zordur ve dogmatik-şabloncu anlayışlar aşılamadığı müddetçe de devrimim başarısından söz etmek olası olmayacaktır.

Partinin bağımsızlık ilkesi ve enternasyonalizm

Öncü komünar parti, işçi-emekçi ezilenlerin bir bütün olarak tarihsel çıkarlarının yegâne temsilcisidir. Bu ilkesel duruşunun hiçbir şart ve koşul altında zaafa uğratılmasına izin vermez. Partinin kitleleri devrime götürecek olan devrimci ilkesel duruşunda ısrarlı olması, kendisi dışındaki örgüt-partilerle ittifaklar, iş birlikleri, taktik anlaşmalar vb. yapamayacağı anlamına gelmez. Tam tersine, yapılan ve yapılacak olan işlerin daha sağlıklı yapılmasının önünü açar. Devrimci bir yapının bağımsızlığının temel karakteristik özellikleri; her koşul ve şart altında eleştiri özgürlüğünün korunması, politik çizgisinin ve ayrı örgüt olmasının kati suretle korunmasıdır. Bu ilkesel duruş korunduğu durumda yasal ya da yasadışı da olsa farklı örgütlenmelerle yapılacak olan tüm faaliyetler büyük bir özgüven temelinde yapılabilecektir. Öyle ki devrimci bir örgüt-parti nicel olarak kendisinden daha büyük olan yapılarla gerçekleştireceği muhtemel ittifak, iş birliği vb. durumunda bağımsız devrimci varlığını korumakla birlikte, bulunduğu ortama rengini vermeye muvaffak olabilecektir. Öz itibariyle devrimci parti örgütlenmesinin dışındaki örgüt-partilerle çeşitli şekillerde bir araya gelmesinin yegâne kıstasları; eleştiri özgürlüğü, politik çizgisi ve bağımsız duruşunu korumasıdır. Bunların dışında kalan tüm gerekçeler-sorunlar tali boyuttadır ve dolayısıyla aşılabilir.

Komintern olarak ifadesini bulan Komünist Enternasyonal’in örgütlenmesi süreci tarihsel koşulları oldukça özgündür ve şekillenmesi de bu özgünlük temelinde oluşmuştur. Tarihsel düzlem içerisinde, Rusya’dan başlayan devrim sürecinin Avrupa’yı tutuşturup dalga dalga yayılarak dünyayı saracağı tespit ve beklentileri bir hayli yüksektir! Bu temelde, gelişmekte olan devrimler sürecine merkezi temelde önderlik yapmak üzere Komünist Enternasyonal, yani Dünya Komünist Partisi (DKP) örgütlenir. Komünist Enternasyonal’in en temel açmazı; işçi sınıfı ve ezilen halkların kurtuluşu mücadelesinde farklı ülkelerin-halkların yerel özgünlüklerinin yeterince dikkate alınmayışı ve tali görülmüş olmasıdır.

Devrimlerin enternasyonal karakterleri ancak ve ancak farklı ulusların-halkların yerel özgünlükleri üzerinde gelişebilir. Yerel-ulusal sınırlar içinde başlayan devrim süreci, farklı ulusların işçi-emekçi ezilenlerin devrimiyle buluşarak gelişir, enternasyonal devrimin bir bileşeni haline gelir. Yerel devrim partisinin çekim merkezi esas olarak enternasyonalizmdir. Yerel düzlemde devrimci bir dinamik oluşturulamadan enternasyonal bir devrimci dinamiğin oluşumu da sağlanamaz. Bunun oluşmasının yegâne temeli, yerel temelde devrimci görev ve sorumlulukların yerine getirilmesine bağlıdır. Güçlü enternasyonal perspektif, yerelleşen devrimci mücadele duruşunun da milliyetçi-şoven sızmalara karşı en temel panzehiridir-barikatıdır. Komünist enternasyonal, yerelin önemini hesaba katmadan, esasta Rusya devriminin gücüyle ve yarattığı sinerji üzerinden dünya devrimine gidileceği anlayışıyla kurulur. Kısa süre sonra dünya devrimi tespitleri ve devrim beklentisi boşa çıkınca enternasyonalin amacı da yapısı da farklılaşır. “Tek ülkede sosyalizmi korumak, yaşatmak!” temel amaç haline gelir.

21. yüzyılın ilk çeyreği içinde Kuzey Afrika’yı da kapsayan temelde, Ortadoğu merkezli olarak başlayan ve dünya ölçeğinde genişleme potansiyeli taşıyan savaşlara eşlik eden kapitalizmin iktisadi bulanımı, 21. yüzyıl devrimler çağının da doğrudan habercisidir. Bu gelişmeler aynı zamanda devrimci enternasyonal örgütlenmesine ve gelişmesine de güçlü zemin ve olanaklar sunmaktadır. Daha şimdiden Rojava düzleminde boy veren Kürdistan devrimi, enternasyonalizmin gelişip serpileceği güçlü bir vaha haline gelmiştir. Bunun yanında; Hindistan’dan Nepal’e, Filipinler’e değin gelişip büyümekte olan devrimci gerilla hareketlerinin yanı sıra; Latin Amerika sathını boydan boya kaplayan sol-sosyalist hareketler ve Avrupa ölçeğinde gelişmekte olan, toplumsal-sosyal hoşnutsuzluklar, kalkışmalar yepyeni enternasyonal ilişkilenmeler olanağının somut göstergeleri ve de alanlarıdır.

Çağımızda iletişim ve dolayısıyla etkileşim çok güçlüdür ve bilgiyi, deneyimleri paylaşım olanakları çok daha gelişmiş durumdadır. Artık devrimci gelişmeleri, pratik deneyimleri ve olanakları paylaşmak için birkaç ay, gün ya da saat beklemek gerekmiyor. Gelişmiş iletişim araçlarıyla dakikalar, saniyeler içinde paylaşmak mümkündür. Bu gelişmeler, tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanamaz boyutlarda ve güçte yoğun bir etkileşim ortamı sağlamaktadır. Bugün için sınırlı olsa da ilerleyen süreçlerde çok önemli sonuçları ortaya çıkaracaktır ve oldukça da güçlü rollere sahip olacaktır. Bu araçları, gerekli güvenlik önlemlerini geliştirerek etkili şekilde devrimci enternasyonal mücadelenin hizmetine sokmak çok önemlidir.

Komünist Enternasyonal, Sovyet Rusya devrimi olanakları ve otoritesi altında oluşturulmuştur. Devrimci Komünist Enternasyonal (DKE) ise merkezi bir otorite altında değil ağırlıklı olarak teorik soyut boyutlar üzerinden günümüz koşullarında güçlü bir gelişim dinamiği gösteren pratik sürece evirilerek mücadele içinde soyuttan somuta bir gelişim dinamiği içinde örgütlenip ete-kemiğe bürünecektir. Devrimci Komünist Enternasyonal (DKE) örgütlenmesi için hazır kalıp-model yoktur. Tarihsel süreçlerde denenmiş ve sonuçsuz kalmış, daha doğrusu tarihsel düzleminde rollerini oynamış modeller de dahil, mevcut koşullarda öne çıkarılacak bir model çözüm olmayacaktır. Denenmiş modellerin teorik-pratik mirasından yararlanmakla birlikte, asıl olarak DKE örgütlenmesinin modelini sürecin devrimci mücadele dinamikleri oluşturacaktır. Bu da her ülkenin dinamikleri içinde örgütlenen parti-örgüt pratiklerinin ayrı ayrı enternasyonal temelde buluşması ve bunların senteziyle oluşacaktır. Günümüz koşullarında dünyanın çeşitli yerlerinden irili ufaklı parti-örgütlerin bir araya geldiği birkaç ayrı enternasyonal perspektifli potansiyel gruplar-oluşumlar mevcuttur. Dünya üzerinde yayılmış bulunan parti-örgütler ve yeni koşullar içerisinde örgütlenecek olan muhtemel devrimci oluşumlar, yakın çevrelerindeki ulusların-halkların parti-örgütleriyle mümkün olan her koşul ve ortamda, Rojava Kürdistan’da olduğu gibi pratik mücadele birlikleri oluşturmaları, sürekli olarak teorik-pratik deneyimler temelinde ilişkiler içinde bulunmaları önemlidir. Ancak böylesine güçlü ilişkilenmelerle ve ideolojik-politik yakınlaşmalarla zenginlikler oluşturarak ortak mücadele zeminleri yaratılması mümkün olacaktır. Devrimci komünist partilerin enternasyonal temelde örgütlenmesinin stratejik boyutu, böylesi bir pratik süreçle sağlanabilecektir. Bileşenlerin kendi yerel özgünlüklerini koruyacağı temelde DKE çatı örgütünün ya da ilk aşamada irtibat büroları gibi oluşumların hayata geçirilmesi perspektifi önemlidir. Bu irtibat bürolarının devrimci yapıların sürekli olarak gündemlerinde tutularak ve pratik yönelimlerde bulunularak zeminin güçlenmesi sağlanabilir.

Sonuç olarak, bölgesel düzlemde geliştirilecek DKE eksenli birliktelikler ile bölgeler arası çatı örgütü oluşumuna doğru yönelerek 21. yüzyıl devrimler çağının DKE’ni inşa etmek mümkün olabilecektir.

Parti, Dogmatik ve de Durağan Değildir!

Canlı bir organizma olarak parti ve disiplin

Çalışma boyutunda öne çıkan en temel veri, devrimci komünist parti anlayışının dogmatik-durağan olamayacağı ve herhangi bir şablon temelinde oluşturulamayacağı boyutudur. İşleyişi ve ilişkilerinden, mücadele yöntem ve araçlarına kadar esas olarak her ülkenin özgün ve somut toplumsal koşulları içinde ete-kemiğe bürünecek olan parti şekillenmesinde; her toplumun tarihi, kültürü, gelenek-görenekleri, inanç boyutları da en az iktidar yapısı, ekonomik-sosyal durumu, coğrafi yapısı-konumu kadar belirleyici bir etken olacaktır. Tarihsel devrimci deneyler ve öz-pratik deneyimlerimiz özgün toplumsal gerçeklik temelinde partinin inşası için önemli veriler sunmaktadır. Devrimci-komünist partinin dogmatik-durağan olduğu ya da kapsayıcı olmadığı, disiplin ve hiyerarşisinin egemenlik aracı olduğu; demokratik-merkeziyetçiliğin özünde burjuva anlayışı olduğu vb. görüşler öne sürülerek parti anlayışının aşılması ya da etkisinden kurtulması gibi yaklaşım ve anlayışlar her dönemde varlığını sürdürmüş olsa da yoğun olarak reel sosyalizmin çözülmesi sonrasında salgın boyutuna ulaşmıştır.

Bu yönlü anlayışların önemli bir bölümü devrimci örgütlenmeyi reddetme temelinde sistem içine rücu ederek karikatürize bir kitle partisi örgütlenmesine ya da platform tarzı örgütlenmelere yönelirken, bir kısmı da devrimci-komünist parti örgütlenmesi etkisinden kurtulma arayışına yönelmişlerdir. Birinci cenahta bulunanlar doğrudan sistem içine yönelerek reformizme rücu ederler.  İkinci cenahta bulunanların bir kısmı koşulların değişmesi sonucu ortaya çıkan olgulara göre kimi yeni devrimci arayışlara yönelseler de genel olarak “aşmak” adına oportünizmin bataklığına sürüklenirler.

Devrimci-komünist parti örgütlenmesinde önemli etken olan disiplin-hiyerarşi özünde egemen olanın ya da egemen olma anlayışının argümanlarıdır. Dolayısıyla, “özgür” insanın doğasına aykırı argümanlardır! Devrim partisinde bu egemen argümanların varlığının zorunluluk olup olmadığı tartışılabilir. Ancak günümüz şartları düzleminden ve de emperyalist-kapitalist düşman gerçekliği temelinde somut olarak ele aldığımızda “düşman silahları” olan disiplin, hiyerarşi gibi argümanları büyük bir hassasiyetle ve özenle düşmana karşı kullanmaktan başka alternatifimiz yoktur. Nasıl ki devasa silahların üretenleri-sahipleri biz devrimci-komünistler değilsek ve özünde silahlara karşıysak, karşı olduğumuz düşman silahlarını ele geçirerek düşmanı yenmek için kullanmak zorunluluğumuz varsa, disiplin gibi argümanlar da devrimci ilkeler dahilinde bilinçli bir temelde zorunluluğun sonucu olarak ele alınmak durumundadır.

Meselenin özü, bu argümanları nasıl kullanacağımızla ilgilidir. Mesela, disiplin argümanının yegâne işlevselliği mücadelelerde örgüt ve eylem birliğinin sağlanmasıdır. Onun dışındaki işlevselliği bireyleri kişiliksizleştirmeye, itaat ettirmeye, boyun eğdirmeye hizmet eder. Özetle disiplin; eylem birliğinin sağlanması ve ortak iradenin oluşturulmasıyla politik kararların yaşam bulmasını sağlar. Nasıl ki koşulları sağlandığında işlevsiz hale gelecek olan silah, mücadelenin bir aracı olmaktan çıktığında, “yedi kat yerin dibine gömülecekse” egemen olana karşı savaşımda kullanmak zorunda kaldığımız disiplin, hiyerarşi gibi argümanlar da emperyalist-kapitalist sistemin tüm boyutlarıyla ortadan kaldırıldığında yerin dibine gömülecektir. Sosyalist toplum inşasıyla birlikte bu yaklaşımın işlevsizleşeceğinin bilinciyle hareket etmek, bu bilinci örgüt-parti yapısında güçlü kılmak önemlidir. Mevcut koşullar içinde ise, disiplini, hiyerarşisi, ekonomisi, sosyalitesi, silahı vs. ile devasa bir örgütü devlet gücüne karşı savaşımda; disiplin, hiyerarşi gibi temel argümanlar, “Egemen ideolojinin baskı araçlarıdır. Özgür insanın doğasına aykırıdır.” Diyerek reddetmek gibi bir lükse sahip değiliz.