Devrimciler ölür ama devrimler durmaz sürer…

80’lerin devrimcilere yönelik sürek avı ortamında bir kuşak deyim yerindeyse faşist rejim güçlerince tam anlamıyla budanırken, aynı toz-duman yıllarının ikinci yarısında yeni bir kuşak gençliğinin olanca enerjisiyle devrimciliğe kanalize oluyor, kendi geliştirdiği dar kadrolu amatör yapılanmalarla mevcut örgütler arasında bağ kurmaya çalışıyordu.

Cafer Kurt yoldaşımızın yolu “pabucun pahalı” olduğu bu yıllarda TKP-B ile kesişti. “Ankara’da kalıp çocuklara ders vermekle, bozkırda ateş hattına girmek” gibi iki mümkün seçenek arasında hiç tereddüt etmeden ateş hattını seçti. 1987 yılında TKP-B öncülüğünde oluşturulan Silahlı Halk Birlikleri’nin ilk eğitim kadroları arasında yer alarak Bekaa Vadisi’nde kurulan gerilla kampına katıldı. 1 yıla yakın bir eğitim ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ile birlikte yaşadığı muharebe tecrübesinden sonra Türkiye’ye dönüp faaliyetlerine devam etti.

Rejim güçlerince yakalandığı 1989 yılına kadar, başta Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne bomba konulması, Adalet Bakanlığı ve İsrail hava yolları EL-AL’ın bombalanması gibi bir çok askeri eylemde yer alan yoldaşımız, cezaevinde kaldığı yıllar boyunca da enerjisinden, coşkusundan ve devrimci kararlılığından hiçbir şey kaybetmedi. Üzerine düşen her görevi lâyıkiyle yerine getirdi.

Tahliye olduktan sonra TKP-B’nin TDP’ye dönüşüm sürecinin de tanıklığını yapan yoldaşımız, yaşamının hiçbir döneminde başlangıçta tercih ettiği siyasal çizginin gerisine düşmedi. Bu kez yolu Botan’da kürt kardeşleriyle kesişti. “Kürtler nefes almadan Türkiye emekçi halklarının özgürleşemeyeceği” inancıyla, Botan Kampı’ndaki eğitiminin ardından Karadeniz’e -kendi doğduğu topraklara- yürüyen TDP grubu içerisinde yer aldı. Ortak düşmana karşı Kürt yoldaşlarıyla birlikte kafa tuttu, silah doğrulttu, kurşun sıktı.

1997 yılında yeniden yakalanan ve Ümraniye cezaevine kapatılan yoldaşımız, 2000 yılında yapılan Ölüm Orucu eylemine TDP adına gönüllü olarak katıldı. Devlet güçlerinin eyleme zorla müdahalesi sonucu vücudunda ciddi hasarlar meydana geldi.

2002 yılında zorunlu sürgünle tanışan Cafer yoldaşımız, ölüm orucunun yarattığı fiziksel ve mental engellere rağmen insan üstü bir çabayla çalıştı ve oralarda da yaşadığı toplumun, Yunan halkının ve  emekçilerin sorunlarını tüm ezilen halkların olarak sorunu olarak bildi. Bu yüzden Atina’nın sokakları, meydanları, gençleri, işçileri, kadınları, anarşistleri, komünistleri, sığınmacıları Cafer’i çok iyi tanır. Son nefesine kadar devrim davasına bağlılıktan milim şaşmadı. Anısına saygıyla…