A- Yaşadığımız devrimcilik krizdir; devrimcilik yok…
Türkiyeli tüm devrimci ve sol hareketler ve kişiler belki de tarihlerinde ilk kez bir konuda anlaşıyorlar; milli kriz derinleşiyor, mücadele dinamikleri ve potansiyeli artıyor ama devrimci öncülük yok. Yani Türkçe’de zaman zaman kullandığımız bir ifadeyle; “Her şey var ama hiçbir şey yok.” Nasıl ifade edersek edelim; olağanüstü acayip, olağanüstü absürt bir tabloyla karşı karşıyayız.
Daha baştan meramımızı açık biçimde ifade edelim; Türkiye’de devrimciler var, devrimci örgütler var ama devrimcilik yok… Burada bir söz oyunu yok. 1990’lardan bu yana sınıflar mücadelesinde yaşanan oldukça büyük altüst oluşun devrimcilikte yarattığı ağır yıkımın ve çarpılmanın vardığı noktadır, devrimciler ve devrimci örgütler varken, devrimciliğin olmayışı. Yaşanan durumun adı tam olarak devrimcilik krizidir. Açalım…
B- Devrim ve devrimciliğe ilişkin kısa hatırlatmalar
“Devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarıya- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir.” (M. Çayan) *
Devrimcilik devrimin gerçekleştirilmesini aktüel bir sorun olarak görerek, bütün bir devrim sürecinin kesintisiz ve sürekli biçimde üretilmesini sağlayan, öncü faaliyetler eksenindeki tüm faaliyetlerin/pratiğin toplamıdır. Devrimci örgüt/parti/hareket ise bu öncü çalışmaları örgütleyen, koordine eden, doğrudan gerçekleştiren, öncü kadroların çekirdeğini oluşturduğu devrimin ve devrimciliğin kalbi, beyni ve ruhu olan organizasyondur. Devrim, devrimcilik ve devrimci örgüt (ki buna devrimci kadro da eklenebilir) birbirinden ayrılamaz. Biri olmadan diğerinin pratik değerini yitirdiği ya da yok denecek ölçüde azaldığı kavramlar ve dinamik olgular, hareketler bütünüdürler.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt dünyanın ve ülkenin nesnel gerçekliğine, devrimin temel sorunlarına, devrimin ve sosyalizmin içeriğine ilişkin içinden geçilen tarihsel döneme ve konjonktürel sürece uygun güçlü bir teorik ve politik kavrayış, güçlü bir ideolojik çizgi gerektirir. Başka bir ifadeyle, devrimin toplumsal güçlerinin en ileri kesimlerinde “evet, kurtuluş işte bu fikirlerde”, “evet, işte bu fikirler tartışmaya değer” dedirtecek ışıklı ve güçlü bir paradigma/kavramsal çerçeve gerekir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimci siyasetin stratejik temelini oluşturacak bir stratejik plan gerektirir. Bu stratejik planının sacayakları olarak devrimin stratejik hedefini (sosyalist devrim, demokratik devrim vb.) ve devrimin stratejik çizgisini (uzun süreli halk savaşı, ayaklanma yada farklı bir kombinasyon) ve devrimde sınıfların stratejik mevzilenmesini (temel ve tali güçler ve ittifaklar) belirlemek gerekir. Devrimin stratejik planı devrimci teorinin yaşamla bağının pratik üzerinden sürekli biçimde kurulmasının yolunu ortaya koyar. Dinamik bir plandır; sınıflar mücadelesinin temel unsurlarında değişime yol açan her faktörden etkilenir ve yeniden yeniden biçimlenir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt ideolojik çizgi ve devrimin stratejik planı temelinde ülkedeki temel ve tali büyük siyasal ve toplumsal çelişki alanlarını tespit etmeyi gerektirir. Kapitalist toplumun temel çelişkisi olarak emek ve sermaye çelişkisi belirli bir tarihsel süreçte ve konjonktürde ülkede ve dünyada oldukça farklı biçimler altında kendini gösterir. Yoksulluk ve yoksunluk, özgürlükler ve faşist terör, emperyalist baskı ve işgaller, ulusal sorunlar ve sömürgecilik, ekolojik sistemin kapitalizm tarafından ağır tahribi ve varoluş sorununa dönüşmesi, cinsler arası eşitsizlik ve baskı, ağır kültürel çürüme ve birey ve toplumun yaşadığı çok yönlü yıkım, vb.; emek ve sermaye çelişkisinin başlıca temel görünümleridir. Devrimcilik bu çelişkilerin içinden devrimci güç çıkarmaya, işçi sınıfı ve emekçileri devrim için örgütlemeye dönük politika üretmeyi ve bu temelde politik (daha doğru bir ifadeyle politik-askeri) pratik geliştirmeyi gerektirir. Devrimin stratejik planı bu toplumsal çelişkilere dönük politikalar ve pratikler içinde oluşur, gelişir, derinleşir. İçinden geçilen her bir süreçte bu çelişkilerden hangisinin hemen veya yakın gelecekte keskinleşip sınıf çatışmalarının asıl alanı olacağı ve hangi devrimci politikayla buna müdahale edileceği, devrimci pratiğin hangi araçlarla yürütülmesi gerektiği vb. sorular temelinde belirlenecek günlük ve dönemsel devrimci politika devrimciliğin olmazsa olmazıdır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt, devrimin stratejik planını ve dönemsel olarak öne çıkan çelişki alan(lar)ına dönük politikaları, içinden geçilen her dönemde güç ilişkilerine bağlı olarak hayata geçirmek için dönemsel (süre ve hedef temelli) pratik planlamalar olarak somutlaştırmayı gerektirir. Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimci ideolojik çizgiyi, stratejik planı ve stratejik pratik planlamaları hayata geçirecek örgütü, kurucu ve yürütücü kadroyu, pratik altyapıyı, kitle bağlarını her süreçte asgari düzeyde yaratabilmektir. Stratejik pratik planlamaya bağlı olarak mücadelenin her cephesinde stratejik ve taktik altyapıları hazırlamak, yani her stratejik alanda ve taktik adımda hazırlık aşamasını uzun vadeli yani stratejik bakıştan kopmadan gerçekleştirmektir. Devrimcilik; devrimci bilinç ve devrimci enerjinin en ileri planlama temelinde devrimci pratik olarak bireşimidir. Stratejik bir devrimci plandan, taktik plandan, hazırlıktan ve çalışma için gerekli birikimden yoksun, yarı planlı, kendiliğindenci, işi şansa bırakan, olayların ardından sürüklenen bir pratik devrimci pratik olmaz. 6 ay, 1 yıl, 2 yıl veya daha uzun bir süre için somut bir pratik hedefe, bu hedeflere ulaşmak için bir bütünlüklü bir stratejik ve taktik plana sahip olmayan bir faaliyetçilik sadece kısır bir direnişçilik yaratabilir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt dünyanın her yerinde en asgarisinden bir devrimci öz savunma gücü, Türkiye bağlamında ise politik-askeri bir güç olmayı gerektirir. Emperyalizm çağında, devrimler çağında, devrimin aktüel bir sorun olduğu bir tarihsel süreçte kılıcı olmayanın hiçbir şeyi yoktur, olamaz. Kendini savunamayan, düşmanın terörünü devrimci savaşla karşılayamayan bir devrimciliğin halkı savunması/halkla birlikte bir savunma hattı yaratması, halkta, işçi sınıfında, gençlikte kurtuluş umudu, azmi ve cüreti yaratması mümkün olmadığı gibi, varlığını da sürdüremez. Ya yok olur ya da öz savunma ve devrimci savaş çizgisini terk ederek düzen içi olur. Bu bağlamda, öz savunma ve faşist teröre, gizli ve açık işgale, sömürgeciliğe ve yeni-sömürgeciliğe karşı devrimci savaş devrimciliğin, devrimci örgüt olmanın ve devrimci kalmanın en merkezi unsurlarından biridir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt kadrolarda, kadroların pratiğinde, yarattıkları örgütlerde, hayatı örgütleme tarzlarında, kendi aralarında ve işçi ve emekçilerle kurdukları ilişkilerde somutlaşır. Her devrim süreci ve fikri, her devrimcilik iddiası ve pratiği, her devrimci örgüt, her devrimcilik dönemi kendi kadrosunu yaratır/ yaratmak zorundadır. Kurucu ve taşıyıcı kadrolar… Kendi kadrosunu yaratamayan bir devrim süreci/fikri, bir devrimcilik pratiği/iddiası ve bir devrimci örgüt yenilmeye mahkumdur. Sıradanlık, bütünlüklü bir devrimci pratik ve örgütsel faaliyetten kopukluk devrimci kadro yaratmaz, olanı da öldürür. Bir devrimci kadro devrimci pratik, devrimci eğitim, devrimci ilişkiler, örgütlü kolektif yaşam, kitleler içinde mücadeleyi üretme ve örgüt yaratma süreçlerinin toplamının ürünü olarak gelişir ve somutlaşır. Sistematik, örgütlü ve hedefli bir kadrolaşma süreci devrimin kadrolarını yaratır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrim için devrimci saflarda örgütlenmesi ve mücadelenin öznesi haline getirilmesi demektir. Sadece işçi ve emekçi kitlelerinin devrimci mücadeleye kazanılmalarına hizmet eden bir faaliyet, bir pratik, bir süreç devrimcilik üretebilir, tutarlı bir devrimci çalışma olarak tanımlanabilir. Doğrudan buna hizmet etmeyen hiçbir süreç, hiçbir faaliyet, hiçbir pratik güçlü ve uzun erimli bir devrimcilik üretemez. Bunun anlamı, devrimciliğin işçi ve emekçi kitleleriyle yani halkla doğrudan, kesintisiz bir mücadele bağı olduğudur. Halkın her haklı talebinde, her mücadelesinde kendi rengimizle ve onları devrimci mücadeleye kazanma perspektifiyle yer almak, devrimci eylemimizle en ileri kesimlerin dikkatini faaliyetlerimize çekmek, kazanmak, birlikte mücadelenin her türlü kanalını kullanmak, asla ukalaca önden öncülük taslamamak, sıra neferi olarak işe girişerek öncülüğü kazanmak… Ve her ne olursa olsun, tüm devrim fikrinin merkezi unsurunun işçi ve emekçileri devrimin öznesi haline getirmek olduğunu unutmadan, her türlü faaliyetimizi bu temelde geliştirmek…
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt, işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıf ve tabakaları ve onların devrimci, demokratik, sol örgüt ve temsilcilerini, sendikal ve diğer toplumsal örgütlerini her bir dönemde sürecin ihtiyaçlarına ve bu örgütlenmelerin niteliklerine uygun biçimde farklı biçim ve düzeylerde birleştirmeyi gerektirir. Eylem birlikleri, cepheler, platformlar, bloklar, parti birlikleri vb. pek çok biçim altında kapsamlı bir birlik ve ittifak politikası geliştirerek tüm devrim güçlerinin mücadele birliğini sağlamak devrimciliğin olmazsa olmazıdır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt yukarıda bir kısmını sıraladığımız noktaların en elemanter düzeyde çekirdek unsurlarını oluşturduğu, ancak daha da ötesinde yeni komünist uygarlığı yaratmaya dönük her şeyi içeren bilinç ve eylem bütünlüğüdür.
İşte devrimcilik yok derken, kastettiğimiz şey esas devrimciliğin olmazsa olmazı olan bu bilinç ve eylem bütünlüğünün, en elemanter düzeyde yokluğudur.
C- Devrimcilik 25 yılda adım adım eriyerek yok noktasına gelmiştir…
Türkiye’de bugünkü devrimciliğin son büyük ayağa kalkışı, yükselişi 12 Eylül sonrasının ağır yenilgisinin ardından gelen 1987-92 yükselişidir. Bu dönemde, 1986- 87 yıllarından itibaren devrimci ve demokratik öğrenci hareketinin yükselişe geçişi, 1989’da Bahar eylemleriyle ayağa kalkan Zonguldak Madenci greviyle büyük bir ivme yakalayan işçi hareketi, Kürdistan’da gerillanın kitlesel mücadele dinamiği yakaladığını gösteren 1989’la birlikte başlayan köylü eylemleri ve arkasından gelen kent serhildanları ve bu zeminlerde yeniden toparlanan Türkiyeli devrimci örgütlerin faaliyetlerinin ciddi bir büyüme yaşamasıyla somutlaşan önemli bir yükseliş yaşamıştır. 1987-1992/3 arası dönemde yaşanan bu yükseliş, 1965-72 atılımı ve 1975-80 büyük yükselişine nazaran oldukça zayıf olmasına karşın, Türkiye devrimciliğinin son yükselişi olmuştur.
Türkiye devrimci hareketi açısından 1995-6’dan bu yana gelişen süreç tüm devrimci pratiğin, yani bütünen devrimciliğin adım adım zayıflaması törpülenmesi, düşmanın tolere edebileceği sınırlar içine çekilmesidir. Yaklaşık 2010’dan bu yana ise yok denilecek noktaya değin gerilemiştir.
Hemen belirtelim; faşizmin 1990’lardan bu yana uyguladığı ağır terör kampanyaları bu gerilemeyi ortaya çıkaran unsurlardan biri olmasına karşın, asli bir unsur değildir. Karşı-devrimin işi her dönem, her koşulda her türlü aracı kullanarak devrimci güçlerin bastırılmasıdır. Bir devrimci faaliyet, düşmanın olası ya da mevcut saldırıları hesaba katılarak örgütlenir ve başarı bu temelde hedeflenir. Düşmanın saldırıları adeta hesap dışı, sürece sonradan dahil olan bir unsurmuş gibi ele alınamaz ve yenilgilerin asli nedeni olarak gösterilemez. “Ringe çıkacağım ve maçı alacağım” diyorsanız, bir boksörle kavga edeceğinizi, onun size acımasızca saldıracağını biliyor ve kabul ediyorsunuz demektir. “Yenildik, çünkü düşman şöyle saldırdı, şu kadar yoldaşımızı hapse attı, şöyle işkence yaptı, şu kadar yoldaşımızı katletti” diyemezsiniz. Düşmanın bunları yapacağını bilerek ve buna rağmen düşmanı alt edeceğinizi iddia ederek mücadele arenasını çıkıyorsunuz. Bu nedenle, devrimci hareketin yaşadığı yenilgi durumunu düşmanın saldırılarıyla açıklamak ya da bunu en temel nedenlerden biri olarak göstermek gerçek dışı bir tutumdur. Gerçeklik bilincini yitirmekten ve/veya toplumu bu temelde aldatma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Devrimci hareketin yaşadığı ağır yenilgi esas olarak hareketin kendini devrimci tarzda üretememesinden kaynaklıdır. Halk deyişiyle “her elmanın kurdu kendindedir” ya da diyalektiğin ifadesiyle “çelişki içtedir”.
Türkiye Devrimci Hareketi, 12 Eylül faşizminin saldırılarıyla politik, örgütsel, kadrosal, kitle bağları vb. her alanda ağır bir yıkım yaşamış, iç çelişkiler ve bölünmelerle dağınıklaşmış, teorik gelişmeyle ve dünyadaki büyük değişim süreciyle bağı zayıflamıştır. 1987-92 arasında yaşadığı zayıf yükselişin etkisiyle bütünlüklü bir yenilenme perspektif geliştirmek yerine, bu zayıf yükselişin üzerine binerek yol alabileceğini düşünmüştür.
Bu mümkün değildi.
Birincisi ve her şeyden önemlisi, dünyadaki ve Türkiye’deki tüm stratejik güç ilişkileri hem emperyalist-kapitalist sistem bağlamında, hem de dünya sosyalist hareketi açısından bütünlüklü ve köklü biçimde değişmişti. Dünyadaki toplumsal, sistemsel ilişkiler 1-2 yıl gibi çok kısa bir süre içinde niteliksel ve niceliksel olarak kökten değişime uğramıştı. Daha önceki denklemler, tüm dengeler tamamen değişmişti. Dünya artık birkaç küçük istisna hariç emperyalist-kapitalist sistemin egemenlik alanı içine girmişti. Dünya emperyalist kapitalist sisteminde 1980’lerde başlayan restorasyon süreci kaçınılmaz olarak eski reel sosyalist ülkeleri de kapsayarak çok daha büyük bir genişlik ve içerik olarak da derinlik kazanarak yeni bir boyuta sıçradı. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan bir sosyalizm deneyimi çökmüştü. Sosyalizme ve sınıflar mücadelesine ilişkin ön kabullerin büyük çoğunluğu tarumar olmuş, sol ve devrimci güçler saflarında dünya ölçeğinde derin bir varoluşsal kriz başlamıştı. Yeni-sömürge bağımlı çarpık Türkiye kapitalizmi de 12 Eylül sonrasında, dünya kapitalizminin 1980’lerde başlayan restorasyon programına bağlı olarak siyasal, askeri, kültürel, sosyal vb. her alanda kapsamlı bir değişim, Özal’ın deyişle “transformasyon” yaşamaktaydı. 1990’larda ortaya çıkan yeni dünya durumuyla birlikte bu değişim, Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ilişkileri ve Kürt sorununun kazandığı boyutlarla bağlantılı olarak oldukça sarsıcı krizli bir yapı kazanmıştı.
Bu yeni koşullarda 1987-92/3 döneminin zayıf yükselişinin rüzgarını arkaya alarak bir çıkış mümkün olamazdı. Hem 12 Eylül sonrasının hem de 1990 sonrası gelişen dünya ölçeğindeki yeni bir tarihsel dönemin ortaya çıkardığı nesnel ve öznel koşullara ancak mücadelenin bütün alan ve cephelerinde bütünlüklü bir devrimci yenilenme perspektifiyle cevap oluşturulabilirdi. Yeni bir stratejik bakış; yeni bir mücadele düzeyi için iyi örgütlenmiş ve sabırlı bir devrimci yenilenme gerekiyordu.
Fakat 12 Eylül sonrası hem kadro yapısı hem örgütsel ve toplumsal ilişkileri zayıflamış olan devrimci güçler, 1987-92/3’ün zayıf yükseliş rüzgarları içinde binbir sorunla boğuşurken yaşanan değişim sürecinin çapını, anlamını, kısa, orta ve uzun vadede bizi karşı karşıya bıraktığı karmaşık ve zorlu tabloyu ve görevleri anlamaktan uzaktı. Bir yandan, sorunların yarattığı binbir yük altında büyük zorlanmalar, bir yandan zayıf yükseliş rüzgarlarıyla şaha kalkmış sübjektivizm, yakın devrim hayalleri… Bir yandan dar askeri bakış açısı, şişirilmiş bir iyimserlik ve gerici tasfiyeci dalgaya karşı genel teorik ve politik muhafazakarlık, diğer yandan 12 Eylül terbiyesini almış ve devrimcilikten uzak duran reformizm… Zaten zayıf olan devrimci birikim bu kıskaç içinde adım adım öğütülmeye başladı.
Bu tablo özellikle 1992’de oligarşinin başlattığı “topyekün savaş konsepti” ile birlikte ağır bir yıkıma dönüşmüştür. 1995’e gelindiğinde devrimci hareketlerin militan çizgide olanlarının tümünün yönetici kadrolarının ve militanlarının büyük bölümü tutsak düşmüş ya da katledilmiş, devrimci hareketin büyükçe bir bölümü ise reformist hatta girmişti. Aslında Türkiye’de devrimciliğin pratik olarak bitişinde büyük kırılma için bir tarih vermek gerekirse 1995-6 tarihlerini vermek mümkündür. 2010-12 ise artık bir dip eşiğine varıştır.
Bu yıkım sürecini mücadelenin her cephesinde somut olarak görebilmek mümkün.
D- Her cephede çöküş somuttur!
Teori ve politikada, devrimcilik için düşünsel temel oluşturacak güçlü ve bütünlüklü bir çizgi yaratılamamıştır. İdeolojinin devrimci yenilenme temelinde yeni tarihsel koşullarda yeniden kurulması, inşa edilmesi perspektifiyle bütünlüklü kimi çalışmalar olsa da bunlar pratik sonuçlarına ulaşmamıştır. Teorik çalışmada genel olarak egemen olan durum ise kimi konu ve alanlara ilişkin parça ilerlemelerdir. Toplamda devrimin toplumsal güçlerinin; işçilerin, küçük burjuvazinin, öğrencilerin, gençlerin en ileri kesimlerinde “evet, işte kurtuluşun çizgisi budur”, “bu fikirler kurtuluş çizgisini yaratmak için tartışılmaya değer” duygusu ve bilinci yaratan bir ideolojik düzey, bir paradigma/kavramsal çerçeve yaratılamamıştır. Daha da kötüsü son on yıldır devrimci güçler cephesinde herhangi bir konuda ciddi bir tek teorik-politik tartışma alanı açılmış değildir. Çoğu durumda gündelik ilişkilerde muhafazakar bir dar pratikçiliğe oynama, “İnsanlar devrimci örgüte gelirken fikirlerine mi bakıyor? Sosyalizmi mi tartışıyor?” gibi absürt izahatlar geliştirme egemen yaklaşım haline gelmiştir. Bununla bağlantılı olarak devrimci saflardaki kadro, militan ve taraftarlarda teorik-politik düzey ve eğitim de yerlerde sürünen bir noktaya genel olarak gerilemiştir. Bugün milyonlarca genç sol ve demokratik düşüncelere ve faaliyetlere ilgi duymasına ve Haziran direnişi ve sonrası mücadelelerde gördüğümüz üzere bunlara katılmasına karşın, devrimci güçlerin fikirleriyle, ideolojik-politik çizgileriyle ilişkilenme (kabul etme vb. değil, salt ilişkilenme) düzeyleri yok denecek kadar azdır. Devrimcilik teorik-politik üretim ve etki bağlamında yok noktasındadır.
Devrimin stratejik planı bağlamında 1970’lerde belirlenen stratejik planlar, 1990’ların yeni dünya koşullarında yeniden üretme yaklaşımı olmadığı gibi, eskileri kısmen de olsa koşullara uyarlama yaklaşımı da yoktur. Ne devrimin stratejik hedefi ve sosyalizm perspektifini ne devrimin stratejik çizgisi ve mücadele biçimleri perspektifini ne de devrimde sınıfların mevzilenmesi bağlamında yaşanan değişimleri bütünlüklü bir yenilenme perspektifiyle ele alan bir devrimci çizgi üretilmiştir. Daha da vahimi devrimci faaliyetler önemli ölçüde devrimin stratejik planı bağlamından kopmuş, bunun yerine önemli ölçüde parça başı politik gelişmelere tepki niteliğinde sıradan protestocu ve düzen içi pratikler ikame edilmiştir.
Devrimcilik temel pratik politika eksenleri alanında da yok noktasına değin gerilemiştir. Türkiye’de siyaset alanı kimi zaman yoksulluk, yoksunluk eksenli insanca yaşam talepleriyle, kimi zaman anti-faşist özgürlük talepleriyle, kimi zaman sahte ya da gerçek emperyalizm karşıtı politik süreçlerle, kimi zaman Kürdistan’daki anti-sömürgeci savaşın etkileriyle, kimi zaman ekolojik mücadelelerle, kimi zaman özellikle kadınların eşitlik ve yaşam mücadeleleriyle, kimi zaman kültürel çürümeye karşı dayanışma ve insanca yaşam için mücadeleleriyle biçimleniyor. Bu başlıca çelişki eksenlerinin belirlediği hiçbir toplumsal süreçte devrimcilerin son 25 yılda belirleyici bir rol oynaması ve büyük kitleleri saflarına toplaması söz konusu olmamıştır. Bazı örnekler özellikle çarpıcıdır. 2001’de Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi yaşanır ve kitleler kendiliğinden sokağa dökülüp polisle çatışırken, ölümler yaşanırken, Türkiye Devrimci Hareketi bu büyük altüst oluşun tümüyle dışındadır. O, ölüm oruçları üzerinden kendi derdini gündeme yapmaya çalışmaktadır. 2013’de bu kez Türkiye tarihinin en büyük isyanı ülkenin 81 kentinin 80’inde aynı anda yaşanırken (bu isyan bu boyutuyla dünyada belki de eşi olmayan bir isyandır) Türkiye devrimci hareketi on milyonu aşkın kitlenin içinde sıradan bir unsur düzeyini aşamayan bir yerde durmaktadır. En fazlasından kitlenin en militan ama milyonlara öncülük yapmaktan, onları daha ileri mücadelelere taşımaktan uzak bir bileşeni durumundadır. 2014 6-8 Ekim’inde Kürdistan’da yaşanan en büyük isyan patladığında Türkiye Devrimci Hareketi bu isyanın önemli bir parçası olmaktan uzaktır. Son 4 yıldır milyonların eylemli olarak katıldığı önemli seçim mücadeleleri ve toplumsal mücadeleler, gösteriler vb. durmaksızın devam etmektedir. Barış mücadeleleri, kadın mücadeleleri, ekolojik mücadeleler, adalet ve özgürlük eylemleri ülkenin dört bir yanında gerçekleşmiş ve milyonlarca insanımız bu eylemlere katılmıştır. Devrimci güçlerin bütün bu mücadeleler bağlamında ne geliştirdiği ve toplumsallaştırdığı tek bir politika ne de gelişen mücadelelerde öncü bir rol oynama durumu söz konusudur. Devrimci siyasetin güçlü biçimde üretilmesi için devasa nesnel imkanlar ve büyük kitlesel mücadeleler neredeyse her yıl ortaya çıkmaktadır. Bırakalım bunlara güçlü biçimde müdahale etmeyi, bırakalım belirli bir politik tespit temelinde bu çelişki alanlarından birine veya birkaçına odaklanarak etkili bir çalışma yürütmeyi, sıradan katılımın ötesinde ortada devrimcilik yoktur.
Devrimci güçlerin pratik çalışmaları da toplamda esasen belirli bir stratejik ve taktik pratik planlamanın eseri olarak görünmüyor. Devrimci yazında 6 ay, 1 yıl veya daha fazlası için somut bir hedef ve hazırlık perspektifi bulunmuyor. Devrimci hareketlerin yürüttüğü etkili ya da etkisiz orta vadeli tek bir bütünlüklü politik pratik mücadele kampanyası neredeyse yoktur. Başlıca toplumsal çelişki eksenleri üzerinden bütünlüklü kampanyalar yürütme perspektifi artık neredeyse yoktur. En meşru toplumsal mücadele pratiklerinde bile devrimciler ya yoktur ya da dikkate alınmayacak ölçüde zayıf bir varlık göstermektedirler. Somut bir örnek olarak Flormar fabrikasında sendikalaşma nedeniyle işten atılan yüzü aşkın çoğu kadın işçi aylardır bir direniş sürdürüyor. Bu kadın işçilerin çoğunluğu da devrimcilerin ve solun bir türlü ulaşamadığı dindar yoksul kesimden… Onlarla küçük bir noktadan da olsa bağ kurmak, anlamak ve kendimizi anlatmak için önemli bir fırsat… Flormar kamuoyu tavrına ürettiği kozmetik ürünleri nedeniyle oldukça hassas olarak bir işletme. Kitlelere teşhirden hızla etkilenecek bir firma. Flormar işçileriyle dayanışmanın onlarca farklı biçimi yaratılabilir, bu küçük mücadele büyük bir direniş zeminine dönüştürülebilir. Üstelik direniş büyük meşruiyet zeminine sahip. Ancak devrimci güçlerde bu direnişe bulunulan alanlarda katılmak, dayanışma faaliyetleri örgütlemek, bunu büyük bir kampanyaya dönüştürmek yönünde tek bir adım yok. Direniş alanı pek çok işçi, sendika, aydın, sanatçı, çeşitli sol liberal kurumlar tarafından sık sık ziyaret edilirken, devrimci güçlerin ziyaretleri dahi yok denecek düzeyde.
Kısacası, ne stratejik ve taktik pratik planlama bağlamında ne de gündelik, spontane, protestocu, parça başı pratikçilik bağlamında sınıf mücadelesinde az ya da çok etki yaratan bir pratik devrimcilik kalmamıştır. Tekil ve protestocu faaliyetçilik bile olabilecek en az noktasına çekilmiştir. Bir dönem çok eleştirilen basın açıklamacılığı pratiği bile artık nadiren görülüyor. Parça başı politik-askeri nitelikteki eylemler ise çok daha nadir görülen bir pratiktir. Yaygın pratik kimi protesto eylemlerine ve kendi dışındaki burjuva ya da sol liberal muhalif faaliyetlere günlük olarak katılmanın ötesine geçmiyor. Yapılan pek çok pratik artık işçi ve emekçi kitleleriyle buluşma kaygısının ötesinde, daralan örgüt ve kitle ilişkilerini ayakta tutmak, örgütün varlığını sürdürebildiğini göstermek için yapılıyor. Yani halka ve hayata bir müdahale olarak değil, esasta içe dönük bir faaliyet olarak gelişiyor.
Devrimcilik halkın öz savunması ve devrimci politik-askeri güç ve pratik yaratma bağlamında da olabilecek en asgari düzeye gerilemiştir. Başarılı öz savunma eylemi ya da politik-askeri eylem ancak birkaç yılda bir, yani istisnai olarak gerçekleşebilmektedir. Sokak mücadelesinde devrimcilerin öncülük ettiği barikatlar ve sokak savaşlarıyla biçimlenen süreçler artık tarih olmuştur. Ya da çok istisnai durumlara dönüşmüştür. Devrimci mahalleler olarak bilinen semtlerde bile devlet destekli mafyacılar devrimcilere kafa tutmakta, hatta devrimcileri katlederek, kurumlara sürekli silahlı saldırılar düzenleyerek sindirip egemenlik kurabilmektedir. Bu saldırıların hesabı dahi sorulamamaktadır. Devrimci hareketler kendilerini mafyacı çetelerden koruyabilecek bir öz savunma gücü ve pratiğine dahi sahip değiller. Kırlarda özellikle Dersim sıkışan ve son yıllarda alınan darbelerle ağır bir tasfiye durumu yaşayan kır gerillası pratikleri ise son on yılda neredeyse hiçbir anlamlı pratik üretememiş, tersine kadro ve olanak tüketen bir zemine dönüşmüştür. Üstelik bu vahim tablo, Türkiye devrimci hareketinin Rojava devrimine katıldığı, orada ve medya savunma alanlarında askeri üsler ve karargahlar oluşturdukları, her türlü askeri eğitim ve tekniğe kavuştukları, kendilerini politik ve askeri olarak her açıdan eğitip, yenileyebilecekleri, hazırlayabilecekleri imkanlara tümüyle sahip oldukları koşullarda ortaya çıkmaktadır. Bu alanlarda varolan muazzam imkanlar ülkeye taşırılamadığı gibi çok sınırlı ölçülerde ülkeye taşırıldığında ise düşman tarafından kısa sürede tasfiye edilmektedir. Dahası, bu imkanlar günümüz koşullarına uygun bir politik-askeri perspektif ve pratiğin yaratılması için değil, politik süreçlere denk güçlü vuruşlar için değil, sıradan bir askeri çalışmanın sürdürülmesi için kullanılmaktadır. Yani Rojava ve medya savunma alanlarının sunduğu büyük askeri ve politik imkanlar bütünlüklü bir devrimci yenilenme perspektifi ile ele alınamadığında sadece sınırlı moral bir değere dönüşmekte, anlamlı bir politik-askeri güç ya da öz savunma zemini yaratılmasına vesile olmamaktadır. Özellikle son beş yılın devrimci askeri pratiği bunun oldukça açık ifadesidir.
Öz savunma ve devrimci savaşın yürütülmesine ilişkin son on yıllarda ortaya çıkan teknolojik zorluklardan hareketle yapılan ve “hayatta kalmak için silahlı mücadeleyi ret teorileri” olarak tanımlayabileceğimiz teoriler ise aslında devrim fikrinden yüzgeri etmenin kılıflarıdır. Eğer “kılıcınız yoksa hiçbir şeyiniz yoktur” tespiti doğruysa, zorluklar teferruattan ibarettir. Her silahın, her aracın anti’si vardır ve insan tarafından yaratılmış her engel başka insanlar tarafından aşılabilir. Yeter ki, devrimci politik çizgi-devrimci askeri strateji-örgüt-kadro-yaratıcı taktik-teknik-kitle bağları zincirini doğru bir tarzda oluşturalım. Devrimciliği bu alanda daha önce de ürettik, bugün de üretebiliriz. Yeter ki, doğru bir yoğunlaşma ve yaratıcı bir çizgiyle önümüzdeki engellere bakalım, kendimizi daha önceki mücadele deneyimlerimizden çıkmış kalıplarla bağlamayalım.
Devrimcilik kadrolaşma bağlamında da bitmiştir. 1992-3 sonrasında, Türkiye’de yeni dönemin devrimci tarzını yaratan, büyük devrimci sonuçlar ortaya çıkaran kadrolar, önderler, militanlar kuşağı ne yazık ki çıkmamıştır. Bütünlüklü bir devrimci yenilenmenin olmadığı koşullarda, dönemin kadrolarının ortaya çıkmasını beklemek sadece boş hayalcilik olabilir. Türkiye devrimci hareketinin son 25 yıldaki bini aşkın şehidine rağmen, büyük çıkışları örgütleyebilen kadro zemini yoktur. Devrimin toplumsal tabanının en ileri kesimleriyle buluşacak bütünlüklü bir paradigması ve pratiği olmayan bir devrimci hareketin kadro bağlamında da adeta kuruması kaçınılmazdır. Nihayetinde böyle de olmuştur. Devrimci hareket 2001 krizinde sokağa dökülen milyonların, 2013 büyük Haziran direnişinin on milyonlarının, 2014 6-8 Ekim isyanının milyonlarının sonrasında farklı eylemliklerle sokaklara çıkmış milyonların çok küçük bir bölümüyle dahi örgütsel olarak ilişkilenememiştir. Bırakalım örgütsel ilişkilenmeyi ve kadrolaşmayı, milyonların sokağa döküldüğü son beş yılda devrimci hareketlerin bayrakları altında sokağa çıkanların sayısı bile her yıl daha da azalmıştır. Bu noktada, son 2 yılın İstanbul 1 Mayıs’larına devrimci hareketlerin katılımına bakmak yeterlidir. Diğer yandan, geçmiş dönemlerden gelen kadro birikiminin önemli bir bölümü de şu veya bu biçimde tasfiye olmuştur. Devrimci hareketlerin içinde oluşan her türlü geriliği ve çürümüş statükoları benimsemiş ve bu temelde kendini yaşatan, hareketleri ise adım adım tasfiyeye götüren bir “kadro” tipi de küçümsenemeyecek bir yaygınlığa ve etkiye sahip olmuştur.
Devrimcilik işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelenin öznesi haline getirilmesi ve örgütlenmesi bağlamında da bitmiştir. Bu durum herkesin en kolay biçimde gözlemleyebildiği olgulardan biridir. Bu yönlü, günden güne eriyen mevcut ilişkileri koruma çabasının ötesinde, yeni ve ileri zeminler yaratmaya dönük sistematik, çok yönlü, uzun erimli ve somut sonuçları gözlemlenebilen tek bir devrimci güç bulunmuyor. Somut olarak ele aldığımızda ne işçi sınıfı mücadelelerinde ne öğrenci gençlik mücadelelerinde ne kadın mücadelelerinde ne ekolojik mücadelelerde ne ulusal demokratik mücadelelerde ne kültürel mücadelelerde anlamlı bir devrimci etki yaratan bir pratik, bir örgütsel birikim ve kadro birikimi yoktur. Kitlelerle güçlü ve etkili bir ilişkilenme yoktur.
Flormar direnişi örneği üzerinden devam edecek olursak hem sendikalaşma hem de ekonomik, sosyal ve demokratik haklar bağlamında içinde geçmekte olduğumuz kriz sürecinde pek çok işyerinde işçi sınıfının direnişleri hızla mayalanmaya devam ediyor. İnşaat işçilerinin direnişleri, atanmayan yüzbinlerce öğretmenin direnişi, KHK’larla işten atılan akademisyenler, kamu emekçileri, işten atılmalara karşı direnişler vb… Bütün bu direnişler gelişirken işçi sınıfını devrimci çalışmaya kazanmaya dönük bir devrimci faaliyet yoktur. Sendikalardaki sınırlı devrimci etki dışında sahnede devrimcilik yoktur. Mahallelerin, öğrencilerin, işçilerin karşılıklı dayanışmasını örgütlemeye, bu mücadeleler içinde devrimci çalışmayı örgütlemeye dönük belirgin bir iz emare görülmüyor. Flormar direnişinde olduğu üzere, ziyaret bile örgütlenmiyor. Bu noktada yaklaşık 30 yıl önce, 1987 ve 1989’da Flormarla kimi yanlarıyla benzeşen Migros grevlerini ve ayrıca 1986 Netaş grevini anmadan geçmemek gerekir. Devrimci hareketin henüz yeni toparlandığı süreçte yüzlerce genç devrimci bu direnişlerle dayanışma mücadeleleri içinde ilk sınıf mücadelesi deneyimlerini kazandılar. Devrimci örgütler tüm zayıflıklarına rağmen binlerce öğrenciyi, esnafı, mahalle halkını vb. grev alanlarına taşıdı. Daha büyük mücadeleler pek çok şeyin yanı sıra bu mücadeleler içinde mayalandı. Devrimci hareketi 1980’lerin ikinci yarısından, 1990’ların sert mücadelelerine bu mücadeleler, direnişler içinde yetişen genç kadro kuşağı taşıdı. Sınıf devrimciliği ve kitle mücadelesinin hayati rolüne ilişkin edebiyat sürekli biçimde tekrarlanmasına rağmen, devrimcilik bu alanda da pratik olarak bitmiştir.
Devrimcilik, devrimin güçlerini çeşitli birlik ve ittifak ilişkileri zemininde birleştirmek, birleşik devrimci güçler yaratmak bağlamında da önemli ölçüde bitmiştir. Devrimci güçler kendi aralarında pratik olarak işleyen devrimci birlikler yaratamıyorlar. HBDH bunun son örneğidir. Oldukça olumlu bir zeminde geliştirilen HBDH ülkede somut bir karşılık üretememiştir. Açık ki; ülkede kendi varlığını sürdürmenin derdine düşmüş, asgari düzeyde bile devrimcilik üretemeyen örgütlerin, HBDH gibi ileri bir birlik düzeyini ülkede geliştirmesi mümkün olmadı. Şu anda en geniş demokratik, anti-faşist, anti-emperyalist birlik zemini olan HDP ve HDK’de bütün potansiyeli kucaklamaktan uzaktır ve giderek çatırdamaktadır. Daha da ötesi, devrimcilik üretemeyen devrimci hareketler giderek daralmakta, etkisizleşmekte ve çıkış yolu üretemediği her durumda bölünmeler yaşamaktadır. Son birkaç yıl içinde çoğu devrimci hareket, yurtsever yapılar, sol parti ve çevreler ya bölünme yaşamış ya da küçümsenmeyecek kopuşlar nedeniyle zaten zayıf olan yapıları daha da zayıflamıştır. Devrimin nesnel imkanları büyürken devrimci örgütler küçülmekte, devrimciler azalmakta ve parçalanmaktadır. Birliği ve ittifak ilişkilerini yani devrimciliğin çok önemli bir boyutunu üretmenin giderek daha da uzağına düşülmüştür.
***
Yukarıda çok kabaca, genel hatlarıyla ortaya koyduğumuz gerçeklik aslında deyim yerindeyse buz dağının görünür kısmıdır. Ayrıntılara inildiğinde durum daha da vahimdir.
Hatırlatmakta fayda var; biten salt öncü devrimcilik değildir. Devrimciliğin daha alt biçim ve düzeyleri de bitmiştir ya da kayda değer düzeyde değildir.
Yine bir kez daha hatırlatmakta fayda var; bu yeni bir durum değildir. Devrimci hareketlerimizin içinden çıktığı 1945-90 arası dönemin devrimciliği Türkiye özgülünde 1995-6’ya gelindiğinde bitmişti. Bugün varılan nokta, geride kalan devrimcilik çabalarının da önemli ölçüde tasfiye olmasıdır.
E- Devrimciliğin bittiği iddiası aslında devrimcilerin büyük bir bölümünün iddiasıdır
Devrimci hareketlerin kendi gerçeklerinin negatif yanları vurgulandığında, yaygın klasik refleks bunu kaba savunmacılıkla karşılama, kimi zaman bunu bir saldırı ya da hakaret olarak görmedir. Eleştiride kimi yanlışlar, hatalar, abartılar olması ya da eleştirenin de aynı hatalarla malul olması hemen eleştirileri boşa düşürecek bir karşı saldırının zemini haline getirilir. Hele ki, devrimcilik bitti dediğimizde bu tespite şehitler üzerinden duygusal yaklaşanlardan tutalım, akla gelebilecek her türlü boşa düşürücü politik ve psikolojik vb. temalı saldırıları beklemek gerekir. Hiç kuşkusuz bunlar üzerinde duracak değiliz. Sadece tespitlerimizi açmakla ve bunlarla ilgili olası kimi sorulara yanıt oluşturmakla yetineceğiz.
Öncelikle “devrimciler ve devrimci örgütler var, devrimcilik yok” tespitinin vurguladığı oldukça absürt olan gerçeklik durumunun ilk elde akla getirebileceği soruları yanıtlamakla başlayalım. Devrimciler ve devrimci örgütler olmasına rağmen devrimcilik nasıl olmaz? Ya da devrimcilik yoksa devrimciler ve devrimci örgütlerin devrimciliğinden nasıl söz edilebilir?
– “Devrimci öncülük yok”, devrimcilik yok demektir…
Her fırsatta devrimciler ve devrimci örgütler tarafından şu veya bu söylemle tekrarlanan; “devrimci öncülük yok” tespiti aslında devrimciliğin olmadığının en açık biçimde ifade edilmesidir. Çünkü devrimcilik esas olarak bir devrimci öncülük sorunudur. (Hiç kuşkusuz, devrimcilik, salt öncülük yapabilmeye daraltılamaz. Fakat devrimcilik esas olarak bir öncülük pratiğidir. Devrimcilik ve öncülük kavramları birbirinden ayrı düşünülemez. Öncü nitelik taşımayan pratikler, ancak öncü devrimci pratikleri tamamladıkları, onlarla bütünleştikleri ölçüde devrimci nitelik taşıyabilirler. Genel devrimci faaliyet açısından böyle bir katmanlaşmadan söz edilebilir.) Yapılan tespitlerde öncülükten söz edilmesi, sanki öncü nitelik taşımasa da bir devrimcilik yapıldığı imasını taşımakta ve bu devrimcilik “ortalama solculuk/devrimcilik”, “sıradan devrimcilik” vb. gibi ne anlama geldiği pek belli olmayan ifadelerle tanımlanmaktadır. Ayrıca kimse bu sıradan/ortalama solculuk ya da devrimcilik niteliğini üzerine alınmak da istememektedir. Çünkü yapıldığı söylenen bu devrimcilik türü esas olarak imalı biçimde devrimcilik olarak görülmemektedir. Bir tür devrimcilikten kaçışın, devrimcilik iddiasını yitirişin dışa vurumu olarak ele alınmaktadır.
Bu tespitleri yapan devrimci hareketlerin her biri en az yirmi beş, otuz, kırk, hatta elli yıldır varolan ve hepsi en ateşlisinden öncülük iddiasına sahip olan hareketlerdir. Stratejik belgelerinde hepsi kendini “proletaryanın öncü partisi/örgütü” olarak tanımlayan bu hareketler, ülkedeki toplumsal mücadeleler söz konusu olduğunda on yıllardır bu iddialarını unutarak, adeta örgütsüz ve çaresiz halk yığınları gibi “devrimci öncülük yok” tespitini yıllardır yapabiliyorlar. Onlarca yıllık devrimci hareketler veya kişiler açısından “devrimci öncülük yok” tespiti yapıyor olmak, hem de yıllardır yapıyor olmak, “biz öncü değiliz, öncülük yapacak duruşa sahip değiliz, devrimciliğin hakkını veremiyoruz” demektir. İşin tuhaf tarafı; hala herkes “proletaryanın öncü partisi/örgütü” olmaya devam ediyor.
Sonuç olarak, devrimci öncülük yok tespiti, utangaç ya da üstü örtük biçimde devrimcilik yapılmadığının, devrimciliğin olmadığının genel olarak kabulü anlamına gelmektedir. Biz burada devrimcilik yok derken, sadece bu genel kabulü açık ve net biçimde ifade etmiş oluyoruz. Bir başka deyişle aslında “kral çıplak” diyoruz.
– Devrim ve sosyalizm için mücadele iradesi ve direnişçilik devrimcilerin ve örgütlerinin varlığını ortaya koyuyor!
Eğer devrimcilik yoksa, devrimcilik üretilemiyorsa devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığından nasıl söz edebiliriz sorusuna gelelim.
Türkiye’de devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığı, küçümsenemeyecek bir bölümü sahici bir devrimcilikle biçimlenmiş en az 50 yıllık bir tarihe dayanıyor. (50 yılı yakın tarih açısından ifade ediyoruz. Yoksa bu tarih TKP’nin 1920’deki kuruluşuna ve hatta daha öncesine kadar uzanır.) Devrimciler ve devrimci örgütler her ne kadar oldukça azalmış olsalar da (hiç kuşkusuz içlerindeki küçümsenemeyecek miktardaki tasfiyeci, çürütücü unsurlara rağmen) 50 yıldır kendi devrim ve sosyalizm paradigmalarına bağlılıklarını sürdürüyorlar. (Bu paradigmaların bugün önemli ölçüde işlevsizleşmiş olması, onların çekirdek düzeyinde devrimci karaktere sahip oldukları ve en azından geride bıraktığımız tarihsel süreçte önemli bir devrimci rol oynadıkları gerçeğini ortadan kaldırmaz.) Samimiyet ve bu noktalardaki irade kendini hala sürmekte olan direnişçilikle, mücadele azmiyle ortaya koymaktadır. Sadece İstanbul, Dersim ve Rojava’da son bir yıl içinde verilen onlarca şehidimiz, yüzlerce gözaltı ve tutuklama ve bunlara rağmen ısrarla yürütülen çalışma bunun açık ifadesidir. Bu faaliyetler, nicelik olarak sürekli zayıflamaktadır. Nitelik olarak ise toplumsal mücadelede devrimci bir rol oynamaktan uzak kendi varoluşunu korumaya dönük bir direnişçiliğe dönüşmüştür. Buna rağmen devrimci savaşçılık iradesinin ve devrimci bir rol oynamaya dönük güçlü bir arzu ve çabanın ifadeleridirler. Devrimcilik üretmeye dönük ısrar ve direnişçilik, Türkiye devrimci hareketinin en temel tarihsel özellikleri olarak varlığını sürdürüyor. Bu noktadan hareketle, Türkiye’de devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığından söz etmek mümkündür ve doğrudur.
F- Çıkışsız değiliz; devrimciliği yeniden var edeceğiz!
Bugün yaşadığımız devrimcilik krizi esas olarak hala sürdürmeye çalıştığımız ama sürmesi mümkün olmayan ya da sürdürmek istemesek de aşamadığımız 1945-90 dönemi devrimciliğinin krizidir. 1945-90 devrimciliği kendi tarihsel sahnesinde büyük devrimci roller oynamıştır. Ve büyük yetmezliklerde göstermiştir fakat o tarihsel sahne artık ortadan kalkmıştır.
O dönemin devrimciliği günümüzün yeni koşullarında devrimcilik üretemez. Yaşanan tüm pratik bunun apaçık ifadesidir.
“Hiçbir sorun onu yaratan bilinç seviyesiyle çözülemez.” Bütün sorunlara ve çözüm yollarına bakışta temel hareket noktalarımızdan biri bu tespit olmak zorundadır.
Çıkış noktası; yeni bir bilinç ve pratik seviyesi yaratmaktır.
Birincisi, 1990 sonrası dünyada ve ülkede yeni bir tarihsel sürecin, insanlık durumunun ortaya çıktığını bütün boyutlarıyla görmek ve devrimci eleştiri temelinde ortaya koymaktır.
İkincisi, devrimin örgütlenmesini aktüel bir sorun olarak gören bir perspektifle ideolojik, politik, örgütsel, askeri, kültürel, sosyal vd. bütün alanlarda bütünlüklü bir devrimci yenilenme, bir yeniden kuruluş süreci geliştirmektir.
Bugün tüm devrimci güçler açısından devrimcilik krizi hangi kavramlarla ifade edilirse edilsin çok açık bir olgudur. Öte yandan, bütünlüklü bir devrimci yenilenme perspektifinin tüm devrimci saflarda az ya da çok karşılık bulmasının zemini her zamankinden daha fazla vardır. Türkiye devrimci hareketinin bugünkü tablosunun farkında olan ve bunun acısını yaşayan tüm devrimciler, (ister devrimci hareketlerin saflarında bulunsunlar ister örgütsüz olsunlar) artık tutuk davranmamalı, oluşmuş statükolar karşısında daha cesur adımlar atmalıdırlar. Bu tablodan memnun olan ya da memnun olmasa bile adeta bir kadermişçesine kabullenen bir devrimci, devrimci niteliğinin de uzun süre devam edemeyeceği daha vahim koşulların hızla geliştiğini artık anlamalıdır.
Hiç kuşkusuz bu hiç kolay değildir. Her bir devrimci örgütün bir yandan kendi kanalından devrimci yenilenmeyi üretmesi, diğer yandan yanı başında duran diğer devrimci güçlerle bu çabasını ortaklaştırması hızlı ve büyük bir devrimci yenilme sürecinin ve büyük bir devrimciliğin çok güçlü üretilmesini sağlayacaktır.
Bunun için gerekli olan bilinç, cüret ve irade Türkiye devrimci hareketimizde hala var olan devrimci ateşin alevlerinde, korlarında mevcuttur.
*Bu tanımlama eksik ve yetersiz görülebilir. Daha bütünlüklü, kapsamlı ve açıklayıcı bir tanımlama yapılabilir. Fakat bu tanımlama bu haliyle de konumuz bağlamında meramımızı anlatmaya yeterlidir.