İzmir’de camilerden eş zamanlı olarak ilkin Çav Bella sonra da Selda Bağcan’ın Yuh Yuh şarkısının çalınması gündemde epey yer kapladı. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, eğer bu bir iktidar provokasyonu değilse bir örgütlü faaliyetin ürünü olmayıp politik değer içeren bir iş değildir. Politik değer içermediği gibi de herhangi bir ideolojik saikle savunulabilecek bir eylem de değildir. Ancak Cami hoparlörlerinden yapılan yayını bu kadar çok lanetleyip konuyu bu kadar çok irdelemek başta iktidar tahakkümünü kabul etmek demektir. Bu durum da iktidarın dini siyasi çekişmelerin aracı haline getirmesine çanak tutmaktır; sonuçta bu çanak iktidarın ve devletin yeni provokasyonlar yaratmasının ve bu provokasyonlar üzerinden de seçimle ya da seçimsiz faşist gidişatın aracı olacaktır.
Sivas katliamı günlerinde Tansu Çiller başbakandı ve katliamın akabinde yaptığı açıklamada şu ifadeyi kullanmıştı: “Oteli saran vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır.” Devletin ve iktidarların temel derdi hep bu olmuştur. Oteli saranlara bir şey olmaması, kahvehaneyi tarayanlara bir şey olmaması, Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da, 6–7 Eylül’de katliamlara ve yağmalara girişenlere bir şey olmaması, Kürtleri linç edenlere bir şey olmaması ve bütün bu katliam, linç ve yağmaların münferit olay sayılması… Ve kitlelerin bilincinin daima linç ve katliam ile yoğrulması.Çünkü devletin ve tabi iktidarların bekası sürekli buna bağlıdır. “Münferit” süreklilikler ve sağ olasıca katliamcı, yağmacı, linççi güruhlar!
Ölüm orucunda yaşamını yitiren İbrahim Gökçek’in Gazi Cemevi’ndeki cenaze törenine saldıran polisin cemevinin kapı, pencere, duvarlarını kırarak ve yıkarak cenazeyi kaçırmasının, linççi faşist güruhların cenazenin defnedildiği yerden çıkarılacağına dair beyan ve girişimlerinin ve faşist yandaşların ölüm listeleri üzerinden tehditlerine tanık oluşumuzun üzerinden henüz az bir zaman geçti. Kaldırıma gömülen Kürt cenazelerine tanık oluyorken ve cemevinde cenazeye katılmak üzere bekleyen Uğur Kurt’u öldüren polisin sadece 12 bin TL para cezası aldığını öğrendiğimiz bu günlerde, İzmir camilerinin hoparlörlerinde Çav Bella marşını duyduk.
Faşist şef hemen; “Cami minarelerinden ezan yerine başka sesler duyma özleminde olanlar var.Bilsinler ki bu milletin son ferdi toprağı kanıyla sulamadan bu emellerine ulaşamayacaklar” biçimindeki kan ve katliam kokan açıklamasını yaptı. Bütün bir AKP cenahı koro halinde bağırmaya başladı ve hepsi iman şövalyesi oldu, kılıcını çekti, kalkanını kuşandı ve faşist şefin önünde içtimaya durdu. Malum, yeni “münferit” olaylarla sürekliliğin sekteye uğramasına engel olmak devletin-iktidarın bekasına katkı sunmak şart! Hele ki birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu bu günlerde! İçişleri Bakanı Soylu’nun “Faili bulunca cami dibinde ezan dinleteceğiz” sözü “Faili bulunca adalete teslim edip, gereken cezayı almasını sağlayacağız” burjuva yalanın arkasına bile saklanma ihtiyacı duymayacak netlikte bir linççilik ve katliamcılık zihninin yansıması değil midir?
Diğer taraftan genel başkanından başlamak üzere bütün CHP’li yetkili ağızlar ise olanları huşu içinde lanetleyip, faillerin derhal bulunması ve en ağır biçimde cezalandırılmasını talep ettiler, suç duyurusunda bulundular. Zira yaşananlar toplumun kutsalına bir saldırıydı ve affedilemezdi. Milletin (Türk–Sünni) hassasiyetlerini kaşıyan çok nitelikli bir provakasyondu söz konusu olan! Bu sayede iktidardan daha fazla bağırmak suretiyle AKP’nin kendilerine yüklenmesine engel olmalarının yanında, din gibi önemli bir toplumsal kutsalın savunusunu da sadece AKP simsarına bırakmayacaklardı. Video kayıtlarının ikisini sosyal medya hesabından sadece paylaşan parti üyeleri Banu Özdemir’i “Partimizde aktif görevi yoktur. Eski il başkanı yardımcısıdır” deyip, AKP yargısının önüne atarak tutuklattılar. Ve henüz susmuş değiller. Elbette bu kınama furyasına bazı “sosyalistler” de dahil oldular.
CHP için ibadethanelerin ve insan yaşamının kutsallığı savı elbette cemevlerini, Alevileri, devrimcileri ve Kürtleri kapsam dışı bırakıyor. Onlara bu bahiste düşen provoke etmek değil; provoke etmemek oluyor. Çünkü hiçbiri Türk–Sünni esaslı üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin köşe taşı yada harcı sayılmıyor. Belki Aleviliğin “düzen içi sahte laiklik” açısından bu türden bir anlamı olabilirdi ama onun da yeni Türkiye’de pek esemesi okunmuyor. Öyle değil mi? Öyle değil diyenler hemen Kılıçdaroğlu’nun camide Çav Bella ilgili tweetine vepolislerin cemevini kırıp dökmesi ile ilgili olmayan paylaşımlarına bakabilir. CHP, cezaevi katliamları-işkenceleri, cemevlerine saldırı, cemevlerinden cenaze kaçırma, cemevinde insan öldürme ve cezasız kalma, devrimcilerin cenazesini mezardan çıkarma, Kürd’ün cenazesini kutular içinde kaldırıma gömme, ailesine kargoyla gönderme ve hatta bazen buna bile gerek görmeyip araç arkasında sürükleme, günlerce çocuklarının gözü önünde sokakta cenaze bırakma, defnedilmesine izin vermeyip buzdolabında bekletilmesine sebep olma ve burada sayamayacağımız yüzlerce kere insanlık ve inanç değer sistematiğini ayaklar altına alan icraatlara (yer yer dahil olup) karşı olabildiğince sessiz kalıyor. Zira burada bir kutsallık olmadığı gibi bir toplumsal hassasiyet de oluşmayacaktır. Eğer bir hassasiyet oluşuyorsa da zaten bu olmayan bu kutsallıktan değil devlet millet düşmanı yıkıcı ve bölücü(!) ideolojilerden beslenmektedir.
Ama ya “Bakara Makara” diye sallayıp büyükelçilikle ödüllendirilen bakan, gerici vakıflarda, Kuran kurslarında tacize–tecavüze uğrayan çocuklar, bir kereden bir şey olmaz diyen bakan, cami minaresinden çalınan Dombra, cenazelerde ve camilerde yapılan propaganda konuşmaları, camilerde cemaatlerle kurulan kutsal ittifaklar ve o ittifakların yağmaları, minarelere asılan AKP flamaları, efsunlanmış din görevlilerin miting meydanlarında Erdoğan’ın müjdelendiğini içeren konuşmaları, miting kürsülerinde sallanan Kuran–ı Kerimler ve sayısızca iman ve insan istismarı uygulamaları? CHP’ye göre bunlar, kutsal egemen Türk-Sünni sistem açısından minareden çalınan Çav Bella’ya nazaran daha masum şeyler mi? Eğer değilse nasıl oluyor da “Her cuma bakara makara sallıyorum” diyen eski bakanın üniter cumhuriyetlerinin Prag Büyükelçiliği yapmasına razı geliyorlarken, cami minaresinde Çav Bella çalınmasını bu ölçüde dert ediniyorlar ve sadece yorumsuz bir şekilde görüntüyü paylaştığı için eski il başkan yardımcılarını AKP yargısının önüne atıp tutuklanmasına göz yumuyorlar? Çünkü CHP Türk–Sünni ideolojinin bizzat kurucusu ve yürütücüsüdür. Eskilere bile gitmeye gerek yok. Dönemin CHP’li milletvekili Gülsün Bilgehan daha 2011 yılında Dersim katliamı için “Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlarda var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.” derken yeterince açıklayıcı değil mi?
Denebilir ki bunun bir iktidar (ya da başka bir kaynağın) provokasyonu olduğunu düşünüyorlar ve iktidarın (ya da başkalarının) bunun üzerinden toplumsal kamplaşmayı derinleştirmesinin ve toplumsal olaylara yol açmasının önüne geçmek için canhıraş çalışıyorlar. Hayır, elbette böyle değil! Gerçekten kısmen iyi niyetle dahi olsa bu türden toplumsal trajedilerin yaşanmamasını istemek bile bugün camiden Çav Bella çalınması gibi en ufak bir durumda din istismarcısı iktidara nal toplatmaya yeltenecek kadar bağırıp çağırmak yerine toplumun her şeye bu kadar kolayca provoke olup bir anda linç, katliam, yağma ordusuna dönüşmesine dair itirazlarını dillendirmeyi gerektirmektedir.
CHP’nin bu tavrı bir boyutuyla siyasal iktidarın tahakkümü altında kaldıkları için, kendilerince iktidarın baskısından kurtulmak adına, onun argümanlarını kullandıkları yönünde yorumlanabilir. Bu tavrın da gerçek sonucu, Türk–Sünni esaslı linççi katliamcı zihin ve devlet yapısı ile mücadele etmek yerine bunların AKP iktidarının kontrolünde olması ve AKP’nin kendi iktidarı devamı adına kullanması realitesi olacaktır. Çünkü start noktaları bu Türk-Sünni esasın varoluşsal zorunluluğu ve meşruiyetidir. Eğer temelde bu zihin ve devlet yapısına karşı mücadele etmek derdinde olsalardı, bugün minareden çalınan Çav Bella için yırtındıklarının yarısı kadar kitlelerin din ve milliyet kavramları üzerinden kolayca provoke edilmesini olanaklı kılan kodları parçalamak için uğraşırlardı. O kodlar, bu topraklarda sonu gelmez linç, katliam ve yağmanın devlet eliyle kolayca hayata geçirilmesine sebep olmaktadır.
Samimi olan şey, Topal Osman gibileri sahiplenmek için AKP ile yarışa girip, her fırsatta “aman toplum provoke olmasın” diyerek o kodların varlığına dokunmamak değil; tam tersine Türk–Sünni çemberinin dışında kalan her şeye ve herkese karşı kolayca provoke edebilen ve ülke tarihini katliam, sürgün, linç ve yağmalarla bezeyen bu zihin ve onun örgütlü ve sistematik haline karşı amasız fakatsız bir mücadele yürütmektir. Bu zihni ve onun örgütlü halini masumlaştırıp ona kendiliğinden bir provoke olma hakkı tanımak yerine, faşizmin yöneldiği ve her yönelişinde kendisini yeniden yarattığı Kürt, Alevi, vb. toplumsal kesimlerin derdine ve öfkesine ortak olmaktır.
CHP; Ermeni soykırımından Pontus’a, varlık vergisinden mübadeleye, Dersim’den 33 kurşuna, 6–7 Eylül olaylarından Maraş’a, Sivas’a, Çorum’a, Gazi’ye ve Kürdistan’a bütün bu tarihle ve bu tarihi yazan, besleyen tekçi-linççi yapıyla hesaplaşabilir mi? Bu kanlı tarihin bir tarafı olarak provoke edilenlerin hassasiyet ölçeri olmaktan vazgeçebilir mi? Diğer türlü “ama cumhuriyet kurulurken bunlar olmak durumundaydı”, “ama biz o zaman iktidar değildik”, “ama biz o zaman iktidarın küçük ortağıydık”, “ama o zaman CHP değil de DSP vardı” yalan ve inkarlarıyla, tıpkı geçmişteki gibi, kim eliyle yapılırsa yapılsın gelecekteki yağma katliam ve linçlerin ortağı olmaktan kurtulamayacaktır.