Su, toprak ve müzikten oluşmuş küçük mavi gezegen acı çekiyor.
“Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir“ – E. Cansever
Karıncalar yok olursa mavi gezegen mevcut hareket ettiği döngüyü yitirebilir. O karıncalar ki, mavi gezegenin hareket fiziğini düzenleyen birer mucize varlıklar.
Güneş annesinin üçüncü kollarında küçük bir su gezegeni çok uzun zamandır acı çekiyor. Yağmurları şifa vermiyor. Karları olması gereken bileşiklere sahip değil. Denizleri üzgün. En çok da mavi gezegenimizin iklim ve ısı yapısını düzenleyen dip akıntıları ve rüzgarlar olması gereken yapılarını kontrol etmekte zorlanıyor. Toprağımıza dönen her bir damla yağmur ve kar tanesi toprağımız tarafından tam emilemiyor. Toprak annemiz kendini korumak için şifalarını başka yapılara dönüşmeye zorluyor. Su içmiyoruz. Aslında hava da solumuyoruz. En çok atmosfer varlığımızdaki yassılma nedeniyle güneş annemiz acı çekiyor. Çünkü küçük gezegeninin varlığını korumak için dünyamızdan normalden fazla su çekiyor. Güneşimiz çekmek zorunda kaldığı fazla su nedeniyle kendini düzgün tutmak ve kimyasal reaksiyonunun düzenlemek için oldukça fazla zorlanıyor. Bu zorlukları aşmak için olması gereken yerden kayarak dünyanızdaki olumsuz iklim değişikliklerine neden oluyor. Bu alçaklığa endüstriyel atıklar ve petrol varlığın işlenmesi neden oluyor. En çokta bütün iyi varlıkların evrimsel kimyası zarar görüyor ve öngörülemez sonuçlar üretmeye zorlanıyor. Aşılar, medikal cihazlar ve ilaçlar dahil kapitalist medikal sektörün metaları bunlara eşlik ediyor. ‘Kutsal’ sayılan doktorluk ve hemşirelik mesleği birer katiller ordusuna dönüşüyor. Psikiyatri ve psikiyatrik ‘tedavi’ araç ve ilaçları da öyle. İnsan kafatasının üst merkezinde bulunan aynanın titreşiminin düzeltilmesiyle basitçe çözülebilecek sıkıntılar, deliliğin, depresyonun, panik atağın, takıntının, şizofreni diye uydurulmuş kronik bozulmanın hanesine yazılıyor ve bu kötülük insanlara kabul ettiriliyor. Psikiyatrik ilaçlar insanda hormon salgılarının birbirine yanlış sarılımına neden oluyor. Serotonin dahil hormon salgılarının aşırı artmasıyla kafatasımızdaki aynamız yanlış titreşiyor ve bu durum sıkıntıların artmasına neden oluyor. Tedavi yöntemleri kelimenin gerçek anlamıyla öldürüyor.
Gıda sektörü tüm iyi varlıkları bozuma uğratarak, farklı kimyasal yapıları birbirine bağlayıp insanı, geleceği, şimdiki anı ve dünyamızı ‘ağızdaki haz’ olarak yıkıma uğratıyor. Her yıl bigfarmlarda köleleştirilmiş milyonlarca hayvan varlıklar yapıları ve DNA dizilimleri bozulmaya uğratılarak etleri ve sütleri için katledilip, ‘ağızdaki haz‘ olarak tüketiliyor, borsaları kuruluyor. Ve solcusundan, komünistine hiç kimse bu hazdan azade değil, bu ortak suçun birer parçası. Veganlık da bu suçlardan azade değil. Dünyamız ve bitki varlıklarımız için hayati öneme sahip trilyonlarca canlı varlıklar endüstriyel tarım için zehirlenerek katlediliyor, yumurtaları bozulmaya uğratılıyor, DNA yapıları değişime zorlanıyor. Bütün bunlar insan varlıklar dahil eko sistemdeki simbiyotik var olma halini akamete uğratıyor. Oysa özellikle böcek türü varlıklar dünyamızın fiziksel yapısını, atmosferini, güneşimiz etrafında dönüşünü, kendisini dengede tutmasında sandığımızdan daha önemli rol oynuyorlar.
Homus’un evriminde yapısal bozulmaya dair hiçbir biyolojik kimya yapıları söz konusu değil. Evrimin canlıları bozulmaya ve yaşlanmaya itecek bir varlık yaratma süreci yok. Canlı olma halini birbirine bağlayan simbiyotik süreç oldukça karmaşık ve mükemmel. Basitten, karmaşığa ve daha komplike sitemlere varan ilişki bir mucizenin gerçekleşmesinden başka bir şey değil. Bu simbiyotik ilişkinin alabileceği küçük bir zarar; zararı kapatmak içinde simbiyotikte değişikliklere neden oluyor. Bu da canlıların aslında ölümsüz olan biyo varlıkları, süreli bir döngüye itiliyor. Hiçbir varlık ölümlü olarak oluşmaz. Bütün iyi varlıklar birbirlerinden DNA alır ve verirler ve sonsuz yaşatırlar. Entropi canlı varlıklarda bilinen gibi işlemez; DNA sarılım bu süreci işletir ve simbiyotik ilişki canlı varlıklardan, varlıklara geçer, her bir varlık ilk oluşumdaki kimya bağlanmasını yeniden üreterek yaşamlarına devam eder. Örneğin bitki yaprakları insan DNA’sına en yakın DNA’lara sahip. İnsan kimyasındaki karbonun bağlama işlevini en fazla bitki yaprakları sağlar. İnsan varlık eğer doğal bir gıdayı daha çok seviyorsa, o DNA’dan çok sevdiği gıda varlığında fazlasıyla var demektir ve o doğal gıdadaki DNA sarılımına daha çok ihtiyaç duyuyor demektir. İnsan ve diğer varlıklar sanıldığının aksine yalnızca enerji şarj etmek için gıda varlıkları bünyelerine almazlar. Gıda varlıkları büyük oranda insan ve diğer varlıkların DNA’larına, kendi DNA’larını saralar. Ancak endüstriyel tarım, zehirler, dünyamızın ve toprağımızın yapısında oldukça uzun zamandır yaşanan bozulma bu DNA geçişini sekteye uğratmaktadır. Simbiyotik süreç, birbirini öldüren ilişkiye dönüşmektedir. Öyle idrak ediyoruz ki dünyamız bildiğimiz ve tahmin edebileceğimizden fazla zararlar görerek milyarlarca yıldır direnişini sürdürüyor. Daha fazla idrake ihtiyacımız var; ötelediğimiz, meta ilişkisi kurduğumuz ve haz nesnesi olarak tükettiğimiz dünya varlıklarını yeniden anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyacımız var. Dünyamız acı çekiyor. Tüm varlıkların ilksel kimyası acı çekiyor.
Sorunumuz basit bir çevrecilik, eko politik sorunu değil
Uzayımızın bigbang gibi nasıl oluştuğuna dair tutarlı olmayan varsayımları ve spekülasyonları ciddiye almazsak; uzayımız bir mucize varlık tarafından püskürülmekte. Bu mucize varlığımızı varlık yapan diğer mucizeler, hiçlikten varlığı yaratan mucizelerin kudreti, sihri iyiliğidir. Öncesizlikle, sonrasızlık arasında doğmuş, doğmakta, doğacak olan var olmanın kudretinden yaratılmış atomlar; o iyilik ve sevgi atomlarının akıllara durgunluk verecek birbirine bağlanma hali, maddede zuhur eden mucizesi, o mucizeden doğmuş biz varlıklar ve bizde olan varlıklar bu iyiliğin birer eserleriyiz. Mineralden, gazlara, devasa fırtınalara, nebulalara, büyük kara deliklere, dev kütlelere, karıncaya ve ağaca kadar varlıklarında varlık olduğumuz bütün var olma hali iyiliktir. Çünkü hiçlikteki bir olay, bir ilksellik, bir ilksel tetiklenme varlığı varlık yapmışsa bu yalnızca iyiliktendir. İyiliğin masumiyeti, bu ilksel olandır. Bu bakımdan incir, elma, dereotu bizim tükettiğimiz ‘yiyecekler’ değil; onlar bizlerin DNA’sına iyiliklerindeki masumiyeti vererek şifa veriyor, kendi DNA’larını bizim DNA’larımıza sarıyor. Merak edenler için bir soru bizi durmadan sarıyor; bu küçük mavi gezegen neden milyonlarca çeşit varlığa annelik yapıyor. Neden milyonlarca türde varlık içindeyiz. Bu önemli bir soru. Bu sorunun cevabı maymunun şansında gizlidir. Bir gezegende bu kadar varlık evrimleşmişse o evrimi meydana getiren Güneş ve Venüs annemizin bir bildiği olmalı. Daha önemlisi bu mavi mucize gezegeni bu kadar bereketli kılan KARBON ve HİDROJEN varlığımızın güçlü niteliğidir. Evrimin ilk kimyasını, ilk tetiklenmeyi, atomlarımızın ilk bağlanmasını sağlayan güçlü ve iyi huylu karbonun eseridir. Böylesi zengin ve bereketli varlıklar içinde varlık olan Sapiens ne yazık ki bir talihsizliğin sonucu olarak yanlış evrim geçirdi. Kimyasındaki iyiliğin masumiyetinden koptu. Özündeki kimyada o iyilik hep var olsa da, evrimi dünyamızı suç mahalline dönüştürdü. Ama bu maymun, bu sapiens imha oluyor. Varlıkları varlık yapan mucize, kendi emanetine zarar vereni de imha etmesini biliyor. Bunun için varlıklar içinde varlıklar olmaya dönmeye, radikal kopuşlar yaşamaya ihtiyacımız var. Kapitalizm ve bu insanı ortadan kaldırmak için devrimlere, arınmaya, büyük özeleştiriye ve komünizme ulaşmaya ihtiyacımız var. Uzayımız sandığımızdan zengin. Biz sapienslerden önce ortaya çıkmış, gelişmiş, iyiliğin masumiyetiyle evrimleşmiş milyonlarca gezegende ebeveynlerimiz var. Bunlar maymunumsulardan ve maymunumsu olmayan varlıklardan evrimleşmiş, oldukça gelişkin uygarlıklar, bizim komünizm dediğimiz şifacı uygarlıklar. Bir gün bizim de olmak istediğimiz uygarlıklar. Bu komün uygarlıklarındaki ebeveynlerimizin küçük mavi gezegenindeki masumiyeti kendine katacağından kuşku yok. Bunu sapiensin içindeki iyilik söylüyor. O iyilik ki, herhangi bir gezegende kötülüğün varlığına tahammül etmez. Bunun için komünizm ideolojik bir tanım değil, uzayımızı püsküren varlıkların bize var ettiği duygudur, var olmanın, hiçlikteki ilkselliğin hakikatidir.
Mavi gezegen böyle kötü bir tarihe sahip olmadı ve böyle bir maymunumsu evrimleşmedi
Bir suç mahallinde yaşıyoruz. Dokunduğumuz her şeye suçla dokunuyoruz. Her varlığın ahını alarak yaşıyoruz. Dahası varlık olmaktan çıkarak yaşıyoruz. Demire, altına, bakıra, metallere, karbonumuza, yaprağımıza, koyunumuza, ineklerimize, sebze varlıklarımıza, suyumuza, sudaki canlılarımıza atmosferimize acı çektirerek yaşıyoruz. Dünyamızın eko sisteminde ve atmosferin sağlığında, güneşimizin çekim gücünde çok büyük öneme sahip petrol kaynaklarına acı çektiriyoruz. Alçakça ticari meta olarak olmadık biçimde işleyip, onların şifalarını yitirmelerine neden oluyoruz. Sanıyoruz ki, bu varlıklar an gelir intikamlarını almazlar. Bu mavi gezegende böyle ucube bir maymun evrimleşmedi. Kendini varlık yapan bütün varlıklara ihanet eden bir maymun evrimleşmedi. Uzay annesini püsküren varlıkların kendine emanet ettiği atomlara, kimyaya, biyo yapıya ihanet eden böyle bir ucube sapiens evrimleşmedi. Ne Güneş annemiz, ne dünyamızı dünya yapan Venüs annemiz böyle bir ucubenin ihanetine izin vermez. Varlığı varlık yapan iyiliğe ihanet eden bu ucube sapiens uzun sürmez imha olur.
Varlıklar nesneler değildir. Onlar bize amade değil. Onların nitelikleri olmasaydı, onları onlar yapan var olmanın mucizesi olmasaydı ve bizleri onların içine katmasaydı, biz de olmazdık. Bunun için baktığımız, tutuğumuz, gördüğümüz, gıda diye yediğimiz her varlığa şükretmeyi bilmek ve öğrenmek zorundayız. Çünkü bakırdan, incire o varlıklar bize varlıklarındaki iyiliğin masumiyetini veriyor, bahşediyor, bizim var olmamızı sağlıyorlar. O masumiyete saygı duymak, şükretmek gerekir, varlık içinde varlık olduğumuzu bilmek gerekir. Bu dünyada böyle ucube, yıkıcı, kötücül bir maymun evrimleşmedi. Gün geldi bu maymunun kimyasındaki iyilik, kötülüğü alt etti, olması gereken düzene geri getirdi. Dünyası suç mahalli olmaktan çıktı. Komünizmi otomasyonlar toplumu, yapay zeka makinler toplumu, sapiensi de hazır yiyici olarak tahayyül eden o kötülük de imha oldu. Komünizm, bir masumiyet toplumu, sevgi ve iyilikle oluşmuş varlıklar toplumu olarak geldi. Sonsuza, olacak olan zamanlara aktı.
Bir lanetin sonu
Uzayımıza ait olmayan, hiçbir atoma, protona, nötrona, elektrona ve atom altı parçacıkların ilkelliğine sahip olmayan istilacı kötülük uzayımız tarafından soğrularak imha ediliyor. Çevresine, varlıklara, suya dikkatlice bakan herkesin tanık olacağı bu büyük temizlik, uzayımızı uzay yapan o büyük sihrin, hiçlikteki varlığın kudretidir. İnsan bedenler dahil bütün varlıklardan kusularak imha edilen bu lanet, (çevrenizdeki bütün varlıklara, ekmekten metale kadar hepsine dikkatlice bakın) sevgi ve iyilikten yaratılmış olmanın delilidir. Mavi gezegenimizin, güneşimizin, ayımızın, dokuz kardeşin ve galaksimizin acısı dindi. Uzay varlığımız samanyolu ve güneş sistemimiz olması gereken yere doğru tekrar çekmeye başladı. Mavi gezegenin hatırasında, tarihinde hiçbir kötülüğe yer olmadı. Sınıflı, mülkiyetli, cinsiyetçi, kadın varlık düşmanı, katil yaratan, çocuk tecavüzcüsü yaratan, cinselliği aşktan ayıran ve haza dönüştürerek sektör kuran, çocuk, kadın varlıklarındaki masumiyete zarar veren metacı, devletçi, dinci bir hikayeye sahip olan o ben merkezci, kibirli maymunumsu olmadı. Bunlar imha oldu. Maymuna, varlıklara bulaşan lanet uzayımız ve siyahlığındaki o büyük kudret tarafından yok edildi.
Biz ki varlık içinde varlıklarız. Biz ki varlık içinde varlık olarak yaşarız, yaşatırız. Hiçbir varlığı incitmeyiz. Yeni mavi; sudan ve müzikten oluştu. Komün bu gezegende hep vardı, var oldu. Uzayımızı, uzay yapan hiçliğe minnet. O varlığa, büyük iyiliğe ve ilksellikteki sevgiye, nedensizliğe, öncesizlik ve sonrasızlığa minnet. Biz varlıklar, öncesizlik ve sonrasızlık arasında uzay annesinin beşiğinde sallanana çocuklarız. O çocuk hep vardı, var oldu…