Ehven-i şer, kötüyü meşrulaştırıp kötülüğe bağımlılık yaratır! – E. Gozel Dündar

Çok kutuplu dünyada emperyalistler, hegemonya mücadelesi verirken, halklar kendilerini devrim koşullarında buldular. Hegemonya çatışmaları dünya halkları açısından yoksullaşma, faşizmin tırmanışı, tarihsel mücadelelerle kazanılmış hakların ellerinden alınması şeklinde seyrediyor. Ekonomik krizler, ideolojik-politik açmazlar ve kültürel yıkım hız kazanarak tüm dünyada çürüme yaratıyor. Kapitalizme güvensizlik artıyor. Egemenlerle ezilenler arasındaki gerginlik aylara, yıllara yayılan mücadelelere sahne oluyor.

20. yüzyılın sosyalist deneyleri başarısızlıkla sonuçlandı ve sosyalistler ondan sonra kendilerini politik bir güç haline getiremedi. Dolayısıyla ortaya ciddi bir özeleştiri de konulmayınca, güvenilir program ve stratejiler üretilemedi. Üstelik dünya da eski dünya değil. Dolayısıyla toplumsal kurtuluş hareketleri kendilerini umut haline getiremediler. Dünya halkları devrimcileri beklemez, onları aşar ve kendi iradesini alanlara yansıtır, kendi devrimcisini de yaratır. Ancak tam da burada her kriz ortamından ve kendiliğinden gelişen halk hareketinden devrimcilik çıkar beklentisi de yanlış olur.

Son 15-20 yıldır dünya krizlerle çalkalanıyor, sınıfsız toplum hedefleyenlerse devrimci öncülükten uzak kendi krizlerini yaşıyor. Ortadoğu adeta halk ayaklanmaları deryasına dönüştü ama buradan devrim çıkmadı. Avrupa’da ve Latin Amerika’da halk sokaklarda çatıştı fakat yine devrimci rolünü oynayan çıkmadı. Türkiye’de de benzer bir durum Gezi sürecinde ortaya çıktı. Şimdi de İran’da benzer bir süreç var.

Dünya nasıl emperyalistler açısından çok kutuplu hale geldiyse, ulusal düzeylerde de bir iç kutuplaşma oluşuyor. Kutuplaşma iktidar ve muhalefet şeklinde yansımakta. Amerika’dan tutun Avrupa’ya pek çok ülkede iki kutuplu bir hal oluşmuştur ve giderek de herkes birbirine benzemektedir. Örneğin; ABD’de Cumhuriyetçiler-Demokratlar kutuplaşması adeta yeni dönemin rol modeline dönüştü. Halklar kendi geleceklerini tayin edecek, devrimci organizasyonları yaratamayınca, iktidar yandaşlığı ya da muhalefet şemsiyesi altında toplanıyorlar. Kapitalist sistem böyle bir kutuplaşma ortamında, kriz koşullarında iktidar-muhalefet ayrışmasını sevinçle karşılayacaktır. Yeter ki dünyanın mazlumları ortalığı tutuşturacak sosyal kurtuluşlara yönelmesin. Buna rağmen mevcut iktidar-muhalefet kutuplaşmaları da barışçıl geçmiyor ve bundan sonra da şiddetlenerek devam edecektir. Toplumun değişim isteyen kesimleri muhalefeti desteklerken kendi taleplerinin de gözetilmesini isteyecektir. Talepleri karşılanmadıkça da sokaklar durulmayacaktır.

Burada asıl tehlike, ezilen halkların kendilerini muhalefet şemsiyesi altında ifade etmeleridir. Halklar suçlanamaz. Bu olsa olsa toplumdan kopuk elitistlerin işi olabilir. Bugünün en önemli sorunu, toplumun bir devrimci strateji etrafında mücadeleye sevk edilmesidir. Bu da devrimcilerin görevidir. Fakat görünen o ki kafaların dağınıklığı, pratiklerin de dağınıklığına ve yönsüzlüğüne neden oluyor. Dünya solunun büyük bölümü şu ya da bu nedenle sistem içine çekilmiştir. İdeolojik sağlamlığını yitirmiş ve sosyal demokratlaşma eğilimi göstermektedir. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Adı sosyalist komünist olan pek çok siyasal yapı sosyal demokratlaşmıştır. Bir kesimi CHP’nin kuyruğuna takılmıştır, Millet İttifakı’ndan bile medet umar hale gelenler vardır. Latin Amerika’da eski solcular, koalisyonlar falan kurup iktidara da geliyorlar, aynı şeyi Yunanistan solu da yapmıştı. Türkiye solunun o “radikal” hali bile yok. Yani “bizim” sosyal demokratlaşan sosyalistlerimizin mecali de yok. Tabi militan devrimciliğimizin eksiği gediği de saymaya gelmez. Mevcut iktidarı devrimci mücadele ile deviremeyen ya da “demokratik yollarla” (seçimlerle) alaşağı edemeyen “sol” güçler yüzünden toplum da bir çıkış olarak burjuva muhalefet çizgisinde toplanıyor.

Sosyalist hareketin bütün renkleri mevcut iktidarın “gitmesini” istiyor. Fakat bunun Millet İttifakı ile olmasını bekler hale geldi. Elbette muhalefetin de burjuva sistem içinde olduğu biliniyor. Ama en azından ezilenler için bu değişim dönemi yeni bir soluk alma, yeni fırsatlar yaratır düşüncesi egemendir. Bu elbette, amma ve lakin iktidara verip veriştirirken muhalefet denilen Millet İttifakı’na pek dokunulmaz oldu. Önce pratikte başlayan ehven-i şerlerin gittikçe kötülüğün meşrulaştırmasına, kötülüğün kabullenilmesine ve kötülüğe ortak olmaya başlamasına neden olacağını tarihten biliyoruz. Ehven-i şer zamanında, gaflet uykusuna düşülmeden görülmeli, analiz edilip müdahalede saflar net çizilmelidir. Aksi halde ehven-i şer ideolojik erime halini alır. Bugün sosyalist harekete şu soruyu sorun ve ehven-i şerin neye dönüştüğünü ve nasıl içselleştirildiğini görün: CHP faşist midir? Eminiz ki nice sosyalist buna “hayır” diyecektir. Nicesi mırın kırın edip geveleyecektir. Çok az sayıda “faşisttir” belirlemesi duyulacaktır. Şimdi toplumun neden öncüsüz ve Millet İttifakı’na “solcu CHP’ye” meyil ettiğini anlayabiliyoruz. İktidar gidebilir. Ancak “gelmekte olan” da ondan aşağı olmayacaktır. Millet İttifakı olabildiğince ABD’ci-Batı’cı-NATO’cudur. CHP içinde bazı demokratlar var diye onun Türkiye’nin en temel sorunlarının yaratıcısı olduğu ve ülkenin merkezi-kurumsal faşist partisi olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu parti bugün de aynı kimliktedir. Kurumsal faşizmin temsilcisidir. Sadece muhalefettedir. Toplumun hangi yasasına bakarsanız altından Kemalist faşizm çıkar: Onlar da İttihatçı CHP türevleridir. AKP iktidara gelirken içinde kimler yoktu ki; liberaller, eski solcular, Aleviler, demokratik İslamcılar vd… Ve nice demokrasi vaatleri; insan hakları vurgusu, Kürt sorunu, Alevi sorunu vd. sorunları sahiplenme… Şimdi aynısını Millet İttifakı’nın faşizmi yapıyor. Evet basittir ama bu soru solun ideolojik düzeyde turnusol kağıdı işlevini görecektir. Kim nerde konumlanıyor? Son olarak; tekrar söyleyelim: “Ehven-i şer, kötüyü meşrulaştırıp kötülüğe bağımlılık yaratır!”