Eko-faşizme karşı bütünlüklü mücadele şart – Şiar Atakan

İnsan ve canlılar ile doğa arasındaki uyum, özel mülkiyetçi toplumsal sistemlerin gelişim süreçleri ile sürekli darbelenerek gerilemiştir. Doğanın, komünal toplumdaki önemi ve toplumsal yaşamın canlı ve uyumlu dinamiği, yeri ve değeri, gelişen bu mülkiyetçi toplumsal sistemlerin çıkarlarıyla uyuşmayan bir öze, değerler sistemine sahip olmasından dolayı, sistemin doymak bilmez yıkım politikalarına ve ataklarına maruz kalmıştır. 

Doğa, kadın ve diğer cinslerin, hayvan ve canlıların, insan ve sınıfların, ulus ve inançların köleliğinin derinleşmesi, egemen sınıfların her tarihsel süreçte zihniyet köleliğini icra etme anlayışlarının temeli olmuştur. İnsanın bizzat kendi ürettiğine yabancılaşma süreci, bu bağlamda komünal toplumun kimliğinden ve uyumlu özelliğinden kopması ile ilişkilidir.

Doğa ve ekolojik yıkıma yönelik tehlike, oldukça ciddi ve stratejiktir. Arıların soyunun gittikçe azalması, karıncaların neslinin gittikçe tükenmesi, canlı türlerinin soylarının bitmesi, uyumlu komünal ilişkinin, insanlığın, yaşamın, doğanın, toplumun tükenişi olarak kavranmalıdır.

Hemen her yaz, sıcaklar başta olmak üzere çeşitli gerekçelerle orman yangınları ve seller, gündemi meşgul etmektedir. Fakat bu yıl daha çok gündem oldu ve olmaya da devam ediyor.

İklim krizi olarak da nitelenen hava, su, gaz ve burjuva eksenli varyantlı felaketler, her geçen gün daha fazla yaşamımızı olumsuz etkilemektedir.

Yaşanan ekolojik bir yıkımdır ve bu yıkım Kapitalist sistem ve kültür hegemonyasından bağımsız ele alınamayacağı gibi, her şeyi, metalaştıran burjuvazinin bitmez tükenmez aşırı kar hırsından başka bir şey beklenmemelidir; sermayenin aşırı kar hırsı, her şeyi ama her şeyi daha fazla bozuma ve yıkıma götürmekte, sadece maddi varlıkları değil, geçmişi ve tarihi, düşünce ve hayallerimizi, manevi dünyamızı da dumura uğratmaktadır.

Teori ve pratikte, maddi ve manevi hayatımızın, tekçi, egemen zalim sömürücülerin eliyle paramparça edilmesi gerçekliği, gelinen aşamada artık orta bir yolun kalmadığını da göstermektedir.

Ne yapmalı?

Yaşamımızı sarpa saran bu gelişmeler karşısında, artık daha fazla beklemeden doğru ve bilimsel, bütünlüklü bir ekolojik komünal paradigmaya sahip ve bu temel üzerinden yükselerek tam bir mücadele seferberliği içerisinde olmak zorundayız.  

Zira uluslararası sermaye tekellerinin saldığı karbonların faturasını, hayatımızla ödüyor ve ölüyoruz. Adeta bir eko-faşizm yaşanmakta ve hüküm sürmektedir. Sermaye ve onun sözcüleri, tüm bu gelişmelere karşın insanın aklı ile dalga geçercesine açıklamalar yapmaktan geri durmamaktadır.
Örnek olsun: Faşist Erdoğan’ın “canlılar şöyle yandı böyle yandı deniyor, eyvallah, yauv orman yanar da canlılar yanmaz mı, biz bütün tedbirlerimizi aldık, kaç paraysa öderiz, büyük başsa büyükbaş, koyun, beyaz et’’ sözleri, organik-inorganik on milyonlarca canlının ölümünden bile rant devşirme anlayışıyla ekolojik faşizmi gayet net göstermektedir.   

 ***

Dünyanın her yanında aşırı sıcaklar, orman yangınları ve ani sağanaklar ile birlikte gelen sel felaketleri tartışmaları da beraberinde getiriyor. Doğamız ve insanlık varlık ve yokluk eşiğinde; lakin olabilecek en kötü sonuçlardan küçük bir ihtimal de olsa, hala bir fırsata sahip olduğumuzu belirtmek gerek. Bunun için ise hegemon sistemin yaşadığı krizi görmek ve buna karşı bütünlüklü mücadele yürütmek gerekmektedir.

Bunun bir yönü zihniyet iken, diğer yönü mücadele örgütünün yaratılması, var olanın daha da büyütülmesidir; emperyalist kapitalist ve burjuva diktatörlüğünün bir biçimi ve bileşkesi olan faşist yangınlara, halkların birleşik isyanları ve yangınlarıyla yeterince karşılık verebilirsek, eşiği aşmış olacağımızı vurgulamak isteriz.

“Kıstasa kıstas” değildir, söylediklerimiz Zira güzel amaçlar için yanlış araç ve pratikler ile amaç ve hedefimize ulaşamayacağımız kesindir. Her ne kadar bu konuda teorik düzeyde, kulaklarımıza gayet hoş gelen belli bir programa ve politikaya sahip olsak da, ne yazık ki somut ve nesnel yaşam gerçekliğimiz, karşıtı olduğumuz paradigmanın esas olarak dışında değildir.
Geçmişten bugüne toplumlar gerçekliği ve kimi savunulan yanlış anlayışlar üzerinden bir türlü vazgeçilemeyen geleneksel değer yargıları ve alışkanlıklarımızın bizleri yeterince tutuculaştırdığı ve statükocu hale getirdiği ortadadır.

***

Aşırı tüketim kültürü karşısında hazcı toplum ve bireyler olduğumuzu, çeşitli somut görünümleriyle pekala kanıtlamak mümkündür. Tüketim kültürü, yerleşik bir halk kültürüne dönüştürülmüş ve bu durum, burjuva devlet destekli hal almıştır. Bilinçli tüketim adı altında, tüketim zehirlenmesi sonucu, oniomania hastalığı yaygınlaşmıştır.
Bu temelde tüketime verilen önem, kullanılan günlük dilde dahi bir değişim yaratmıştır. Öyle ki, “insanlardan’’, “halktan’’, “kamudan’’ yada “insanlıktan’’ bahsetmek yerine,  “tüketici’’ terimine başvurmak sıradan ve kanıksanır bir hal almıştır. 
İnsanlığımız, artık bir birlerimize ve toplumlarımıza dönük bağlılığımız yerine, kapitalist piyasaya dönüştürülen metalara olan bağlılığımız ve bağımlılığımız şeklinde tanımlanmaktadır. 
Her biri kategorize edilerek salt bir parçayla sınırlı örgütlenme ve mücadeleden ibaret anlayış ve çizgi pratiklerinin, gerçek hedefine varamayacağı bilinmelidir. Diğer yandan parçalı bilinç ve mücadelenin, sömürücü sınıf iktidarı ve egemen devletlere ciddi darbeler vuramayacağı gibi, onları alaşağı edemeyeceği de bir gerçektir.

***

Böylesi bir bilinçtendir ki, örneğin Almanya’da 150’ye yakın kurum mülteciler için yıllardır “insan hakları üzerinde pazarlık yapılamaz’’ haykırışıyla çeşitli protesto eylemleri gerçekleştirmektedir. Tamam da, ya hayvan hakları ne olacak? Yüzbinler hatta milyonlarca canlı türleri karşısında, gerçekten bir pazarlık mı yapılacak, yoksa bütün bu canlılar üzerinden de pazarlık yapılamaz diyebilecek miyiz? 

Ormanlar, dağlar, ovalar, dereler, göller, yer altı ve yer üstü kaynakları özel mülkiyet sahibi bir avuç mahlukat tarafından aşırı kar hırsıyla hallaç pamuğuna çevrilerek, talan edilip ekolojik kıyıma tabi tutulurken, bütün bu doğamız üzerinden bir pazarlığı düşünmek bizleri rahatsız etmiyor mu?

Aynı şekilde dini inanç uğruna kurban olarak on milyonlarca canlının aynı gün içerisinde katledilmesini, nasıl izah edeceğiz? Çeşitli karnaval ve festivaller adı altında zevk uğruna canlı kıyımının, izahatını nasıl yapacağız?
Meselelere salt ‘dini inançtır, gelenektir saygı duymak lazım’ diyerek geçiştirecek miyiz, yoksa gerçekten stratejik ve bütünlüklü bir ekolojik komünal paradigmaya sahip bireyler ve örgütlü güçler olarak mı yaşayacak ve hareket edeceğiz? Bunun orta bir yolunun, uçarı kaçarı olmadığının ne zaman bilinciyle yaşayacak ve bu temelde hareket edeceğiz?

***

Beri yandan bütün bu, tüm tarihsel kökleriyle birlikte gittikçe yaşamımızı dipsiz kör karanlık dehlizlere sürükleyen çapsız ve sığ felsefe ve ideolojik felaket krizinden beslenen günü birlik basitlikleri, paramparça etmemiz için daha neyi beklemeliyiz? 
‘Önce emek sermaye

temelinde burjuvazi ile proletarya sorunu ile ilgilenelim, doğa ve diğer canlıların sorunlarını sonraya bırakalım, kadın ve diğer ezilen ve sömürülen ötekileştirilmiş kimlikler ile bir ara uğraşırız, bunlar önceliklerimiz değil’ gibi yaklaşımlar, açık ki ciddi bir stratejik sığlığı içermektedir.

‘Dünyanın ve yaşam alanlarının kirlenmesi, hayvanlar ve canlıların öldürülmesi bizi ilgilendirmez’ diyemeyiz. Böyle sığ ve yanlış bir anlayışa sahip olmak, sıradan basit bir meseleymiş gibi ele almak, belli ki kapitalizmi ve faşizmi de yeterince kavramamaktır.
Doğayı koruma derken, sadece aklımıza bitkiler gelmemelidir. Doğayı ve yaşam alanlarını koruma derken, burjuva ideolojisi ve politikasından kaynaklı, bilinçlerde daha çok, çevre ve hayvanları koruma şeklinde, dar ve sığ bir biçimde ön plana çıkmıştır. Oysa doğa, insan da dahil bütün canlı ve cansız varlıkların kendisine özgü yaşam ve varlık alanlarını içerisine alan yaşamın bütünüdür. Doğayı koruma, insan başta olmak üzere dünyayı ve evreni korumadır.

***

AKP- MHP faşizmi özgülünde faşist Türk devletine karşı birleşik devrimci hareketimiz ve savaşımız, sadece bir avuç insanın fiziksel olarak ortadan kaldırılmasıyla sınırlı değil, aynı zamanda bizzat özel mülkiyet temelli burjuva faşist ideolojisine ve ekonomik politikasına da karşıdır.

İç içe geçerek aynı muhtevaya sahip birleşik devrimci savaşımız, demokratik ve özgür yaşanabilir bir doğa üzerinden yükselmektedir. Faşizme karşı mücadelemiz, aynı zamanda doğa kırımına karşı da mücadeleyi içermektedir. Kapitalizme ve faşizme karşı mücadele, kesinlikle ekolojik kıyıma karşı mücadeledir.

Yeni bir sürdürülebilir sistemin yaratılması- ki bu, günümüzün çevre mücadelelerinin hedefini teşkil etmektedir- küresel çevrenin yanı sıra, yerel ve bölgesel ekosistemlerin de korunmasını ve tüm insanların temel maddi ve maddi olmayan ihtiyaçlarının giderilmesini ilke edinmelidir.

Çevre, ideolojimizin bizlere gösterdiği gibi dışsal bir olgu değil, tam aksine yaşayan tüm canlılar için asli olan yaşam destek sistemleri için stratejik ve vazgeçilmez, yaşayan canlı bir organizmadır. Ekonomi ile çevre arasındaki metabolik kırılmayı önlemek için, bizlerin çevre içerisinde derin bir şekilde gömüldüğümüz hayatın ayırdında olan yeni yaşam, üretim, besin yetiştirme, ulaşım vs biçimler anlamına gelmektedir  

Bu düzlemde AKP- MHP faşist iktidarı özgülünde faşist Türk devletinin doğa, toplum, sınıflar ve sınıf çelişkileri, ezilen ulus ve inançlar, düşünce ve emeğimizi her yönüyle yıkıma uğratan uluslararası, bölgesel ve yerel sermaye sahipleri ve egemenlik sistemlerine karşı “çekin ellerinizi güzelim vatanımızdan, ormanlarımızdan, dağlarımızdan, derelerimizden, canlılarımızdan’’ haykırışıyla birleşik mücadeleyi yükseltebilmeliyiz.

“Ormanlar, dağlar, dereler, hayvanlar kardeştir’’ şiarıyla bölgesel ve yerel alanlarda siyasal kampanyalar düzenlemeliyiz. “Evreni istiyoruz’’ haykırışıyla dünya genelinde birleşik örgütlenme ve mücadele perspektifiyle, amaç ve hedeflerimize ulaşmak için yerelden genele, özgülden evrensele doğru daha fazla harekete geçmeliyiz.

Bu ve buna benzer araç ve yöntemler geliştirerek anti- emperyalist, anti- faşist ve anti- feodal mücadelemizin, aynı zamanda faşist ekolojik yıkıma ve kıyıma karşı mücadele muhtevası taşıdığını da pratik olarak göstermiş olacağız.

Ekolojik ve demokratik bir devrim mümkündür

Ekolojik bir devrim, evet yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zaruridir. Bu zaruriyet, acil bir eylem feryadından ileri gelmektedir. Hemen şimdi gerçekleştirilecek herhangi acil bir eylem, eğer etkili olacaksa, bir ekolojik devrim şeklinde daha büyük bir hedef olarak çerçevelendirilmelidir. 

Böylesi ekolojik devrim, bugün durmakta olduğumuz yerden başlamak zorundadır; en baskılayıcı tehditlere, acil olana hitap etmeye çalışmamız gerektiğinin ayırdında olmalı ve eş zamanlı olarak da kapitalizmi, daha insani ve sürdürülebilir bir toplumsal düzenle, ikame etmek biçimindeki daha uzun soluklu hedef doğrultusunda mücadele etmek ve çalışmak durumundayız.

Kaynak: Yeni Özgür Politika