Ekrem Demirci: “Mutlaka yeneceğiz, zaferimizden en küçük kuşkumuz yok”

3 Mart 2017 tarihinde Umut Gazetesi’nde DKP kurucu genel sekreteri Ekrem Demirci ile yapılan röportajı*, Kasım Atılımı’nın 10. yılında sizlerle paylaşıyoruz.

KOMÜN

1- Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyası gittikçe yoğunlaşan bir savaşlar, krizler ve devrimler sarmalından geçiyor. Emperyalist, bölgesel ve yerel egemenlik odaklarının bir türlü dikiş tutturamadığı, ittifakların sürekli bozulup yenilendiği bu genel kaos halinden nasıl çıkılacak. Bu durumdan ezilenler lehine devrimci bir sıçrama yönünde çıkmanın yolu nedir?

Uzun ve kolay cevabı olmayan bir soru ama sorulması iyi olmuş. Genel kaos tarifine katılıyorum ve buradan devam ederek tartışmayı geliştirebiliriz. Kaos bilinemezlik olarak anlaşılırsa doğru olmaz, kaos öngörülemezlik anlamına da gelmez sadece kaba determinist mantıkla kaosu anlayamayız. Egemen sistem kaosu yönetmekten bahsettiğine göre onu bir biçimde anlıyor demektir.

Kaos batı dillerinde daha çok içinden çıkılmaz bir durum, bir nevi çıkışsızlık olarak anlaşılıyor veya bu anlamı önde olarak kullanılıyor. Doğu dillerinde daha felsefi bir anlamı var. Çıkışsızlık değil, kader değil, tersine eskinin bitişi ve yeninin zorunluluğu anlamı taşıyor. Emperyalistler kaosu yönetmeye çalışıyor ve yöneterek devam ettirmek istiyorlarsa bizim de kaosu büyütmek ve sonuçlarına vardırmak için var gücümüzle çalışmamız, devrimleri dayatmamız gerekir. Genel kaos dediğinizin bir boyutu da dünya devrim sürecindeki tıkanmadan kaynaklanıyor.

Tarif ettiğiniz çıkşsızlığı aşmak için yeni bir kavrayış ve kavramlar zorunludur. Tüm dünyada gericilik şaha kalkmış ve ideolojik hegemonya kurmuş durumda. Bu atmosferde onların gündemi esas ve belirleyen durumda. Dünya durumunu, bölgesel gelişme ve savaşları daha çok onların gözünden en çok onlara muhalefet ve eleştiri olarak okuyoruz. Kendi bilincimizle, marksist bir bakışla ve devrimci bir perspektifle konuşmuyoruz. İlk önce bu sakat durum aşılmak zorundadır. İnsanlık kapitalizmin yıkımı kadar dünya devrimci ve marksistlerinin devrimlerden kaçışının acılarını yaşıyor.

Yeni, beklenmedik ve zor dönemler ancak yüksek bir moralle karşılanabilir ama daha önce sağlam bir duruş gerekir. Dünya çapında devrim ve sosyalizm cephesinde ideolojik politik, örgütsel olarak iç tasfiyeciliğin tavan yaptığı koşullarda, evrensel olarak gericiliğin ve faşizmin yok etmek üzere saldırıya geçtiği bir dönemdeyiz. Bu bir dünya fetret dönemi ve daha önce insanlığın tanımadığı bir şiddet ve imha sürecinden geçiyoruz. Bu sürecin yaratıcısı kapitalist emperyalizmdir ama artık kontrolü kaybetmiştir. Dr. Frankenstein durumunda yarattığı kıyamet alametleriyle boğuşmaktadır.

Bugünkü dünyayı eski kavramlarla anlamaya çalışırsak egemenlerin gündemine esir oluruz. Maalesef güncel dünya marksizminin durumu içler acısı. Marksist teorinin gerilemesi ve ideolojik yönelimlerimize popülist sol jargonların hakim olması tüm devrimci ortamı kendiliğinden Avrupacı ve aydınlanmacı kavramlara ve ideolojik evrene hapsetti. Artık uzun bir dönemden beri aydınlanmanın yani kapitalizmin burjuva ilericiliğinin düşünce kırıntılarına mahkum olduk. Artık uygarlığın dili ve söylemiyle burjuva ideolojisinin tahakkümünü güçlendiriyor, onu tartışılmaz bir otorite haline getiriyoruz. Marksizm, gerçekliğin acımasız eleştirisi ve değiştiricisi olmak makamından indirildi, gerçeğin insancıllaştırıcısı, burjuva alemin güzelleştirici ve tamamlayıcı unsuruna dönüştürüldü. Ve hazin veya trajiktir; bunu marksist iddialılar marksizm adına yaptılar. Maksizm bir yerlerde kaldı veya en iyimserlikle kütüphane raflarını süslüyor. Bağlılık bildirenler de uzak geçmişte söylenmiş ve yazılmışları tekrar etmekle yetiniyor.

Emperyalizmin akıl hocaları, burjuvazinin sözcüleri bile, uzun bir süreden beri kapitalizmin akıbetinin ne olacağını daha tam olarak sonunun geldiğini ve insanlığın böyle devam edemeyeceğini tartışıyor. Bu yeni bir olgudur. Nereden, nereye? Tarihsel dönemler için ışık hızı denilebilecek bir hızla “tarihin sonu”, “ideolojilerin yok olduğu”, “kapitalizmin ilelebet hükümranlığını ilan ettiği” günlerden çok değil 20 küsur yılda “kaptalizmle yaşanmaz” durumuna geldik. Bu gerçekten ışık hızında bir tarihsel ilerlemedir. Son otuz yılda farkında olmasak da çok hızlanarak ve tarihte görülmedik bir hızla, büyük ve beklenmedik olağanüstü değişiklikler yaşandı. Hız ve değişim gerilemedi, daha şiddetlendi; buna sistem içinde kalarak cevap verilemez. Tarihin bu döneminde tarih bizden çok daha büyük devrimcileşme istiyor. Şimdiye kadarki en yüksek hız ışık hızıysa ve buna devrim deniliyorsa, bugün daha büyük bir hız kazanmak zorundayız, yoksa yaşanan devrimleri aşan boyutlarda ve derinlikte bir devrimcileşmeye ve devrimlere hazırlanamayız. Devrimden belki başka bölgeler bir müddet daha kaçabilir ama Ortadoğu halkları, Kürt ve Türk devrimcileri olarak daha fazla devrimden kaçamayız. Dünyanın; daha çok da bölgemizin, devrimi dayatan hızına yetişmek zorundayız.

Dünya devrimciliğinin geneline hakim ideolojik ve teorik yaklaşımla mevcut duruma ve kaosa devrimci bir cevap verilemez. Dünya daha önce yaşamadığımız ve bilmediğimiz çok sert ve hızlı bir sürece giriyor. Bu aşamada bugüne gelen deneylerimiz bize belli bir yol göstericilik yapsa da çok fazla yeni ve bilmediğimiz, daha önce yaşamadığımız olgularla karşılaşacağız. Bunların ipuçları olsa bile teoride ve bu teori sonucu bugüne gelen pratiklerde yaşayacaklarımızın karşılığı yok. Tarihin değiştiği devrimci bir dönemdeyiz, bu dönemler hep olağanüstü dönemler ve devrimci teorinin sıçrama yaptığı dönemlerdir. Ülkemizde olduğu gibi bölgemizdeki ve dünyadaki gelişmeleri güçlü teorik kavrayışla karşılamamız, beklenmedik süreçlere uyanık ve esnek bir adaptasyon yeteneğiyle girmemiz gerekiyor. Dünyanın yeni bir okuması ve bu temelde bizi sisteme çeken kalıpları kırarak, ideolojik ve siyasal kopuşları gerçekleştirmemiz zorunludur.

Bu soruya önceden tasarlanarak verilebilecek hazır cevap yok. Ancak olasılıklar ve muhtemel gelişmeler hakkında genel yönelimler ve tespitler yapabiliriz. En başta bölgemizdeki durumu bütün boyutlarıyla doğru kavramak gerekiyor. Yüz civarında adına “devlet” denilen cinayet şebekesi, bizzat kendi en modern silahları ve ordularıyla, onlarca yıldır halklarımızın kanını döküyor, bölge gericiliğinin işbirliği ile vahşet saçıyorlar. Yetmedi, hem kuluçka oluşturarak, ortamını yaratıp hem dolaylı-direkt destekleyerek IŞİD’i yaratıp, üzerimize sürerek kanımızı döküyorlar. Uygar dedikleri mevcut dünyaya yuttursalar da tarihe yutturamazlar. Kapitalizm ve tekeller milyonların kanı üzerinden kârlarını korumak, çöken sistemlerini devam ettirmek istiyorlar. Emperyalizm ve bölge gericilikleri birlikte kelimenin gerçek anlamıyla halklara soykırım uyguluyorlar. Kendi aralarındaki rekabetin kanlı ön savaşlarını bizim halklarımız üzerinden yürütüyorlar. Yarattıkları cehennem, kriz, kaos; adı her neyse çözümsüz durum, merkezi Ortadoğu olan dünyanın güney denilen tümünde tam bir cinnet haline dönüşerek emperyalist metropolleri de tehdit eder duruma geldi. Afrika’nın ve Asya’nın açları, kavimler göçünden daha büyük tehdit halinde batıya akıyor. Yalnız insan göçü olarak akmıyor, aynı zamanda direkt ve dolaylı olarak emperyalistlerin yarattıkları terör ve şiddet olarak da her geçen gün daha fazla uygarlığın merkezlerini tehdit ediyor. Emperyalizm dünyanın gözü önünde hem bu soykırımı derinleştiriyor hem de gittikçe içine giriyor veya bu kanlı yumağı kendi içine çekiyor.

Kesin olan bir gerçek, emperyalistlerin bu sorunlara çözümü yok, yönetmeye çalışıyorlar. Bu nesnel durum kapitalizm altında yalnız Ortadoğu’da değil tüm yeryüzünde kriz ve ondan kaynaklı savaşlar ve toplumsal cinnet halinin ortadan kalkması bir yana, tüm yeryüzüne yayılması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu doğrultuda baktığımızda kısa vadede, ne karşıt kamplar ve her biri birbiriyle her gün değişen ittifak ve düşman cepheler arasındaki it dalaşı azalacak ne de bu kanlı süreç bitecek; tersine, her iki boyutuyla sertleşerek uzayacak. Kimse kısa vadede bölgede istikrar ve sükunet beklemesin, sonra hayal kırıklığına uğrar.

Devrimler insanlığın kapısına dayanmış zorluyor. Nesnellik, objektif koşulları zorluyor. Kapitalizm ve burjuva dünyası, toplumları isyana zorluyor, isyan etmezseniz yok olacaksınız diyor. Öncüsüz toplumlar veya tüm insanlık devrimlerden kaçıyor. Ortadoğu’da bütün halklar köşeye sıkıştı. Emperyalistler ve bölge gerici iktidarları halklara “ya özgürlük ya ölüm” ikilemini dayatıyor. Türkiye başta olmak üzere bölge devrimcileri daha fazla devrimden kaçamayacakları bir noktaya gelmiştir.

Bu durumdan ezilenler lehinde devrimci bir çıkış yolu için bu gerçeklikleri kavramış ve ulusal darlıkları aşmış yeni bir ufka ve önderliğe ihtiyaç vardır. Emperyalizme karşı mücadeleye öncülük yapacak dünya emek cephesini oluşturmak zorundayız. Bölgemizde emperyalizme karşı savaşmak demek, emperyalizmin ve bölge gericiliklerinin bin bir etnik, inanç, kültür, mezhep temelinde paramparça kamplaştırdıkları halkları; evrensel ve özgün değerler ve ortak gelecek idealleri temelinde birleştirerek, emperyalizmin ve tüm gericiliklerin karşısına dikebilme yeteneğini göstermekle olacaktır.

Emperyalistlerin ve bölge gerici ulus devletlerinin yarattığı siyasal, yaşamsal, kültürel, ekonomik, ahlaki toplumsal durum sürdürülemez. Emperyalistler ve gerici, faşist bölge diktatörlükleri tüm Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiler. Etnik ve dini ayrımlar üzerinden, bir biçimde sürdürülen ortak yaşamı paramparça ederek ülkeleri yüzlerce yıl geriye savurdular. Nasıl amansız bir gericiliğe/geriye savrulduğumuzu bölge halkları dehşet içinde yaşıyorlar. Bugün bölgemizde yaşananlar kader değildir ve kesinlikle emperyalistlerin ve gerici bölge egemenliklerinin eseridir. Bölgenin kadim halkları Araplar, Farslar, Türkler, Kürtler, Asuriler, Ermeniler ve diğer halklar; bu cehennemi yaratanların emperyalistler ve bölgenin gerici egemenlikleri olduğunu kavrıyor ve kurtuluşun yollarını her zamankinden daha fazla arıyor. Bu, Ortadoğu’da tarihsel olarak yeni bir durumun ve farklı bir dönemin başlangıcıdır. Artık Ortadoğu‘da yalnızca emperyalizmin ve bölge gericiliğinin borusu ötmüyor, bölge halkları henüz zayıf ama gerçek bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Rojava örneği şimdiden, sınırlı da olsa tarihsel olarak ırk, din, mezhep temelinde halen birbirinin kanını döken Kürt, Türkmen, Arap, Asuri, Çerkes, halklarından Sünni, Şii, Ortodoks, Ezidi inançtan toplulukları etrafında birleştirmiştir. Yeni olan budur ve mevcut çıkışsızlıkta tek alternatif de budur.

2- Kürdistan devrimi bölgedeki tüm devrimci ve karşı devrimci planları kesen bir etken durumuna gelmiş durumda. Öyle ki iç ve dış siyaset kategorileri birbirinden ayrı değerlendirilemez hale geldi. Ekonomik, siyasi ve askeri her mesele bölgesel düzeyde ve zincirleme biçimde birbirine bağlanıyor ve toplamda emperyalist sistemin bütününe etki eden sonuçlar yaratıyor. Bu genel tablo içinde gerek tek tek ülkeler düzeyinde gerekse de bölgesel ve dünyasal düzeyde devrimcilerin odaklanması gereken temel sorun nedir? Kürdistan’da odaklanmış görünen devrim ve karşı devrim mücadelesi nasıl tüm bölge ülkelerini içine alan bir devrimci cepheleşmeye dönüştürülebilir?

Emperyalistler burada kıran kırana rekabet içinde ama çaresiz ve çözümsüz kalmıştır. Karşılıklı ana kamplar ve her kampın kendi içinde ve diğer kamp içinde bin bir karmaşık ittifak, siyasal cambazlık ve ayak oyunları, hileler ve karşılıklı birbirlerine tuzaklar kurarak yürüyorlar. Bu durum bölge gerici devletlerine olduğu gibi bölge halklarına ve onların öncü güçlerine ciddi olanaklar ve fırsatlar sunuyor.

Yaşamda ve tarihte hiçbir kuruluş, hiçbir özgürlük kavgası kolay kazanılmamıştır. Ortadoğu’da işler ucuz eleştiricilerin akıllarının ve tahayyüllerinin almayacağı kadar zor ve karmaşık sorunlarla boğuşarak yürümektedir. Ayrıca sırat köprüsünde, kıldan ince kılıçtan keskin bir hatta ve kanayarak yürünüyor. Bu çağda kimse kimseye bir bardak suyu karşılıksız vermiyor ve bardağı verirken kolunu değil tüm gövdenle seni yutmak istiyor. Burada en tehlikeli emperyalistlerle, ezici güçlerine karşı, kendi öz gücü ve direnciyle her an arkadan hançerlenme riskini, tehditleri ve her türlü oyunlar hesaplanarak zorunluluktan yan yana düşülen durumlar yaşanıyor. Bu yan yanalık tek taraflı bir mecburiyet değil tersine, bu karmaşık kıran kırana rekabette, bölgeye ve halklara dayanan, bir halk gücü olarak sürdürülüyor.

Bu duruma emperyalizme karşıtlık üzerinden eleştiri yapan herkesin şunu bilmesi gerekir. Buranın gerçek sahipleri halklardır ve emperyalizmi yenecek olan da halklardır. Biz buna inanarak ve bu ilkeler temelinde bu bölgedeyiz. Beylik bir laf olarak söylemiyorum bunları, er veya geç emperyalizm yenilecek ve bölgemizden kovulacak ve o zaman kendi merkezlerinde de onları çiçeklerle karşılayanlar olmayacak. Bütün mesele bu süreçte halkların ödeyeceği bedelleri en aza indirgeyecek öncülük yeteneğinin gösterilmesinde, bölgedeki tüm halkları ve ezilenleri birleştirebilecek bir program temelinde bölgenin tüm devrimci birikimini, devrim için harekete geçebilecek bir ortaklığın yaratılmasına bağlı. Bir dönemin çok kullanılan “Ortadoğu Devrimci Çemberi”nin tam zamanı.

Her şey bölge çapındaki çatışmanın merkezinin Türkiye’ye kaydığını gösteriyor ve bunu bu tehdidin hedefinde olan Türkiye’nin ilerici, devrimci güçleri hariç herkes görüyor. Biraz bölge üzerine dünya da tartışılanları izleyen herkes bölgeye Türkiye ve Kürt Özgürlük Hareketini eksen alarak bakıyor. Türkiye bölgesel olarak hem gericiliğin hem de devrimci öncü birikimin merkezidir. Türkiye büyük ekonomik birim ve askeri güç olduğu gibi büyük bir devrim gücünü ve tecrübesini, birikimini taşıyor. Mevcut gerilik ve sorunlar geçicidir. Türkiye devrimi büyük bir mücadele ve tecrübe birikimine, somut olarak dev devrimci potansiyellere sahiptir. Türkiye devrimci birikimi mevcut bölge ve dünya koşullarında çok ileri bir ideolojik, politik, örgütsel ve pratik olarak ileriyi temsil ediyor ve yükselen ve düşen eğrisiyle kesintisiz bir mücadele deneyine sahiptir. Kim hangi gerekçeyle aksini iddia ederse etsin, Kürt devrimi ve tüm kazanımları da, Türkiye’nin devrimci birikimi ve gücüdür. Türkiye ve Kürdistan devrimi ortak potansiyelleri, birikimi ve devrimci enternasyonalist bir çizgi ile tüm bölge halklarının ve mazlumlarının katılacağı büyük halklar isyanının öncüsü olabilir.  Türkiye ve Kürdistan bölgedeki tüm dinsel, etnik çelişkileri olduğu gibi fazladan gelişmiş kapitalizmin sonucu olarak bu geri çelişkilerin tümünü çekecek modern sınıf çelişkilerini ve büyük bir tecrübeye sahip olan dev bir işçi sınıfı ve emekçi yığınların gücüne sahip. Örgütler ve tek tek devrimci bireyler mevcut gerilikten ve darlıktan başını kaldırıp biraz uzağa, ufka bakmayı becerirlerse bu muazzam potansiyelleri ve büyük devrimci yükselişimizin coşkusunu fark edebilirler. Bölgede kimin kazanacağı sonuçta Türkiye’de kazanmakla belirlenecektir.

Irak’a emperyalist müdahale ve çatışma nasıl bir dönem sonra bölgeselleştiyse Türkiye’de başlayacak bir iç savaş çok daha hızlı bölgesel savaşa dönüşme potansiyeli taşıyor. Türkiye Suriye olmaz diyor kuş beyinli sosyal demokrat veya Kemalistler. Kurbağa hafızalı sol liberaller ve reformistler de aynı tekerlemeyi daha bir imanla tekrarlıyor. Biz de bu değerlendirmeye katılıyoruz. Evet, Türkiye Suriye olmayacak, ancak terörün ve şiddetin Suriye’den beş beter biçimlerini daha şiddetli ve genişlemesine yaşayacaktır. Türkiye iç savaşı Irak ve Suriye’den hem daha şiddetli hem daha fazla yayılmacı, bölgeselleşecek bir dinamiği içinde taşımaktadır. Bu hem İslamcılığın hem Kürt Özgürlük Savaşının bölgesel karakterinden dolayıdır. Her iki dinamik de zaten bölgesel, hatta moda deyimle küreseldir. Kürt dinamiği de diasporasıyla birlikte bu savaşın içindedir. Selefi cihadizm zaten enternasyonal bir savaş cephesine ve gücüne sahiptir. Türkiye’de kontrolden çıkacak bir iç savaş hem içerde hem bölgesel ve bölgeyi aşan boyutlarıyla şimdiye kadarki tüm çatışmalarla kıyaslanmayacak bir şiddet, yıkıcılık ve yaygınlık kazanacaktır.

Irak’taki birikim bizzat ABD eliyle ve yaptıklarıyla hazırlandı. Irak’taki çatışma Suriye’ye çok önce girdi ve kuluçkaya yatarak olgunlaştı ve tam zamanında, emperyalizmin ve bölge gericiliklerinin tümünün desteğini alarak aktif eylemliliğe geçti, kan ve ölüm kusmaya başladı. Irak’ta çatışırken Suriye ve Libya’da hazırlık yapıyordu, hazırlıklar tamamlanıp zamanı gelince bu ülkeleri ne hale getirdiklerini biliyoruz. Suriye ve Libya’yı IŞİD bu hale getirmedi ve biraz aklı olan bunu anlar, bu ülkeleri emperyalistler imha ettiler. Emperyalizmin ve bölge gericiliğinin aktif desteği olmadan ne Suriye ne Libya bu duruma getirilemezdi. Bütün bu insanlık suçlarında emperyalistlerin koç başı ve kirli maşası Türkiye ve Suudi Arabistan devletleridir.

Güncel olarak Türkiye Devrimci Hareketi için AKP-IŞİD faşizmine karşı mücadele bölgesel olarak, emperyalizme karşı mücadele ile iç içe geçmiştir. Bugün emperyalizme karşı savaşmak, onun işbirlikçisi devletler ve devlet dışı tüm kurumlarıyla, bölgemiz söz konusu olunca emperyalizmin en sivri ve kanlı ucu Tayyip devletiyle savaşmak demektir. Tayyip devleti modern ve çağ dışı karmaşık bir faşist ve gericiler koalisyonudur. İçeride dev TC devlet bürokrasisi, TSK, MİT, tarikatlar, mafyalar, ırkçı MHP faşistleri, AKP ve dinci selefi faşizmi, Türk nasyonal (ulusal) faşistleri, Hizbulkontra, Türk IŞİD’i, Nusra vb. cihatçılar, JÖH’ler, PÖH’ler… Hepsi birbirinden azılı kana susamış halk düşmanlarıdır. Bu koalisyon sınırların içindekilerden ibaret değildir; bölgesel, hatta tüm dünyaya yayılmıştır. Dünya üzerinde daha önce kurulmamış karmaşıklıkta bir savaş koalisyonudur. Tayyip devleti, diğer bölge gericilikleri, IŞİD vb. tüm cihatçı yeni tür faşist çeteler ittifakı bu savaşta emperyalistlerin ve uluslararası kontrgerillanın uzantılarıdır. Aralarındaki çatışmaya varan çelişkiler bu gerçekliği değiştirmez.

Türkiyeli devrimciler olarak tüm bu gerçekleri doğru kavramak ve doğru karşılamak zorundayız. Emperyalistler ve bölge gericilikleri tüm bölge halklarına karşı ağır ve acımasız bir saldırıya geçmiştir. Halklar ve devrimciler çok yönlü ve karmaşık görevlerle varlık yokluk, ölüm kalım düzeyinde bir mücadeleyle karşı karşıyadır. Saldırının aldığı boyut artık sınırları aşmıştır. Ve ulusal sınırlarda tek tek hiçbir kalıcı kazanım elde etmek olanaklı değildir. Kendimize, ideolojik ufkumuza, bölge emekçi sınıflarına ve ezilen halklara güveneceğiz. Bölgenin gerçek sahipleri bölge halkları ve devrimcilerdir, emperyalistleri ve yerel gericilikleri başka bir güç gelip geriletmeyecek, bu TDH’nin, Kürdistan ve tüm bölge devrimcilerinin ortak görevidir. 

3- El Bab, Rakka, Musul ve Halep’te yoğunlaşan çatışmaların hangi yöne evrilebileceği konusunda öngörüleriniz nedir? Türkiye’nin Cerablus işgalini El Bab ya da Halep’i içine alacak biçimde derinleştirmesi mümkün mü? Musul’da istediği yolu alamayan Türkiye’nin son MGK toplantısında Şengal üzerinden sürece dahil olmanın planlarını yaptığı anlaşılıyor. Böyle bir şey mümkün mü?

Cevap için kısa bir gecikme oldu ve sorudaki bazı başlıklar zaman aşımına uğradı diyelim. Halep savaşı sonuçlandı gibi görünüyor. Gerçekte hiçbir şey sonuçlanmadı yeni başlıyor demek çok da yanlış olmaz. Çok daha gergin ve çok daha sert, hızlı değişimlerin yaşandığı bir dünya, Ortadoğu ve Türkiye gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bir aylık bir zamanda inanılmaz değişiklikler oldu. Halep çetelerden temizlendi, Türkiye sıkıştı ve pazarlık masasında din kardeşleri olan Suriye cihatçılarını sattı. Suriye’de Esad rejimiyle pazarlık masasına oturdu, asıl Rusya’ya ve Rusya ilişkileriyle ABD ve Batılı emperyalistlere kendisini pazarlamak çabası içindedir. Ortadoğu ve Müslüman dünyaya ilişkin tüm politikaları ve iddiaları çökmüştür. Tek hedefi ve bütün kıvranması bölgede Kürt özgürleşmesinin etkisini kırmak ve Kürt yükselişini durdurmaktır. Bunun için kendisini, Emperyalist dünyadaki rekabette ahlaksız biçimde pazarlamaktadır. Bu dönem, şimdiye kadar yapılanlar ve bundan sonra yapılacaklarla Türkiye tarihine geçecek ağır bir utanç dönemi olacaktır. En zayıf, çökmüş Osmanlı padişahları bile güçlü emperyalistler karşısında böylesine aşağılık bir pozisyona düşmediler.

AKP-IŞİD faşizmi içeride ve dışarıda tam bir kriz ve sıkışma yaşıyor. İç tepkileri dış saldırganlıkla dengeliyor, dışarıda sıkıştıkça içeride tam diktatörlüğünü oturtmak için saldırıyor. Bu süreçten nasıl ve hangi politikalarla çıkacağını kendisi de bilmiyor ve sürükleniyor. Hep bir ağızdan Kürt katliamına hazırlandıklarını ilan ediyorlar. Bakın nasıl bir kuşatma yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı ve hükümet her gün demeçlerle açık ilan ediyor. Tam bir sokak kabadayısı ağzıyla PKK üzerinden tüm Kürtlere meydan okuyor, açıkça son ferdinize kadar yok edeceğiz diyor. Devlet; hukuk, yasa tanımıyor, iç kamuoyu, dış dünya takmıyor. Pervasızca sizi yok edeceğiz diyor. Cumhurbaşkanı neye mal olursa olsun Suriye’deki oluşuma müsaade etmeyiz, Minbiç’i alacağız diyor. Dışişleri bakanı, Irak’ta Sincar bölgesinde PKK barınamaz, Barzani müdahale etmezse biz saldırırız diyor. Yani yalnız Türkiye cephesi değil, bütün Kürdistan’da PKK’yi yok edeceğim diyor. Ve bu bir blöf değil; askerler, tanklar, toplar, yüz binlik ordular, komando birlikleri ve uçak filolarıyla ilerliyor.

Bu lümpence efelenmeleri geçip gerçeğe baktığımızda, çok farklı bir manzarayla karşılaşırız. Türkiye’nin bölgedeki tüm inisiyatifi kırılmış ve ABD-Rusya arasındaki dengeye sıkışmıştır. Bölgedeki gelişmeler ise Trump iktidarının Rusya ile ilişkilerini hangi temelde kuracağı ve dünya çapındaki rekabetin alacağı biçimlere bağlı olacak. Süreç tüm alanlarda olduğu gibi Ortadoğu’da da daha yumuşamayacak ve Suriye üzerinden kapışmanın ve rekabetin merkezi olmaya devam edecek. Türk faşizmi bu kapışmada bulduğu boşlukları değerlendirerek ve güçlü olana yatarak fırsat kollayacaktır. Zaten basına da yansıdığı biçimde genelkurmay hem Irak, hem Suriye’deki Kürt mevzilerine saldırı için tüm askeri hazırlıklarını tamamlamış bulunmaktadır. Bu hazırlıklar doğrultusunda başta ABD ve Rusya olmak üzere İran, Irak, Suriye ve Barzani ile yoğun pazarlıklar yürütmektedir. Bu dengelerin müsaade ettiği boyutlarda bu kış sonunda Türk devleti hem Suriye hem Irak’a ikisine birden saldırıya geçebilir.

Türkiye’nin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşın artık bir mantığı, kuralı kalmamıştır. Yüz binlik şehirlerin moloz yığını haline getirilip içinde Kürt cesetleriyle, buldozerlere doldurulup çöplüklere dökenler aynı şeyi ve daha ağır suçları sınırlar dışında da yapmaya hazırlanıyor. Bölgedeki mevcut koşullar çok fazla istediği gibi her yere saldırma rahatlığı vermiyor ama AKP-IŞİD faşizminin bir rasyonalitesi kalmamış, içerde iktidarı tehlikeye girdiğinde her türlü çılgınlığı yapmaktan kaçınmayacaktır. Elindeki büyük kuvvetlerle tüm bölgeyi kan gölüne çevirmekten kaçınmayacaktır. AKP-IŞİD faşizminin Kuzey Suriye federasyonuna ve Kandil dahil PKK mevzilerine saldırması gündemdedir. PKK bütün bu konuları tartışıyor ve hazırlıklı olduğunu ilan etti. Asıl Türkiye tarafının, devrimci ve demokratik güçlerin hazırlığı daha önemli ve acil. Zira içerde ve dışarda savaşın her sertleşmesi ve büyümesi Türkiye tarafındaki tüm muhalefetin gittikçe ağırlaşan devlet ve cihatçı terörle ezilmesi takip etmektedir. Suriye ve Iraktaki PKK mevzilerine saldırı, direkt Türkiye işçi sınıfına ve devrim güçlerine saldırı demektir. Takrir-i Sükun kanunu’ndan bu yana bu hep böyle olmuştur. Devlet, Kürtlere her vurduğunda, Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler başta olmak üzere, tüm devrimci muhalefet dinamiklerini tuzla buz etmiştir. Bunun istisnası yoktur. Artık Türkiye solunun ana gövdesinin bu gerçeği bilincine kazıması gerekir. Türkiye emekçilerine ve tüm demokratik devrimci güçlere söylüyorum, İçeride ve dışarıda Kürt güçlerine tüm saldırılar Türkiye’de tüm muhalefeti ezip, faşist diktatörlüğün yerleştirilmesi ile aynı anlamdadır.

AKP faşizmi içerde sıkışıklığı ve muhalefeti aşmak için dış savaşları şiddetlendirerek büyüteceğim diyorsa birilerinin de biz de bu savaşa karşı silahlarımızı sana çevireceğiz demesi gerekiyor. Türkiye’de sözde Lenin’in yolunda olduğunu iddia edenlerden geçilmiyor. Keşke diyorum Lenin’i daha az övseler de biraz olsun dediklerine ve yaptıklarına baksalar. Lenin niye Lenin’dir? Rusya savaştayken Rusya’ya savaş açma cesaretinden ve yüksek devrimci ideallerinden dolayı Lenin’dir. Bütün İkinci Enternasyonal şovenleri emperyalist savaşa karşı önce iç savaş sloganı atmış, emperyalist savaş başladığında sosyal şovenizme savrulup devletlerin saflarında dünya proleterlerini birbirlerine kırdırma alçaklığına ortak olmuşlardır. Bir tek Lenin ve Bolşevikler dış savaş başlayınca kendi devletlerine savaş açmıştır.

Lenin savaştaki Rusya devletine karşı savaş çağrısı yaptığında büyük bir gücü yoktu, yalnızca güçlü devrimci fikirleri vardı. Bu fikirlerle güç oldu ve çarlığın yıkılmasıyla Ekim devrimine cüret etti. İşte Türkiye devleti ve işte 40 yıla yaklaşan Kürt savaşı ve sınırlar dışına taşan savaş ama Türkiye’de kendisini Lenin’in izinden gittiğini söyleyen birçok eğilim kötü bir kadercilik, karasızlık içindedir. En çok yaptıkları barış sloganlarıyla yetinmektir. Türkiye devrimci Hareketinde Lenin’i savunduğunu söyleyenler çarlığa savaş ilan eden bolşeviklerden daha zayıf değildir, sadece bizim Leninist olduğunu iddia edenler devrimci değildir. Hayat Rusya’da güçlü olan ve Şubatta iktidar olan sosyal şoven ve oportünist büyük partilerin değil zayıf Lenin’in partisinin önünü açmıştır. Kendi ülkesi dışarıya saldırıya kalktığında iç savaş başlatmayan ve tarafsız kalan sosyalizm iddialıları Lenin sosyal şoven ve alçak ilan etmiştir.

Türk faşist saldırganlığını durdurmak, Türkiyeli devrimcilerin görevidir. Neye mal olursa olsun, ne kadar zayıf olursak olalım, kim ne derse desin bu görevden kaçamayız. Diğer devrimci örgütlerle birlikte Devrimci Komünarlar Partisi işte bu sebepten dolayı buradadır. Burada emperyalizme ve kuklaları dinci faşist çetelere karşı savaşırken asıl olarak Türkiye coğrafyasında faşizme ve kapitalizme karşı hazırlandığımız büyük savaşın cephe gerisini kurmak için bu sahadayız.

4- 7 Haziran sonrası gerçekleşen Saray darbesi zincirleme biçimde karşı devrimin kendi içinde ve devrimci güçlere karşı darbeler ve faşist saldırganlığın iç içe geçtiği bir karşı devrimci silsileye yol açtı. Rejim krizi tarihinde görülmedik boyutlara ulaştı. Sarayın faşizmin tek adam rejimi yönünde reorganizasyonu yoluyla krizden çıkma stratejisinin başarı şansı var mı?

Mevcut durumda faşizmin önünde hiç bir engel tanımadan yürüdüğü yönünde bir görüntü var. Bu görüntüden ibarettir ve AKP-IŞİD faşizmi en sıkışık ve zor döneminden geçmektedir. Karşısındaki devasa muhalefet örgütsüz ve siyasetsizken böylesine zorlanmakta ve kendi yakın ilişki ve ittifaklarını da kırarak gözü kara bir hızla, her yana kılıç sallıyor. Bu muhalefet boşluğu giderildiğinde yerinde çakılacağını ve kaçınılmaz çöküşe gideceğini biliyor ve bunu engellemek için  içerde ve dışarda savaşı derinleştirmek dışında hiç bir politikası kalmamıştır. Şurası netleşmiştir AKP-IŞİD faşizmi savaşa mecburdur ve savaş onun sonu olacaktır, savaşla yıkılacaktır. Bu Türk ve Kürt halkların önünde uzun ve çok ağır bir süreç olduğunu gösteriyor.

Bütün anti faşist, devrimci, sosyalist güçler bu savaşın ve savaşın baş komutanı Tayyip’in ve etrafındaki faşist yığınağın Kürtleri bastırmaktan çok Türkiye’de Şeriatçı bir faşist diktatörlüğü yerleştirmeyi başa aldığını görmek zorundadır. Tayyip ve faşist odağın iktidarda kalmasının tek yolu, içerde ve dışarda savaşı şiddetlendirmek ve süreklileştirmektir. Savaş durduğu noktada Türkiye tarafının bastırılmış tüm dinamikleri siyaset sahnesine fırlatacaktır ve bunu en iyi AKP ve faşist odaklar görüyorlar. Tayyip ve faşist odakların iktidarı ancak savaş sürdükçe devam edebilir. Bu koşulda tüm güçler hatta Kürtlere karşı olan, kendisini Kemalist, laik ve şeriat düzenine karşı olarak tanımlayan tüm güçler bile iki defa düşünmek zorundadır. Tayyip diktatörlüğünde Türkiye’de şeriatçı bir faşizm kurulacaktır, bu İslam devletidir, bu IŞİD düzenidir. IŞİD düzeninde tüm laik kesimlerin yaşam hakkı yok olacaktır. Türkiye Devrimci Hareketi, bu gerçekleri önce kendisi kavramalı ve netleşmeli sonra bu gerçekliği her kesime taşımalıdır. Bu koşullarda sol harekette bir kesimin, bin bir türlü itirazla gerçekleştirdiği Kürtlerle mesafeyi büyütmesi, kendi imhasını hazırlamaktır. Bu her hangi bir gerekçeyle açıklanamaz, körlük değil siyasal ve ideolojik intihardır.

Bu çevreler Kürt mücadelesine uzak durarak ulusalcılığın etkisindeki geniş laik milyonları kazanacaklarını zannediyorlar. 12 Eylül’den günümüze kesintisiz sürdürülen şovenizmin etkisiyle Kürt hareketine derece derece uzak hatta düşman gören milyonları, kendileri de PKK’ye uzak durarak onları kazanamazlar. Kararlıca siyasi gerçekleri açıklayarak siyaset ve mücadele ile ve zaman içinde, öncülük iradesi gösterilerek kazanılır. Sol savaş sertleştikçe PKK eleştirisini başa alıyor, ondan uzak duruyor, şovenizmin etkisindeki milyonlar haydi haydi uzak duracaktır. Uzaklık zamanla düşmanlığa, yabancılaşmaya ve faşizm ve gericilikle bütünleşmeye evrilecektir. Zaten süreç böyle işlemektedir ve Türk egemen güçleri  Kürt direnişine karşı din ve milliyetçilik eksenlerini çok etkili kullanarak geçmişte devrimci ve sosyalistlerin çevresindeki geniş milyonları faşizmle işbirliğine veya onlara yakın bir siyasal dünya ya taşımıştır ve bu süreç hızlanarak devam etmektedir.

Kürtlere karşı savaşın sınırlar dışına taşırılması ve şiddetlendirilmesi içerde de tüm AKP karşıtı güçlere savaş ilanıdır. Suriye’ye asker sokma, kim ne kadar farkındadır veya değildir içerde iç savaş ilanıdır. Zaten sürdürülen iç savaşın resmen ilan edilmesidir. Kürt savaşı Türkiye’yi ayrıştırıyor ve birleştiriyor. Hayat ve mücadele kendi kanunlarını izler. İdeolojilerde inatçıdır ama sonunda gerçekler ağır basar. Savaş ve çatışmalar şiddetlendikçe Türkiye bir cephesinde AKP ve tüm gerici faşist güçlerin ve devletin olduğu İslami faşizan yönü önde bir cephe ile karşısında Türkiye’nin tüm devrimci demokratik güçlerinin ve Kürt hareketinin olduğu iki cepheye ayrılacak ve birleşecektir. Türkiye yeniden yapılanacaksa ancak iki temelde yapılanabilir. Biri faşizm tüm direnişleri kırar ve IŞİD devleti benzeri bir Türkiye oluşur veya halk ve devrim güçleri galip gelir, yeni ve demokratik bir Türkiye’nin önü açılır.

Kim ne kadar görüyor bilemiyorum, Türkiye denilen ülkenin batısında yaşayan büyük bir topluluk vardır ve bu topluluk çok ciddi sınıfsal ve siyasal çelişkilerle parçalanmış durumdadır. Bu giderek şiddetli bir ayrışma ve karşılıklı büyük bir kutuplaşma ve keskin bir muhalefet biriktirmiştir. Türkiye’nin batısı bölgedeki tüm ülkelerden daha fazla ve daha şiddetli çelişkiler barındırmakta ve bu temelde en büyük fırtınanın kopacağı alan durumundadır. Bir dahaki patlamada ortada sistem, düzen bırakmadan her şeyi berhava edecek bir barut fıçısıdır. Bunu ancak savaşla ve Tayyip’le durdurabiliyorlar. Türk egemenlik sisteminin Tayyip’le zoraki nikahı buradan kaynaklanıyor. Tayyip ve sistem güçleri bu süreci ancak içerde ve dışarda savaş politikalarını ve savaşı derinleştirerek devam ettirebiliyorlar. Savaş faşist ve gerici düzen güçlerini bir arada tutuyor ve dinci faşizmi güçlendiriyor. Diğer gerici ve faşist klikler Tayyip’in yanında durarak güç toplamak istiyor, Tayyip onlarla ortaklık halinde kendi diktatörlüğünü kurmak için çalışıyor.

Nesnel bir gerçekliktir, Türkiye’nin batısı derinden sarsıntılarla, büyük Türkiye depreminin öncü sarsıntılarıyla gümbürdüyor. Ekonomik, siyasal, sınıfsal, kültürel  tüm alanlar şiddetli kriz içindedir ve patlamak üzeredir. Bu süreç durdurulamaz. Savaş üstünü örtüyor ama Türkiye’nin batısı Türkiye ve Kürdistan çelişkisinden daha büyük, daha uzlaşmaz ve daha kanlı bir düşmanlaşma ve savaşa gidiyor. Görmek istemeyenin gözüne batırsan bir şey yok der. Suriye bugün yaşadığı kanlı sürece girerken Türkiye kadar düşman kutuplara ayrışmamış, gerilmemiş  ve kamplaşmamıştı. Türkiye bir boydan bir boya dindar ve kindarlarla kuşatılmıştır. Milyonlarca Türkçü, ulusalcı, dinci cihatçı kana susamış halde tetiktedir. Türkiye’nin bu taraftaki yarılması ve kutuplaşması Türk-Kürt kutuplaşmasının boyutlarından çok ötelere uzanıyor ve daha dehşet bir kanlı süreç oluşuyor. Bu süreç ne yazık ki, durdurulamaz. Ancak geç kalmış olarak hem kendimizi faşizme kurbanlık koyun gibi teslim etmemek, hem de bu kanlı süreci kontrollü olarak sınıf temelleri üzerinden yönetmek şansımız hala var. Bu sürecin tam bir kontrolü mümkün olmasa da ortam gericilerin gericilerle ve onlarca hatta yüzlerce faşist dinci savaş kliklerinin hem kendinden olmayanları katlettiği hem birbirleriyle kıran kırana çatıştığı bir biçime dönmemesi için fazla vaktimiz yoktur. Acil yapılması gereken tüm devrimci güçlerin halkın savunulması ve faşizme karşı bir savaş cephesinin gereklerine göre hazırlanmalıdır. Kendisini silahlandırıp ordulaştırmaya ve savaş gücü kazanmaya çalışırken tüm dinci faşizmin hedefinde olan halk kitlelerini kendi can güvenliklerini savunmak için diğer yapılanlarla birlikte açık ve yüksek sesle silahlanmaya çağırmalıdır.

Türkiye Devrimci Hareketinin bu yöndeki tecrübeleri ve deneyleri küçümsenemez. 1980 öncesi bütün Türkiye ve Kürdistan coğrafyası bir boydan bir boya devlet desteğinde sivil katiller çetesinin ve kontrgerillanın kanlı saldırılarına karşı koymuştur. Dinci, mezhepçi faşist katliamcılıkta ve IŞİD türü caniliklerde Türkiye Suriye’den öndedir. Türkiye’de 1975  yılında Elazığ’da başlayan kontrgerilla kontrolünde kitlesel linç ve katliamcılık Malatya, Sivas, Maraş, Çorum katliamları ve 1993’teki Sivas yangını türü canilikler bugün tüm Türkiye’yi sarmıştır. Maraş katliamı devlet, kontrgerilla, MHP ve Ülkü ocakları katil çetelerinin ortak katliamıdır. Maraş derslerinden öğrenen devrimciler ve halk Çorum’da daha büyük bir benzeri kontrgerilla saldırısını, katillere pahalıya ödetmiş ve geri püskürtmüştür. DKP bu geleneğin dersleri ve deneyleri üzerine oturuyor. Önceki yıllarda Sivas ve Malatya’daki katliam denemeleri de her alanda halkla birleşerek direnilmiş ve katliamlar önlenmiştir.

1980 öncesi tüm örgütlü yapılar güçleri oranında bulundukları tüm alanlarda çok değişik biçim ve adlarla örgütlü ve halkla ilişki içinde faşizmin ve kontrgerillanın saldırılarına karşı direndiler, halkla birlikte direniş örgütlenmeleri gerçekleştirdiler. Bunlardan en yaygını “Direniş Komiteleri”dir. Bugün tehdit çok daha büyük ve çok daha azgın olmasına rağmen ortama kötü bir kadercilik hakimdir. Direniş Komiteleri geleneğini yaratan örgütün devamcısı iddiasındaki birçok gurup bugün tamamen yasal burjuva hukuksal statüsüne hapsolmuş durumdadır. Geçmişle övünmeye gelince direniş komiteleri dahil geçmişin bir çok olumlu ve devrimci geleneğini sahipleniyorlar. Direniş Komitelerini de sahipleniyorlar. Asıl bugün halkın da beklediği ve tam direnmenin zamanı harekete geçmiyorlar. Harekete geçmedikleri gibi kan revan ortamında doğru yanlış, direnmek için yapılan tüm çabaları hiçleştirmek, değersizleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Devrimci ve sosyalist ortamdaki karamsarlık, halktan çok devrim iddialı örgütlerden kaynaklanmaktadır. Geçmiş dönemde en yaygın direniş gösteren örgütler bugün geçmişteki direniş çizgilerine çok uzak, hatta karşıt bir konumdadır. Tüm halkımıza yönelik fiili silahlı, bombalı saldırılara karşı yasal solun ana gövdesi çaresiz durumdadır. Yasal sol halka bir öneri götürmeden önce kendisinin küçük de olsa bir hazırlığı olması gerekir. Kanlı saldırılara karşı halkı bırakalım, kendilerini koruyacak bilinç ve iradeden yoksun durumdalar. Bu bir yana üzerimize bomba, kurşun, ölüm olarak gelen katiller sürüsüne karşı az çok dik durmaya, direnişten çıkıp karşı saldırıya hazırlananları engellemek ve değersizleştirmek için çalışıyorlar. ABD, TC yetmedi JÖH, PÖH, IŞİD, Nusra olarak halkların üstüne kan kusan gericiliğe ve faşizme direnişlere karşı, provokasyon ve terör demogojileriyle karşı propaganda yürütüyorlar. Böyle yapmakla önce kendi geçmişlerine haksızlık ediyorlar. Geçmişin en kitlesel iki devrimci akımı, Devrimci-Yol ve Halkın Kurtuluşu bu kitleselliğini faşizme karşı kitlelerin önünde direnerek kazandılar. Bugün iki akımın da devamcısı olduğunu iddia eden yasal partiler inatla düzenin sınırlarında pasif savunma çizgisinde ısrar ediyorlar.

5- Sarayın OHAL yoluyla iç çelişkilerini giderme, tüm demokratik kazanımları ve mücadele sahasını imha etmeye dönük çizgisinin püskürtülmesi ve karşı devrimin gerici iç savaş  siyasetinin karşısına devrimci savaşla çıkılmasının imkanları var mıdır, varsa nedir ve hangi yoldan gerçekleşebilir?

AKP ve bu günkü kanlı süreç gökten zembille inmedi, bir anda oluşmadı bir sürecin sonucunda buraya varıldı. Bu anlamda, AKP-IŞİD faşizminin saldırıları ve aldığı mesafeye genel devrimci hareketin veya Türkiye Kürdistan devrim güçlerinin hataları ve eksiklikleri olarak bakabiliriz. Türkiye Devrimci Hareketi uzun yılların rehavetinden dünya, bölge ve Türkiye’deki gelişmeleri doğru anlayamadı. Birinci olarak içerde ve bölgede gelişen Kürt direnişinde Türk egemenlik sistemi kendi ölümünü görmüş gibi tavır aldı. TDH Türk egemenlik sistemini tehdit eden bu büyük halk isyanını kendi müttefiki olarak görmedi. Bu hatalı yaklaşım Türkiye tarafında faşizmin ve faşizan dinciliğin güçlenmesini getirdi.

İkinci olarak, Türk egemen sınıfları başından itibaren Irak ve Suriye’deki gelişmelerin tam içinde ve tüm halklara ve özgürlüklere karşıt bir tavırla yer aldı. TDH bölgedeki bu gelişmelere hem politik körlük hem ideolojik darlıkla yaklaştı, tümden uzakta, dışarda, kendisinin dışında gelişmeler olarak anladı. Suriye’deki savaş başından itibaren Türkiye’nin tam boy içindeki bir savaştı ve sol büyük bir gafletle seyretti. Başta devlet, İslamcıların tüm eğilimleri, MHP faşistleri tüm Türk İslamcı ve milliyetçi gerici ve faşistleri bir biçimde dayanışma, destekten bizzat askeri kelle avcısı gruplar kurarak bu savaşı kendi savaşları olarak anladılar, bu savaşa katıldılar. Kürt özgürlük hareketi zaten bölgesel tüm gelişmelerin içindeydi. TDH’nin ufku hala Misak-ı Milli sınırlarının dışına çıkamıyor. Kendi üzerine Suriye, Irak ve tüm dünyadan katılımlarla bomba ve kurşun olarak gelen Türk cihadına karşı kılını kıpırdatamaz haldedir.

Üçüncü önemli hatayı Gezi’de yaptı. Türkiye devrimci hareketinin çoğunluğu Gezi isyanını bir sol şenlik, karnaval olarak anladı ve o sınırlarda tutmak için çabaladı. Devrimci ve atağa kalkmak isteyen eğilimler de yalnız kaldı, güç yetiremedi. DKP Gezi isyanında oynadığı devrimci rolü değerlendirmiş ve yalnız kalsa da bu büyük isyanı daha ileri hedeflere taşıyamamasının öz eleştirisini yapmıştır. Kürt hareketindeki liberal ve burjuva unsurlar da Gezi karşısında çok yanlış ve sallantılı tavırlar gösterdiler. Gezi isyanı doğru devrimci bir yaklaşımla karşılansa, tüm gericiliği ve faşist yükselişi inine tıkacak sonuçlara yol açabilirdi. Devrim görevini yapmayınca karşı devrim bütün acımasızlığı ve kararlılığıyla Gezi’yi bir savaş olarak anladı ve savaşa hazırlandı. Gezi gibi devasa boyutlardaki kitlesel isyanlar sınıflar savaşında son derece hayati, paha biçilmez dersler ve deneyler bırakır, öğrenmek isteyene. Tayyip çok iyi öğrenmiştir, devrimci hareket az öğrenmiştir. Tayyip kendi sınıfı adına Gezi’yi kendi iktidarına karşı bir saldırı ve savaş olarak aldı ve bir daha tekrarını yaşamamak için stratejik bir saldırı başlattı. Sonrasında Kürdistan’daki gelişmelerle daha da büyüyen bir tehdit olarak, kitlesel isyan teşebbüsünü ezmek için politikasını, tüm taktiklerini değiştirdi ve savaşa hazırlandı. Devrim bir adım atıp durunca, karşı devrim saldırdı ve iki adım geri attırdı.

Dördüncü olarak, uzun gericilik yıllarında TDH kendi devrimci geçmişini unuttu. Burjuva faşist teröre karşı, devrimci silahlı direniş ve mücadele geleneğinden koptu. Çoğu geçmişin devrimci ve direnişçi örgütlerinin devamcısı iddiasındaki birçok yasal parti silahlı mücadele ve düzene karşı atağı ağzına almaz oldu. Türkiye egemenleri her türlü gericiliği tepeden tırnağa ideolojik ve fiili olarak silahlandırıp halkın üzerine sürerken sol hareket ana gövdesiyle barış ve vicdan çağrıları yapan kulüpler durumundadır. 12 Eylül öncesi dipdiri olan emperyalizme, faşizme sömürüye ve zorbalığa karşı silahla direnme bilincini yenden kuşanmak zorundayız.

Beşinci olarak, 7 Haziran sonrası dönem tümüyle faşizme armağan edilmiş “al istediğin gibi oyna” denilen bir gaflet dönemidir. 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra Tayyip’in hiç bir koşulda iktidarı bırakmayacağı anlaşıldı. Hesaplaşma bu aşamada başlatılmalıydı. Seçimlerde o zamana kadar kurulmuş en ileri birliktelik sağlanmıştı. Tüm devrimci güçler ve Kürt Özgürlük hareketi moral olarak yüksek bir düzeydeydi. AKP her türlü hazırlıkla burjuva yasaları çiğneyerek atağa geçti devrimci hareket burjuva yasallığına gömüldü.

Neden ve hangi siyasal, ideolojik körlük bu sonuçlara yol açtı? Bugünkü saldırıyı geri püskürmek istiyorsak Gezi’den buraya nasıl geldiğimizi irdelemek zorundayız. Gezi’den sonra 7-8 Ekim Kobani ayaklanmaları yaşandı. Gezi’de başlayan yükseliş 7 Haziran seçim başarısı ile tavan yaptı. Bu süreç çok önemliydi ve KÖH dahil devrimci hareket bu süreci yönetemedi. 7 haziran başarısı bizim yenilgimiz oldu. Yenilgi tam karşılamıyor, kesin bir geriye savrulma oldu. Kendi oyunuyla, üstteyken ve üstünken yenik düşen oyuncu durumuna düştük. 7 Haziran, uzun yıllar düşük düzey ve etkisiz haldeki sosyalist hareketin başını döndürdü. Sosyalist hareket tüm demokratik kurumlar ve aydınlarda ciddi bir baş dönmesi yarattı. Düzenin kalelerinde güç kazanmak hem ileriye dönük daha büyük başarı hayallerini kamçıladı hem düzene ve burjuva demokrasisine güven tavan yaptı. 7 Haziran’da sosyalist ve demokratik güçlerde parlamentarizme dönük baş dönmesi yaşanırken Tayyip ve AKP cenahında şok yaşanıyordu. Tayyip şoku kısa zamanda atlattı ve seçimlerle alaşağı edildiği hükümette metazori olarak, oturmaya devam etti. Kaybettiği sandığı tekmeleyerek savaş hazırlıklarına başladı.

Bizim cenahta zafer sarhoşluğu ile birlikte, parlamenter hayaller tavan yaptı. 7 Haziran’ı mutlak sandı ve devletin, burjuvazinin neler yapabileceği hesap dahi edilemedi. Gezi yaşanmıştı, 6-8 Ekim’de Kürt şehirleri ayaklanmıştı. Ve nihayet 7 Haziran seçim zaferi yaşanmıştı ve gözler daha yukarılarda, yeni bir seçimle AKP’nin indirilerek koalisyon hesaplarıyla iktidar koltuklarına dikildi. Bu sürüklenme ve düzene kayışın başını Kürt yasal kurumlarında yuvalanan sol liberaller ve Kürt orta burjuvazisi çekti. Bu liberal ve uzlaşmacı çizgiden rahatsız olan devrimci güçler durumu eleştirdiler ama etkisiz kaldılar.

Parlamentoda kazanılan mevziyle düzen ve düzen içi mücadeleye güven tavan yaptı. Faşizm, burjuva devlet, devrim ve zor, devrimci zor vb. kavramları yıllarca söyleyenler bile rehavete kapıldı. Düzene güven ve yasallık tavan yaptı. Reformist ve sol liberal eğilimler, örgütlerde ve devrimci ortamda alan kazandı. Devrim ve iktidar konusundaki devrimci yöntemler unutuldu. Hayat ve gerçekler acı biçimde kendini gösterdi. Biz hangi şoktayız tam belli değil. Devletin ve faşizmin IŞİD olarak bomba yağdırmasının etkisi olduğu açık ama asıl geniş devrimci hareketin tümünü oluşturan ve tümünde etkin olan liberal reformist dünyalardaki parlamenter ve düzen hayallerinin yıkılmasının şokundayız. Liberal reformizmin devrimci ortamdaki gücü ve etkisi açık ortaya çıkmıştır. Devrimci bütünümüzün mücadele gücü, liberal ve reformist olanakların, yöntemlerin bittiği yerde bitiyor. Kim alınır, kim kızıp köpürürse köpürsün, 10 Eylül’de ve 1 Kasım’da asıl geri basan ve yıkılan yasallığa hapsolmuş dünyadır. Ve o tarihlerden sonraki atalet, eylemsizlik, iş yapamaz durum ve çaresizlik devrimci ortamımızın söylemler bir yana tümünün liberal reformist bir sapmayla malul olduğunun somut göstergesidir. Kendimizi dışında tutmuyoruz. Net bir gerçektir kafa olarak o dünyadan koptuk ve bu açık bir gerçektir. Ancak gövdemizde hala eski dünyanın etkileri sürüyor. Bir yanımız kan içinde çırpınıyor bir yanımız iki arada bir derede pinekliyor.

7 Haziran sonrası çok iyi anlaşılmalıdır. Bu bütün muhalefette, reformcusundan gerilla mücadelesini savunanına kadar sağcı, geri bir basiret tutulması, başarı sarhoşluğu, yılların zayıflığı ve kenarda kalmışlığı etkisinde kalarak küçük bir adımda baş dönmesi ve nerede olduğunun, kimlerle uğraştığının TC devlet gerçeğinin unutulmasıdır. Bütün bunları belirleyen reformist, parlamenterist hayallerin depreşmesidir. Bu her tarafta basiretimizi bağlamış, parlamentoda kazanılan alan düzende hayaller, hayallerle daha düzen içine yerleşme, bir nevi körleşmedir. Düzen ve düzen kurumlarında devrimci perspektif yitiminin nasıl acı sonuçlara yol açacağının somut bir göstergesidir. 7 Haziran sonrası bizim cepheyi yalnız bombalar yıkmadı asıl olarak düzende kazandığımızı sandığımız küçük mevziye güvenmek ve bu mevziyi kaybetmemek ve bunu kalıcı sanmak bizi yıktı ve bütün saldırıları demokrasi dilenciliği ve demokrasinin kurumlarinin devreye girmesi için çağrılarla geçirdik. Düzen böyledir bir tutam verir, her şeyini ister, teslim alır. düzende mevzi kazanmak bir yanıyla onun içine girmek eskiye göre daha fazla onun kurallarına uymayı kendiliğinden oluşturur. 10 Ekim’deki bombadan daha büyük bomba, daha etkili bomba, ideolojik kaymadır.

7 Haziran’da tüm sistemi korkutan, devleti ve düzeni panikleten asıl seçim sonuçlarından çok Türkiye’de 30 yıldan fazla bir zamandır Türkiye toplumunun beynine bir kelepçe gibi takılan şovenizmin çatlatılması ve Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye devrim ve sosyalizm güçlerinin öncülüğünde iki halkın kurtuluş özlemlerinin birleşmesi yönündeki eğilimin güçlenmesidir. Bu durum bir bütün olarak düzen güçlerini AKP ve Tayyip’in yanına savurmuştur.

Savaş ve Türk egemen faşizminin saldırıları çok yüksek bir şiddet ve yıkıcılık kazanınca, Kürt taraftar kitleler bile bu hız ve boyutta bir savaşa katılım ve destekte çok zorlandı ve geri kaldılar. Bunun sınıfsal boyutu açık görüldü. Kürt burjuva ve orta sınıfları bu büyük hesaplaşmada tavırsız da kalmadılar açık eleştiri ve memnuniyetsizlik belirterek tavır aldılar ve seçimlerde bu tavırlarını AKP’den ve devletten yana koydular. Bu sınıflar ve eğilimleri, bu dönemde bulunduğu bütün yasal Kürt kurumlarında açık uzlaşmacı ve savaşı geri çekici, gerici tavırlar geliştirdiler. Türkiye devrim ve demokrasi güçleri için bu zorlama ve geri kalma daha büyük ve ciddi boyutlardadır. Bu bir gerçekliktir ve bu durumu yenmek ve iki mücadele kanalının arasının bu boyutta açılması birbirinden kopması, her iki gücün aleyhine bir gelişme ve düşmanın yapmak istediği duruma teslim olmaktır. Bu konuda her iki taraf da dikkatli ve itinalı olmalıdır ve bu açıyı kapatacak politika ve taktikleri zaman geçirmeden hayata geçirmelidir. 

Türkiye’ye daha yakından bakalım, Türkiye’de olan nedir, AKP ye karşı çıkan mı yok? Toplumun çoğunluğu  AKP karşıtı ve AKP ye karşı mücadele etmek isteyen milyonların olduğunu herkes söylüyor. Milyonlar büyük rakamlar, çoğulunu bir tarafa bırakalım, milyonluk bir muhalif kitle bile çok büyük bir güçtür. Dünyanın her yerinde milyonluk bir muhalefet gücü yalnız bulunduğu ülkeyi değil tüm yakın çevresini şiddetli biçimde etkiler, sarsar. Yalnız Türkiye tarafını ve Kürdistan’ı değil tüm bölgeyi allak bulak edebilir. Milyonluk muhalefet ayağa kalkamıyorsa, bu herhangi bir durumla yanlış, hata, yetememezlikle izah edilemez. Bu milyonluk muhalefeti ayağa kaldıramayan devrimcilerin kendilerini çok güçlü sorgulamaları gerekir.. 

Sol, PKK’nin eylemleriyle uğraşıyor. PKK eleştirisi başka, siyasal ve ideolojik apolitizm başkadır. Örgütler birbirlerini eleştirmiyor mu, Haziran adıyla bir araya gelenler birbirlerini eleştirmiyor mu? Sol hareketin PKK eleştirisiyle oyalanan kesimleri eleştirilerine devam edebilirler ama bir an önce büyük kesiminin faşizme veya şeriat devletine gidiliyor dedikleri süreci nasıl durduracaklar? İslami faşizmin hakimiyetini pekiştirmeden durmayacağı tespit ediliyor. Buna karşı mücadele edilmesinden bahis var. İslami faşizm öyle güle oynaya gelmiyor; bombalarla kırarak, yakarak, yıkarak geliyor. Onu engellemeyi internet ortamında ağ kurmak gibi bir iş sananlar, hiç bir şey anlamamıştır. Faşizme karşı mücadelede uzlaşmacı, reformcu yöntemler onun iştahını açar ve adeta doping vazifesi görür. Kürtlerden uzak durarak, kim inanır sizin faşizmle ciddi olarak savaşmak ve onları inlerine tıkmak istediğinize. Hangi güç ve araçlarla faşizmle savaşacaksınız? Faşizm hiçbir yerde sandıklara oy atarak, protesto gösterileri yapılarak yenilmedi. Faşist terör ve şiddet her yerde zor ve şiddet kullanılarak defedildi. Gene, faşizm her yerde ve her tarihte olduğu gibi faşizme karşı olan bütün güçlerin birleşmesiyle yenilmiştir. Evet, “Birleşik Cephe” nerede kurulabilmişse, orada faşizm durdurulmuş veya yıkılmış, nerede başarılmamışsa orada faşizm kanlı diktatörlüğünü kurmuştur.

Faşizmi durduracak güçler bellidir. Faşizm başta Türkiye sol hareketi ve Kürt halk kitlelerini tehdit ediyor. Kitlesel olarak dinsel fanatizmiyle Aleviler başta olmak üzere geniş laik milyonları tehdit ediyor. Faşizme net karşı olan kesimler bunlar oluyor. Sırası ile Türkiye devrimci ve sosyalist güçleri, Kürt Özgürlük Hareketi, Alevi ve laik kesimler. Faşizmi durdurmak isteyenler bu kuvvetleri ortak bir anti-faşist cephede birleştirmek zorundadır. Alevi ve laik milyonlar CHP üzerinden bu düzene bağlanıyor. CHP’ye oy veren milyonları bu dönemde kazanabiliriz. Bu süreçte IŞİD, Nusra vb lerinin katillikleri ve içerde azgınlaşan yerli dinci faşizm bu kesimlerde çok ciddi tereddüt ve arayış doğurmuştur. Nitekim Kobane ve Şengal’deki gelişmelerin etkisiyle 7 Haziran seçimlerine de yansıyan kırılma yaşanmıştır. Şengal ve Kobane kurtarılmış Türkiye’nin birçok bölgesi hatta tümü Şengal ve Kobane’den daha büyük bir tehditle karşı karşıyadır. Bu milyonları kazanmak istiyorsak, bir an önce bu gerçekleri önlerine koyarak, siyasi olarak güven veren bir alternatif yaratmalıyız.

6- Yükselen faşist saldırganlığa karşı gerek devrimci özneler gerekse de kitleler bakımından anti-faşist birleşik hareketin siyasi ve askeri gelişim çizgisi ne olacaktır? Birleşik Devrim Hareketinin sürece daha etkin bir biçimde dahil olmasının yolu ve imkanları üzerine düşünceleriniz nedir?

Bu soru çok önemli ve bu önemine binaen üzerinde durmak gerekir. İçinde bulunduğumuz koşulları doğru kavramak için 2016 yılında yaşananları iyi analiz etmek gerekir. 2016’da çok sert ve çok boyutlu, bütün alanlarda en yüksek savaş düzeyi yaşanmıştır. Türk devleti çöktürme planı doğrultusunda bütün Kürdistan’da ve tüm yöntemleri kullanarak imha etmek için saldırmaktadır. Devlet tüm gizleme çabalarına rağmen çok ağır kayıplar vermektedir. PKK de bütün bu saldırılara büyük bir kararlılık ve çok yönlü savaş taktikleriyle direnmektedir. Bütün gücüne ve hazırlığına rağmen savaş PKK’yi zorlayan bir aşamaya varmıştır. Sınırsız olanaklarıyla devletler savaşı daha yüksek boyutlara taşıyabilir ama ne kadar büyük potansiyellere sahip olsa da devrimci bir örgüt aynı olanaklara sahip değildir. Savaş o kadar yıkıcı ve yüksek boyutlara ulaştı ki daha fazla yükseltilmesi devleti zorluyor ama PKK için daha zorlanan bir aşamaya girilmiştir. Bütün diğer mücadele ve taktikler geride kalmış ve askeri boyut her şeyin önüne geçmiştir. Bu sürece gelen olaylar zincirini ve çıkış için yapılması gerekenleri tartışmak zorunludur.

Türkiye 2016 yılında uzun dönem etkisi olacak, tarihsel anlamda çok önemli olaylar yaşadı. 15 Temmuz’da kanlı bir darbe oldu. Darbeyle tüm sistem ve devlet yapısı çöktü ve kesin olarak sistem yıkılmadan, yeniden yerine oturamaz. Türkiye ne Tayyip öncesine, eskiye dönebilir ne de Tayyip diktatörlüğü kalıcı olarak yerleşebilir. Türkiye iç ve dış savaşları da içinde taşıyan ya darbe ya devrim sürecine girmiştir. Türkiye tam bir kıskaç ve ya kurt kapanındadır ya IŞİD’e yakın Tayyip liderliğinde dinci faşist bir diktatörlüğe gidecek ya da NATO’cu ve TÜSİAD’çı bir darbeyle çıkış aranacak. Her iki koşul da kanlı ve uzun süreli bir iç savaş sonucu devrimciler görevlerini yapamazsa gerçekleşebilir. İçerde bu kadar gerginken Suriye’ye asker sokup savaşa girmiştir. Irak’taki askeri varlığı da görünür hale gelmiştir.

2016 yılının diğer en önemli olayı Kürt şehir savaşlarıdır.Türkiye 2016 yılında şehir savaşlarına sahne oldu. TC devleti kendi hükümranlığı altındaki şehirleri bombaladı. Bir devlet, güçlü bir devlet, bir yıl boyunca kendi şehirlerindeki isyanı tank, top ve hava gücü de kullanarak bir yıl boyunca bastıramadı. Bunun sonuçlarının iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Şehir savaşları 40 yıla yaklaşan Kürt mücadelesinin en üst evresi ve Türk egemenlik sistemini en zorlayan zirvedir. Şimdiki durum ne olursa olsun bu büyük kalkışma dünya direnişler tarihinde yerini almıştır. 40 yıla yaklaşan ve ağırlıklı olarak nüfusu göçertilmiş kırlara sıkışan, kıran kırana savaş bir biçimde geç kalmış olarak sehirlere sıçradı. Kürt gerillası, kırlarda teknolojik yıkıcılık ve hava üstünlüğü dışında her alanda kesin bir üstünlük kurmuştu. Şehirlerdeki ezici kitlesel gücüyle yüksek bir politikleşme ve örgütlülük kazanılmıştı. Bu kazanımlar temelinde er veya geç savaşın şehirlere sıçraması zorunluydu ve bu gerçekleşti.

Kürt şehir savaşları üzerine Türkiye ve Kürdistan’da herkes konuştu, daha da konuşulacak. Kürt şehir savaşları bu ortamda dünya devrim güçlerinin gündeminde fazla yer bulamadı. Bu büyük direnişlerin ve aynı oranda Türk faşizminin yıkıcı suçlarının kaynadığı anlamına gelmiyor. Her iki gelişme de tarihe çivilenmiştir. Türk faşizminin yüz binlik şehirlerde yaptığı soykırım boyutundaki suçları ve cinayetleri tarih affetmeyecektir. Aynı biçimde direnişlerde tarihe geçmiştir. Tarihsel her gelişme aynı zamanda teorik birikime malzeme sunar. Kürt şehirlerindeki direnişler tarihe geçtiği gibi dünya direnişler ve mücadele deneylerine de geçmiştir. Kürt şehir savaşları dünya devrim sosyalizm ve direnişler tarihini zenginleştirmiştir. Tabi devrimci bir gözle bakanlar ve öğrenmek isteyenler için en başta Türkiye devrim mücadelesine büyük deneyler katmıştır.

Kürt şehir savaşlarına Türkiye tarafından yaklaşımlar çok ağır sorunlarla yüklüdür. En kötüsü bu direnişlerin dışardan bir olay olarak algılanmasıdır. Böylesi bir yaklaşımla söylenenlerin hiç bir anlamı olamaz. Kürt şehir savaşları kendiliğinden Türkiye devrimi için metropollerdeki mücadele için çok büyük dersler bırakmıştır. Daha öteye o şehirlerde Türk egemenlik sisteminin ve faşist kurumların yüzü bir kere daha görülmüştür. Şovenizmin devrimciler üzerindeki etkisi böyle bir şeydir. O şehirlerde kendisinin can düşmanı ve yıkacağını söyledikleriyle bir boy ölçülmesi yaşanmıştır. Daha öteye bu şehir savaşları Türkiye devriminin savaşlarıdır. Ancak şoven milliyetçiler ve reformcu burjuva solculuğu bu kavgayı anlayamaz, anlasalar zaten Türkiye halkının ve devrimci güçlerin kanına susamış bu katiller ordusu AKP ve müttefiki faşistlere karşı bir cephe de kendisi kurar. Kürtler devrimci güçlerin İşçi sınıfı ve emekçi yığınların can düşmanı Türk burjuva gericiliği ve faşizmiyle 30 yıldan fazladır savaşıyor. Türkiye devrim, sosyalizm, komünizm iddialı örgütler ne yapıyor? Büyük çoğunluk için tarafsız bile denmez çok kritik her aşamada düzenden kopamadı, soldan eleştirilerle düzenle aynı tavrı gösterdi.

Kürt şehirlerinde kim farkında veya değil Türkiye devriminin ön savaşları yaşandı, Türkiye proletaryası ve emekçilerinin kurtuluş ve devrim deneyleri arttı. Her kim Türkiye’nin metropollerinde benzeri ve daha büyük savaşlar olmadan faşizmden ve burjuva diktatörlüğünden kurtulacağını sanıyorsa ya devrim ve faşizme karşı mücadele ne demek hiç bir şey anlamamıştır ya da hiç sopa yememiştir. Top, tank ve uçak bombardımanı altında o şehirlerde direnenler Kürt özgürlüğü ile birlikte Türkiye devrimi için düştüler. Batıdaki işçi ve emekçilerin özgürlüğü ve kurtuluşu için dövüştüler. Türkiye halklarının baş düşmanlarına, kontrgerillaya karşı savaştılar.

Şehir savaşları PKK’nin tartışmasız en çok zorlandığı süreç olmuştur. Siyasal, askeri, ideolojik boyutu ve buna uygun tüm güçlerin devreye sokulduğu olağanüstü ve tarihi bir süreç dünya devrimci mücadele tarihine geçecek dersler ve deneyler yaşanmıştır. Şimdiye kadar en zorlandığı dönemde olduğu açıktır. Her dönem saldırılardan PKK güçlenerek çıkmıştır şimdi de aynısı olacaktır. Kürt şehir savaşlarının deneyleri Türkiye şehirlerine taşınacaktır. Kürtleri hendeklere gömdük diye övünenler bilsin ki tüm Türkiye’de hendeklerle ve barikatlarla karşılaşacaklar. Türkiye ve Kürdistan’ın büyük şehirlerinde yeni Cizre’ler, Şırnak’lar ortaya çıkacaktır.

Türkiye devrimcileri olarak bu büyük direnişlerin derslerini ve deneylerini Türkiye devrimine taşımak birinci görevimizdir. Türkiye’de faşizmi ve sistemi devrimle yıkarak sosyalizme geçişin koşullarını hazırlamak için mücadele ediyorum diyenler bu büyük deneyleri anlamak, değerlendirmek zorundadır. Karşı çıkanlar bile ciddi yaklaşmalıdır. Faşizme karşı nasıl direneceklerini anlatmalılar. Bu bir yana hasımane ve devlet ağzıyla eleştiri yapanlar ne yapmak istiyorlar, açık konuşmalılar. Ya devrim, sosyalizm gibi iddialarından vazgeçmeliler veya faşizmi, diktatörlüğü birilerinin yıkarak, bu partileri davet edip buyurun sosyalizmi kurun demelerini bekliyor olabilirler.

Türk devleti, Kürtleri hendeklere gömdüğünü iddia ediyor. Sol adına konuşan birçok çevre farklı cümlelerle aynı görüşü ileri sürüyor. Bu konuda yeminli PKK düşmanı tüm Kürt milliyetçi eğilimleri kendi önlerinin açıldığını düşünerek, zil takıp oynuyor.  Bu savaşlarda devlet ve faşizm cephesi kadar solumsu ve demokrat geçinen, hatta yasal Kürt örgütlerinin içinde geniş bir kesim, PKK’nin zayıflaması için dua eden ve bu duasını açıktan yapamadığı için, yanlış savaştı, güçlerini dağıttı, halkı ezdirdi, sehirleri yıktırdı gerekçelerinin arkasına sığınarak yapanlar var. Türkiye ve Kürdistan’da sol ile ilgili tüm çevreler bir biçimde Kürt şehirlerindeki direnişi eleştiriyorlar. Kim hangi eksiği, hangi yanlışı dillendirirse dillendirsin bu eylemlerde eleştirilecek yönler, eksikler ağır hatalar gören ve eleştirenler hangi cephede duruyor önemli olan bu. Düşman cepheden fırsat bekleyenler hariç tüm eleştiriler bu tarihsel direnişleri güçlendirecektir.

Bu eleştirilerle birlikte, yanlıştı, erkendi vb. gerekçelerle karşı çıkanlar sınıflar mücadelesini matematik doğrulukla hesap kitap işi sanıyorlar. Veya sınıflar savaşını hep kazanan ata oynamak olarak anlayan sağlamcılardır. Sağlamcılar hep kazanacakları günün gelmesini beklerler ve bundan dolayı, hiç kaybetmezler. Devrimcilerin ve sınıflar savaşının böyle bir lüksü hiç olmamıştır. Başarılar gibi kayıplar ve zaferler gibi yenilgilerde özgürlük savaşlarının doğal durumlarıdır. Bu gerçekliği Mao “Mücadele et, yenil, yeniden savaş, yeniden yenil, yeniden savaş… Ta ki zafere kadar.” diyerek özgürlük savaşlarının diyalektiğini anlatır ve ilave eder: “Yenilgi en büyük öğretmendir.”

Herkes biliyor, basında yer aldı ve tartışıldı. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı isimli yeni kontrgerilla merkezi tüm ayrıntılarıyla hazırladığı faşist bir yıkım planını 30 Ekim 2014 tarihli MGK ya sunuyor. MGK “Çöktürme Planı” adını vererek bu saldırı planını kabul ediyor. Bu tam bir topyekün savaş konseptidir. Burada ne yazıyorsa kitlesel göçertme, katliam, yerleşim merkezlerinin yıkılarak boşaltılması, yüz binlik şehirlerin aylarca evlerde esir ve rehin tutulması, bodrumlarda insanların yakılması hepsi hepsi burada yazıyor ve olduğu gibi uygulanıyor. Hendekler yanlış diyenler bunları bilmiyor olamaz. Hendeklerden önce devlet imha planını nasıl savuşturulacağını söylemeliler. Eleştiriciler PKK şöyle yapsaydı bu saldırıya karşı daha etkili karşı koysaydı demiyor, böylesi eleştiriler yapılması normaldir ama şehir direnişleri yanlıştı, gerillacılık açısından da hiç uygun değil büyük hatadır, diyenler net olarak “Çöktürme Planı” nasıl boşa çıkarılabilirdi, görüşü olan yazsın.

Türkiye’de liberal solculardan reformistlere, yasal alanlarda Kürtlerle birlikte duran solun bir kesimi ve yasal Kürt siyasi çevrelerinin ezici çoğunluğu PKK’nin gelen saldırıya karşı direnmesini yüksek sesle eleştiriyorlar. Savaşı kabullenmekle büyük bir stratejik yanlış yaptığını söylüyorlar. Ancak ezici devlet kuvvetleriyle üzerine gelen savaşı kabullenmemek nasıl oluyor, bir de onu anlatsalar. Sıkı, dar gizli bir örgüt için bile devlet denilen bir organizasyon savaş kararı alırsa karşıdaki, bunu kolay kolay kabul etmemezlik yapamaz. Topyekün savaş ilan edip diktatörlük için saldırıya geçen düzenin faşist saldırıları karşısında dar bir gizli örgüt geri kaçabilir ama milyonları ve bir halkı her alanda ayağa kaldırmış bir örgütün kolay kolay savaşı reddetme lüksü olmaz. Savaşı kabul etmemeliydi diyenler kendi deneylerinin bile farkında değil. Sınıflar savaşında savaşalım diye üzerine gelen düşmana hayır savaşmayalım diyenin vay haline. 12 Eylül karşısında solun düştüğü duruma düşer. Bu geniş bir çevre tarafından dillendirilen beylik eleştiri tam olarak ne dediğini biliyorsa, tam bir teslimiyet çağrısıdır. İyi niyetli bir çağrıysa burjuva demokrasisini mutlaklaştıran ve hala yaşananlara rağmen devleti ve faşizmi hiç tanımayan bir naiflik veya apolitizmdir. Geri çekilen PKK’yi AKP, MHP, Ergenekon faşistleri, Barzani, IŞİD, Nusra çiğ çiğ yer.

Bu gerçekleri görmek bu deneyler üzerine tartışma ve eleştiri haklarımızı ortadan kaldırmaz. Uzun politik ve askeri tecrübe ve başarılarına rağmen PKK tüm bu süreci yönlendirmede ciddi eksiklikler göstermiştir. Her şeyden önce sürecin askeri ve politik ön hazırlıklarında ciddi kopukluklar yaşandı. Direniş ve direnişçiler ne kadar büyük direndiyse Kürt mücadelesi tarihinde en zayıf kitle desteğine tanık olundu. Türkiye tarafındaki sessizlik kadar bizzat özgürlük hareketinin kendi aktif tabanını bile destek ve dayanışmaya çekememiştir. Direnişin bir anda ve çok sert ve üst düzeyde silahlı boyutunun, tankların ve ordunun katıldığı çok keskin biçimlere sıçraması, kitleleri kararsızlığa sevk etmiş olabilir. Bunları ayrıntılı değerlendirme ve eleştiri ve öz eleştiri temelinde PKK’nin kendisinin yapacağından ve bu deneyleri devrimcilerle paylaşacağından eminiz..

Her şeye rağmen, dönem Kürtlerden yanadır. Sanki tarih Kürtlere çok büyük haksızlıklar yaptığının farkına varmış ve bunu telafi etmek istiyor gibi yıllardır sömürgecilik altında geç ve geri bıraktırdığı bu halkı çok büyük bir hızla ve çok büyük bir güçle daha doğrusu son hızla ileri itiyor. İleri itmekten daha fazlası, aynı zamanda en öne çıkmaya zorluyor. Bunu Dr. H.Kıvılcımlı kendi teorik formülüyle “gerinin en ileriye fırlaması” olarak açıklıyor.

Tarihsel, toplumsal, dünya ve bölge koşulları PKK’yi sonuna kadar gitmeye zorluyor. PKK sonuna kadar gitmek en yüksek düzeyde radikalleşmek, devrimcileşmek zorunluluğuyla karşılaşıyor. Bu güne kadarki devrimlerin gelip geri döndüğü eşikten geçerek daha ileri fırlamayı dayatıyor. Bu nesnel bir durumdur. Başka dünya koşullarında kazandığı güç ve olanaklarla çoktan devrimi başarıp iktidar nimetlerine kavuşabilecekken, gittikçe uzayan kitlesel ve sert savaş koşulları daha fazla siyasallaşmayı ve ideolojikleşmeyi zorunlu kılıyor. Bu nesnel durum en başta PKK ye ulusal kabuğunu kırmayı dayattı. Başlangıçta güç ve yaşam kaynağı olan bu kabuk artık bir engel ve geriye çeken hatta doğru devrimci bir ideolojik ve politik hamleyle aşılmazsa ölüm anlamına gelebilecek zor bir eşikle karşı karşıya bırakmıştı. Bu ölüm dönemeci denilebilecek büyük ve radikal kopuşu PKK kendine özgü önderlik tarzı, Abdullah Öcalan faktörüyle aştı. Mücadele kitleleri kapsamış olarak uzun yıllara yayılarak ve gittikçe şiddetlenen boyutlar kazandıkça, ezilip yok olmadıkça her aşamada biraz daha halkçılaşmak, yoksul ve emekçi karakteri kazanarak devrimcileşmek zorunda kalıyor. Bu uzun yıllar kadını erkeği, yaşlısı genciyle Kürt halkı milyonlar olarak politikayı bir ateş içinde öğreniyor. Kürtler bitmeyen bir okulda yüksek ateş içinde siyaset akademisinde teorik ve pratik derslerden geçiyor.

PKK günümüz dünyasını anlamak ve adlandırmak için birçok alanda özgüvenli ve çok yönlü ideolojik ve siyasal açılımlar içindedir. Lafzi olarak PKK deneyinin özgünlüğüyle birlikte evrensel görüşler içerdiğini iddia ediyorlar. Ancak bu iddialara uygun olanakları ve potansiyelini devreye sokmuyor. Ne bölge devrimci güçleriyle ne de dünya devrimci güçleriyle bu iddialarına uygun ilişki ve çabalar göstermiyor.

PKK bugün dünyada ki tüm yeni liberter fikirlerden faydalanıyor ve yeni tüm tartışmalarla ve görüşlerle ilişkilenerek onlardan beslenmek istiyor. PKK nin ideolojik ve programatik konulardaki eleştirilmesi gereken yanı, Marksizme yaklaşımıdır. Dinler dahil hemen tüm fikir akımlarıyla ciddi olarak eleştirel ve öğrenme temelinde ilişkilenen PKK, Marksizmle oldukça yüzeysel ve yanlış bir temelde ilişkileniyor. Her hangi bir konuda marksizmin hiç bir klasik görüşünü, kaynağını esas alarak ciddi bir hesaplaşma veya ciddi eleştiri getirmeden yüzeysel eleştiriler ve reddiyeclikle yetiniyor. Marksizme yönelik ciddi bir çalışma yapmadan, daha çok Marksizm üzerine yazılmış eleştirileri tekrar etmekle yetiniyor. PKK’ye Marksizm dinine niye iman etmiyorsun, iman et demiyoruz, tarihin en kapsamlı teorik birikimiyle en az eko-sosyalizm, anarşizm, radikal demokrasi vb. akımlar kadar ciddiye alarak ilişkilenmesini öneriyoruz.

Biraz uzattığımın farkındayım, ancak değindiğim konular önemli ve neyi nasıl yapacağımızın veya yapamayacağımızın arka planını oluşturuyor. İlk sorudan buraya kadar anlatılan yaklaşım üzerinden PKK ve TDH’den 9 siyasi parti ve örgüt olarak  faşizme karşı mücadele için HBDH’ı kurduk. HDBH çok sade ve somut taleplerini halk kitlelerine, tüm devrimci ve anti-faşist güçlere iletti. HBDH bütün bu deneylerin ve birikimin üzerine oturuyor. Kuruluşundan bu güne pratiğine bakarak söylersek, başarılı olamadı ve iddialarının gerisinde kaldı. Bu durum geçicidir ve aşılacaktır. HDBH Tayyip diktatörlüğünün demokratik bir devrimle yıkılmasını stratejik hedef olarak önüne koymuştur. Bu, Türkiye’deki tüm devrimci demokratik güçlerin ortak programlarıdır. Daha önemlisi Kürt ve Türk halklarımızın ezici çoğunluğunun acil isteğidir. HDBH gücünü ve inancını halklarımızın ezici çoğunluğunun acil istemlerine bağlılığından alıyor ve tüm diğer devrimci ve anti faşist güçleri birleştirmek için uğraşıyor.

HBDH kerametler bildirmiyor, kimseye kendi doğrularını dayatmıyor tüm anti faşistlerle tartışmak istiyor. Faşizme karşı olan herkes tehdidin farkında. Faşizm savaştan güç ve meşruiyet kazanıyor. Bu gün Kürtlere uyguladığı tüm yıkıcılığı karşısına çıkan tüm güçlere daha acımasız olarak kullanacaktır. Şimdi Kürtleri bombalayan uçaklar yarın kim nerede direnirse oraları yerle bir edecek, toplar, tanklar, obüsler, kimyasallar kim direniyorsa onlara kullanılacak. AKP ve tarikatların dinci faşistleri ile MHP’nin ırkçı faşistleri birleşerek ve Suriye cihatçı çeteleriyle kaynaşarak özel Türk IŞİD’ini oluşturuyorlar. IŞİD de böyledir Arap milliyetçiliği ve İslami faşist fanatizmin bulamacıdır. Türkiye’de bu oluşuyor ve tüm laiklerin, Alevilerin, demokratların, devrimcilerin kellelerini istiyorlar. Bunu göremeyen ve görmeyen siyasetçi gafildir, görüp de sırasını bekleyen için tarif bulamıyorum. Bu gerçeğin farkında olan herkes sırasını beklemeden harekete geçmek zorundadır. Söylediğimiz budur. Kim, hangi somut taktiği ve politikayı öneriyor, tartışmaya hazırız. Kılı kırk yaran ideolojik farklılıkların konuşturulacağı zamanlarda değiliz. Bomba, tank, uçaklarla donanmış, dinci ve ırkçı çeteler, JÖH’ler, PÖH’ler olarak devletleşmiş Türk cihadizmi demokrasi dilenmekle, salon toplantıları ve protestolarla, vicdani sızıltılarla yenilemez.

Geldiğimiz aşamada hiç olmazsa devrimci çevreler faşizme karşı savaşı ciddiye alsalar. Faşizm tank, top, tüfek, bomba denilen öldürücü aletlerle ve bunları kullanmakta uzmanlaşmış resmi, sivil askerileşmiş güçlerce uygulanıyor. Üstelik bunlar dinsel ve ırkçı ideolojilerle fanatikleşmiş katil sürüleriyle yürütülüyor. Bu noktaya gelinen her yerde aynı gelişmeler yaşanıyor. Savaş bizde yaşanan boyutlara varmışsa gerilemiyor tersine, katlanarak boyutları büyüyor, yıkıcılığı artıyor, her alana yayılıyor ve daha kanlı olarak yükseliyor. Ayrı bir tartışma, bu süreç bir NATO darbesiyle kesilmezse -ki o durumda çatışma ve kan dökümü ve devrimci-demokratik güçlere saldırılar daha yumuşamaz, iç savaş daha kızışmış ve değişik cephelerde ama devrimci güçler gene hedef olmaktan çıkmaz. Her koşulda devrimci-demokratik güçler ve halk kitleleri örgütlenip bu savaşta taraf olmazsa kurban olmak dışında bir çözüm yok. Bu konudaki her türlü tereddütlü siyasetler ve örgütler bilerek veya bilmeyerek halk kitlelerini yanıltmaktadır. Bu siyasetler yanlıştır. Bu siyasetler zaaflıdır. Bu siyasetler bu faşist kanlı yönelimi durduracak somut bir öneri ortaya koymuyorlarsa ve inatla halk yığınlarına öz savunma çağrısı yapmıyorlarsa, bu daha büyük bir gaflettir. Veya içerde ve dışarda birilerine güveniyor demektir, güvendikleri dağlara kar yağacaktır. Kimse gelip AKP-IŞİD faşistleriyle bizim yerimize savaşmaz. Biz savaşıp onları inlerine tıkmazsak onlar tüm halka yaşamı cehenneme çevirecektir.

HBDH’ndeki tıkanmayı aşmak için tüm katılımcıların öneri getirmesi ve çaba göstermesi gerekiyor. DKP olarak, birlikte mücadele ettiğimiz HBDH’de yer alan yoldaşlarımıza somut tekliflerimiz var. Tüm alanlarda demokratik mücadele içinde, ortak büyük kitlesel havuzlarda tüm güçlerimizi birleştirecek odakların yaratılmasını tüm yoldaşlarımıza öneriyoruz. Birliğimizin ilke ve hedefleri doğrultusunda gençlik, işçi sınıfı, liseler, basın-yayın-propoganda, akademiler, kültür kurumları, cezaevleri, sendikalar, mahalli birimler vb. eklenecek tüm alanlarda, olabilen birimlerde ortak demokratik örgütler kurmak, başka alanlarda gerçek anlamda dayanışma içinde yanyana durmak ve bütün alanlar için somut örgütlenme ve eylem programları çıkararak mücadeleyi en temel birimlere kadar yaymak. Bunu aynı zamanda HBDH dışındaki tüm antifaşist, devrimci, sosyalist dost güçlerle de gerçekleştirmek ve cephemizi büyütmek için politik girişimler yapmalıyız.

Faşizm en başta işçi sınıfı ve emekçi haklarına karşı bir savaştır. Aynı zamanda kendine teslim olmayan kadınlar, gençlik, azınlık halklar ve inançlar başta olmak üzere tüm demokratik haklara ve özgürlüklere saldırıdır. Savaşın bu cephesi acımasız bir kıyıcılıkla ve şiddetlenerek sürmekte başta sınıf olmak üzere tüm çalışanlar yüz yıllık kazanımları gangster metotlarıyla gasp edilmiştir. Burada çok sert bir savaş sürüyor, sadece karşı kutbu olmadığı, emekçiler karşı koyamadığı için tek taraflı yağma olarak sürüyor. Hazırlanarak tüm güçlerimizi birleştirip, örgütlenip, toparlayarak buralarda büyük bir direniş ve karşı saldırılara girişmek zorundayız.

AKP ve devletin güçlü yanı da, yumuşak karnı da Türkiye tarafıdır, güçlerimizi ve stratejik önceliğimizi bu güç kaynağının zayıf tarafı üzerinde toplayarak, buradan sert darbeler vurmak üzere hazırlanmalıyız. Politik olarak savaş üzerinden kurulan ulusalcı ve dinci faşist klikler arasındaki ittifakı bozmayı hedeflemeliyiz. Bunun için Türkiye tarafındaki çelişki ve çatışmayı derinleştirecek bir politik hat izlemeliyiz. Onlar savaşı etnik, din ve mezhep temelinde derinleştirerek güç topluyorsa, bizde de savaşı adım adım işçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin savaşına döndürmeyi hedeflemeliyiz. Faşizme, ırkçılığa, katliamlara karşı yaşamı savunanları ve tüm halk güçlerini geniş bir direniş cephesinde birleştirmeyi hedeflemeliyiz.

7- Son dönemde TAK’ın özellikle Türkiye kentlerinde gerçekleştirdiği polis, askerlere dönük eylemlerde politik güçler içinde çeşitli tartışmalar yürütüldü. Yapılan eylemler özgünlüğünde rejim güçleri ve silahlı mücadele yürüten örgütleri aynılaştıran açıklamalar yapıldı. Sizin buna dair yaklaşımınız değerlendirmeniz nedir?

TAK’ın (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) eylemleri ve ya her örgütün tüm eylemlerini herkes eleştirme hakına sahiptir. Kimse kimsenin eleştiri yapmasına sınır koyamaz. Bizim de TAK ve eylemlerini eleştirenlere bu konuda bir yasak koymamız, tavır koymamız söz konusu bile olamaz. Devrimci eleştirinin üzerinde hiç bir kural, kaide, örgüt kişi kabul etmiyoruz.

Bir başka açıdan da eleştirilere tavır almamız abestir. Bildiğim kadarıyla PKK de bu eylemlerin bir kısmıyla ilgili eleştirilerde bulundu. Hatta TAK bile bazı eylemleri için açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Doğaldır ki, bu eylem tarzını benimsemeyenler eleştiri hakkını kullanabilirler. Bizim eleştiricilere eleştirimiz niçin TAK, PKK eylemlerini eleştiriyorsunuz, eleştiremezsiniz anlamında tek bir söylemimiz yoktur ve olamaz. Biz tüm eleştiricilere kimin ağzıyla konuştuğunu, eleştirilerle kimlere hangi mesajı verdiklerini, saflarını kimlerden yana kurduklarını eleştiriyoruz ve onlara kurtlarla birlikte olmayın diyoruz. İsteyen istediğini söyleyebilir. Kim ne düşünürse düşünsün, sosyalist bilincimiz ve ideolojik bakışımızdan taviz vermeyiz. Bu acımasız savaşta sağlam durmayan herkes güçlüden yana sallanır. Hayır biz lanetlenmeyi, paramparça edilmeyi göze alacağız ama asla kurtlarla birlikte ulumayacağız. Bizim eleştirilerimiz silahların eleştirilmesinedir, eleştirilerin kendisine değildir. Biz bu eleştirilerde devrimci savaşın, dayatılan amansız terör ve şiddete karşı koymanın küçümsenmesine ve lanetlenmesine karşı çıkıyoruz.

Bombalamaların eleştirisinden öteye burada ciddi bir tartışma, tartışmadan öteye pratik tarafından dayatılan istesek de ne engeleyebileceğimiz ne de kaçabileceğimiz dehşet ve cehennemi andıran bir iç savaşın bazılarımız kabul etmesek de, içindeyiz. Bu atmosferde devrim ve şiddet sorunu naif veya romantik gerillacılık duygularından çok uzak kıran kırana bir kanlı süreçtir. Kim ne sanıyor. Mahir, Deniz, İbrahim diyen ve PKK’ye kanlı örgüt diye uzak duranlar ne sanıyor? THKO, THKP/C, TKP/ML Türk devletiyle devrim savaşını bu düzeye yükseltse ve bu kirli düzenin egemenlerinin iktidarlarını tehdit eder boyut kazansaydı PKK’nin yaptıklarından başka ne yapacak, nasıl savaşacaklardı.  Ya sayı saymasını bilmiyorsunuz ya da devrim ve düzen yıkmak nedir hiç bilmiyorsunuz. 

Dev medya ağıyla ve alabildiğine çarpıtılmış enformasyonla faşizm kendi katliamlarını meşrulaştırıyor ve her türlü direnişi şeytanlaştırıyor. Bunu sonuna kadar büyüterek yapıyor ve kendi katilliğini meşrulaştırıyor. Burada durup düşünmek gerekiyor. Sol ve sosyalizm adına aynı koroya katılınamaz. Kayseri ve Beşiktaş eylemi savunur veya karşı çıkarsınız bu sizin durduğunuz yerle ilgilidir ve eleştiri doğal hakkınızdır ama çarpıtma yapmak ne oluyor. Kayseri tam olarak JÖH, Beşiktaş’takiler ise PÖH’tür bunlar üniformalı IŞİD’lerdir. Bu eylemleri eleştirmek ayrı halka katliam uygulayan faşist kurumları ve birimleri görevi başındaki emekçi olarak değerlendirmek gaflet değilse beş kol faaliyetidir. Faşizmin sözcüleri bile JÖH ve PÖH’leri açıktan savunup, görev yapan emekçiler demiyor. Kabul JÖH ve PÖH’ler görevli emekçiler, peki görevleri ne? Görevli emekçiler yazanlara soruyoruz, JÖH’ler ve PÖH’lerin görevlerini kendi üzerinizde denemelerine veya icra etmelerine ne dersiniz?

Bildiğimiz terör ve şiddet uygulayan örgütler nasıl oluşur? Hiç bir terör ve şiddet kullanan örgüt terör yapmak amacıyla ortaya çıkmaz. Daha büyük bir güce karşı direnme çizgisinde ortaya çıkarlar. Ortaya çıktıklarında da güçsüz ve etkisizdirler. Büyük güçler, bunlar günümüzde şiddet tekelini elinde tutan devletlerdir, karşısındaki direnişi ezmek için devasa şiddet aygıtlarını devreye sokar ve her yöntemi kullanarak direnenleri ezmek için harekete geçer. Genellikle de ezer ve bir daha direnemez hale getirir. Bu azgın devlet terörüne zaman zaman direnip ayakta kalan örgütler olur. Bunlar adım adım devlet terörüne karşı onu caydıracak hatta geriletecek boyutta, terör ve şiddet kullanarak bunu başarırlar. Bunu başaran tüm örgütler, tüm tarihlerde egemenler tarafından şeytanlaştırılır ve lanetlenir. Türkiye’de aynı durumu yaşıyoruz.

Tüm devrim yapan partiler de dünya burjuva gericiliği tarafından terör ve diktatörlük olarak lanetlendi. Devrimler oyun değildir. Devrimler en büyük en yüksek, en katı terör ve şiddet içeren olaylardır. Bir burjuva ailede asilzade kültürüyle büyütülmüş Engels devrimi “Devrim, elbette ki, en otoriter olan şeydir; bu, nüfusun bir bölümünün kendi iradesini, nüfusun öteki bölümüne tüfeklerle, süngülerle ve toplarla —akla gelebilecek bütün otoriter araçlarla— dayattığı bir eylemdir.” böyle tarif eder. Tarihte devlet terörüne direnip ayakta kalmış tüm büyük devrimci partiler ve liderler en acımasız psikolojik savaşın ve terör suçlamasının hedefi olmuştur. Bunun istisnası yoktur. Buna her dönem soldan katılanlar da eksik olmaz. Bu gün yaşadıklarımız bunlardır.

Yalnız ideolojik değil aynı zamanda politik sebeplerden Kürt olan iyi, ileri şeylere bile allerjik bir solumuz oluştu. Türkiye solunda geniş kesimlerin varlık sebebi haline getirdikleri sekülerizm, laiklik vb. politikaları, PKK geri toplumsal yapıları çözerek, çökerterek gerçekleştiriyor, bunlar bile görülmüyor. Bunun yalnızca Kemalizmle açıklanması yetmez  asıl nesnel durumla ilgili. Kim kızıp köpürürse köpürsün, Türkiye devrimciliği PKK’den çok sert devrimci kavgalara ve dünyaya uzak duruyor. Somuttur. TDH’de bir yarılma var. Kürtler üzerinden devletle ve sistemle kapışma temelinde ki kavgadan uzak duruyor. Hatta kendisini devrimci direnişçi saflarda gören bir kesimin de PKK’ye uzak durmasının altında bu gerçek yatıyor.

Türkiye Devrimci Hareketi devrimden korkuyor, sert sınıf savaşlarından ürküyor, bütün şiddet eleştirilerinin altında bu korku ve reddiye yatıyor. Bu uzun yıllarda Türkiye solunun devrimci yanı törpülendi, burjuva demokratizmi ve hümanizm güçlendi. Hatta geniş kesimleri sosyalizm de isteyen hümanist kulüpler durumundadır. “Sosyalizm olsa iyi olur hatta devrim de iyi olur ama bunun için çokta kendimizi zorlamamıza gerek yoktur. Her şey olacağına varır. Zaman bizden yana, tarihin tekerleği ileriye doğru dönmektedir ve tarihsel ilerleme zorlanamaz.” Devrimci hareketin geniş bir kesimi bu mantıktadır. Ancak dünyada ve bölgedeki nesnel gerçeklikler asıl olarak Türkiye coğrafyasının aşırı kızışması, siyasal alandan kaçmakla kurtulunmadığı, bizzat yaşam ve gelecek beklentilerini zorlayan büyük bir tehdit halkın üzerine abanmaktadır. Bu gelişmeler al gülüm ver gülüm muhalefetlerin ve tatlı su solculuğunun dönemini kesin olarak kapatmıştır. Bu somut olarak yasal partilerin tümünü zorlamaktadır. Bu partiler kaçınılmaz olarak ya tam olarak düzene kayacak veya devrimci bir çizgiye gelecek. Bu her iki yöne kayışta toptan olamaz. Bürokratlaşmış ve kastlaşmış örgüt iskeletleri düzenle uzlaşırken taban ve özellikle genç emekçi taraftarları devrim ve mücadele saflarında yerini alacaktır. Bu ayrışmayı hayat ve koşullar yapacak. Çatışma ve saldırılar kapılarına dayanınca bu partiler hala demokrasi hayalleriyle avunurken, insanlar zorunlu olarak direnişe geçecek. Birçok örgüt ve partide bu süreç başlamıştır ve giderek hızlanacaktır.

Son olarak faşizmi yeneceğimize olan inancımı tekrarlayarak bitireyim. DKP, bu dönemde stratejik hedef olarak “AKP-IŞİD faşizmini ezeceğiz” sloganını atmıştır. Faşizme karşı savaşacağım diyenler, bunda samimilerse, derhal diğer savaşan güçlerle buluşmak zorundalar. AKP faşizmi kurumlaştırma yolunda ilerliyor diyenler ya faşizmi bilmiyor ya kendilerini bilmiyor. Faşizm hiç bir yerde siyaset yoluyla kurumlaşmıyor, askeri silahlı güçlerle önüne çıkanları ezip geçerek kurumlaşıyor. Faşizm yerleşmesin isteyenler de faşizme hayır demekle yetinmeden tüm bu devasa silahlı güçlere karşı koyacak güçleri oluşturmalı, yetmez, onları ezecek yolları yöntemleri, politikaları, araçları edinerek ve asıl olarak halk kitlelerini bu zorunluluğa ikna edip hazırlayarak başarılı olabilirler. Halkın karşısına ikircikli ve kararsız çıkılmaz, yakınanlar, demokrasi dilenenler, celladından merhamet bekleyenler baştan kaybetmiştir. Faşizmi inine tıkacağız, buna inanmayanlar savaşamaz. Faşizmle savaşmaya karar verenler, silahların konuştuğu yerde diğer yöntemlerin sesinin duyulmayacağını bilirler. Bu siyasetin önemsiz olduğu anlamına gelmez tersine, doğru bir siyasetle birlikte, kararlı bir savaş gücü ve cephesi kurmayı başarma gerekliliğini anlatır. İbretlik örneklerdir, Almanya ve İtalya’da işçi sınıfı içinde örgütlü milyonluk komünist partiler, başlangıçta bir avuç sokak çeteleri olan faşist güçler karşısında doğru bir direniş veya savaş çizgisi geliştiremedikleri için kurbanlık koyunlar misali katledilmiş ve kendi halklarını da bu zillete esir etmişlerdir. Faşizmle savaşacağız. Kurbanlık koyun olmayacağız, halklarımızı faşizme esir etmeyeceğiz. Faşist katiller kolay zafer kazanamayacak. Mutlaka yeneceğiz, zaferimizden en küçük kuşkumuz yok.

*Ekrem Demirci’nin 3 Mart 2017 tarihinde Umut Gazetesi ile yaptığı röportaj