Ekrem Demirci: “Rojava bugün Madrid’tir, Madrid’in düşmesi bütün Avrupa’da ne tür sonuçlar yarattıysa, burada da o olacaktır.”

Büyük oranda Latin Amerika ülkelerinde takip edilen Encuentro de Comunicación Libre (Uluslararası Bağımsız İletişim Ağı) tarafından 15 Temmuz 2020 tarihinde “Enternasyonalist Mücadele: Rojava’daki Devrimci Hareketler” başlıklı bir konferans düzenlendi. Konferansa Eduardo Correra Senior moderatörlüğünde Ekrem Demirci ve Beritan Sarya konuşmacı olarak katıldılar.

Rojava Devrimi’nin 8. yılında konferansın video kaydını ve bu konferans için Ekrem Demirci’nin yapmış olduğu konuşmanın taslağını paylaşıyoruz.



Bölgedeki devrimci dinamikler ve Rojava’daki enternasyonalist mücadele – Ekrem Demirci

Birçok kıtadan ve değişik ülkelerden yüreği sosyalizm ve özgürlük için çarpan tüm dinleyicileri selamlıyorum.

Bu program sanıyorum daha çok Latin Amerika ülkelerinde yayınlanıyor. Latin Amerika halklarının mücadelesi ve devrimleri Türkiye devrimci hareketi için güçlü bir esin kaynağı olmuştur. Türkiyeli bütün devrimciler, 1960 sonlarında Latin ülkelerinin tüm devrimci hareketlerini yakından izlemiş ve bu deneylerden çok şey öğrenmiştir.  Venezuela’da silahlı mücadele veren Bolivarcı örgütler ve FALN, Guatemala’daki hareket, Şili’de MIR, Kolombiya’da FARC ve ELN, Peru’da Tupac Amaru, Arjantin, Brezilya ve Uruguay’da Tupamarolar şu an hatırıma gelenler. 1910 yılındaki Meksika devrimi ve lideri Emiliano Zapata büyük bir halk isyancısı olarak çok tanınır ve kahraman olarak anılır. Douglas Bravo, Carlos Marighella’nın kitapları birçok baskı yaptılar ve çok okundular. Şimdilerde eleştirsek de Nikaragua Sandinist devrimi ve Şili’de Allende Hükümeti başarıldıkları zaman ülkemizde büyük bir moral kaynağı oldular. Tabi ki, Küba Devrimi ve efsanevi liderleri Che ve Fidel halen daha en güçlü esin kaynaklarımızdır. Güncel olarak, Şili’de eylemleriyle tüm dünya kadınlarına örnek olan Şilili kadınları, Brezilya’daki MST Topraksızlar Hareketini, Arjantin’deki Patronsuzlar Hareketini, Meksika’daki EZLN Zapatistaları ve bugün ABD’nin, yerli faşizan diktatörlerin, bütün Latin ülkelerini kasıp kavuran narkotik mafyaların kanlı saldırılarına direnen tüm halkları ve bu çetelerin hepsine karşı savaşan yoldaşlarımızı tekrar selamlıyorum.

Politik tahlillerden çok bölgeyle ilgili bilgilendirmelere ağırlık vereceğim. Gene de kısaca dünya durumu üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Emperyalist kapitalizm, zincirlerinden boşalmış halde dünya çapında saldırıya geçmiştir. Dünya çapında süren pazar paylaşımı, ticaret savaşları bütün ülkeleri içine çekmiştir, Latin Amerika’dan Güney Asya’ya, Güney Avrupa Balkanlar’dan Ortadoğu ve Afrika’ya kadar yeryüzünün ezici çoğunluğu bu haydutlukla karşı karşıyadır. Kriz evrenselleşmiş ve çözümsüzdür. Dünya krizler ve savaşlar sarmalına girmiştir. Kriz ve savaşlar günümüzün yeni normalidir.  Dünyaya yön veren güç merkezi -Batı ve ABD- güç kaybediyor ve bu düşüşü önlemek için bütün gücü, silahları ve potansiyelleriyle abanıyor. Kuşkusuz yükselişte olan Çin ve Rusya’nın başını çektiği emperyalist klik de bu güç çatışmasında tüm enstrümanları ile sahadadır.

Dünya tepetaklak oluyor, yeryüzünün bütün fay hatları kırıldı.  Bu, bütün yeryüzünü sarsacak gelişmelere yol açacak. Emperyalizmin  asıl haydutluğu yeni başlıyor; emperyalist klikler arası çatışma derinleşiyor, emperyalistler çatışmayı bütün dünyaya yayacaklar. Dünya devrimci hareketinin tüm bölükleri için, herkes için uyanma vakti. Sistemler içine doğru çöküyor, bu iç çöküşü hızlandıracak bir hamle yapabilir miyiz? Bu soru olarak duruyor. Bu bir olanak sorunu, bu olanak yaratılabilir. Süreç aynı zamanda çok muazzam olanaklar açıyor. Tarih devrimcileri yeniden göreve çağırıyor.

Dünya çapında yayılan corona salgını kapitalizmin dünyasal işleyişini, başta tedarik zinciri olmak üzere, kolay onarılmayacak boyutlarda bozmuştur. Bu durum yüz milyonlarca dünya emekçisine işsizlik, gıda bulamamak ve kara açlık olarak gelecektir. İçinden geçtiğimiz dönemi alışıldık tahlillerle açıklamak çok zor. Dünya çivisi çıkmış bir mahşer yeridir. Yaşadıklarımız yaşayacaklarımız karşısında hafif kalır. Kapitalizmin dünyayı ve insanlığı getirdiği uçurumu, savaşları, işgalleri, soygun ve katliamları dünya işçi sınıfı ve emekçi halklar canında ve teninde yaşayarak hissediyor. Sermaye canavarlığı daha da şiddetlenerek emek güçlerine saldıracaktır. Bu onun doğası gereğidir.

Düşman belli, düşmanı eleştirmek ve teşhir görevimizdir ama bununla yetinemeyiz. Kapitalizm ve sermaye imparatorluğu yapması gerekenleri yapıyor, onlardan başka türlü davranmalarını bekleyenler ve bu yöndeki tüm yanılgılı eğilimler bu canavarlığı güçlendirmeye hizmet eder. Düşman yapması gerekenleri, sınıf bilinciyle en üst düzeyde yapıyor; asıl görevlerini yapmayan yapamayan bizleriz. Dünyanın her köşesinde halklar ayaktaydı, salgından sonra bu, emperyalist merkezlere sıçradı ve yayılarak devam edeceği görülüyor. Kim kendini nasıl adlandırıyorsa komünist, anarşist, otonomcu asıl görevlerini yapamayanlar bizleriz. Dünya bu durumdaysa biraz değil asıl biz, anti-kapitalistler sorumludur. Kapitalizmi eleştirmemiz, ona karşı olmamız bu sorumluluğu ortadan kaldıramaz.

Dünya devrim güçlerinin işlevsizliği ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel anlamda derinlemesine devrimci bir kopuşu zorlamaktadır. Eski devrimcilik, bir dönemki devrimci değerlerini, bilincini çoktan liberal dünyalarda tüketti. Bu durumdan, dünya Marksizm ve devrimci mücadelesinde ikinci enternasyonalin çöküşü sonucu Ekim Devrimi’yle yaşanana benzer büyük bir devrimcileşmeyle çıkabiliriz. Bir Ekimimiz yok ama yeni Ekimler yaratabiliriz. Bambaşka ve çok değişik koşullarda olduğumuz açıktır. Gene de hatırlayalım, 1915 yılında Zimmerwald toplantısına gidenler dört at arabasını zor dolduruyordu, dünyanın kaderini değiştirdiler. 

Doğal olarak, uluslar arası sermayenin saldırısı altında olan güçler, ona karşı mücadeleye girdikleri anda, ona direnen her bir hareket, onunla cebelleşen tüm güçler, birbirlerinin dolaysız müttefiki,  ulusları aşan başkaldırının doğal bir parçası olur ve birbirlerini temsil ederler. Toplumsal karşılığı olan her hareket, kendi dışına etki etmek zorundadır, bilincinde olsun veya olmasın başka dünyalarda kendine karşılık arar ve başka arayıcılarla karşılaşır. Dünyanın neresinde olursa olsun, eylem içinde olan her hareket, kendiliğinden başka ülkelerdeki hareketleri de temsil eder. Bu anlamda, her bir hareket uluslararası mücadeleyi doğal karakteri olarak içinde taşır.

Toplumlar geriliyor, kasılıyor, kanıyor ve içinde bulunduğu duruma verili örgütlülüğü, bilinci ile ileriye veya geriye doğru çözümler arıyor. Dünya devrimci güçleri bu büyük potansiyellerle buluşamıyor. Çıkışsızlık toplumsal olandan önce özneye yani devrimci güçlere dair bir sorundur.

Bütün dünya halklarının kaderi birbirine bağlanmıştır, Ortadoğu ve Latin Amerika halklarının geleceği daha fazla birbirine bağlıdır. Dünyanın başka bölgeleri bir müddet daha savaşlardan kaçabilir ama biz Ortadoğulular ve siz Latinler, hiçbir yere kaçamayız, ancak savaşlara devrimlerle direnebiliriz. Emperyalistler ve yerel işbirlikçileri bizlere savaş ve terörü dayatıyorsa bizim de devrimleri dayatmak en doğal hakkımızdır.

Emperyalizmin ve faşizmin saldırısı sadece bir coğrafyaya değil tüm halklara karşı açık ve topyekün bir savaşa doğru evrilmektedir. Bu anlamda hiçbir coğrafya yalnız kendisi olarak bu saldırılara direnemez; bugünün dünyasında yalnız kalan her hareket ezilmeyle karşı karşıya kalır.  Bütün halklar ve öncüleri, herkes bulunduğu yerden ve birbirleriyle ilişkili olarak dünya çapında yeni bir tarih yapmaya hazırlanmalıdır. Sermayenin saldırısı dünya çapındadır ve dünya çapında halklar buna direniyor. Biz tüm direnişleri kendi direnişimiz olarak görmek ve buna uygun uluslar arası bir direnenler koordinasyonu oluşturmak için harekete geçmeliyiz. Her şey uygundur, dünyanın tek kıtası, tek ülkesi, tek kara parçası, tek şehri, tek mahallesi bile kalmadan emperyalist haydutluğun tehdidi altında ve direniyor. Direniş beş kıtadan tüm saldırı alanlarından karşılanıyor. O zaman tam zamanıdır; uluslar arası direniş merkezi oluşturabiliriz.

Bir gerçeklik olarak, kapitalist merkezlerde sistemli bir biçimde kitlesel protestolar hem yaygınlaşıyor hem sertleşiyor, bir bakıma 1940’lardan itibaren durgunlaşan sınıf çatışmaları çok değişik biçimlerde kapitalist merkezleri öne geçiriyor. Tüm dünyada olduğu gibi, çöküş ve gerileme dönemi, ideolojik arayışları ve savrulmaları beraberinde getirdi. Kapitalist merkezlerde kentlerde çok ağır sorunlar birikti ve buna karşı uzun bir kent mücadele birikimi oluştu. Biz bunlardan öğreniyoruz ve aynı zamanda bazı uyarılarda bulunuyoruz. Uyarımız veya eleştirimiz, tüm radikal demokrasici, otonomcu, anarşist eğilimleredir.

İktidar sorununu, yeniden ve yaşadığımız deneyler ışığında tüm boyutlarıyla tartışmalıyız. İktidar kurum, kavram ve fikir olarak yok etmek zorunda olduğumuz bir toplumsal çarpıklıktır ve dokunan herkesi çarpmıştır. Onu yok etmek için yola çıkanları esir alıp onları kendi uzantısı durumuna dönüştürmüştür. Bu gerçekleri bilerek söylemek zorundayım, siyasal mücadele, bir diğer anlamıyla iktidar mücadelesi, diğer hedeflerle birlikte, en önce devlet iktidarının fethini hedeflemek zorundadır. Biz, devrimcilik ve komünizm adına iktidar reddiyecisi tüm görüşleri anlıyoruz ama yanlışlıyoruz. İktidarlara hayran, iktidarlara taptığımız için değil, devrimci olduğumuz, halkı, kitleleri, sınıfımızı ve tüm yaşamı tehdit eden emperyalistleri ve burjuvaziyi önlemek zorunda olduğumuz için iktidar mücadelesi veriyoruz. Yoksa kapitalizm, insanlığı, insan toplumunu, tüm varoluşu yok etmek üzere dolu dizgin koşmaktadır. Hiç tereddütsüz bunların ellerindeki güçlerin alınmasını, bunların düzenini, devletlerini ve bütün sistemlerini paramparça etmeye mecbur olduğumuz için, ne kadar lanetli ve tehlikeli olursa olsun, iktidar mücadelesi yürütüyoruz ve yürütmek zorunda olduğumuza inanıyoruz. İktidar fikrini baştan beri eleştirerek uzak duran anarşizm, düşman burjuva güçlerin iktidarı altında yaşamak zorunda kalmıştır. Otonomcu, anarşist arkadaşlarımız gevşek yapılarıyla devasa militarist mekanizmalara karşı ne yapabilirler? Tarihin gösterdiği gibi mücadele ettiler, ama hiçbir yerde başarılı olamadılar.

Rojava’daki mücadelenin ve savaşın karmaşık ve çok yönlü karakteri üzerine kısa bilgiler vereyim. Burada, adına koalisyon denilen güçler, ABD ve AB ülkelerinin de içinde yer aldığı 70 devletten oluşuyor. Rusya, İran, Türkiye ve tüm bölge gerici devletlerini de bunlara eklediğimizde bu küçük coğrafyada eli olmayan hiçbir güç yok ve hepsinin eli kanlı. Kürt Özgürlük Güçleri de Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin ideolojik hattı doğrultusunda, YPG-YPJ öncülüğünde bu kanlı ortamda, tamamen farklı bir yerde ve yeni özgür bir Ortadoğu için direniyor. Suriye’ye emperyalist müdahale başladığında, Esat Kürt bölgelerindeki güçlerini geri çekti. Tüm Kürt bölgelerinde örgütlü olan Kürt Özgürlük Hareketi, bu boşluğu  değerlendirdi, özerk yönetim ilan etti. Dünya solunun geniş bir kesimi Kürtlerle ABD arasındaki zorunlu ittifak üzerinden bu devrimci yeni yaşam arayışına soğuk yaklaşıyor. Kürt devrimcilerine herhangi bir güç bir şey vermedi, hepsini kendi elleriyle, tırnaklarıyla, kan pahasına, can pahasına 12 bin evladının canıyla kazandılar.

Burada en tehlikeli emperyalistlerle, ezici güçlerine karşı, kendi öz gücü ve direnciyle her an arkadan hançerlenme riski, tehdidi ve her türlü oyunlar hesaplanarak, zorunluluktan yan yana düşülen durumlar yaşanıyor. Bu yan yanalık tek taraflı bir mecburiyet değil tersine, bu karmaşık, kıran kırana rekabette, bölgeye ve halklara dayanan, bir halk gücü olarak sürdürülüyor. Burada eleştiricilerin tam olarak anlamadığı ve kalıplara göre siyasal ve ideolojik eleştiriler yönelttiği sorun Kürt Özgürlük Mücadelesinin muhataplarının devletler olduğudur.

Kürt hareketi bu geniş sahada var olan tüm güçlerle ilişki içinde ve yerine göre tümüyle ortak davranabiliyor ama bunların hepsi taktik ilişkiler düzeyindedir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin temel sorunu, tam anlamıyla yalnız olmasıdır. Güvenebileceği hiçbir dost ve stratejik ortaklık yapabileceği hiçbir güç yok. İttifaklar içindeki tüm güçler birbirlerini kollayarak ve hemen hepsi bu yeni devrimci arayışı boğmak için anlaşmış durumdalar.

Rojava sosyalist devrim iddiasında değil, meclisler ve komünler üzerinde yükselen özerk konfederatif bir toplum kurmaya çalışıyor. Bu deneyimlerin nasıl sonuçlanacağını buradaki mücadele belirleyecek. Rojava’ya uluslararası güçler üzerinden bakanlar, buradaki devrimci enerjiyi göremiyorlar.  Dünyanın en büyük zorbaları arasında var olmaya çalışan devrim, elbette birçok kusurlar ve eksiklikler taşıyor. Bütün bunlara rağmen, şu anda komün ve devrim adına bayrağın yükseldiği yerdir. Belki emperyalizm ve gericilik burayı boğacak, ama burada yaşananlar ve yapılanlar tarihten silinemez. Burada başka bir şey, yeni bir şey yaşanıyor; halkların bir arada, özgür ve eşit yaşayabilmesinin örgütsel formları oluşturuluyor, deneniyor. Rojava’da kadın, her yerde ve en önde; savaşta, siyasette, pratikte, yönetimde, ideolojide özcesi yaşamın her alanında kadının eli var. Kadının katılımı, kendinde demokrasi demektir. Kadın yaşamda etkinse, en alttakiler etkin demektir. Ekonomik, toplumsal, yönetsel tüm yaşam alanlarında temsili değil doğrudan demokratik katılım esas alınarak meclisler ve komünler kuruluyor ve bütün bunlar amansız bir savaş koşullarında yapılıyor. Önemli bir ekleme yapmak istiyorum. Rojava yalnız Kürt değil, burada yolu açan Kürt dinamiğidir ama Kürtlüğe daralmıyor, milliyet ve mezhep farklılıklarını aşan evrenseli arayan enternasyonal yanıyla kendisini tanımlıyor.

Biz buradaki savaşı ve mücadeleyi aynı zamanda emperyalizme karşı bir savaş ve direniş olarak görüyoruz. Bu gerçeklikte de böyledir. Rojava, dünya üzerinde emperyalizme karşı açılmış bir cephedir. Bugünkü dünyada emperyalizm, kendisi -çok istisnalar dışında- savaşa girmiyor, işbirlikçilerini savaştırıyor. Rojava’da karmaşık ittifaklar ve dengeler üzerinden aynı zamanda kanlı ve acımasız bir antiemperyalist mücadele sürüyor. Türkiye’ye karşı savaş, emperyalizme karşı savaştır. IŞİD, Nusra vd çetelere karşı savaş emperyalizme karşı savaştır. Bölge gerici devletlerine karşı savaş, emperyalizme karşı savaştır. Buraya saldıran tüm güçler ABD ve Alman silahlarıyla saldırıyor.

Ortadoğu, tam bir kan deryasına döndürüldü ve halen kanıyor. Burada yalnız IŞİD, Nusra ve benzerleri gösteriliyor ve bu görüntüyle asıl kan dökücüler gizleniyor. Türkiye, hangi katillikte IŞİD’den geri kalıyor. ABD ve diğer koalisyon denilen güçler, Rusya teknoloji harikası son model silahları ile hepsi devlet denilen cinayet şebekeleri gibi çalışıyor. Yüz civarında devlet denilen cinayet şebekeleri, bizzat kendi en modern silahları ve ordularıyla, onlarca yıldır halklarımızın kanını döküyor, bölge gericiliğinin işbirliği ile vahşet saçıyorlar. Yetmedi, hem kuluçka oluşturarak, ortamını yaratıp hem dolaylı /direkt destekleyerek IŞİD ve benzeri çeteleri yaratıp, üzerimize sürerek kanımızı döküyorlar. Uygar dedikleri mevcut dünyaya yuttursalar da tarihe yutturamazlar. Kapitalizm ve tekeller, milyonların kanı üzerinden kârlarını korumak, çöken sistemlerini devam ettirmek istiyorlar. Emperyalizm ve bölge gericilikleri, birlikte kelimenin gerçek anlamıyla, halklara soykırım uyguluyorlar. Kendi aralarındaki rekabetin kanlı ön savaşlarını bizim halklarımız üzerinden yürütüyorlar.

Bir gerçek çarpıtılıyor. IŞİD, El Kaide vb.lerini emperyalistler yarattı ve Suriye’de başarılı olmaları için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Bunlar Suriye’de başarsalardı ne olacaktı? Emperyalistler hep beraber, ezici kuvvetleriyle Musul’u sonrasında nasıl IŞİD’ten kurtardılarsa öyle girip, halkların karşısına kurtarıcı olarak çıkacaklardı. PKK ve Rojava’daki Kürt Özgürlük Güçleri bu oyunu bozdu ve emperyalist kampların karşısına, halkların alternatifi olarak 3. yolu ortaya çıkardı.

IŞİD sorunu önemli; IŞİD ve benzeri tüm selefi cihadizim yenildi mi? Hayır yenilmedi. Irak’ta, Suriye’de mevzilerini kaybettiler ama 1,7 milyar Müslüman toplumları içinde ve tüm dünyaya yayılmış Müslüman diasporasında cihadizmin gerilediğini kim, nasıl ölçmüş? Emperyalistlerin ve yerel gericiliklerin Müslüman toplumlardaki etkisi sürdükçe ve katliamları devam ettikçe cihadizm güçlenecektir. Kapitalizm yenilmeden, yok edilmeden cihadizm yok olmaz. Aynı şey Meksika başta olmak üzere tüm Latin Amerika ülkelerini kuşatmış mafyalar için de geçerlidir, kapitalizm yıkılmadan mafyalar yok edilemez.

Türkiye halkları, sömürgeci faşist bir diktatörlük altında yaşamaktadır. Türk devleti modern bir IŞİD devletidir ve Erdoğan’la Bağdadi arasındaki fark birinin kravatlı diğerinin cübbeli olmasından ibarettir. Faşist Türk devleti, Suriye’deki tüm cihadist çetelerin hamisi, destekleyicisi ve koruyucusu durumundadır. Erdoğan ve partisi, Türk devlet bürokrasisi dinle bulamaçlı, mafya ve faşist paramiliter gruplar koalisyonudur. Anlaşılması için, sizin Duarte, eski Santos, Somoza diktatörlükleri  benzeri bir oluşumdur. Erdoğan iktidarıyla faşist Türk devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden ihya etmek için içeride ve dışarıda cenge çıkmıştır. Bu devletin geçmişinde Ermeni, Süryani, Rum halklarını katliam ve yok etme suçları yatmaktadır. Şimdi hedefte Kürt halkı vardır.

Türkiye kendi içinde yüz binlik Kürt şehirlerini uçak ve tanklarla yerle bir eden bir devlettir. Türkiye’nin yürüttüğü savaşın boyutları dünyada tam anlaşılmıyor. Türkiye, kendi iddiasıyla NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip ve kırk, elli yıldır yükselen alçalan dalgalı ve uzun bir savaş ülkesi. Bu uzun savaş sürecinde tam bir savaş mekanizmasına dönüştü. Devletin askeri ve sivil bürokrasisi ideolojikleşmiş ve yüksek silah teknolojisinde yetkinleşmiştir. Uzun süredir kendi toprakları olduğunu iddia ettiği geniş bir coğrafyayı bombalamakta ve 8-10 yıldır geniş bir dış coğrafyada askeri üslere sahip ve üç ülkede Suriye, Irak ve son olarak Libya’da dış savaş yürütmektedir. Devletin ve sistemin sivil asker tüm güçleri ve kurumları birlik halinde kilitlenmiş, Kürt devrimini ezmekte birleşmiştir. Daha önemlisi Kürtlere karşı bu savaşı yalnız kendi güçleriyle yürütmüyor, NATO’nun desteğiyle sürdürüyor. Aynı zamanda aralarındaki derin anlaşmazlık ve çelişkilere rağmen, İran ve Irak ile ortak yürütüyor ve daha akıl durduranı, birbirlerinin boğazını sıkan Suriye devletiyle de bu konuda ittifak yapıyor. Bu kadar da değil, bölge gerici devletlerinin yanında tüm dünyanın gördüğü IŞİD, NUSRA vb çetelerle ortaklık içinde. Daha da önemlisi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin de desteğini alarak sürdürüyor. PKK öncülüğünde Kürtler, tüm bu gerici, dinci faşist ittifaka 40 yıldan fazla bir zamandır direniyor. Bu kahredici eşitsizlik, Kürt savaşının gerçek anlamının ve haklılığının ve gücünün en büyük göstergesidir.

Türkiye devleti, aynı zamanda sömürgeci bir devlettir. Kürt halkı üzerindeki savaş bir sömürge savaşıdır. Kuşkusuz bu savaş, Türkiye halklarına ve emekçilerine karşı bir savaş olarak da sürmektedir. İşte tam da bu koşullarda, ortaya savaş aygıtı olarak, Erdoğan’da ifadesini bulan bu yeni rejim çıktı. Libya artık Suriye gibi bir savaş alanıdır. Türkiye, bugün Suriye, Libya, Kuzey Irak’ta (Güney Kürdistan’da) savaş halindedir. Rojava topraklarına girdi; Efrin, Gre Spi ve Serekaniye’yi işgal etti. Türkiye sınırları içinde, Kuzey Kürdistan’da bütün dağlar ve şehirlerde yüz binleri bulan askeri birlikler hareket halindedir. Türk devleti aynı zamanda, bir savaş aygıtıdır. Ezilen Kürt halkına, işçi sınıfı ve tüm emekçilere, kadınlara, ezilen dini azınlıklara, doğaya ve tüm topluma karşı faşist bir savaş aygıtıdır. Tam bir iç savaş aygıtı, bu devletin en doğru tanımıdır.

Bugün Rojava; 150 yıl önceki Paris’tir, 80 kadar yıl önceki Franco faşizmine direnen Madrid’tir. Türkiye devleti güncel olarak, Rojava sınırlarına askeri yığınak yapmaya devam ediyor. Koşulları uygun bulduğunda tekrar işgale yelteneceği, Kobane başta olmak üzere Rojava’ya saldıracağı kesindir.  AKP’nin bu işgal savaşını kazanması, Kürt devrimini geriletmesi, Türkiye’de faşizmin kökleşmesi ve daha güçlenmesi ile sonuçlanacaktır. Sadece bu da değil, Rojava’nın işgal edilmesi, tüm bölgede güçlü ve parlak bir gelecek ışığının sönmesidir. Rojava, bugün 1936’daki İspanya’dır ve Franco devrimci cumhuriyeti yıkmak için harekete geçmiştir. Rojava bugün Madrid’tir, Madrid’in düşmesi bütün Avrupa’da ne tür sonuçlar yarattıysa, burada da o olacaktır. Rojava düşerse tüm Ortadoğu’da faşizm kazanacaktır!

Bu dünyanın geleceği yok. Ekolojik yıkımın, talan ve sömürünün akıl almaz boyutlara vardığını görüyoruz. Yüz binlerce, milyonlarca insan emperyalist devletlerin kararlarıyla bombalar altında can veriyor.

Gene de kapitalizmden medet umanlara hatırlatalım. Kapitalizm kendi kalelerinde çöküyor. Sefalet ve çöküşün alanı artık yalnız kenar ve çevre değil, Washington, Londra, Paris merkezlidir. Bu kapitalizmin kaçınılmaz kaderidir. Üç yüz yıldır kainatı talan edip tüketmiştir. Hem doğayı hem toplumu tüketmiştir. Yaşaması tüketmek üzerine kurulu olduğu için tüketeceği bir şey kalmadığı için kendisini tüketmiş, can çekişen ve en tehlikeli dönemini yaşayan bir canavara dönüşmüştür.  Bir bütün varoluş ve gelecek tehdit altındadır. Bundan dolayıdır ki bu savaş en büyük savaştır. İnsanlığın bir bütün olarak ya yok olacağı veya tümden sermaye canavarlığından özgürleşip kurtuluşa ereceği en büyük savaşıdır. Türkiye dâhil bütün sermaye devletleri, bu canavarın bir parçasıdır. Bizim mücadelemiz kişiler, kavimler, devletler üstüdür ve bu kapitalizm canavarına karşıdır.

Che Guevera bir konuşmasında şöyle diyor “Kıtasal ölçekteki bu mücadelenin çerçevesi içinde bugün verilen savaş, küçük bir olaydır. Ama insanlığın topyekûn özgürlüğü için verilen savaşın bu son aşamasında, kan borcunu ödemiş kişiler olarak, bizim Amerika’nın tarihine geçecek kahramanlar yaratmıştır. Bunlar arasında, Guatemala’da, Kolombiya’da, Venezuela’da ve Peru’da devrimci hareketler içerisinde yükselmiş kişilerin, Kumandan Turcios Lima’nın, Papaz Camilo Torres, Kumandan Fabricio Ojeda, Kumandan Lobaton ve Luis de la Puente Uceda’nın isimleri olacaktır.” Benzer bir durumdayız. Dünya ölçeğinde süren büyük kapışmada, bizim Rojava’daki direnişimiz, küçük görülebilir ama tüm bölgemizin geleceğini belirleyecektir. Bu savaşta partimiz, içlerinde merkez komite üyelerimizin de olduğu 17 savaşçısını kaybetti. Türk devletinin son Serekaniye saldırısında kaybettiğimiz Merkez Komite üyemiz ve kadın komutanlarımızdan Ceren Güneş de Che gibi doktordu ve mesleğini bırakıp savaş mevzilerinde yer aldı. 4 yıl boyunca tüm cephelerde önce bir savaşçıydı, kısa zamanda cesur bir komutan düzeyine yükseldi ve son Türkiye saldırısında cephede toprağa düştü.

Che Arjantinli, Bolivyalı, Kongolu, Kübalıydı. Ceren Suriyeli, Kürdistanlı, Türkiyeliydi ve Che gibi doktordu. Che’nin izinden devrimci bilincini kuşanarak ve silahını omuzlayarak halkların direniş mevzilerine koştu. Buraya kadar partimiz hakkında konuşmadım. Konuşmamı bitirirken bu konuda sözü Ceren yoldaşımıza bırakıyor,  Ceren yoldaşımızın Yunanistanlı bir gazeteciye söylediklerini aktarıyorum:

“DKP/Birlik, komünal temellerde örgütlenmeye çalışan bir devrim örgütüdür ve tüm ulusal ayrımcılıkları reddeder. Dünyanın her yerindeki büyük küçük tüm direniş ve eylemleri kendi savaşımız olarak anlıyoruz. Bizim hilafımıza ulusal parçalanma ve düşmanlaşmış bir evrende yaşıyoruz. Zorunlu olarak kendi yaşadığımız coğrafyadaki sınıf mücadeleleri önceliğimiz oluyor. Sömürgeci, faşist Türk devletini yıkmak için tüm savaş araç ve yöntemlerini kullanarak mücadelemizi sürdürüyoruz. Nihai amacımız sınırların ve sınıfların yok olduğu dünya komünüdür. Kimilerine hayal gibi gelse de biz bu hayale çok inanan hayalperestleriz.”