“Milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zemin.”
(Tevfik Fikret)
Enternasyonalizmden önce evrenselleştirmeyi çağrıştıran kozmopolitizm vardır. Enternasyonalizm terimini ilk olarak, siyasal düşünceye aydınlanmacı düşünürler sokmuştur. Ancak insan düşüncesinde evrenselleşme çok daha eskiye dayanır. İnsan düşüncesinde evrenselleşme ki bir anlamda enternasyonalleşme demektir, iki bin yıl önce başlamıştır. Düşünce ve inançlar, nesnel süreçlerden çok önce, 2000 yıl önce enternasyonalleşti. Hz. İsa bir bölgeye, bir kavime, beyaz veya siyahlara, kadın veya erkeğe değil soyut bir insana seslendi; tekil ve soyut insan tüm insanları kapsıyordu ve insan kavramı ta bu tarihte evrenselleşmiş oluyordu. İslamiyet de doğuşunda ikili bir karakter taşıyarak evrensele seslenir. Allah Rabbil Müslümin değil, Rabbil Alemin’dir; tüm alemin tanrısıdır ve İslamiyet kavmiyetçiliği en büyük günah sayar. Yahudilik hariç dinler, insanlığın inançlar üzerinden oluşturdukları evrensel ortaklıklar, inanç enternasyonalleridir.
Enternasyonalizm sözcüğünün kullanıldığı dönemde, dünya üzerinde büyük imparatorluklar hakimdir; uluslaşma henüz başlamaktadır ve bu döneme kadar en eski ayrımcılık biçimleri olan cinsiyet ayrımcılığı, renk ayrımcılığı olarak ırkçılık, dinsel-mezhepçi ayrımcılık, sınıfsal ayrımcılıklar yükselmiş olsa da daha genel ve kapsayıcı bir insanlık düşüncesi geçerlidir. İnsanlığın en lanetli ayrımcılığı ulus devletlerin yükselmesiyle birlikte, ulusalcılık ve ulusal ayrımcılık doğmuştur. Uluslar doğmuş; Enternasyonal, Nasyonalden çıkmıştır. Enternasyonalizm aydınlanmanın etkisinde, dünyanın ulus devletler olarak şekillendiği dönemde, ulusal sınırlarda gelişen işçi sınıfı mücadelelerinin içinde ve zorunlu olarak ulusallıkla bağlaşık doğmuştur. Komünizmin enternasyonalciliği, verili ulus devletler gerçeği üzerinden kurulmak zorunda kalmış ve kendini bir ulus-devletler çerçevesinin sınırları içinde geliştirmiştir. Bu zorunluluk halen devam ediyor.
Bugün, dünya burjuvazisinin gerici birçok enternasyonal örgütlenmesi var, komünistlerin ise enternasyonal bir örgütlenmesi yok. Hazin bir çelişki, modern sosyalizm daha ulusal partiler tam teşekkül etmemişken uluslararası bir örgütlenme olarak doğmuştur. 1. Enternasyonal’i, ulusal partiler değil, Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen işçiler ve aydınlar kurmuştur. Enternasyonalizm fikri, daha önce Komünist Manifesto’da en yalın haliyle ifade edilmiştir: “Dünyanın bütün işçileri birleşin!” Bu fikir, her dönem yüksekte tutulmasına ve sürekli geliştirilmesine rağmen, komünistlerin dünyasında-pratik mücadelesinde ulusallık ağır basmış, enternasyonal yön zayıf kalmıştır.
Vatansız sınıfın enternasyonal örgütlenmesinde, ne zaman ki ulusallık öne çıktı; “su çürüdü.”
İşçi sınıfının ulusal ve uluslararası mücadelesi ve örgütlenmesi iç içedir, birbirinden ayrı düşünülemez. Bu diyalektik bağı görmeyen örgütlenmeler ve bu iç içelikten kopuk mücadeleler, her iki mücadele için ölümcül sonuçlar doğurmuştur. Bu iç içelik göz ardı edilerek milli sınırlara daralan mücadeleler, kendilerini ne kadar enternasyonalist olarak adlandırsalar da , “halkların kardeşliği” sloganları atsalar da pratikte enternasyonalizm ilkesini reddetmiş, ulusal darlığa düşmüş olurlar. Elbette zorunlu olarak, tüm devrimci güçler, maddi olarak var oldukları ulusal sınırlar içinde doğarlar ama bu sınırlar içinde daraldıkları müddetçe, evrenselleşmiş olan kapitalizmle başarılı bir biçimde mücadele edemezler.
Marksist düşüncede enternasyonalizm, ideolojik ve ahlaki açıdan yüksek bir yer tutar. Marks’ta enternasyonal fikri, Komünist Manifesto’da birbirini tamamlayan iki veciz sloganla belirtilir: “İşçilerin vatanı yoktur”, “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” Ama daha önce Alman İdeolojisi’nde komünist devrimi, her bireyin çok boyutlu, “kendi özgül yerel ve ulusal sınırlarından kurtarıldığı, bütün dünyanınürünleriyle pratik bir ilişkiye sokulduğu ve dünya çapındaki insani yaratıcılığın bütün nimetlerinden faydalanma imkanına kavuştuğu” dünya- tarihsel bir süreç olarak anlar. Buna rağmen, döneminin koşulları gereği bu kavganın, sömürünün gerçekleştiği verili durumda, ancak ulusal sınırlar içinde gerçekleşebileceğini vurgulamıştır. İşçi sınıfının mücadelesinin arenası ulusal sınırlar olduğundan, “herhangi bir mücadele yürütebilmesi için kendisini içerde devlet iktidarını hedef alarak, bir sınıf olarak örgütlemesi zorunludur.” diyerek nesnel gerçekliğe vurgu yapar. Aynı anlayış I. Enternasyonal’in tüzüğünde daha belirgin bir netliğe kavuşturulur: “(…) işçi sınıfının kurtuluşu ne yerel ne de ulusal bir sorundur; modern dünyanın bütün ülkelerini kapsayan toplumsal bir sorundur.” Bütün bu evrenselleştiren tespitler aynı zamanda dünyayı “modern ülkeler” olarak görüp coğrafi olarak bir daralmayı göstermektedir.
Kapitalizm, gelişmesinin her aşamasında ulusları ve ulusal sınırları aşarak ve tüm dünyayı üretim teknikleri ve süreçleri, sermaye ve meta dolaşımı üzerinden kendi modelinde yeniden inşa etmiştir. I. Enternasyonal’in kurulduğu dönemden sonra geçen zaman, uluslararası mücadelenin nesnel temellerini sürekli olgunlaştırmasına rağmen, işçi sınıflarının mücadelesinde tersine bir gelişme yaşanmıştır. Ulusal sınırlarda devasa partiler oluşup güçlenir ve birçok ülkede zaferler kazanıp iktidar olurlar, ama uluslararası mücadele pratik ve örgütsel anlamda çok gerilerde kalmıştır. Bu gelişme farkına rağmen, sosyalizm mücadelesinde enternasyonalizm için ideolojik kavga hep sürmüştür. II. Enternasyonal içindeki en büyük çatışma, savaş karşısında alınacak tavır sorunundan kaynaklı enternasyonalizme yaklaşım üzerinde patlak vermiş ve bu, II. Enternasyonal’in çöküşüyle sonuçlanmıştır. Aynı çatışma, uluslararası alanda sürerken, tüm ulusal komünist partiler ve hareketler içinde de sürekli devam etmiştir.
Modern sosyalizm mücadelesinde ulusal ve uluslararası mücadele, iç içe gelişmiştir ama ilk dönemler I. Enternasyonal’de işçi sınıfının uluslar arası dayanışma ve mücadeleleri belirleyiciyken, II. Enternasyonal ve sonrasında ulusal temellerdeki mücadeleler öne geçmiş, uluslararası mücadele gerilerde kalmıştır. II. Enternasyonal’in tabutuna son çiviyi çakan, Birinci Emperyalist Savaş’ta II. Enternasyonal’e üye partilerin her birisinin savaşta kendi burjuvazileriyle yan yana “anayurt savunması”na katılma kararları olmuştur. Bu enternasyonalizmin çanına ot tıkamaktan başka bir şey değildir. III. Enternasyonal’in gelişimi, tam da bu dar ulusalcı sınırlara hapsolmaya karşı bir çıkıştır. Evrensele çağrıdır; sınıfın vatansızlığına bir işarettir. Ancak yeni bir yaşamın çağrısını yaparken, bu anlamda tüm işçi sınıfı ve ezilenler için evrensel bir mesajı dillendirirken Avrupa’da ve dünyada yükselen faşizm ve gericilik karşısında, “sosyalist anayurdun savunması”nı merkezine alarak ve farklı coğrafyalardaki ulusal kurtuluş mücadelelerine, devrimci hareketlere yaklaşımını salt bu temelde belirleyerek enternasyonal çizgide bir kırılma yaratmıştır. 1940’lı yıllara geldiğimizde, III. Enternasyonal’in, mevcut perspektifi ile dünya komünist hareketinin gelişiminin engeli haline gelmiş olması kuşkusuz bir vakadır. Ancak bu, dünya komünist hareketinin bir enternasyonal örgütlenmesine ihtiyacının ortadan kalktığı anlamına gelmemekteydi. Feshi de yine sosyalist anayurdun dış politikasının gereklerine, o dönemin ittifak ve güç ilişkilerine koşut olarak gelişti.
Eşitsiz gelişim dinamikleri ve büyüme özelliklerine sahip olsalar da enternasyonalizmin gerilemesi ile devrim yapmış ülkelerin çöküşü ve tüm Komintern parti ve hareketlerinin düzene doğru çözülmesi iç içe gelişmelerdir. Enternasyonalizmin gerilemesi ve siyasal bir güç olmaktan çıkması sosyalist sistemin çöküşünden ayrı ele alınamaz. Sonuçta, uluslararası örgütlenme ve mücadelenin sönümlenmesi gibi sosyalist sistem de çöküşten kurtulamadı; iki mücadelenin taktiksel, kültürel, yerel farklılıkları dışında aralarındaki eşitsizlik her ikisinin de gerilere savrulmasıyla, negatif yönden kapanmıştır. Bu durumun yaratmış olduğu nesnellik, iki arenayı birleştirdiği için ulusal ve uluslararası mücadele cephesi tekleşmiş veya bütünleşmiştir.
Enternasyonallere doğru akan mücadeleler
1848’de Fransa’da başlayan işçi ayaklanmaları, bir anda İtalya, Avusturya, Prusya, Belçika, Hollanda ve İngiltere’ye yayılarak tüm Avrupa’yı sarmıştır. Elbette Avrupa dünya demek değildi ama öyle sanıldı ve bu ihtilaller dünya devriminin ayak sesleri olarak algılandı. Hayat, sonrasında çok sürprizli gelişti; bu ihtilaller yenildiler ve burjuvazinin egemenliğinin yerleşmesinin yollarını döşediler. Ancak 1848 devrimleri ve dersleri insanlığın 150 yılının kaderini belirlemiştir. Dünya devrimine varılamadı ama devrimler de durdurulamadı.
Avrupa’da işçi örgütleri, 1848’de küçük işçi kulüpleri biçimindedir. Küçük işçi kulüplerinden Enternasyonallere ve milyonları örgütleyen ulusal partilere ve Ekim Devrimi’ne giden sürecin önü bu ayaklanmaların ve Paris komününün dersleriyle açılmıştır. Kapitalizmin gelişmesi ve işçi sınıfının mücadelesinin büyümesi ve güçlenmesiyle küçük işçi kulüpleri dev boyutlarda sosyal demokrat işçi partilerine evrilmiştir.
Daha önceki tüm devrimci kabarışlar uluslararası sonuçlarına rağmen kimi sınırlılıklara sahipti. 1848 ayaklanmaları da Avrupa’nın sanayi merkezlerinde sıkışmıştır. Paris Komünü ve sonrasındaki tüm işçi ihtilalleri ulusal sınırlarda bir veya birkaç şehre sıkışmaktan dolayı yenilmiştir. Batı Avrupa’nın güçlü ve mücadele içinden gelen işçi sınıfı partileri, dünyanın diğer bölgelerindeki ideolojik ve politik süreçlerden kopmakla kendi sonlarını hazırlamıştır.
Dünya partisi olarak örgütlenen III. Enternasyonal’in açmazları
1917 Ekim Devrimi’ne kadar uluslararası devrimci teori ve pratiğin besleyici arka planında bu nesnellikler yatmaktadır. II Enternasyonal’in çöküşüyle bu dönem sona ermiştir. Ekim Devrimi’yle yeni bir dönem açılmıştır. Dünya tarihinde ilk defa sosyalizm, sistem olarak tüm dünya halklarının önüne somut bir taraf olarak çıkmıştır. Yalnızca politik değil ideolojik, örgütsel olarak da yeni bir dönemdir bu. Dünya devrim mücadelesini yönetmek için, merkezi bir dünya partisi olarak yeni bir enternasyonal, III. Enternasyonal kurulmuştur. III. Enternasyonal, dünya ihtilalini gerçekleştirecek dünya partisi ve alt örgütleri olarak kurulan partiler de yeni tipte savaş örgütleridir.
III. Enternasyonal dünya partisidir ama nesnel koşullar aynı oranda olgunlaşmamıştır. Dünya devrimi için kurulan III. Enternasyonal, teorik olarak tüm dünya için ortak bir model iddiasında olsa da, pratikte bir Avrupa modeli olarak kalmıştır. Ama Avrupa için de zorlama bir model olmuştur. Avrupa partilerini Bolşevikleştirme çabasıyla Ruslaştırmış, üçüncü dünya ülkesi partilerini de tek tipleştirip Avrupa merkezci bakışa mahkum etmiştir. Bu ülkelerin toplumsal, sosyolojik ve tarihsel gerçeklikleri yok sayılarak, gelişkin kapitalist ülkelerin örgüt modeli katı ilkelerle taklit edilmek istenmiştir. Bu arada geri kapitalist ülkelerde, yeryüzünün lanetlilerinin yaşadığı coğrafyalarda devrimler oldu, ama bu devrimlerin hiçbirisine III. Enternasyonal partileri öncülük edemedi. Ve zaman içinde, ezici çoğunluğu sistem partilerine dönüştüler.
Marks, çağının aydınlanmacı görüşlerinin etkisiyle, Avrupa merkezli bir devrimi, dünya devrimi olarak anlatmıştır. Dünya pratiğinin tersi yönde gelişmesine rağmen Avrupa merkezli bakış, Marksizm’de devam etmiştir. Lenin, Marksizm’in üç kaynağı olarak Alman felsefesi, İngiliz iktisadı ve Fransız sosyalizmini sayar. Bu, kuşkusuz zamanının en ileri düşünsel birikimidir. Ama salt buraya doğru daraltma, aynı zamanda insanlığın düşünsel birikimini yalnızca Avrupa’ya doğru daraltmak anlamına da gelmektedir. Bu, bütün dünyanın, Avrupa olarak anlaşılmasıdır; ama sınıflar mücadelesi, o zaman da Asya’da, Afrika’da, Amerika’da acımasızca sürmektedir. Buralarda süren mücadeleler de teorik, siyasal, örgütsel, pratik birikimler (“Ya özgürlük ya ölüm” sloganıyla isyan eden kölelerin 17. yüzyılın hemen öngününde patlak veren Haiti Devrimi’ni burada anmak bile yeterlidir) yaratmıştır. Dünyanın büyük bölümünü oluşturan ezilen dünya halkları, kendi deneyleriyle kendi birikimlerini yaratmıştır. Ezilen dünyanın birikimleri, daha sonra Avrupa’ya bakılarak kuramsallaştırılan düşünce kalıplarına sığmamıştır. Rus Devrimi bile dönemin Marksist kavrayışının aşılmasıyla gerçekleşmiştir. Daha sonra devrimlere açılan kapılar; Çin, Küba, Vietnam devrimleri bu kuramsal çerçeveyi zorlayarak gelişmiştir. Sonraki devrim mücadeleleri de, Sovyet devriminden çok, bu ezilen dünya halklarının devrimlerinden beslenmiştir. Ezilen dünya halklarının devrimleri uluslararası sosyalizm deneylerine büyük zenginlikler kattılar. Bugün, yaşanan tüm deney ve gelişmelerden sonra dünya, yüzyıl önceki Avrupa üzerinden kurulmuş teorik kurgularla tanımlanamaz. Bugün, kuramsal temellerimiz çok daha zengin ve gelişkinken buna denk düşen bir teorik-siyasal-örgütsel-pratik karşılığın oluştuğunu söylemek ise zordur.
Komintern partileri enternasyonalizme bağlıdırlar ve hepsinin program ve temel belgelerinde enternasyonalizm en yüksek yerde durur. Ama pratik bambaşkakapılar açar ve başka şeyler söyler. Bizzat dünya devriminin partisi olan Komintern, kısa bir dönem sonra, Sovyetler Birliği’nin bir aparatına dönüşür ve bütün dünya partilerini kendi dış politika bürolarına dönüştürür. Kendi devletini dünya devriminin merkezi ilan ederek tüm diğer ülke devrimlerini ve devrimci mücadelelerini kendi devlet çıkarlarına tabi olmaya zorlar. Sosyalizm iddiasındaki diğer ülkeler de, kendi güç ve etki oranına göre tam da bu mantığa uygun olarak kendi ideolojik ve politik görüşlerini, dünya devriminin çıkarları ve Marksizm’in ilkeleri olarak dayatırlar. Havada hep Marksizm-Leninizm ve enternasyonalizm lafları uçuşur; ama dillendirilenler burjuva devletlerinki gibi milli devlet çıkarlarıdır.
Devrimde ve devrim perspektifinde yaşanan çarpılmanın sonucu: Ufukları belirleyen enternasyonal izm değil dar parti/ülke çıkarları oldu
Sosyalist kampta yer alan ülkeler, enternasyonalist ilişkiler bir yana, aralarında bir kaç kampa ayrılarak birbirleriyle düşmanlaşmış ve bu durum, bu kamplara göre ayrışan tüm dünya komünist hareketine taşınmıştır. Gerek uluslararası gerek ulusal düzeyde bu kamplaşmaların sonucu şu olmuştur: Ayrı kamplarda yer alan parti ve hareketler, ülkeler, emperyalizm ve yerli burjuvazilerden önce birbirleriyle çatışmıştır. Bu enternasyonalizm dünyasının bir çok yerinde milliyetçi boğazlaşmalar yaşanmıştır. Çatışmaya taraf olanların her biri, kendilerini gerçek Marksist-Leninist ve enternasyonalist, karşıtlarını ise sapma içinde ve düşman burjuva kampın uzantıları olarak görmekteydi. Birçok ülkede olduğu gibi, bizim ülkemizde de bu ayrılıklar sonucu kanlı çatışmalar yaşandı. Ve bütün bunlar proletarya enternasyonalizmine bağlılık olarak yapıldı.
Bu çarpıklıklar, bir anda, bir yanlış politika sonucu veya birilerinin ihaneti ile oluşmadı; bunlar, olağanüstü karmaşık çelişkiler, ağır savaş koşulları ve en önemlisi genç devrimin acemilik ve yanılgılarıyla birlikte düşünülmek zorundadır. Enternasyonalizmin bir ilkesinden sapılmadı aynı biçimde içeride devrimci iktidarı yerleştirirken Marksizmin devlet ve iktidar ilkeleri reddedilmedi, bütün çarpıklıklar teoriye (Marksizm-Leninizm) bağlılık adına yapıldı. Marksizm-Leninizm, bir din derekesine yükseltilerek, bu dinin arılığını koruma adına yapıldı. Felsefenin, ekonominin, diyalektik ve tarihsel materyalizmin, Leninizm’in ilkeleri broşürler olarak yazıldı ve yaşam bu broşürlerde yazılanlara hapsedilmeye çalışıldı.
Pratiğin, teoriyi zorlayan ve büken zorunlu gerçeklikleri doğru kavranamadı. Teoriye dogmatik yaklaşım en büyük yanlışları beraberinde getirdi. Pratik, açıkça başka bir yola giriyor; yeni bir kapı açarak teorinin eksik bir formülasyonun geliştirilmesini veya düzeltilmesini işaret ediyor. Dogmatizm, pratiğin dayattığı zorunlulukları kavrayıp tahlil etmek ve teoriyi geliştirmek yerine, bozulmaları teorinin içine çekiyor, yanlışları teorileştiriyor. Marksist teorinin başına ne geldiyse, karşıtlarından değil tilmizlerinden, düz devamcılarından geldi. Ne yazık ki, Marksizm, dogmatik savunucuları tarafından değersizleştirildi. Öte yandan şu da bir gerçektir ki o, karşıtlarıyla mücadele içerisinde gelişmiştir. Ancak dogmatik görüş, bu mücadeleyi de sekteye uğrattı.
Marksizm, döneminin ileriye fırlayan ucudur; ama ne kadar ileriye fırlayabilir; mekaniğin olduğu gibi düşüncenin de sınırları, dönemin nesnelliğine bağlıdır. Marksizm ileridir, güncellenmediğinde gelişen üretici güçler ve üretim ilişkilerini, gelişen yeni dünya durumunu ve onun toplumsallığını, sınıfsal yapılarını karşılayamayacağı için dogmatikleşir. Marksizm’i dogma haline getirdiğimizde bugünün ihtiyacı olan teorik çerçeveye göre çok gerilerde kalmış olur. Açık söyleyelim buharlı makineye hayranlığı aşan bir dünya ve gelecek tahayyülümüzü güncellenen bir Marksizm ışığında yapabiliriz. Bugünün gelişkin üretici güçleri karşısında buharlı makine hayranı olan ve radyo bilmeyen Marks ve onun yaşadığı toplum ilkel bir toplumdur. Marks, ta 1852’deki bir mektubunda bu gerçeği kavrar ve anlatmaya çalışır: “Londra’dan Kalküta’ya yedi gün içinde gitmek mümkün olduğu zaman, her ikimizin de ya kafası kesilmiş ya da yaşlılıktan titriyor olacak! Ve Avustralya’ya ve Kaliforniya’ya ve Pasifik Okyanusu’na! Yeni dünyanın yurttaşları bizim dünyamızın ne kadar küçük olduğunu tasavvur bile edemeyeceklerdir!”
Dünya komünist hareketi içerisindeki yarılmalara nasıl yaklaşmalı?
Ekim Devrimi sonrası Rusya’da ve sonrasında başka ülkelerde, komünistlerin, anarşistler ve Troçkistlerle olan çatışmaları hiçbir tabu ve ötekileştirmeyle kavranamaz. İç savaş koşulları ve yaşanan çıkışsızlıklar karşılıklı yanlışları doğurmuştur. Bu konuda mutlak doğru, mutlak yanlış tabulaştırması doğru bir muhasebeyi imkansızlaştırır. O gün birbirleriyle kanlı çatışmalara girenler bugün emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı aynı sınırsız ve sınıfsız dünya ve özgürlükler için omuz omuza dövüşüyorlar.
Sovyetler Birliği ve Komintern eleştirileri üzerinden 4. Enternasyonal kuruldu. 4. Enternasyonal, adı enternasyonal olmakla birlikte, ilk olarak enternasyonalizmin reddini içinde taşıyan bir daralmayı anlatıyor. Bütün dünyanın işçilerini birleştirmek amacıyla kurulan 4. Enternasyonal, bırakalım dünya işçilerinin birliğini, dünya Marksist hareketteki bir eğilimin birliğini hedefledi ve bunu da ancak bir dönem sürdürebildi, sonrasında kendi içinde bölünmeler yaşadı. Bu enternasyonalde Troçkizmi savunmayanlar yer alamazdı. Bu, uluslararası komünist hareketteki eski yanlış yarılmaların devam ettirilmesidir. Troçki ve Troçkizm kendisini Marksist- Leninist ve enternasyonalist olarak tanımladı. Sovyetler Birliği’nde yanlış sosyalizm uygulamalarına eleştiriler üzerinden kendisini ayrı bir akım olarak şekillendirdi. Hedefe emperyalist kapitalist sistemden çok Sovyetlerin bir dönemini koymuş, kendisini oradan tanımlamış, kimlik oluşumunu böyle sağlamıştır. Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin çökmesiyle de Troçkizm boşluğa düşmüştür. Varoluş koşullarını adeta kaybetmiştir. Eleştirilerinin doğruluğu ve yanlışlığının irdelenmesi bu yazının konusu değil. Öte yandan şunu ifade etmek gerekir; yanlışları ve doğrularıyla Troçkizm dünya komünist hareketinin bir parçasıdır.
Troçkizm gibi birçok ülkede antikapitalist mücadelenin içerisinde yer alan anarşist hareketin bir kesimi, kendisini Anarko-Komünist olarak adlandıran kesimler de Dünya Komünist Hareketinin içindedir. I. Enternasyonal, komünistler ve anarşistlerin ortak örgütlenmesi olarak doğmuş, aralarında başlayan anlaşmazlıklar sonucu iki akım kopuşmak zorunda kalmıştır. Sonrasında Rusya ve İspanya başta olmak üzere birbirinin kanını dökmüş olmalarından dolayı, araya düşmanlıklar girmiştir. Ancak köprülerin altından çok sular aktı, bugün ne anarşistler ne komünistler aynı kişilerdir. Emperyalizme, kapitalizme karşı mücadelede dünyanın birçok yerinde ve hemen her eylemde yan yana dövüşebiliyorlar. Anlaştıkları oranda bunu ortak bir örgütlenme ve dayanışma içinde sürdürmeleri dünya işçi sınıfı ve ezilen kitlelerin çıkarınadır.
“Komünistler, öteki işçi sınıfı partilerine karşı ayrı bir parti oluşturmazlar. Tüm proletaryanın çıkarlarının dışında ayrı çıkarlara sahip değillerdir. Proleter hareketi biçimlendirmek ve kalıba sokmak üzere kendilerine özgü hiçbir sekter ilke getirmezler.” Komünist Manifesto’da ortaya konulan bu ilkeler, somut bir komünist için ve somut bir parti için söylenmiyor; “komünistler” için söyleniyor. Bu ilke, hem zorunlu yerel örgütlenmelerde hem de uluslararası mücadelede kendisini Marksist olarak adlandırmayan komünizm iddialılarla ilişkide göz önünde bulundurulmalıdır.
Sosyalizm mücadelesinin tarihini Komintern’in ilk dört kongresinde donduranlar İslamiyet’teki Selefilere benziyor. Selefiler de İslam’ı Asrı-Saadet döneminde durduruyor ve yaşamı bin yıl önceye döndürmek istiyorlar. Gerçekten bu dostlarımız birçok bakımdan Selefilere benziyor, aynı yöntemde ısrar ediyorlar. Selefiler tutarlı; bizimkiler ise çelişki içindededir. Selefilik değişmez inançları savunuyor, bizimkiler ‘varoluş, hareket ve değişimdir’ diyen bir dünya görüşünü, 150 yıl önceki ilkeleri ve araçlarıyla savunmaya çalışıyorlar. Zamanın parti ve militanları, bu ilke ve bu aparatlara çok daha bağlıydılar ve bu ilkelere hayat vermek için savaştılar, bugünün enternasyonalistlerinden daha az değil daha fazla enternasyonalist olarak, kimi yanlışlara savruldular. Evet, bu tarih bizim! Ama bu tarihle ilişki kurabilmek; yanlışı doğrusuyla bu tarihi kavrayabilmek, ancak zamanın ruhunu yakalamakla mümkündür.
Sosyalist kamptaki devletlerin ve bu dönemin enternasyonal ilişkilerinin, teoriden kaynaklı evrildiği noktayı veya pratik yanlışları, ciddi analizlerle kavramak ve sonuçlar çıkarmak doğru yöntemdir. Yanlışlardan azade bir gelişme yoktur. Siyasal ve toplumsal kuruluş da, tıpkı bilimsel gelişmeler ve teknik kurumlaşmada olduğu gibi yanlışlardan ve eksiklerden geçerek, basitten karmaşığa, geriden ileriye doğru gelişebilir. Sosyalist kuruluş sürecindeki kimi yanlışlar zorunluluktur ve kim düzgün akan bir doğrusal gelişme bekliyorsa boşuna bekler. İlk bilgisayar, bugünkü dört katlı bir apartman büyüklüğündeydi. Kapitalizmin tamamlanmış bir sistem olarak ortaya çıkması, yüzlerce yıl sürmüştür; düz doğrusal bir çizgide değil, inişli çıkışlı, geriye dönüşlü, sıçramalı bir şekilde gelişmiştir. İlkler hep doğum lekesi taşır ama varoluş zaten kaotiktir; evrenin gelişimi kararsızlık yönündedir ve bundan sonraki mücadelelerimiz de eksik ve yanılgılardan kurtulamayacaktır.
Dünya komünist hareketin tarihinden dersler çıkararak ilerleyeceğiz
Gerek sosyalist kuruluş deneyleri gerek enternasyonalizm tarihi yalnızca yanlışlar ve hatalar olarak yaşanmadı; aynı zamanda ulusal sınırlarda olduğu gibi uluslararası arenada da, büyük adanmışlıklar isteyen yüksek dayanışma ve mücadeleler yaşandı. Uluslararasında ilk karşılıksız dayanışma, sınıf kardeşliği, sınırları aşan destek eylemlilikleriyle bir geleneği başlatan ve taşıyan enternasyonalist komünistlerdir. Enternasyonalizm için mücadele en yüksek düzeye, İspanya’da faşizme karşı kurulan Enternasyonal Tugaylarla ulaştı; dünyanın dört bir yanından gelen komünistler, 30 bin kişiye ulaşan bir güçle savaşa koştular. Aralarında şiddetli çelişkiler sürerken, Vietnam’da sürdürülen emperyalist işgale ve gene İsrail Siyonizmine karşı direnen Filistin halkının direnişi, dünyanın bütün komünistleri tarafından desteklenmiştir.
Eğer bütün bu süreç salt yanlışlar ve çöküşler üzerinden okunursa, her tür burjuva eğilime kapı açılır. Bu yanlışlar ve birçok yerde ve olayda ağır hatalar, hatta suçlar “yaşanmış olan gerçektir” mantığıyla meşrulaştırılamaz ama sübjektivizm veya kişisel yanlışlar ve ihanetlerle de açıklanamaz.
Elbette bu çöküşün üzerinde duracağız ve kaynakları üzerinde tartışacağız. Ancak soruna yaklaşım yöntemimiz durduğumuz ideolojik konumla yakından ilgilidir. Marksist teorinin eksik ve yetersiz uygulanması, asıl olarak teorinin dondurulması başta olmak üzere, teoriden kaynaklı eksik ve yanlışları tartışmak zorunludur; ama teorisizme sapmadan. Yeni devrimlerle ve bilimsel gelişmelerin teoriye kazandırdığı ivmelerle Marksizm, zaman ve mekan olarak büyümüş ve zenginleşmiştir. Bu gelişmelerden beslenen yeni bir Marksist paradigma kurulması, görev olarak önümüze çıkmıştır. Ancak bu, yalnızca teorinin alanında kalınarak çözümlenemez, pratik mücadele içinde çözümlenir. Zira teorinin doğruluğunun tek ölçütü pratiktir. Burada sorulacak soru, Marksizm’in yanlışlarından önce kapitalizme dairdir; kapitalizm insanlığı kaderi mi, “tarihin sonu” geldi mi, kapitalizm insanlığın sorunlarını çözebilir mi? İdeolojik olarak duruşunu bu eksen üzerinden kurmayan tüm çıkışlar dönüp sistemle bütünleşmekten kurtulamaz.
Bugün, enternasyonalizmin maddi toplumsal temelleri çok daha güçlenmiştir
1980’ler sonrası neoliberalizmin tüm dünya halklarına saldırısına “küreselleşme” dediler. “Küreselleşme”, acımasız ve amansız bir saldırıydı. Neoliberalizme din gibi sarılan tekelci burjuvazi; ideolojik, siyasal, ekonomik, askeri her yönden saldırıyı yükseltti. Emperyalist kapitalistler, yeryüzü coğrafyasının her köşesini saldırı ve talan politikalarının hedefi haline getirdi. Dünya emekçilerinin yüz yıllık tüm mevzilerini tarumar ettiler. Uluslararası mali sermayenin çıkarları doğrultusunda, IMF kontrolünde özelleştirme ve kemer sıkma politikalarını tüm ülkelere dayattılar. Ülkelerin tüm sanayilerini, finansal yapılarını, enerji dahil üretimin tüm sektörlerini ele geçirdiler. İstikrar tedbirleriyle halkların boğazları sıkılarak biriken gelirlerin aslan payı emperyalist tekellere akarken yerli işbirlikçi tekeller de kasalarını doldurdular.
İşsizlik ve temel gıda maddelerindeki aşırı fiyat artışları kitleleri açlığa mahkum etti. Bütün ülkelerde yoksulluk ve açlık yaşamın bir parçası haline geldi. Suları, ormanları, bitkileri, hayvanları, insanı, doğayı kısaca bütün yaşamı özelleştirdiler. Bütün bunları mevcut uluslararası kuralları yerle bir ederek, gerektiğinde açık askeri zorbalık ve işgallerden çekinmeden yürüttüler. Neredeyse 40 yıldır küresel olarak saldırıyı sürdürdüler. Ve karşılığını, bir süredir yerkürenin bir yerinde patlak verip çoğullaşarak zaman zaman daha geniş bir coğrafyaya yayılarak, küresel bir isyan dalgasına dönüşerek alıyor.
Occupy, Pourte Del Sol, Sintagma, Tahrir, Suriye’deki krizin içerisinde boy veren Rojava Devrimi, Taksim, sonrasında dünyanın birçok yerinde patlak veren isyan dalgası… Yer yer soluklanmalarla bu dalga büyüyor: Baskı altındaki Araplardan işsiz Avrupalılara; Şilili öğrencilerden Nijeryalı balıkçılara; ABD’li işçilerden Çinli köylülere, bugün Sarı Yeleklilerden neoliberal yoksullaştırma politikalarına özgürlük yoksunluğuna karşı isyana duran Sudanlılara kadar hepimiz küresel kapitalizmin yapısal krizinin kurbanıyız. Ve faili olduğumuz, olacağımız bir isyan dalgasının bir parçası olacağız.
Geçerken belirtmiş olalım: Bu eylemlilikler, geleneksel sol siyaset ve örgütlerle buluşmadı, bu kurumsal yapılar, eski programlar bu hareketleri kapsayamadı, deyim yerindeyse mevcut geleneksel sol/sosyalist hareketler bu isyan dalgasına teğet geçti. Antonio Gramsci’nin hapishaneden söylediği gibi: “Eski ölüyor ve yeni mücadeleler doğuyor.”
Bugün yeryüzünde sermayenin enternasyonalleşmesi tamamlanmıştır. Bu, yalnızca ekonomik bir kuşatma değildir. Kültürden yaşam alışkanlıklarına kadar tüm alanlarda, tüm insanlığı kapsayan, geri döndürülemez bir dünya durumudur, tarihsel bir süreçtir. Küresel saldırılar, küresel isyanları besliyor ama aynı zamanda küresel olarak tüm yeryüzünde her türlü gerici ve neo-faşist eğilimleri besliyor. Dünyayı üretim tarzı, sermaye ve meta dolaşımı üzerinden küreselleştiren kapitalizm etnik, dinsel, kültürel her türlü farklılığı kışkırtarak sınıf savaşlarının yerine “kültürler arası savaşları” yerleştirmeyi hedeflemiştir. Gelişmiş batı ülkelerinde yükselen neo faşist hareketler, doğu ve güneyin azgelişmiş ülkelerinde ateşlenen dinsel, etnik çatışmalar tümüyle kapitalizmin yarattığı eşitsizliklerin sonucudur.
Enternasyonalizm için, bugün ne yapmalı ve nereden başlanmalı? Günümüzde kapitalizmin dünyaya ve doğaya saldırısı bütün kıtalarda benzer tepki ve benzer talepler için mücadele ortaklığını doğuruyor. Bu, kendiliğinden enternasyonal bir mücadelenin programlanarak örgütlenmesinin zamanı geldiğini gösteriyor. Her gelişme uluslararası bir örgütlenmenin zorunluluğunu gösteriyor.
Enternasyonal bir örgütlenmenin boşluğu, uzun bir zamana yayıldığı için, bugüne kadar bir çok enternasyonal kurma önerileri ortaya atıldı ve halen benzeri öneriler yapılıyor. Ancak aradan geçen uzun zamana rağmen bu yönde en küçük bir gelişme sağlanamadı. Nasıl ki, ulusal çitler içindeki komünist partiler, zamanı 1917 devrimini gerçekleştiren Bolşevik partisinin zamanında dondurarak, “Nerede Kalmıştık?” diye devam ettiremezse, enternasyonalizm mücadelesi de Komintern’in IV. Kongresinde dondurularak yükseltilemez.
Dünya artık enternasyonalizmin savaş arenasıdır, bütün sorun komünizm iddiasını devam ettirenlerin bu gelişmeyi içselleştirmeleri ve kendilerini dünyanın herhangi bir yerindeki emperyalist kapitalizme karşı süren savaşlarla, mücadelelerle bütünleştirmesi ve kendi savaşını dünya çapında süren savaşın organik bir parçası haline dönüştürmesidir. Bu hangi temellerde ve hangi pratik mücadele araçlarıyla, nasıl karşılanacaktır? Enternasyonal mücadeleyi ideolojik birlikler üzerinden kurmayı düşünmek; güçleri olsa onlarca ayrı enternasyonal merkez kurmakla sonuçlanır ve bu enternasyonalizmden çok ideolojik sektlerin ortaklığı olur. Benzer örgütlerin veya kardeş partilerin birliği anlayışından kurtularak, kapitalizme karşı mücadele eden, tüm değişik görüşteki devrimcilerin pratik hareket birlikleri üzerinden; işçi, işsiz, köylü hareketlerinin; kentsel mücadelelerin; neoliberal kemer sıkma politikalarına, zamlara, borçlara, özelleştirmelere karşı süren tüm mücadelelerin birliği üzerinden yürünebilir. Yeryüzünün bütün lanetlenenleri birleşin! Bu geçiş döneminin sloganı olabilir.
Yeryüzünde öfke ve isyan mayalanıyor. Dünya, patlayan ve çözülen isyan dalgalarıyla sarsılıyor. Zamanı gelenler, devrimci yoldan kendisini açık ediyor. Her ayaklanma dalgası bir öncekinden hem öğreniyor hem güç alıyor hem de yeni isyanları cesaretlendiriyor. Halklar kan ve ateş içinde öğreniyor.
Tüm dünya benzer sorunlardan kaynaklanan, birbirine benzeyen, birbirini etkileyen ve süreklilik içinde enternasyonal nitelik kazanan kitlesel halk hareketleriyle sarsılıyor; ama bir Enternasyonal yok. Bugün, zamanı gelen isyanların zamanı gelen örgütlerini, Enternasyonal’ini yaratmak için harekete geçmeliyiz.