Ukrayna, emperyalist güç odaklarının satranç tahtasına dönüşmüştür. 24 Şubat’tan beri Rusya’nın işgali devam ediyor. Amacı; kendi denetiminde bir Ukrayna Devleti kurmak, Kırım’ı Rus toprağı kabul ettirmek, Luhansk ve Donetsk’i bağımsız cumhuriyetler haline getirmek, Karadeniz’de hakimiyet oluşturmak, Ukrayna’yı “silasızlandırmak”, NATO’ya girmesini engellemek vs.
Kısa vadeli görüşmeler göz önüne alındığında meselenin özü; Sovyetler Birliği sonrası emperyalist hegemonya mücadelesinde yeni bir aşamaya gelindiğidir. Bu “savaş” esasen 24 Şubat 2022’de başlamıştır. Savaşın başlangıcı, planların yapıldığı tarihtir. Ukrayna meselesi ABD ve Rusya’da jeopolitikçiler tarafından 20. yüzyılda ortaya konmuş, 21. yüzyıl başlarında son biçimi verilmiş, bugün ise sahada yaşanan bir sorundur. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlaması basite indirgenerek ABD’nin kışkırtması şeklinde algılanamaz. Evet, ABD Biden dönemiyle birlikte dünya hakimiyeti için yeni adımlar atacağını belli etmiştir. Açıklamaları bu yöndedir. Biden’ın açıklamaları ve NATO ile Rusya arasında yaşanan gerilimle Ukrayna’ya müdahaleyi hızlandırmıştır. Rusya, Batı yanlısı bir Ukrayna’yı kabul etmezdi. Çünkü çok kutuplu dünya politikasına uymuyordu. Ukrayna’yı Rusya İmparatorluğu’nun bir parçası ve etnik kardeş kabul ediyordu. Yani Rusya, ABD’nin tuzağına düşmedi, oyununa gelmedi; kendi oyununu oynuyor. On yıllardır çizdiği (hatta yüzlerce yıllık arka planı olan) bir stratejiyi uyguluyor. Bugün olmasa yarın yine uygulayacağı jeopolitik bit strateji! Yine de Ukrayna’ya saldırının belli ölçülerde 2021’den beri beslendiği düşünülebilir. Amerika meydan okumaya başlamıştı. Rusya ise “arka bahçe”sinde nice fireler vermiş, egemenlik alanı epey daralmıştı. Yer yer “arka bahçe”sine müdahalelerde bulunsa da kendini toparlayıp ABD’nin karşısına, tek kutuplu dünya projesinin önüne çıkmakta geç kalmıştı. Çin’in emperyalist bir güç olarak ortaya çıkışı da benzer bir gecikmeyle olduğundan Amerika kısa bir süreliğine rahat hareket etti.
Seçimi kazanan Biden, başkan olduktan bir ay sonra 19 Şubat 2021’de Münih Güvenlik Konferansı’nda şöyle meydan okuyordu: “Tüm dünyaya mesaj gönderiyorum. Amerika geri döndü. Transatlantik İttifakı geri döndü ve arkamıza bakmayacağız.” Tam da NATO’nun tartışma konusu yapıldığı, Almanya ve Fransa’nın Avrupa ordusu kurmak için hamleler yaptığı bir zamanda Biden, NATO’nun geri döndüğünü ilan ediyordu. Tüm dünyayı tehdit ederek, rakiplerine gözdağı vererek, meydan okuyarak geri dönüyordu.
Amerika epeydir 21. yüzyılın Çin ve Rusya’sını hegemonyal rakipleri olarak görüyordu. Biden yeni bir döneme işaret etmişti, cümleleri anlayan için çok sertti. Diplomatik dildeki bu sertliğin ne anlama geleceğini diğer emperyalist güç odaklarının anlamaması düşünülemezdi.
Bu meydan okumadan yaklaşık bir ay sonra (burjuva basınına da yansıyan) “29 Mart Restleşmesi” olarak adlandırılan; NATO ve Rusya’nın karşı karşıya geldiği bir restleşme yaşanır. Öyle ki pek çok politikacı tarafından bu olay NATO’nun kurulduğu 1949’dan bu yana Rusya ile havada yaşanan en büyük restleşme olarak değerlendirildi. NATO’cu cepheden sızan bu bilgiye göre 29 Mart’ta NATO’ya bağlı savaş uçaklarının Kuzey Denizi, Karadeniz, Baltık Denizi ve Kuzey Atlantik bölgesinde Rusya’ya ait savaş uçaklarına karşı on kez önleme yapılmıştır. Rusya’ya ait filo halindeki stratejik bombardıman uçaklarının birkaç saat içinde dünyanın altı farklı bölgesinde NATO Hava Sorumluluk Bölgeleri’ni zorladıkları belirlenmiştir vs. Bu olay Rusya tarafından Biden’a ‘Senin restine restle cevap veriyorum!’ anlamına gelir. Kısaca Rusya sen geri döndüysen ben de döndüm hazırım, demiştir.
2021’de ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve Çin’in yanı sıra dünyanın pek çok ülkesindeki siyaset uzmanları, askeri kurmaylar, devlet yetkilileri, “Dünya savaşı koşulları var” diye açıklamalarda bulundular. Koşulları olsa da böyle bir savaş çıkmaz, çünkü kazananı olmaz düşüncesi hakimdi. Dünyayı yok edecek kadar savaş gücü olan Amerika ve Rusya, öyle büyük bir savaşa kalkışamayacaklarını pek çok kez açıklamışlardı. 2021’de Putin, Biden’la görüştükten sonra “III. Dünya Savaşı” çıkmaz demişti. Yani siz bakmayın ABD’nin meydana okumalarına, aldırmayın blöflerine; onlar da o cesaret yok, demeye getiriyordu. Kırım dolaylarında, Karadeniz’de İngiliz gemisi “sınır ihlali” yaptığında, Putin “Biz gemiyi batırsaydık bile yine dünya savaşı çıkmazdı.” dedi. Putin, rakiplerini tartmış ve bir sonuca varmıştır. Aslında Putin bu kadar rahat “savaş çıkmazdı” derken rakiplerini de aşağılamış oluyordu.
ABD dünyanın hala en büyük emperyalist odağıdır ama düşüş halinde ve hegemonyasını kaybetmekte olan bir güçtür! Hakim görüş, 21. yüzyılı Çin hegemonyasının kurulacağı bir tarih saymaktadır. Bu yüzden ABD, Trump döneminde yıpranan dış ilişkileri, sarsılan ittifakları, NATO’da yaşanan sorunları hızla düzeltmeye karar verdi.
Yeni düşmanlar (aslında 20. yüzyılda da düşman aynıydı!) Rusya ve Çin’di. Öyleyse NATO bu güç odaklarına karşı yeniden organize edilmeliydi. Çok kutupluluğa izin verilmemeli, Avrupa; Rusya ve Çin’in denetimine girmemeli, Fransa ve Almanya yeniden ABD denetimine çekilmeli, NATO’ya yeni ittifaklar kazanılmalıydı. Doğuya doğru kuşatma devam etmeli, Asya düşürülmeliydi. Bunun için ilk önce Avrupa, NATO ekseninde yeniden toparlanmalıydı. 2019’da Londra Zirvesi’nde alınan kararlar doğrultusunda 2021 Temmuz’unda Brüksel’deki NATO Zirvesi’nde 2030 Belgesi yayınlandı. O resmi belgede Rusya ve Çin “baş düşman” ilan ediliyordu. Yaklaşık bu dönemlerde Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, gelinen süreci özetledi: “Dünya yeni bir dönüm noktasındadır!”
Bu Amerikan siyaset geleneğidir; her başkan kendi adıyla anılan bir “doktrin” açıklar ve dünya siyasetini o doktrine göre yönlendirmeye çalışır. Demokratlar, Trump’ın iktidara gelmesinde hep Putin’in parmağı olduğunu düşünüyorlardı. Bu bir psikolojide harp taktiği de olabilir. Fakat o zamandan beridir Putin’e karşı bir psikolojik savaş yürüteceklerinin işaretlerini vermişlerdi. Biden ile birlikte Amerika psikolojik harp taktikleriyle geri dönmüş oldu. Putin, Rusya’yı toparlayan adamdı. Onu yıpratıp Putinsiz bir Rusya hedeflemiş olmaları mümkündür! Biden önce Putin’e “katil” dedi, daha sonra da Rusya’yı suçlayarak “Yakında bunun somut sonuçlarını göreceksiniz.” diye tehditler savurdu. Rusya Washington büyükelçisini geri çağırdı. Ok yaydan çıkmıştı, yeni bir dönem başlatılmıştı ve devam ettirilecekti.
Dünyanın emperyalist güçleri arasındaki kapışma Lavrov’un belirttiği gibi artık yeni bir aşamaya evrilmişti. Yeni hamleler ve taktiklerle kendi stratejilerini dövüştüreceklerini tahmin etmek güç olmasa gerek. İşte Ukrayna müdahalesi, bu bağlamda Rusya’nın rakiplerini tarttığı ve hamle yaptığı bir işgaldir. Rusya yeni dönüm noktasına göre hareket ediyordu. Bir yerden başlanacaktı ve orası Ukrayna oldu. Ukrayna hamlesi Rusya’nın çok kutuplu dünya stratejisinin bir parçası olarak ortaya konmuştur. Putin’e göre ABD, Soğuk Savaş sonrası verdiği sözlere, çok kutuplu dünya kabulüne uymamış ve Almanya dışında Doğu Avrupa ülkelerine NATO ile yayılmaya devam etmiştir. Rusya sınırına dayanmıştır. Öyleyse buna dur deme zamanı gelmiştir. ABD’ye yazılı-sözlü anlaşmalar önerdiler ama aldıkları cevap istediklerini karşılamaya yetmedi. Ukrayna sınırına asker yığarak bir yandan da diplomasiyi sürdürdüler.
ABD, eski SSCB ülkelerinde bundan sonra NATO’ya üye almamayı ve NATO’ya aldıklarından da vazgeçmeyi kabul edemezdi. ABD, NATO ile dünyaya meydan okumuşken böyle bir geri adım atamazdı; atarsa bu, dünya egemenliğinden vazgeçmek, prestij kaybı, çöküş ve ortalığı Rusya’ya bırakmak anlamına gelecekti. Diğer yandan Amerika’daki “ilkeli” siyasetçiler Putin’i haklı buluyor ve ABD Doğu’ya doğru genişleyerek yanlış yaptı, sözünde durmadı, diye açıklamalar yapıyorlardı! Diplomasiden sonuç çıkmadı. Ukrayna, Batı İttifakı’nda ısrar edince askeri yığınak artırıldı. Savaş koşulları vardı ama savaşın çıkmasına pek ihtimal verilmiyordu. ABD ve İngiltere’nin ‘savaş çıkacak’ demesi kışkırtıcılık, psikolojik harp oyunu, kara propaganda denilerek pek ciddiye alınmadı. Rusya ısrarla ‘savaştan yana değiliz, bunlar Batı’nın yalanlarıdır, işgal olmayacak’ diyordu. Ama 22 Şubat’ta Luhansk ve Donetsk’i Bağımsız Cumhuriyet ilan etti. Süreç tırmanınca en fazla bir iki bölgeye askeri operasyonlar yapılır, genel bir işgal savaşı olmaz düşüncesi hakimdi. Kitabın ortasından konuştuğunu düşünen askeri uzmanlar, siyaset bilimciler, iktidar ve muhalefet partileri, büyükelçiler, nice devlet adamı ve daha nice yazar, yorumcu ve akademisyeni ters köşeye yatıran Putin, bu kadar büyük bir cepheyi kandırabildiğine göre demek ki savaş sanatını iyi uygulamıştır!
Zelenski-Ukrayna Devleti de savaş olacağını düşünmüyordu. ABD ve İngiltere ‘savaş olacak’ dediğinde Zelenski “Böyle açıklamalar yapmayın, ülkem ayda 2,5 milyar zarar ediyor, savaş çıkacağına inanmıyorum.” diyordu. Savaş başladığında Erdoğan, Afrika gezisindeydi, apar topar geri döndü. Çavuşoğlu, savaş olasılığı görmediğinden Batı’yı eleştiriyordu. Bu nedenle Ukrayna’daki vatandaşların tahliyesi için girişimde bulunmamıştı! Bir de Putinci-Rusyacı-Avrasyacı gazeteler, yorumcular cephesi var ki hepsi de Putin’in savaş çıkarmayacağına inanıyordu. Sonuçta Putin dünyaya meydan okuyarak Ukrayna’ya girdi.
Ukrayna bu savaşta kurbandır. Zelenski, NATO’ya güvenmekle hata yaptığını savaş başladığında anlamış oldu. NATO ülkelerini aradığını, hiçbirinin Ukrayna’yı NATO’ya almaya dönük net bir cevap vermediğini söyledi. Savaşın daha ikinci günü Zelenski’nin Rusya ile görüşme istemesi yenilginin kabulüydü. Bu savaşın galibinin öyle veya böyle Rusya olacağı bellidir. İki tarafın heyetleri görüşmelere devam ediyorlar. Bu arada Rusya büyük bir askeri güçle Kiev’e yürüyor. Ukrayna öyle bir kurbandır ki Zelenski ne kadar büyük bir oyunun parçası olduğundan bile haberdar değildir. ‘Rusya ise öyle gaza geldi de Ukrayna’ya girdi, olacakları hesaplayamadı’ demek basit yorumlardır. Savaşın her safhası öngörüldüğü gibi gelişmeyebilir. Ama Rusya’nın taktiği nedir, bunu kim biliyor ki? Savaş çıkmaz, diyenler şimdi de ‘Ben de varım, meydan okuyorum, dünyada yeni bir dönemi başlatıyorum, beni yabana atmayın, bensiz hesap yapmaya kalkmayın, ben de geri döndüm.’ diyor. Geri dönüşün işaretlerini Suriye’de, Libya’da vermişti ama Ukrayna çok farklı oldu.
Bu savaşın baştan kaybedeni Ukrayna’dır. Savaş ne kadar sürer bunu bilemeyiz. Kazanan taraf Rusya ve NATO güçleridir! Putin’in çok kısa sürede savaşı kazanacağını düşünenler, Rusya’nın savaş potansiyelinden hareket ederek bu sonuca varıyorlar. Savaş uzadıkça da Putin’in yanlış yaptığını iddia ediyorlar. Bu kesin yorumlar ve hızlı U dönüşleri Rusya’nın planını bilmemekle ilgilidir. Rusya’nın savaş stratejisi nedir, bilmiyoruz. Planında başarısız mıdır, onu da bilmiyoruz. Savaş uzuyor. Peki, Rusya belki de bütün dünyaya işte Batı budur, ben Ukrayna’da uzunca savaştım onlar izledi, demek için de böyle uzatıyor olamaz mı? Bunların hepsi zamanla anlaşılacak olaylardır.
NATO ise Putin’i hedef tahtasına yerleştirip öcü haline getirmeye çalışıyor. Biden, savaş başladığında “Putin’i kast dışına atacağız, onu parya haline getireceğiz.” dedi. Putin’e özel olarak yöneldikleri artık açıktır. Diğer yandan Rusya’ya tarihin en büyük yaptırımlarını uyguluyorlar. Neredeyse dünyadan tecrit edecek kadar ilişkileri düşürdüler. Bu fırsatı kaçırmayacak ve Rusya’yı “parya”ya çevirmek için ellerinden geleni yapacaklardır. NATO’nun yaptırımları ve tecridi nedeniyle Rusya, savaşı kazansa bile bu bir Pirus Zaferi olur, diyenler de var. Ekonomi gözlükleriyle yapılan bu değerlendirmelerin zemini vardır ama abartılı ve eksik bir görüştür. Rusya kuşkusuz ki bu tecrit nedeniyle çok yıpranacaktır.
Rus ekonomisini bir de Ukrayna’nın getirecekleri üzerinden düşünmek gerekir. Rusya yanlısı bir Ukrayna ekonomiye nasıl yansır? Karadeniz denetime alınırsa ticari ve askeri avantajlarının katkısı ve Avrupa’ya köprü olacak bir Ukrayna’nın Rusya’ya neler kazandıracağı ise pek hesap edilmiyor. Ortada koca bir ülkenin işgali var ve orası Rusya’ya bağımlı hale getirilecek; yani kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezse bu pek de kayıp sayılmaz.
Emperyalist-Kapitalist Batı’nın uyguladığı tecrit ağırdır, ama Rusya’yı emperyalist kast sisteminden düşürüp paryalaştırılmasına yetmez. Rusya bu tecridi bekliyordur, belki düzeyini tam kestirememiştir. Zaten Lavrov, ABD aynı Hitler gibi Avrupa’nın tümüne diz çöktürdü, derken tecridin çapına vurgu yapıyordu. Bu kadarını beklemiyorlardı.
Ukrayna Savaşı dünyadaki güç dengelerinin, emperyalist paylaşım ilişkilerinin yeniden belirleneceği bir dönemi başlatmıştır. Dolayısıyla -her şey birbirine bağlıdır- diyalektik ilkesi işlemektedir. Bu yüzden tek neden-sonuç odaklı değerlendirmelerden ziyade çok nedenli, çok olasılıklı, çok sonuçlu bir savaş durumu mevcuttur. Bütün kıtaları, bütün ulus devletleri, halklar cephesini, devrimler dünyasını, mücadele biçimlerini belirleyecek bir işgal. Çünkü herkes bu savaştan sonra kendi konumunu gözden geçirecektir. Yeni yol haritaları oluşturmak zorunda kalacaktır. Pek çok ülkede ciddi fikir anlaşmazlıkları, iklimler ve ittifaklar sorunu yaşanacaktır. Dünyanın yeni döneminin analizi devrim stratejilerini de yeniden düşünmeye yol açacaktır. Şimdiden beliren bazı gelişmelerin işaret ettiklerini kısa notlar halinde sayabiliriz:
- Rusya; Suriye ve Libya’da bazı dönüş işaretleri vermişti ama Ukrayna’da NATO’yu doğrudan karşısına alarak hegemonya savaşına dahil oldu.
- Avrasya üzerinden imparatorluklar savaşı süreklilik kazanarak devam edecek, güç dalgaları kavimler göçünü anımsatırcasına Batı’ya yönelecek.
- Bu savaş, bütün emperyalist-kapitalist ülkelerin kaderinde yol ayrımına neden olacak. Zelenski, Putin ve Biden’ın geleceğine etkilerde bulunacak.
- Almanya ve Fransa, Avrupa Ordusu kurma konusunda elini daha hızlı tutacak. Scholz, 2022 yılı için savunmaya 100 milyar dolar bütçe ayıracağını açıkladı. Fransa’yla birlikte yeni nesil uçaklar ve tank sistemleri kurmayı hedefine koydu. Şimdilik ABD etkisini kıracak tavrı göstermeseler de askeri kapasitelerini güçlendirdikçe bağımsız hareket etme, kendi kutuplarını oluşturma ve dünya hakimiyetine oynamaya çalışacaklardır.
- Rusya ile Çin ittifakı Batı’ya karşı şimdilik sorunsuz görünüyor. Fakat bunlar da hegemonyal rakiplerdir. NATO Doğu’ya saldırdıkça bu ittifak güçlenir. Rusya ve Çin, Avrupa’yı kendi ittifaklarına çekmeye çalışacaklardır. Bu anlamda aslında bugünün merkezi paylaşım ve güç gösterisi alanı Avrupa’dır. ABD ile Çin-Rusya kutupları, Avrupa üzerinden çekişiyorlar. Avrupa siyasi güç dengelerinin kazananını ve kaybedenini belirleyecek.
- Dünyayı belirleyen emperyalist güç odakları; ABD-İngiltere, Almanya ve Fransa merkezli AB, Çin ve Rusya’dır. Önümüzdeki uzun dönemde Japonya, Hindistan ve daha pek çok büyük, küçük güç kendine bir ittifak seçmek zorunda kalacak. Japonya ve Hindistan’ı kazanmak için Batı blokları çaba sarf edeceklerdir. Japonya şimdilik ABD’nin yanındadır, Hindistan ise Rusya-Çin kutbuna yakınlaşıyor.
- Biden ‘NATO geri döndü, artık arkamıza bakmayacağız.’ demişti. Yani ‘İstediğimizi yaparız ve kimseye hesap vermeyiz.’ diyorlar. ‘Kural falan tanımayız.’ diyorlar. Putin, Hindistan ile ilişkileri geliştirip S-400 anlaşmaları bağlamında bir ziyaret yapmıştı. Bundan çok kısa bir süre sonra Hindistan Genel Kurmay Başkanı’nın da içinde olduğu helikopter “düştü” ve 13 askeri yetkili “öldü.”
- Ukrayna işgali nedeniyle Batı emperyalizmi Rus sermayedarlarının malına mülküne el koymaya başladı ve İngiltere’de, milyarder Rus iş adamı evinde “ölü bulundu.” Rusya nasıl Ukrayna’yı işgal ederken bütün güçleri karşısına alıp arkasına bakmıyorsa NATO da aynı yöntemi deniyor. Kuralı kaidesi olmayan böyle özel harp taktiklerini daha çok görebiliriz. Ukrayna’nın kendi görüşme heyetindeki bir temsilciyi öldürüp net açıklamalar yapmaması gibi!
- Putin artık eski SSCB’de hiçbir devrime müsaade etmeyeceğiz, dedi. Bahsettiği NATO’cu, turuncu, pembe vs. gibi renkli devrimlerdi. Ama sosyalist devrime de asla sıcak bakmayacaktır. Emperyalist kutuplar kendi ‘arka bahçelerini’ sıkı tutacak ve her halk hareketini ‘dış mihrak’ olarak damgalayıp kanla bastıracaklardır. Kendi egemenlik sahasında hiç kimse, kapitalizmi sarsacak bir gelişmeye izin vermeyecektir. (Kazakistan’a müdahale vb.)
- Her emperyalist güç odağı, diğerinin arka bahçesinde nüfuz alanındaki tarihsel ve güncel sorunları kaşıyıp kışkırtma yoluna başvuracaktır. Tarihsel anlaşmazlıklar, dinsel, etnik, ulusal meseleler egemenlik oyunlarının kurbanı yapılacak. ‘mezhepler’, ‘inançlar’, ‘azınlıklar’, ‘insan hakları’, ‘demokrasi’, ‘kadın hakları’, ‘ekolojik sorunlar’ vb. emperyalist egemenlik için kullanılacak. Bunun anlamı; dünyadaki çok kimlikli bölgelerde kanlı savaşlar tezgahlanacak olmasıdır. Örneğin; Türkiye açısından bakılacak olursa, Batı ve Doğu emperyalist denklemi arasında sıkıştırılması büyük ihtimaldir. ‘Ya bendensin ya onlardan’ denecektir. Türkiye bir tarafı seçmeyip de bağımsız tavır almak isterse ya da bir tarafı seçip diğerini reddederse, o vakit Türkiye düşman ülke ilan edilecektir. Türkiye’deki etnik ve dinsel sorunlar öne sürülüp iktidar zor duruma sokulacaktır. Bölgedeki devletlerle olan sorunları büyütülerek, kışkırtılarak, önüne getirilecektir. Darbeler hedeflenecektir, suikastlar planlanacaktır vs. Türkiye bir örnekti, bu durum bütün dünya için geçerlidir. Halklar karşı karşıya getirilecek, sınırlar keyfi olarak egemenlik sahası şeklinde bölünecek. Egemen sınıfların kışkırttığı din, mezhep ve etnik kavgalar boy verecektir. (Yugoslavya, Suriye, Libya, Ukrayna …)
- Tarihte (ilk sınıfsız toplum sayılmazsa) hiçbir zaman tek kutuplu bir dünya olmadı. Özgür bir dünya olana kadar da olmayacaktır. Ukrayna üzerinden koparılan fırtına tek kutuplu dünya niyeti olsa da bu mümkün değildir. Kapitalizm çok kutuplu olacaktır. ‘Çok kutuplu bir dünya istiyoruz’ diyenler henüz dünyaya hakim olacak güçte olmadıkları ve kendilerini güvende hissetmedikleri için bir geçiş stratejisi oluşturmuşlardır.
- 21. yüzyıldaki savaşlara bakılırsa emperyalist güçler hala 20. yüzyılın ilk yarısında üretilen stratejilere göre hareket ediyorlar. Geçmişin alışkanlıklarıyla hantal, kaba bir güç savaşı sürdürülüyor. 21. yüzyıl teknolojik gelişmeleri düşünüldüğünde bunlar, çevreden merkeze, deniz eksenli ya da hava merkezli olan coğrafi eksenli savaşlardır. Hava eksenli olanı saymazsak diğerleri ilk insana kadar uzanan eski savaş yöntemleridir. Emperyalistler kendi aralarında bir savaşı göze alamıyorlar. Çünkü orada, bu eski savaş tarzları işlevini yitirir. Son teknolojiler gündeme gelir.
İmparatorluk stratejisi: AVRASYA
Rusya, Ukrayna’yı işgal etme gerekçesini ABD’nin sözünde durmaması ve NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemesi olarak gösterdi. Böylece ABD ile Rusya arasında bir nüfuz alanı paylaşımı yapıldığı ilan edilmiştir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra da benzer bir durum yaşanmıştır. Yalta Anlaşması, savaş sonrasının nüfuz alanlarını da belirliyordu. Avrupa’nın emperyalist-kapitalist güçleri bu savaştan yenilmiş ve zayıflamış olarak çıkmışlardı. ABD kapitalist dünyanın hamisi kesilmiş, Sovyetler Birliği’yle bir “Soğuk Savaş”a başlamışlardır. Ama dünyada ulusal ve sosyalist kurtuluş mücadelelerinin sıcak savaşı devam ediyordu. Amerika, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki stratejisini Batı Avrupa’yı güçlendirip yapılandırarak Doğu Avrupa’dan, Ortadoğu’dan ve Uzakdoğu’dan sosyalizmi çevrelemek üzerine kurdu. Sovyetleri düşürmek dünya imparatorluğunu elde etmekti. Dünyaya hakim olma stratejisi Avrasya’yı işaret ediyordu. Avrasya eksenli hakimiyet stratejisi yeni değildi. Batı’nın emperyalist güçlerinin ilk hedefi Doğu’yu ele geçirmekti. I. Dünya Savaşı’nı çıkaran Almanya’nın hedefi Doğu’ydu; Avrasya ve dünya hakimiyetiydi. II. Dünya Savaşı’nı da Almanya başlattı, hedef hiç değişmemişti. 20. yüzyılın her iki dünya savaşının da arka planında Dünya Hakimiyet Stratejileri vardır. Dünyaya hakim olmak isteyen Batılı emperyalistler hegemonyayı oluşturacak yollar arıyordu. Konuyla ilgili stratejiler Almanlar, İngilizler ve Amerikalılar tarafından 20. yüzyılın ilk yarısında oluşturulmuştur. Kapitalizmin Avrupa merkezli gelişim sürecinde Avrupa merkezci ideolojik söylem oluşturmaya başladığı dönemden itibaren eski konumunu sürdürmekte zorlanan imparatorlukların bakiyeleri de buna tepki vererek kendi varoluş ve hakimiyet stratejilerini geliştirmeye başlar.
- 20. yüzyılın emperyalist stratejilerinden ilki Almanlara aittir. Burjuva devrimleri sahnesine “geç çıkan” Almanya, bunun ezikliğini gidermek için Pan-Cermen Stratejisi ekseninde dünya egemenliğinin hesabını yapar. F. Ratzel (1844-1904) Almanya’nın 20. yüzyılına damga vuracak stratejiyi çizer; bunun adı (Alman) Hayat Alanı İhtiyacı’dır. Bu strateji bir başkasını olgunlaştırır ve E. Hausheger (1869-1946) Alman Hayat Alanı Genişlemesi’nin teorisini ortaya koyar. Hitler’in Cermen-Ari ırk teorisi buna dayanır. Bütün Almanları tek bir çatı altında toplamayı hedefler. II. Dünya Savaşı bu hedefle başlar ve dünya hakimiyeti için Avrasya’yı şart koşar. Fakat Hitler faşizmi, Hayat Alanı Stratejisi’ni arkasına alarak soyunduğu dünya hakimiyet oyununda Almanya’yı bile kaybeder.
- İngiltere’nin Dünya Hakimiyet Stratejisi’nin uzmanı ise Sir Halford John Mackinder (1861-1947)’dir. 1904’te Tarihin Coğrafi Esasları adlı kitabında Kara Hakimiyet Teorisi’ni işlemiş, buna dair görüşünü 19018’de açıklamıştır. Bu teori, jeopolitikçiler arasında en kayda değer teori olarak kabul görmektedir. Kara Hakimiyet Teorisi: Kim Doğu Avrupa’ya hükmederse Avrasya’ya hakim olur, kim Avrasya’ya hakim olursa dünyaya da hakim olur, şeklinde özetlenebilir. 20. yüzyılda dünyaya hakim olmak isteyen güçler arasında en revaçta olan teori budur. Fakat teoriyi deneyenler hep kaybetmişlerdir. Doğu’nun direnişi Batı’nın hüsranına yol açmıştır. Napolyonlar da, Hitler ve Mussolini faşizmleri de Doğu’ya giderken Batı’da kendi evlerini kaybetmişlerdir.
- Amerika’nın en önemli stratejileri de Kenar Kuşak Stratejisi ile N.J. Spykman (1893-1943) Hava Hakimiyet Stratejisiyle H. Scitaklan ve Deniz Hakimiyet Teorisiyle A.T. Mahan(1840-1914)’dır. Bu strateji teorilerinin hepsi dünyaya nasıl hakim oluruz, sorusuna cevap aramak için yazılmıştır. Hava Hakimiyet Teorisi uçaklarla gerçekleştirileceği için “yeni” bir stratejidir. Fakat Deniz Eksenli Strateji, Çevreden Merkezi Kuşatma Stratejisi ya da Merkezden Çevreye Stratejileri insanlık tarihi kadar eskidir. İlk kabile çatışmalarından Antik ve Orta Çağ savaşlarına kadar her dönemde görülen savaş usulleridir. Modern çağ strateji teorilerinin tek farkı, dünya hakimiyetini hedefleyen emperyalist teoriler olmalarıdır. Tabii bir de modern çağ teknolojileriyle yürütülecek bir savaş stratejisi olması. 20. yüzyılda salt bir teori eksenli davranılmamıştır. Kara Hakimiyet ve Kenar Kuşak Stratejileri ön plana çıkarılmış, denenmiş; fakat dünyaya kimse hakim olamadığına göre bu teorilerin pratikte başarısız olduğu kanıtlanmış olmalıdır!
Neden AVRASYA? 20. yüzyılda dünya hakimiyeti neden Avrasya’dan geçmektedir?
Afrika perişan hale getirilip kanı emilmiş, oradan bir hegemonyal gücün çıkması engellenmiştir. ABD “kendi kıtasında” borusunu öttürüp gözünü Avrasya’ya dikmiştir. Orada ise Almanya, Fransa ve İngiltere vardır; Doğu’ya gittikçe karşımıza sosyalizm çıkıyor. İşte dünya egemenliğinin önündeki engel bizzat Avrasya’daki bu çoklu güç yapısıdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu tablo Doğu’da Çin, Vietnam, Kore, Kamboçya, Laos ile Sosyalist Cephe genişlemiş, Japonya da emperyalist bir odak olarak yanı başındadır! Avrasya, 20. yüzyıl boyunca emperyalist ve sosyalist çoklu yapı, çoklu egemenlik nedeniyle kimseye tek başına iktidar şansı tanımıyordu. Doğal zenginliklere tek başına bir güç sahip olamıyordu vs. ABD, Avrupa ve Asya’dan bir güç Avrasya’da egemen olmak istese bütün emperyalist güçleri karşısında bulur. Ya da birkaç kutup olarak bölünmüş ittifak ilişkisine mecbur kalır. “Ele geçirilmemiş yer” Avrasya’dır. Orada birçok emperyal güç vardır. Bunlar bu coğrafyadan beslenip diğerlerinin karşısına ve birbirlerinin karşısına çıkabiliyorlar. Avrasya’ya birisi el koysa onun üzerindeki emperyalist güç odaklarını dağıtacağından dünya hakimiyeti de alınmış olur.
20. yüzyılın en önemli dünya hakimiyet teorileri bu nedenle Avrasya’nın ele geçirilmesi ile dünya egemenliğini özdeşleştirmişlerdir. Coğrafya merkezli bu teori 21. yüzyılda hala en güncel, en temel hakimiyet teorisi olmaya devam ediyor. Ukrayna meselesi tam da bu nedenle çok önemli ve çok neden-sonuçlu bir olaydır.
ABD’nin de Rusya’nın da hegemonya stratejisi Avrasya odaklıdır. ABD için bu strateji, hegemonya gereğidir. Ama Rusya için hem varoluşsal mekan anlamında olmazsa olmazı hem de hegemonya için stratejik hedeftir.
Lavrov, bu strateji gereği ABD’nin Doğu’ya yayılmasını durdurmak için bir dönüm noktası, vurgusu yapmıştır. Ama bu karşı çıkış Rusya’nın masum olduğunu göstermiyor. Rusya, Avrupa’nın büyük emperyalist güçlerini önce ABD etkisinden bağımsızlaştırmaya sonra da onlara egemen olup dünya hakimiyetine oynamak istiyor. Çok kutuplu dünya isteği ilk aşamadır, sonrası tek egemen-tek kutupluluk halidir.
Amerika’nın 20. yüzyıl stratejisi tümden Avrasya odaklı olmuştur. Hem sosyalizm düşmanlığı hem de egemenlik arzusu nedeniyle bu yolu seçmiştir. Amerika’nın resmi politikasını aşağı yukarı özetleyen aşağıdaki sözler ABD’li general George Reinhardt’a aittir: “Vurucu güçlerin yoğun şekilde yığınak yapmaları gereken en elverişli bölge, Yakın Doğu’dur. Yakın Doğu, Sovyetler Birliği için en hassas ve alerjik bölgedir. Burada bulundurulacak kara, hava ve deniz kuvvetlerinin kısa bir süre sonra Rusya’nın içlerine, stratejik yerlerine ulaşması ve buraları tahrip etmesi mümkündür. Yakın Doğu ve Ortadoğu’nun böyle bir harp operasyonu için ifade ettiği elverişli stratejik durumdan yararlanmak, Amerikan hükümeti için bu bölgedeki devletlerden hava ve askeri üsler sağlama yollarını aramadır.”[1]
II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, Avrupa’yı denetimine aldı ve NATO ile aynı stratejiyi izlemeye, Sovyetler’i kuşatmaya devam etti. Yeşil Kuşak Projesi’yle Müslüman ülkeleri Sovyetler’e karşı örgütledi. Japonya ve Güney Kore ile Sovyetler’i ve Çin’i tehdit etti. 20. yüzyılın bütün dönemlerinde Rusya, Avrasya Stratejisi’nin önündeki en büyük engeldi. II.Dünya Savaşı’ndan sonra Asya’daki ve Doğu Avrupa’daki sosyalist genişleme de buna eklenerek Avrasya üzerinden dünyaya egemenlik kurmaya çalışan emperyalizmin hayallerini bertaraf etmişti.
89-91 yılları arasında sosyalist kutbun çözülüşüyle birlikte dünya dengeleri bir kez daha değişti. Bu da bir dönüm noktasıydı. Amerika, Doğu’ya yürüme stratejisinden bir milim bile sapmamıştı. Artık eski sosyalist ülkeler zayıf kapitalistler olarak uzun süre toparlanamazlardı. ABD’nin önü açılmıştı. Rusya’ya, Doğu’ya doğru genişlemeyeceğiz, diye söz vermiş olmalarının hiçbir güvencesi-garantisi yoktur. ABD Savunma Bakanlığı bu sıcak atmosferde, Mart 1992’de şöyle bir rapor yayınlar: “İlk hedefimiz, ister eski Sovyetler Birliği topraklarında olsun ister başka yerde vaktiyle Sovyetler Birliği’nin yarattığı tehdidi yöneltecek yeni bir rakibin yeniden ortaya çıkmasını önlemektir. Bu türlü düşman gücünün takviyeli bir denetim altında küresel güç yaratmaya yetecek kadar kaynağı olan bölgelere hakim olmasını engellemeye çalışmamızı gerektiriyor. Bu bölgeler arasında Batı Avrupa, Doğu Asya, eski Sovyetler Birliği toprakları ve Güney Batı Asya yer almaktadır.”[2] Sayılan bölgelerin hepsi Avrasya’dadır. Tek kutuplu ABD egemenliği için yeni bir rakibin ortaya çıkması engellenmedir. Öyleyse Avrasya’ya egemen olunmalıdır. Tam da bu nedenlerle Soğuk Savaş sonrası Amerika’da adeta dünya hakimiyet teori ve stratejileri furyası yaşanır. Brzezinski, Kissinger, Fuller, Huntington, Fukuyama vb.’nin düşünceleri çokça gündem yaratır. Kitaplar, makaleler yazılır ve dünyaya yayılır. Hepsi de dünyanın bundan sonraki gidişine Amerikan çıkarlarından bakarak analizler ve yeni yol haritaları önerirler. Bir zafer sarhoşluğu yaşanır. ABD dünya kaynaklarını denetlemek için Afganistan ve Irak işgalini gerçekleştirdi. Büyük Ortadoğu Projesi’ni geliştirdi. Avrupa’da Yugolavya’yı parçalayarak ve NATO ile genişleyerek yoluna devam etti. Orta Asya’ya çok hızlı el attı. O dönemin en çok tartışılan ve bugün hala bir ölçüde geçerliliğini koruyan teoriler Huntington, Fukuyama ve Brzezinski’ye aittir.
Fukuyama, Hristiyan Teolojisi ve Hegelyan teorilerle ‘Tarihin Sonu’nu çok erken ilan etmişti. Dünya, kıyamet sonrası eskatolojisiyle (ahiret felsefesiyle) öte dünyanın yani Soğuk Savaş sonrasının liberalizm olduğuna mutlak olarak inanmalıydı. Liberalizmi tanrısal mutlaklık düzeyine çıkaran ideolojik bir kitaptı. Daha çok sosyalist dünyaya ve üçüncü dünyanın mazlum milletlerine, güçsüz uluslarına Amerikan yolunu ve egemenliğini pazarlama kitabı denilebilir.
Huntington, Medeniyetler Çatışması ile ABD’nin olası rakiplerini işaret ediyor ve yaşanacak savaşları gösteriyordu. Genel olarak düşman Doğu idi. ABD ve AB kardeş medeniyetler, diğerleri potansiyel düşman medeniyetlerdi. İslam dünyası, Ortodoks Rusya, Hindistan ve Afrika! Medeniyeler Çatışması çok kutupluluğu işaret etse de ABD egemenliğinde bir dünya için yazılmıştır. Brzezinski, ABD tarihinde önemli bir figürdür. Onun Büyük Satranç Tahtası dünya siyasetçilerinin elinden bir ara düşmez olmuştu. Brzezinski, Avrasya’yı dünya jeopolitiğinin merkezine koyar. Amerika, AB ile Doğu’ya doğru genişlemelidir. Temel tehlike Rus, Çin ve İran iş birliğinin kurulmasıdır! Brzezinski’ye göre Avrupa ve Japonya ABD’nin hakimiyetinde olduğu sürece ABD imparatorluğu güvende olacaktır. Ve geldik Amerika’nın Ukrayna sevdasına: Ukrayna, (özellikle Özbekistan’nın) Batı ile yakınlaşması teşvik edilerek bu bölgelerdeki Rus etkisine son verecek şekilde kullanılmalıdır. İşte bugünkü Ukrayna sorununun arka planı!
ABD burada durmadı, NATO üyeliğini eski sosyalist ülkelerle şişirerek Rusya sınırına dayandı. Rusya bu müdahalelere karşılık veremedi. ABD boşluğu kullanarak ilerlemeye devam etti. 2003’te NATO’nun rolü bir kez daha çizilir. 19 Ekim 2003 Prag-ABD temsilcisi Burns şöyle konuşuyor: “NATO’nun görevi Avrupa ve Kuzey Amerika’yı savunmaktır. Sadece Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da kalarak bunun mümkün olduğuna inanmıyorum. Askeri güçlerimizi doğuya, güneye yaymalıyız. NATO’nun geleceği doğuda ve güneydedir. NATO’nu geleceği büyük Ortadoğu’dadır.”
ABD, bağıra çağıra karşısında bir güç görmediğinden Batı Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar yol aldı. Soğuk Savaş döneminde 14 üyesi olan NATO bugün 30’u bulmuştur. Putin, şimdi hem Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hem de NATO’nun genişlemesini durduramayacağından pişmanlık duyuyor. O yüzden ‘20. yüzyılın en büyük felaketi Sovyetler Birliği’nin dağılmasıdır’ deniyor. Ama bunu bir emperyalist hüzünle söylüyor. Ve artık eski SSCB topraklarında NATO’ya ve renkli devrimlere izin vermeyeceğini belirtiyor. Ukrayna, Rusya sınırıdır. NATO sınıra dayanacak, o yüzden Rusya Ukrayna’yı işgale başladı, düşüncesi kısmen doğrudur. Letonya ve Estonya da Rusya sınırıdır, NATO üyesidirler ama orada bir işgal yok. Ukrayna meselesi Rus stratejisinde kilit noktalardan biridir.
Amerika, Rusya’yı hem batıdan hem doğudan kuşatma stratejisi izlemiştir. Orta Asya’da Afganistan işgali, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan ve Türkmenistan ile geliştirdiği ekonomik ve askeri ilişkilerle -bu ülkelerde kullandığı askeri üslerle- Rusya’yı kuşatmak istemiştir. Aynı planı Çin’e de uygulamış, batıdan Orta Asya üzerinden ve doğudan Japonya, G.Kore ve Tayvan ile kısaca alma yolunu seçmiştir.
Büyük Ortadoğu Projesi de hem dünya kaynaklarını denetleme hem Müslüman ülkelerden gelişecek muhalif güçleri engelleme hem de Rusya’yı çevreleme hareketinin başka bir deyişle Büyük Avrasya Projesi’nin parçasıdır. Zaten bütün projeler Büyük Avrasya projesinin alt başlıkları sayılmalıdır.
NATO’nun 2019’da Londra’da aldığı kararla aynı eksende 2021’de Brüksel Zirvesi’nden sonra 2030 Belgesi yayınlandı. Bu resmi belgede Rusya ve Çin baş düşman ilan edildi. Bütün bu kararlar, Avrupa ve Ortadoğu’ya Orta Asya’ya müdahaleler, fiili sömürgeci işgaller, bölüp parçalama politikaları, NATO’yu dünyaya yayma faaliyetleri ABD’nin ana stratejisinden hiç vazgeçmediğini, sadece bazı rötuşlar yaptığını gösteriyor.
Amerika’nın kendi güvenliğini diğer güçleri kontrol ederek sağladığı, yaygın bir görüştür. Wallerstein da benzer bir görüşü savunarak Soğuk Savaş Dönemi’nde ABD’nin egemenliğini Sovyetler Birliği’yle anlaşarak sosyalist dünyayı denetlemesiyle mümkün olduğunu söyler. Yalta’da II. Dünya Savaşı sonrası bir anlaşma yapıldı ama Vietnam, Kore ve Küba’da da karşı karşıya gelindi. Fransız aydınları arasında herhalde Wallerstein gibi düşünenler çoktur. Postmodernist Baudrillard aynı düşünceyi Vietnam Savaşı için ileri sürer. Amerika, Vietnam’da savaşı kaybetmiştir; bir plan dahilinde bilinçli olarak savaş birdenbire sonlandırılmıştır. Vietnam ile birlikte Çin, dünya düzenine dahil edilmiş böylece radikal, sistem dışı yoldan alıkonulmuştu! Evet, bunlar sosyalist ama Amerikan düzenine de uyan bir sistem içinde hareket ediyorlar, demek istiyor bu düşünürler! Bu elbette katılmadığımız bir düşüncedir. Belki denetleme Batı Avrupa ve Japonya için bir anlam ifade eder. Zaten ABD’nin denetlediği bu güçlerdir ki (Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya) 20. yüzyılın sonlarına doğru olası hegemonik rakipler haline gelmiştir. Amerika kendi eliyle kendine rakip yaratmıştır. Bu güçler artık eskisi kadar kolay denetlenemezler. 89-91’den sonra biraz yavaş da olsa ortaya yeni güç odakları çıktı. ABD’de 89-91’den sonra bayram seyran havası estiren teoriler piyasayı doldurmuşken adamın biri bunların tam tersini savunup çok farklı bir pencereden tespitler yapıyordu. O adam Wallerstein’dı ve 1993’te Sovyetler Birliği’nin çöküşü/dağılması Amerikan hakimiyetinin bitişidir, diyordu. Dünya iki kamp halindeydi, paylaşılmıştı. Kapitalizm içinde Almanya ve Fransa diğer yanda Japonya II. Dünya Savaşı’ndan sonra kendilerini geliştirdi ve potansiyel olarak ABD’ye rakip hale geleceklerdir, dediğinde ise 80’li yıllardı! 89-91’den sonra kimse Amerika’yı dinlemez, başını çaresine bakar’ anlamında düşünceler öne sürdü. ABD, imparatorluğunu ilan ederken Wallerstein “çöküyorsun” diyordu. Wallerstein haklı çıktı. 30 yıllık zaman diliminde ABD’nin düşüşte olduğu, gücünü yitirdiği çok kutuplu bir dünya ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Almanya ve Fransa’yı denetimde tutamıyor. Rusya, Libya’da, Suriye’de, Kazakistan’da, Ukrayna’da askeri müdahalelerde bulunuyor. ABD bir şey yapamıyor. Çin, dünyanın ekonomi patronluğuna yürüyor, Hindistan, Japonya, Fransa ve Almanya ciddi güçler haline geldi; onları denetimde tutmak zor. Yeni ittifak arayışları oluşabilir. Brezilya, Asya güçleriyle ittifak arıyor. Latin Amerika ülkelerinde ABD sevgisi diye bir şey yoktur. Ancak darbeci, iş birlikçi, mafyatik, oligarşik bazı devletler ABD’ye bağlılık sunuyorlar. Çin ürünleri Amerika’nın arka bahçesinde ABD mallarından daha fazla satılıyor. Dünyanın çivisi çıkmıştır; yeni stratejiler, ittifaklar zamandır.
Rusya, 2000’lerden sonra Putin’le toparlanıp emperyalist bir odak haline geldi. Benzer durum Çin için de geçerli. Putin, Ukrayna’yı işgal gerekçelerini kamuoyuna ideolojik politik tarihsel bir perspektif ile açıkladı. Sovyetler Birliği dönemini “reklamlar arası” bir zaman gibi görüyordu. Lenin, Stalin ve sosyalizm, Rus tarihinin tarihsel günahına, karanlık bir çağına denkti. Putin bu tarihe düşmanlığını gizlemiyordu. Orta Çağ Çarlık Rusya’sını-Rusya İmparatorluğu’nu merkeze yerleştirip Rus kanı, Rus toprakları, Rus devlet geleneği, Rus kaynakları diye sürüp giden, Rusya ile Osmanlı arasında düşmanlığı Karadeniz üzerinden vurgulayan uzun bir konuşma yapar. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına hayıflanan Putin’in bunu Rus emperyalizmi, Rus İmparatorluğu gözlükleriyle yaptığı kesin. Bu konuşmanın bir yanı belki Ukrayna’nın Slav oluşu ve imparatorluk vurgusuyla etnik birlik beraberlik hatırlatması niyeti olabilir. Çünkü sosyalizm düşmanlığına rağmen Sovyetler’in Hitler’i yenmesi de iki de bir hatırlatılıyor. Bu da Ukrayna’daki faşist, ABD yanlısı güçlere karşı Slav kökene, antifaşist dönemin ruhuna atıfla Ukrayna halkına oynamak olarak düşünülebilir. Fakat aslı astarı imparatorluk olan bir stratejik hedef var ortada. Ukrayna bir başlangıç; bundan sonra çok kutupluluk adına Rusya’nın da yayılmacı hamlelerini göreceğiz, imparatorluk savaşı verip de bunu diğer emperyalistlerle kardeş kardeş sürdüremezsiniz. Bu kapitalizmin kimyasına, iktidarın özüne, özel mülkiyetin ruhuna aykırıdır. Benmerkezci hiyerarşinin mayasında tek başına iktidar vardır. Dolayısıyla bugün dünyadaki en küçük iktidar biriminden zayıf bir ulus devlete ve çok kutuplu dünya isteyenlere kadar geniş bir yelpazede, bir fırsatını bulduğunda dünya krallığına oynamak istemeyecek hiç kimse yoktur. Putinli Rusya bunlardan biridir.
Rusya’da imparatorluk ve çok kutupluluk felsefesi, ABD ile konuşulup uzlaşılmış bir konudur. Putin bu nedenle ABD’yi NATO’yu genişletmekle suçluyor. Amerika ise umursamıyor, yalanlamıyor, susuyor. Peki ama, Putinli Rusya’nın çok kutuplu dünya ve imparatorluk felsefesi de yayılmacı değil miydi? Sovyetler Birliği sonrası Ruslar kendi içlerinde nasıl bir gelecek istemişlerdi, nasıl bir dünya tartışması yapmışlardı? Teorileri, stratejileri neydi? ABD Doğu’ya yayılmasaydı, Rusya eski SSCB ülkelerine müdahale etmez miydi? Kendi denetiminde tuttuklarına müdahale zaten gereksizdi, ya diğerlerine? Rusya büyümek, dünya egemenliğine oynamak, Panslavizm üzerinden Avrasyacılık stratejisi yürütmek gibi emperyalist hayallere sahip değil miydi?
Çok kutuplu dünya “felsefesi” bir nevi Huntington’un Medeniyetler Çatışması’na denk düşen bir sistemdir. Farklı kutuplar, farklı medeniyetler şeklinde de anlaşılabilir. Fakat kapitalist bir medeniyet ya da kutup olduğu yerde duramaz. Durursa çöker. Emperyalist rekabet buna izin vermez. Lenin ‘emperyalizm imparatorluk kurma eğilimidir’ derken bunu kastediyordu. Rusya’nın imparatorluk hedefi de tek kutuplu imparatorluk kurma yolunda bir adımdır. ABD-NATO haksız, Rusya da haklı değildir! Kendini ABD-NATO emperyalizminin oyununa alet eden Ukrayna Devleti de haklı değildir. İki kutuptan birini tutmak, bağımsızlığını emperyalizme emanet etmek, haklı olmayı ortadan kaldırır. Rusya, NATO ve Ukrayna hepsi yanlış yerde. Üç yanlış bir doğruyu (haklılığı) götürür ama üç yanlış bir doğru etmez! Adorno’nun vecizesini buraya uyarlarsak; yanlış savaşın haklı tarafı olmaz!
İmparatorluk, geçmişe dair bir olgu değildir. Kökleri köleci, feodal çağlarda olsa da uygarlık tarihinin temel yönelimidir. Kapitalizm bu serüvenin çağdaş boyutudur ve emperyalizm modern imparatorluktur. İmparatorluk kurma eğilimi herkesin herkese karşı savaşı, büyük olanın küçük olanı yutması, bütün iktidarların var olma özetidir. M. Akif Ersoy’un “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dediği uygarlık budur. M. Kemal’in belirttiği “Muasır medeniyetler seviyesi” de aynısıdır; dünyaya hakim olmak isteyenlerin kıtaları, toplumları çiğneyerek kapitalizme vardıkları seviyedir. Medeniyet, dişlerini halkların etinde, kemiğinde kan içinde kaybetmiş, işte geriye o tek dişi kalmıştır. O tek dişi de halkların özgürlük mücadelesiyle çekmezsek dünya bir tek dişle daha nice imparatorluk savaşlarına sahne olacaktır. İmparatorluklar ya da medeniyetler üzerinden tariflenen çok kutupluluk, yeni faşizmlerin kapışması anlamına gelir.
İşte Putin’in kendine referans aldığı imparatorluk felsefesi budur. Antik ve Orta Çağ imparatorlukları, kapitalizm koşullarına uyarlanmak isteniyor. Rusların kendilerini Ortodoks Roma’nın devamı görmeleri, Panslavizm ve Avrasyacılık düşünceleri, bugünkü imparatorluk felsefesinin arka planını oluşturuyor. Nice imparatorluk yanlısı ülke var. İsrail, Nil’den Fırat’a Yahudi hakimiyetinde bir imparatorluk hayal ediyor. Almanya Pancermen, Ari ırkına dayalı bir imparatorluk kurmak için iki dünya savaşı çıkardı. İngiltere’nin hedefi ‘güneş batmayan’ Britanya’dır. Yunanistan’ın Megali İdea’sı Bizans İmparatorluğu’dur. Arabistan Panarabizm ile Müslüman dünyaya hakimiyet amacı güdüyor. ABD tek kutuplu dünya hakimiyeti istiyor. Çin, Japonya, Hindistan; Asya İmparatorluğu’nu kaldıraç olarak kullanma gayretinde. Çin’in gözü de Japonya’nın gözü de dünya hakimiyetindedir. Dünyayı ekonomik sömürü alanına çeviren Çin, II. Dünya Savaşı’nda ABD’yi vuran Japonya, başka hangi amaçla yapmış olabilirler bunları? Türkiye’de Osmanlı ekseninde yeni Osmanlıcı bir eğilim ve Panturanizm- Avrasyacılık üzerinden bir düşünce akımı vardır. Daha pek çok ülkede benzer görüş ve hedefler bulunabilir. Bu imparatorlukların bazıları şimdiden mevcuttur: ABD, AB, Çin, Rusya. Dünyayı da bunlar belirliyor.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya’da Avrasyacılık teorileri tartışılır. ABD ile yapılan çok kutuplu dünya sözleşmesi de buna ayrı bir zemin sunmuştur. Rusya, varoluşunu yeniden anlamlandırmaya, bir kimlik inşa etmeye girişir. Sınırsız, sınıfsız bir toplum hedefinden vazgeçildiğine göre kapitalist dünya içinde kendini bir yere oturtmaya çalışır.
Rusya, Slavcılık ve Ortodoksluk eksenli bölgesel liderliğini sürdürmek istiyor. Eski SSCB topraklarında Rus İmparatorluğu ile devam edilmesi, zamanla Avrasya egemenliği ve dünya hakimiyeti hedeflenmiştir. İlk önce dünya egemenliği pek öne çıkmaz, Avrasyacılık esas amaçtır. Avrasyacılık da Batı hegemonyasına karşı kendini savunma, var etme refleksleriyle ilgilidir. NATO’nun doğuya yayılmasına karşı Avrasyacılık. Amerika’daki tartışmaların Rusya’daki karşılığı, Rus-Slav, Ortodoks (ve bölgesel kültürlerin denetimiyle) bir emperyalist kutup yaratmak şeklinde belirginleşir.
90’lardan sonra Rusya’da esas tartışma Avrasyacılık’tır ve bunun stratejik üretimini üç teorisyen yapmıştır: Lev Gumilev, Aleksandr Panarin, Aleksandr Dugin. Bu teorisyenlere geleneksel bir düşünceyi sürdürdükleri için Yeni Avrasyacılar deniyor. 19. yüzyıl Avrasyacıları da “klasik” kabul ediliyor.
Rusçu Avrasya düşüncesi Çar Büyük Petro (Deli Petro) zamanına (1672-1725) kadar giden, Batılılaşmaya karşı çıkancalarca oluşturulmuş bir ideolojidir. Çar’ın Avrupa’yı örnek alıp Batı’nın yolunu izleme isteğiyle kapitalizmi yukarıdan aşağı devlet eliyle geliştirmek istemesi tepkilere neden olur. Devlet eliyle kapitalizmi geliştirmek pek çok yerde denenmiştir; Almanya, Japonya, Türkiye vb. (Ama devlet müdahalesinin olmadığı hiçbir kapitalist gelişme de yoktur. Kıtaların sömürgeleştirmesi olmasa, Avrupa’da zorla “çitleme” olmasa yani “serbest rekabet emperyalizmi” olmasa kapitalizm bu hale gelebilir miydi?) Deli Petro’nun Batılılaşma hamlelerine karşı Rusya’da üç fikir akımı gelişir: Batıcılık, Panslavcılık, Avrasyacılık.
Avrasyacılar, Batıcıların görüşlerini Avrupa merkezcilik olarak nitelendirir ve reddederler. Slavcılığı da Rusların melezleşmiş bir halk oldukları, Slav ve Moğol-Tatar bileşimine dayandığı için kabul etmezler. Ama bunun şovenizm olduğunu ileride göreceğiz. Avrasyacı İmparatorluk fikri, 19. yüzyılda Hamiyakov, Kiriyevski, Solovyev, Dostoyevski, Leontyev ve Danilevski gibi önemli düşünürlerin görüşlerine kadar uzanır. Avrasyacılık, 17 Ekim Devrimi’ne kadar önemli tartışmalara yol açmıştır. Bir fikir geleneği yaratmıştır. Bu fikir geleneği sürdürenlerin büyük kısmı ise sosyalizm düşmanıdır. Ekim Devrimi’yle birlikte Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gider ve görüşlerini oralarda yaymaya devam ederler. Sosyalizme yakın olanlar Sovyetler’e geri döner ama büyük bölümü faşizmi sosyalizme yeğler, Avrupa’da kalır. Klasik Avrasyacıların önde gelenleri şunlardır: Prens N. S. Trubetskoy, Roman O. Yakoloson, Petr N. Savitski, Petr P. Savçinski, V. Vernadski, E. Hara-Davan, N.N. Alekseyev, V.N. İlyin, L.P. Karvasin, K.A. Çkeidze, George V. Horovski vd.
Görüşleri yanıltıcı bir şekilde ırkçı değilmiş izlenimi verse de Rus eksenlidirler ve diğer milletler Rus kimliği sentezinde eritilmektedir. Bazıları Moğol bazıları da Türk halklarını Rus karakterinin özü sayar. Etnik temeli melezlikle kamufle edilmeye çalışılan, coğrafya ve devlet merkezli bir imparatorluk düşüncesidir.
Trubetskoy “Kardeşlerimiz sadece Slavlar değil, inanç ve dilde değilse bile kan, karakter ve kültürde önemli bir kısmını devletçiliğimizin himayesi altında birleştirdiğimiz Turanlılardır.”, “Rus halkı ve Rus dünyası ne Avrupalı ne Asyalı; Avrasyalıdır.” der. Klasik Avrasyacılar için devletçilik de varoluşsal bir olgudur. Devletle Rus Avrasyası eşittir. Rus Avrasyası bir mekan olarak nasıl orada yaşayanlarla bütünleşmiş bir sentez, onkolojik bir olgu ise devlet de aynı kapsamda ele alınır.
Trubetskoy “Türk kanı, Rusların damarlarında Ugor-Fin ve Slavlarınki ile karışmıştır” der. Türk, Turan, Moğol halklarını, Cengiz Han’ı, Moğol İmparatorluğunu, Altınordu Devleti’ni eksen aldığında bir gerçeklik payı vardır. Ama asıl niyeti Moğolları ve Türkleri, Rus İmparatorluğu’nun denetiminde tutmak için Avrasyacı Rus şovenizmiyle uyutmaya çalışıyor. Moğol ve Türk halklarının ayrılmalarını engellemek için ideolojiler türetiliyor. Avrupa merkezciliğe, Batılılaşmaya karşı güçlü bir Rus Avrasyacılığının yolu; Çarlık Rusyası’nın egemenliği altındaki halkları yine kendi bünyesinde tutmak olarak belirlenmiştir. Slav ırkçılığı “kardeşlik” adı altında gizlenmiş, Rus kanında karışmış “sentezle” de Rus ırkçılığı yapılmaya devam edilmiştir. Sentez kanla, genetikle ilgiliyse o sentez neden Rus olarak anılsın? Adı üzerinde “sentez”! Yeni hiçbir etnik yapı değil onların “bileşkesi”. Türkler ve Moğollar da kalkıp o senteze kendi adını verirlerse Rus Avrasyacılarının teorileri boşlukta kalmaz mı?
Slav etnisitesi; coğrafi temel, Ortodoksluk esaslı, devletçilik mutlaklığında örülmüş klasik Avrasyacılık diğer milliyetçilere karşı bir milliyetçiliktir. Diğer etnik, dinsel yapıları muğlaklaştırıp etkisizleştirme ideolojisidir. Örneğin Türklerin birleşerek Pantürkist bir toplum olmalarına karşıdırlar çünkü bu bölücülüktür! Moğollar ayrılmak isterse onlar da hasımdır.
Klasik Avrasyacıların küçük bir kısmı Sovyetler Birliğine döner. Bunlardan biri olan Suvçinski’nin şöyle bir değerlendirmesi var: “Enternasyonalizm bizim şarkımızdır ancak arzumuz onu tinselleştirmek ve ona farklı bir anlam vermektir.”
Yeri gelmişken; Ekim Devrimi’nden yıkılışa kadar Sovyetler’de daima bir Rus şovenizmi olduğunu vurgulayalım. Başlı başına bir konudur, kısaca şu örneği verip geçelim. Çarlık İmparatorluğu bir halklar hapishanesiydi. O halklar denizinden devrim yapmak isteyen parti ise Rus etnik yapısı ile isimlenmişti: Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP). Devrimden sonra bunun Sovyet halklarına uygun düşmediği söylenerek partinin adındaki Rus kavramını kaldıralım, denir. Fakat bu görüş merkez komitede bile kabul edilmez. Lenin o zaman “Bolşevik Partisi boğazına kadar Rus şovenizmine batmıştır.” der. Partinin adı önce Rusya Komünist Partisi yapılır. Çarlığı yıkan parti, adındaki Rus kelimesini kaldıracak kadar ideolojik güce sahip değildir! Bu ancak Lenin’in ölümünden sonra gerçekleştirilir ve SKP adını alır. İsim değişir ama şovenizmin hikayesi bitmez. Devrimin asli halkı hep Ruslardır. II. Dünya Savaşı’nda sürekli Slav kahramanlığı vurgusu yapılır. Sovyetler’de büyük Rus şovenizmi, II.Enternasyonel’de de büyük Rus devlet şovenizmi vardır. 20. yüzyıl sosyalizminde değişik ülkelerde faklı biçimlerde şovenizm uygulamaları olmuştur, bu güçlü ideolojinin kırılmasının uzun bir zaman alacağı bellidir!
Klasik Avrasyacılık bir dönem adeta görünmez olmuştur. Çünkü Sovyetler Birliği Çarlık Rusyası’nın halklarını bünyesinde barındırabilmiştir. Avrasyacılara pek ekmek kalmamıştır. Fakat 89-91’de sosyalist kutbun yıkılışı ve Sovyetler’in dağılmasından sonra Avrasyacılık yeniden gündeme gelir. Rusya’nın çok kutuplu bir dünya hedeflediği bir zamanda Avrasyacılık, Batı’ya karşı bir refleks olarak gelişir. Rus aklı kendini emperyalist dünya sistemine uyarlayacak, kendine yer açacak teoriler üretmeye başladı. Kendi pencerelerinden bakarak varoluş stratejisi çizmeye çalıştılar. “Alternatif modernizm”, “karşı globalleşme”, “Rus İmparatorluğu”, “Avrasyacılık” gibi düşünceleri tartıştılar.
Yeni Avrayacılıkta üç yeni ekol oluşmuştu. Üçünün de altyapısı güçlü ideolojik argümanlarla beslenmişti ve klasik Avrasyacı köklere sahipti.
- Etnolojik Akım: Lev Gumilev’in başını çektiği tarihçi, etnolog, antropolog vb. uzmanlardan oluşan bir ekiptir. (M.İ. Atmanov, A.P. Novosokov, B.N. Zahoder, A. Kester, P.K. Kokoçev, Bolsakov vd.)
- Kültürel Akım: Öncülüğünü Aleksandr Panarin ve Boris Erasev’in yaptığı bu akım klasik Avrasyacılıktır.
- Jeopolitik Akım: Bu ekolün başını bugün artık çok bilinen, tanınan, popülerleşmiş olan Aleksandr Dugin çekmiştir. (A. Prohonov, V. Kojinov, Ş. Sultanov, V. Stepa, A. Galivikovski vd.)
Lev Gumilev, Sovyetler döneminin önemli tarihçilerindendir. Onun tarih çalışmaları bir ölçüde Avrasyacılığa zemin sunmuştur. Panarin ise uzun yıllar Sovyet Dönemi’nde Moskova Devlet Üniversitesi’nin siyasi felsefe kürsüsü başkanlığını yapmıştır. Dugin, Slav Avrasyacılarının en popüler ismi ve uluslararası liderliğini yapmış biriydi. Sonra Putin’in danışmanı oldu. Günümüz Rusya’sının stratejik yönelimlerinde büyük oranda Dugin’in etkisi vardır.
Gumilev’in tarihsel zemin ve perspektif oluşturduğu Avrasyacılık anlayışına göre, tarihsel Kiev Devleti, Avrasyacı devletin başlangıcıdır. Rus-Türk etkileşimi bu döneme rastlar. Kiev’i başlangıç sayması Ukrayna’yı Avrasya stratejisinde olmazsa olmaz bir yere yerleştirmektir. Öyleyse Ukrayna Rus İmparatorluğu’nun merkezidir ve ayrı olması da düşünülemez! Türk-Rus meselesi de Orta Asya Türklerini Rus merkezli dünya içinde tutmanın düşünsel-tarihsel temelini hazırlar.
Panarin ise modern Rus devlet geleneği Moğollarla başlar, der. Panarin de Moğolları kaybetmeme kaygısıyla konuşur. Bazen Moğollar ve Türkler aynı etnik yapı şeklinde sunulur, böylece bir taşla iki etnik yapı avlanmaya çalışılır. Panarin düşüncesi, farklı kültürlerden ve medeniyetler çatışmasının tezlerine yakın analizler taşır: “Çin, Müslüman dünya ve Ortodoks medeniyetler Batı’ya kendi cevaplarıyla karşı koyabilirler.” Huntington gibi farklı kültürlerden ve medeniyetlerden oluşan çok kutuplu dünya öngörüyor. Huntington da dünya düzenini medeniyetler üzerinden sağlanacağını belirtmişti: “Dünya ya medeniyetler temelinde bir düzene kavuşacaktır ya da düzensizlik devam edecektir.”
Batı nasıl Doğu’yu düşman görüyor ve stratejisini buradan kuruyorsa Panarin de aynı mantığı tam tersinden kuruyor. Dünya, modern Batı ve Ortodoks Rusya’nın da içinde olduğu üçüncü dünya şeklinde kutuplaşmıştır. Doğu, Batı’ya karşı kendi medeniyet kökleriyle karşı koymalıdır. Panarin’in bir diğer önemli tespiti de “yeni savaşlar” dediği analizidir.
“Soğuk Savaş’tan sonra anlamaktayız ki ‘IV. Dünya Savaşı’ başlamıştır. Bu, dünyanın bütün kaynaklarını elde etmeye çalışan hegemonik devletlerin başlattığı bir savaştır. Temel hedefin, düşmanın cismen yok edilmesi olan klasik savaşların aksine yeni teknoloji ile yürütülen post-klasik savaşın hedefi insan ruhu, maneviyatı ve zihnidir.” Hegemonik devletlerin kendi aralarında bir savaşa girişmedikleri bu anlamda post-klasik savaş halinde oldukları doğrudur. Ama Soğuk Savaş sonrası emperyalistler klasik savaşlarla pek çok ülkeye müdahale ettiler. Belli ki Üçüncü Dünyaya karşı klasik savaşlar daha devam edecek. İşte son örnek Panarin Rusyası’nın Ukrayna’daki klasik savaşı! Belki de Panarin, Avrasya stratejisinin ve çok kutuplu dünyanın kansız, savaşsız kurulacağını düşünüyordu!
Aleksandr Dugin, bugünkü Rus jeopolitiğini ve imparatorluk stratejisini oluşturmada kilit isimlerden biridir. Rus Devleti’ne akıl hocalığı yapmak için pek çok kitap yazmıştır; makaleler, konuşmalar vs. Rus Avrasyacılığını örgütlemek için uluslararası düzeydeki oluşumların başını çekmiştir. Kitapları, düşünceleri Türkiye akademi dünyasında, siyasetçiler içinde vs. biliniyordu. Fakat kamuoyu onu “15 Temmuz Darbesi’ni haber veren adam” olarak burjuva basına yansıdığında ve 15 Temmuz sonrası Türkiye’ye geldiğinde tanımış oldu! Dugin’in görüşlerini okuduğunuzda adeta Putin’in atmış olduğu politik adımları ve Rusya’nın stratejik hamlelerini önceden görmüş oluyorsunuz.
Aleksandr Dugin, Rus Avrasyası’nı, Rus Devlet geleneği ve Sovyet coğrafyasını temel alarak yeniden kuruyor. Emperyalist bir Sovyetler Birliği’ne işaret ediyor. ABD (Atlantik) hegemonyasına karşı çok kutuplu bir dünyayı, çok merkezliliği esas alıyor. ABD’ye karşı Almanya merkezli Avrupa, Japonya ve İrlanda ittifak istiyor. Avrasya, Atlantik’le savaşmak zorundadır ve bu onun kaderidir! Ruslar merkezde ve imtiyazlı olacaklardır. Hedefi modern bir Çarlık Rusyası’dır. Tarihin gidişini tayin edecek savaş “kara” ve “deniz” arasındaki çatışmadır. Dugin, gözünü emperyalist hegemonyaya diktiği için çok “cesur” öneriler sunuyor. Rusya’nın önünde engel olarak gördüğü yerleri bölüp parçalamakta tereddüt etmiyor. Aynı zamanda Nazilere sempati duyuyor. Nasyonal Sosyalizm’den “Nasyonal Bolşevizm” türetip ‘arisofi’ kavramını devşiriyor. Dugin’in hedeflediği imparatorluğun temel hedefi nedir, nasıldır onun sözleriyle görelim: “Bu (müstakbel) imparatorluk, bölgesel devlet ya da ulusal devlet olmamalıdır.” “Yeni bir imparatorluk olarak kurulmalıdır.” “Ortodoks ve muhafazakâr olmalıdır.” “Rusya, Avrasya ile özdeştir.” “Rusya’nın cihan hakimiyeti için mücadelesi bitmemiştir.” (Avrasyacılık)
Avrasya, dünya hakimiyeti için mutlaka alınması gereken bir basamaktır. İngiliz Mac-Kinder’in Kara Hakimiyet Teorisi’ni hedeflediği anlaşılıyor. Dünya egemenliği Avrasya’dan geçer. Hedef sadece ‘kaybedilen topraklar’ değildir. Putin, asıl amacını gizliyor ama Dugin niyetini hiç gizlemiyor. “Rusya’nın jeopolitik ve jeostratejik egemenliği için gereken sadece kaybedilen ‘yakın çevrenin’ yeniden kazanılması ve Doğu Avrupa ülkeleri ile müttefik ilişkilerinin yeniden tesisi değil, aynı zamanda kıtasal Batı (öncelikle Amerika güdümlü NATO’nın Atlantikçi himayeciliğinden kurtulmaya meyleden Fransız-Alman Bloku) ve kıtasal Doğu (İran, Hindistan ve Japonya) devletlerinin Avrasya Bloğu’na dahil edilmesidir.”Dugin’in bu ve daha pek çok olgusal önerilerinin ne kadarı gerçekleşti, ne kadarı yanlışlandı, ne kadarı gerçekleşecek? Bunlar büyük bir strateji açısından teferruattır. Önemli olan Avrasya stratejisi bağlamında ısrar var mıdır?
Dugin, Türkiye’yi hasım görüyordu ama sonra fikrini değiştirdi. Çin olası rakip, Hindistan engel diye düşünüyordu. Şimdi bu güçler Rusya ittifakındadır. Japonya ise ABD’nin yanında vs.
Dugin’in Avrasya Stratejisinde, Türkiye Atlantik Cephe’de görüldüğü için düşman sayılmıştır. Orta Asya Türkleri nedeniyle Türkiye yine jeopolitik düşman kategorisine yerleştirilir. Bu yüzden Türkiye’nin Turanist politikalarının engellenmesi savunulur. Pantürkizm Atlantikçilikle özdeşleştirilir. Hatta Türkiye’yi zayıflatmak için Kürt ayrılıkçılığını desteklemek, Ermeni-Kürt akrabalığını vurgulayarak Türkiye’yi kışkırtmaktan yanadır.
Türkiye’nin jeopolitiğini değiştirmek için İran’ı Orta Asya Bloku’na katmak gerekir, diyor. (Kattılar da.) Türkiye’nin Rusya ile ileri düzeyde ilişkiler geliştirmesi nedeniyle Dugin görüşlerini değiştirir(!) İş birliğini mümkün görür. 90’lardan sonra Türkiye’nin Avrasyacılık arayışına meylettiğini, bölgesel güç olmak için çabaladığını, Soğuk Savaş sonrasının değişen dengelerini kullanmak istediğini biliyoruz. Dugin de bu eğilimi gördüğü için, iş birliği yapmanın nedenini şöyle açıklar: “Çünkü Türkiye, Avrasya Devleti olduğunun farkına vardı.”(!)
Türkiye NATO üyesidir ve Türk devlet sınıfları Doğu-Batı denkleminde ikilemler yaşıyor. Hem NATO’cu olup hem Rusya ile denge siyaseti yürütmenin sonuçlarının görüleceği bir döneme giriyoruz. Bugün “iş birliğini” uygun gören Rusya’nın, yarın Türkiye’nin Batı’ya doğru daha fazla meyletmesiyle yine Türkiye’yi “düşman” ilan etmesi mümkündür. Rusya aslında Türkiye’yi hala Atlantikçi olarak görüyor. Gerçek görüşünü şimdilik çok dillendirmiyor. Türkiye’yi belki Avrasya Bloku’na çeker, NATO’dan çıkarırım taktiği izliyor. Buna rağmen Karadeniz’den bahsederken Osmanlı-Rus düşmanlığı üzerinden bir tarih açıklaması yapmadı mı Putin? Batı ve Doğu arasında kalarak bölgesel güç olunamaz. Coğrafi pozisyonu nedeniyle önemli bir yerde olsa da köprü vaziyetinden lider ülke çıkmaz. Buna ne Rusya ne de ABD izin verir. Dugin, bunu açıktan söylüyor. Kürt ve Ermenileri kışkırtalım, diyor. Bunun bir adım sonrası eski Rus topraklarını verin, diye kapıya dayanmayacaklarının kim garantisini verebilir?
Dugin daha pek çok ülkeyi, bölgeyi hatta Rusya’yı bile parçalamakta sakınca görmüyor. Kimini müttefik kimini hasım ilan ediyor. “Geleceğin Avrupa’sını Almanya gerçekleştirecek ama Ruslar da onlara yardım etmelidir. Almanlarla ciddi ilişkiler kurmak lazımdır. İlişkinin ciddiyetine inansınlar, diye eski Alman toprağı olan Kaliningrad’ı onlara geri verelim.” Adam büyük oynuyor, gözünü karartmış, dünya imparatorluğunun geleceği yerden kazı esirgemiyor. Belarus Rusya’yla birleştirilmelidir. Ve geldik Ukrayna’ya: “Ukrayna, Rusya’nın en büyük jeopolitik sorunudur. Etnik ve kültürel şartlara uygun olarak parçalanmalıdır.” (Parçalıyorlar; Kırım, Luhansk, Donetsk!)
“Ermenistan, Rusya ve İran tarafından desteklenmelidir. İran üzerinden sıcak denizlere inmelidir. (Suriye üzerinden indiler, Karadeniz’i de hakimiyetlerine almak üzereler.) Azeriler, Türk yanlısı eğilimi devam ettirirlerse İran ve Rusya tarafından parçalanmalıdır. (Türkiye-Azerbaycan yakınlaşmasını bu tehlike bekliyor.) Karabağ konusu; Atlantikçiler dışarıda bırakılarak Rusya, İran, Azeri ve Ermeniler tarafından çözülmeli. (Türkiye de dahil oldu.) Çeçenistan, Dağıstan ve İnguşetya’dan ayrılarak Hazar Denizi’ne çıkışı kapatılmalı. Ermenistan’ın Kafkaslarda oynadığı rol, Orta Asya’da Tacikistan’a verilmeli. Rusya sıcak denizlere inmeli, batıda denizlere sahip olmalı.”
Dugin ayrıca Turanizmde Rus öz kimliği arayışını görür. Orada Rus öz benliğini bulur! Slav ve Türk bileşimine dayalı Velikorus halkını Heartland’la (Rus-Avrasya) özdeşleşen “kıtasal devlet”in ekseni sayar. Pan-Turanizmi düşman sayarken Orta Asya Türklerini de Rus öz kimliğinin ve kıtasal devletlerinin ekseni kabul eder! Bu düşünce klasik ve yeni Avrasyacıların ortak düşüncesidir. Türkiye’nin Azerbaycan’dan doğuya doğru Türklerle kuracağı her türlü ilişki de Ruslarla stratejik düzeyde karşı karşıya geleceği bellidir. Rus emperyalizmi, Orta Asya Türkleri benim denetimimden çıkmaz, diyor. Kazakistan’a yapılan müdahale bunun kanıtıdır.
Yeni Rus Avrasyacıları, hem Panslavizmi hem de 19-20. yüzyılın klasik Avrasyacıların düşüncelerini de kapsayacak bir strateji oluşturmuş ve bu Avrasyacı görüş, Rus Devleti’nin görüşü haline gelmiştir. Avrasya bir strateji bağlamında bütün emperyalist güç odaklarının ilk hedefidir. ABD-İngiltere, AB, Rusya ve Çin Avrasya üzerinden büyük bir hegemonya mücadeleleri vereceklerdir. 21. yüzyılın coğrafyaya dayalı bu egemenlik mücadelesi zayıf uluslar üzerinde bazen vekalet savaşları bazen de doğrudan askeri müdahale şeklinde yaşanmaya devam edecektir.
Ukrayna hem ABD hem de Rusya için Avrasya stratejisinde kilit noktalardan biridir. Bunu 20. yüzyılın politikacıları, savaş kurmayları, strateji teorisyenleri adını vererek ortaya koymuşlardır. Ukrayna emperyalist hegemonya savaşının kurbanı ve araç haline getirilmiş ülkesidir. Yugoslavya, Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Kazakistan, Ermenistan vb. ülkelerde ne yaşandıysa Ukrayna’da da o yaşanmaktadır. Rusya büyük olasılıkla Ukrayna’yı kurguladığı stratejinin parçası haline getirecektir.
Kapitalist teknolojinin geldiği boyut düşünülürse coğrafi temelli stratejilerin sonu gelmiştir. Avrasya üzerinden stratejik egemenlik yarışı ne kadar klasik savaş yöntemleriyle sürdürülür bilinmez. Ama dünya hakimiyeti yeni enerji ve yeni teknolojilerden geçiriyor. Coğrafi büyüklüğe sahip olmak hele de kaynakları zayıfsa, emperyalist kutup olmaya yetmez. Küçücük İsrail 6-7 Gün Savaşları’nda Arap dünyasını perişan etmişti. Rusya bu haliyle bütün Avrupa’nın en az üç katıdır, Çin’in en az iki, ABD’nin en az iki katıdır ama hiçbiri kadar güçlü bir kapitalist gelişime, üretim teknolojisine, yeni teknolojilere ve ekonomiye sahip değildir. Salt askeri güçle ve coğrafi genişlikle, etnik aidiyetle, dinsel ortaklıkla büyük bir kutup olmak mümkün değildir. Çin mevcut haliyle 21. yüzyılın patronu olmak üzere. Teknik kapasitesi ve üretim düzeyi yüksektir. Askeri savunmasını da günün koşullarına uygun teknolojilerle güçlendirirse engellenmesi zordur. Yine de her emperyalist güç yayılmacıdır ve yayılmadan vazgeçmeyecektir.
Emperyalist güç odakları bundan böyle birbirlerinin “arka bahçeleri”ni karıştırmaya çalışacaklardır. Etnik-ulusal meseleler, bölgesel anlaşmazlıklar, sınır sorunları, dinsel-mezhepsel meseleler kışkırtılacak ve hegemonya savaşı bu çelişkiler üzerinden vekalet savaşlarıyla sürecektir. Emperyalistler, güçleri yettiği yerde bazen birleştirip bazen bölerek ülkeleri denetimlerinde tutmaya devam edeceklerdir. Emperyalist sistemde birbirine bağımlılık ilişkisi dezavantaja da dönüşebiliyor. Dolayısıyla en temel yaşam kaynaklarını, her emperyalist kendisi üretmek isteyecektir; su, gaz, petrol vb. tarım ürünleri, savunma teknolojisi, iletişim-enformasyon ağları teknolojisi vb. sahip olmanın yolunu arayacaktır.
Emperyalist hegemonya savaşı Avrasya’ya kilitlenmişken, halklar dünyasının kaderi de bu çelişkiler ortasında göstereceği tavırlarla belirlenecektir. Avrasya’daki hegemonya bütün dünyayı bağlayıcı etkiler gösterecek 21. yüzyılın sosyalist devrimleri bile buna bağlı gelişecektir. Emperyalist kapışmalardan fay hatları, ciddi boşluklar çıkacaktır.
Onlar birbirlerinin arka bahçelerindeki etnik, din-mezhep sorunlarını kaşıdıkça, halklarda iradeleşmenin yollarını aramaya başlayacaktır. Mevcut durumun gösterdiği gelişmeler halklar dünyasında üç şeyi öne çıkarıyor:
1- Sosyalistlerin güçlü olduğu yerlerde sosyalist devrimler olasılığı yüksektir.
2- Emperyalist odakların yarattığı yerel-bölgesel-ulusal çatışma alanlarında ciddi boşluklar oluşacak ve bütün iktidarı tasfiye edecek güçte olmayan yeni Paris Komünleri (otonomiler-özerklikler-yeni yerel iradeler) için koşullar belirecektir.
3- Sosyalist devrim ve Paris Komünleri’nin boy vermediği yerde kaostan ırkçılık, dinsel ve mezhepsel çatışmalar, fanatizmler güçlenecek. Yeni Kavimler Göçü ortaya çıkacak.
Sistem dışı hareketler açısından da kendilerini sınama yüzyılıdır. Ya kapitalizme karşı cepheden tavır alıp burjuva iktidarını tasfiye ederek devrimlerini gerçekleştirecek ve kendi özgürlük anlayışlarına göre sistemler kuracaklardır ya da devrimcilikten bahsetmeyi bırakacaklardır.
Bu konuda öncelikle kimsenin sistemine bir şey demeden burjuvaziyi tasfiye etmek ve hedefini somutlaştırmak perspektifinden bakarak konuşuyoruz. En küçük birimde bile sistemini yaşatabilmek için orada egemen sınıfı tasfiye etmek gerekir. İster otonomi, ister komünal isterse bütün iktidarı tasfiye ederek devletli ya da devletsiz (sosyalizm-anarşizm-feminizm-ekolojik) toplum kurmak şeklinde olsun. Herkesin kendi ideolojisiyle, kendi devrim anlayışıyla ölçülüp tartılacağı bir dönem. Hepimiz bu sınavdan geçeceğiz. 21. yüzyıl geçmişle hesaplaşma ve yeni bir özgürlük inşasının da sınanacağı zamandır.
Halklar dünyasını, emperyalist imparatorlukların, çok kutuplu güç odaklarının strateji kurbanları olmaktan çıkarmanın tek yolu; emperyalist savaşlara hayır demekten ve özgürlük mücadelesini yükseltmekten geçer. Halklar iradeleştiğinde, emperyalizmin orduları, silahları, uçakları, tankları kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir.
Başka gezegenlerde yaşam belirtisi var mı, su var mı diye uzayı kolaçan etmelerinin nedeni, kaçacak yer aramaya başladıklarını gösteriyor.
Tam da bu nedenlerle emperyalistlere karşı dünyanın bütün meydanlarında geniş toplumsal dayanışmayla, hedefi net, sloganı net bir şekilde çıkacak tarzda, açıktan mücadele yürütmek çok önemlidir. Küçük radikal grupları yenebilirler, zayıf devletleri de yenebilirler. Ama eğer karşılarına halk dikilirse bunu yenemezler. Hele o halklar bir de özgürlüklerini koparıp alacak araçlara da sahipse!
Tek kutuplu, çok kutuplu, imparatorlukçu emperyalistler dünyasının önüne, tek kutuplu halklar ve özgürlükler dünyası olarak çıkma zamanıdır.
Mart 2022
Kaynaklar
- Avrasyacılık-M. İsmayilov- Doğu-Batı
- Türklerin Jeopolitiği ve Avrasyacılık-S.İlhan-Bilgi Yayınları
- Jeopolitik ve Jeokültür-I. Wallerstein-Küre Yayınları
- Türkiye’nin Düzeni-D. Avcıoğlu
[1] Türkiye’nin Düzeni-D. Avcıoğlu
[2] Dünyaya Neden Batı Hükmediyor -I. MORRİS-Alfa Yayınları