Endonezya karşı devrimi – Alex De Jong | Komün Çeviri

Vannessa Hearman’ın, Unmarked Graves: Death and Survival in the Anti-Communist Violence in East Java, Indonesia (İsimsiz Mezarlar: Endonezya Doğu Cava’da Anti-Komünist Vahşette Ölüm ve Hayatta Kalma Mücadelesi) (National University of Singapore Press, 2018) kitabı üzerine inceleme.

Endonezya soykırımı, yirminci yüzyılın en korkunç suçlarından biriydi. Mağdurları, kolonyalizme karşı mücadele eden Endonezya’nın kendi kaderini tayin hakkı için savaşan solculardı. 

1965 sonları ve 1966 başlarında, ülkenin etkili soluna yöneltilen bir şiddet dalgası Endonezya’yı sardı. Daha bitmeden yarım milyon insan ölmüştü ve ülkeyi onlarca yıl yönetecek sağ kanat General Suharto, iktidara biraz daha yanaşmıştı.

Vannessa Hearman’ın Unmarked Graves: Death and Survival in the Anti-Communist Violence in East Java, Indonesia’sı (İsimsiz Mezarlar: Endonezya Doğu Cava’da Anti-Komünist Vahşette Ölüm ve Hayatta Kalma Mücadelesi)  bu toplu katliamın etkilerini ve solcuların direnişteki çabalarının az bilinen tarihini anlatıyor. Düzinelerce röportajdan yararlanarak, zulme uğrayanları yalnızca meçhul kurbanlar ya da soyut ideolojilerin temsilcileri olarak değil; yaşayan, nefes alan insanlar olarak gösteriyor. Harekete katılmak için onları neyin motive ettiğini, hayatta kalma mücadelelerini nasıl geliştirdiklerini ve nasıl direndiklerini öğreniyoruz.

Endonezya Komünist Partisi (PKI)’nın ölümü ve yeniden doğuşu

1960ların başlarında Endonezya Komünist Partisi’nin(PKI) sayılı yaklaşık 2 milyon üyesi vardı. Müttefik kitle örgütlerinde milyonlarca kişi daha örgütlendi. 1955 seçimlerini -katliamlardan önceki son ulusal seçim- parti oyların %16’sından fazlasıyla bitirdi ve birkaç yıl sonra Doğu Cava’da neredeyse %30’la kazandı. PKI ve çevresindeki hareket, ateşli emperyalizm karşıtı retoriği ile otokratik iktidarı birleştiren Endonezya Devlet Başkanı Sukarno’nun önemli bir müttefikiydi.

Altmışların PKI’sı Hollanda sömürgeciliğine karşı Endonezya’nın mücadelesinden doğdu. 1926-27’deki başarısız isyanların ardından, Hollanda 1300 şüpheli komünisti meşhur Boven Digul esir kampına sürerek partiyi enkaz haline getirdi. PKI’nın organları illegale çekildi ve cephe örgütleri aracılığıyla çalışmaya başladı. Çok geçmeden, 17 Ağustos 1945’te Sukarno ve Mohammad Hatta Endonezya’nın bağımsızlığını ilan ettiler. O yılın Ekim ayından itibaren, PKI tekrar açıktan faaliyet yürütmeye başladı.

Solcular, -Sukarno’nun ilanına rağmen- ülkeyi yeniden sömürgeleştirmeye çalışan Hollanda’ya karşı devam eden askeri ve siyasi mücadelede belirgin bir rol oynadı. Buna rağmen, Hollanda sömürgeciliği ile mücadelenin ortasında, parti ikinci kez neredeyse yok edildi. 1948 Eylül’ünde Endonezya solu ve sağı arasındaki gerginlikler tırmanırken, solcu güçler Doğu Cava şehri Madiun’un kontrolünü ele geçirdiler. Hatta ve Sukarno liderliğindeki Endonezya hükümeti hareketi hızla ezdi. Hükümet güçleri PKI liderlerini öldürdü ve parti kendini yine illegale sürülmüş buldu.

Ellilerin başında, parti yeniden inşaya kadar geriledi. Dipa Nusantara Aidit’in başkanlığı ve Njoto ile Lukman’ın vekilliği ile yeni, daha genç bir liderlik kuruldu. Hollanda sömürgeciliğine karşı hızla ilerleyen bu kuşak, PKI’ya katılımlarını Endonezya’nın kendi kaderini tayin etme mücadelesinin bir ardılı olarak görüyordu. Hollanda sömürgeciliğinin püskürtülmesiyle, şimdi baş düşman genel olarak Batı Emperyalizmiydi. Hükümeti devirmek, adil, refah sahibi bir Endonezya rüyasını gerçekleştirmek için önkoşuldu.

O sırada, Endonezya kısmen açık, parlamenter bir demokrasiydi ve yeni liderlik, partiyi neredeyse imha eden bir tür baskıdan kaçınmak için büyük ölçüde ve etkili bir şekilde büyümeyi savunuyordu. Açık, yasal bir parti olarak çalışmaya karar verdi.

1957’de Başkan Sukarno yeni bir siyasi rejim getirdi: “Güdümlü Demokrasi”. Sukarno’ya göre, parlamenter demokrasi, politik istikrarsızlık ve didişen siyasi partiler üretti. Güdümlü Demokraside, parlamentonun ve partilerin rolü azaltılırken “rehber” Sukarno’nunki birliği sağlamak için artırıldı. Hearman, modeli, “merkezdeki Sukarno ile özünde otoriter bir sistem” olarak tanımlıyor.

PKI, Güdümlü Demokrasiyi, Hearman’ın sözleriyle “çift taraflı kılıç” olarak buldu. Sukarno’nun bir müttefiki olarak, PKI, (aynı zamanda rejimin otoriterliğinin bir kısmını protesto ederken) başkanın gücünü partinin hükümetteki etkisini artırmak için kullanacağını umuyordu. Görünüşe göre, bu boş bir umut değildi. Başkan, PKI’nın kendisini halkçı başkanın “Endonezya Sosyalizmi”nin en tutarlı savaşçısı olarak sunacağı, giderek artan bir solcu tavır takındı. Hem de, Sukarno’nun sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı mücadelesinde silah yoldaşı olarak destek kazandı.

Ancak Güdümlü Demokrasinin PKI için ölümcül olan bir başka yüzü vardı. Yeni düzenlemede ordunun rolü mantar gibi çoğaldı ve ordu, güçlerini Komünist Partinin varolan demokratik alanını daraltmak için kullandı. PKI’nın başkanla -giderek hareketin orduya bir karşı ağırlık olduğuna inanan- ittifakı yalnızca sınırlı bir koruma sağladı.

1962’deki yazıda, ABDli akademisyen Donald Hindley partinin çıkmazda olduğu sonucuna vardı:

Bugün beş yıllık sıkı ittifaktan sonra, PKI iktidarı kazanmaktan olabildiğince uzak hatta her zamankinden daha da uzakta görünüyor. İki esas ve ilintili sebep bunu açıklıyor: ordunun güçlendirilmesi ve tahkimatı ile PKI’nın evcilleştirilmesi olarak adlandırdığım şey. Ordunun güçlendirilmesi ve tahkimatı, Sukarno’nun önleyemediği ve politikalarının dolaylı yoldan teşvik ettiği bir süreçti.

Hindley, Güdümlü Demokrasinin, “PKI’nın olası iktidar varsayımlarına etkili engeller yarattığını” yazmıştı. Devamla “böylece Parti Sukarno’ya destek sağlıyor, ancak ittifaktan ana amacı olan iktidar gücüne yönelik fayda sağlayamıyordu.” Bir kördüğümle karşı karşıya gelen PKI, toprak reformu için kampanyalar başlatarak yeni bir yol çizmeye kalkıştı. Önceki seçimler, partinin kırsaldaki oransal zayıflığını kayıt altına alırken, PKI köylü sınıf mücadelelerini kışkırtmayı ve fakir çiftçilerin arasında destek bulmayı umuyordu. Bu yeni yaklaşım, toprak sahipleri ve onların orduyla dini örgütleri de içeren müttefikleriyle çatışmayı artırdı. Siyasi kutuplaşma yükseldi.

30 Eylül 1965 gecesi, kendilerine “30 Eylül Hareketi” adını veren bir grup alt rütbeli subay, Cakarta’da üst rütbeli birkaç subayı öldürdü. Hareketin beyan edilen amacı, güçlü sağ kanat subayları temizlemekti ve Sukarno’ya karşı bir askeri darbeyi önleme eyleminde bulunduğunu iddia ettiler.

Ancak -az sayıda PKI üyesini de içeren- acemice harekâtları korkunç bir şekilde geri tepti. Endonezya ordusu ve müttefikleri için, Endonezya solunun kökünü kazımaya doğru mükemmel bir başlangıç oldu.

Katliam başlıyor Endonezya ordusu, Hearman’ın “suçlu bloklar” olarak adlandırdığı şeyi yaratmada öncülük etti. Sağ kanat ve dini örgütlerle (özellikle NU, Nahdlatul Ulama – Endonezya’nın en büyük İslami hareketi) bir araya gelen ordu, şiddet kullanarak cezalandırdı ve PKI üyelerine yönelik çete şiddetini kışkırtan bir korku iklimi yarattı. PKI destekleyicilerinin kendilerinin çoğunun Müslüman olmasına rağmen, NU ve ordu propagandası onları din düşmanı olarak resmetti ve partiyi inançlılara karşı bir saldırı planlamakla suçladı. Hearman, bir İslami dini liderin “PKI’nın kanının helal olduğunu” ilan ettiğini aktarıyor. Bedenler parçalandı ve halkın önünde bırakıldı. Çete şiddetinden sonra, siyasi tutsakların sistematik olarak katledilmesi geldi. Doğu Cava’da, ordu ve müttefikleri yaklaşık ikiyüz bin kişiyi katletti.

Suharto yönetimindeki ordu gücünü sağlamlaştırırken, saldırılarını yalnızca PKI’ya değil, Sukarno’nun halkçı milliyetçiliğinin temeline, Endonezya Milliyetçi Partisi’nin sol kanadına ve genel olarak ilerici fikir ve hareketlerine genişletti. Sukarno giderek izole edildi. Mart 1966’da, iktidari etkin olarak Suharto’ya veren emri imzalaması için baskı yapıldı.

Son yıllarda, birçok önemli kitap 1965–66’daki şiddetin kapsamını, ordunun bunu gerçekleştirmedeki can alıcı rolünü ve kan dökmenin yeni bir siyasi rejim olan Suharto’nun “Yeni Düzeni” ndeki yolu açtığını detaylı olarak açıkladı. İsimsiz Mezarlar bunu bilime dayandırıyor. Sözlü tarih kullanımı aracılığıyla, okuyuculara partinin yerelde nasıl çalıştığı ve nasıl bu kadar etkili olduğu hakkında okuyuculara bir fikir veriyor Hearman. Hearman’ın hayatta kalan PKI destekçileri ile mülakatları, parti önderliği gibi çoğunun sömürgecilik karşıtı harekette çekirdekten yetiştiklerini ve mücadelelerini Endonezya’nın kendi kaderini tayin etme mücadelesinin bir uzantısı olarak gördüklerini gösteriyor.

Eylemcilerin kaç tanesinin öğretmen olduğu veya başka türlü eğitim faaliyetlerinde bulundukları çarpıcı. Hearman, PKI ve müttefik kitle örgütlerinin eğitim ve kampanya faaliyetleriyle moderniteyi temsil etmeye geldiğini ve “bütün ailelerle mahallelilerin parti ve ona bağlı örgütlere liyakatle saygı gösterdiğini” yazıyor.

Gerwani, bir kadın örgütü, bu çalışmada önemli bir rol oynuyordu. Üyelere hane dışında faal olma ve Endonezya ile dünya hakkında bilgi edinme şansı verirken, politik eğitim vermek, kadınların haklarını ve eşitliği tartışmak için kadınlara yardım elini uzattı. Gerwani aktivisti Putmainah, Hearman ile yaptığı mülakatta “Görüşmelerimizde” diyor, “Kadınlara, erkeklerle kıyaslandığında eşitsiz bir yükle bırakıldıklarını söyledik. Ailede daha fazla rol oynamalarını önermeleri için yüreklendirdik.” Gerwani ayrıca atom bombası ve Sovyet casusları olmakla suçlanan Julius ve Ethel Rosenberg’in yargılanması da dâhil olmak üzere uluslararası meseleler için kampanya yürüttü.

Ancak PKI ve müttefikleri ordunun şiddet harekâtı için hazırlıksızdı. Katliamın başlamasından sonra bile, çoğu kişi partinin Sukarno ile ittifakının hareketi koruyacağını umuyordu. Aksine, kıyım devam etti. Birçok kişi büyük şehirlerin anonimliği için köylerinden kaçmaya karar verdi. PKI’nın işçiler ve işgalciler arasında büyük destek aldığı liman şehri Surabaya gibi yerlerde, sürgündeki solcular yekpare topluluklar oluşturdular.

Bir süre için, ölümden kaçabilmişler gibi görünüyordu. Ancak, PKI yanlısı subayları ve ordu komutanlarını temizledikten sonra, Suharto idaresi sığınmacıler için bir ölçüde koruma sağlayan Sukarno yanlısı subaylara geçti. Solcular için şehirlerde sistematik av başladı.

Bir mağlup direniş

Hearman “1965-66’nın cinayetleri ve mahpuslukları PKI’ya çok pahalıya mal oldu.” diye yazıyor. D.N. Aidit, Lukman ve Njoto gibi mühim liderlerin hepsi 1965’in sonlarında öldürüldü.

PKI derin kökleri olan bir partiydi ancak “liderlikten geriye kalanlar, partiden kalanları enkazdan kurtarmaya çalıştı.” 1966’nın ikinci yarısında Front Anti Fasis (Anti Faşist Cephe) ve Suara Demokrasi (Demokrasinin Sesi) gibi isimler taşıyan bir dizi illegal yayın türedi. Malezya ve Endonezya Borneo’su arasındaki sınır bölgesinde, yerel PKI üyeleri Malezya komünist isyancılarına katıldı.

Partiyi hayata döndürme çabalarının bir parçası olarak, bazı PKI liderleri katliamlara yol açan nedenleri incelemeye başladı. Açıklamalar, hayatta kalan, Çin ve Sovyetler Birliği’ndeki PKI liderlerinden bu ülkelerdeki iktidar partilerinin görüşlerini yansıtır şekilde geldi. En etkili analiz, hala Endonezya’da bulunan ve hayatta kalan Politbüro üyesi Sudisman öncülüğünde bir grup tarafından yazılmıştır.

Grup, Eylül 1966’da, “Eleştiri ve Özeleştiri” (Kritik Otokritik).adıyla bilinen “Endonezya’da Halkın Demokratik Devrimi’ne öncülük etmek için Marksist-Leninist Çizgide PKI’yi inşa et” adlı bir belge yayınladı.

Belge, Aidit liderliğinin politikalarını eleştirel olarak inceledi.

Aidit, Endonezya devletinin iki unsuru olduğunu ileri sürmüştü: biri “halkın çıkarlarını (PKI ve diğer halk grupları tarafından desteklenen Başkan Sukarno’nun politikaları ve ilerici duruşu ile ortaya koyulur) temsil eder” ve diğeri “ halk düşmanlarını (sağ-kanat güçler ya da iflah olmaz tutucuların duruş ve politikaları ile ortaya koyulur) temsil eder.” Aidit’e göre, “halk cephesi” Endonezya devletinin esas ve öncü cephesiydi. Otokritik Lenin’den alıntı yaparak karşı çıktı: “Devlet kendi karşı kutbuyla (kendine karşıt sınıfla) uzlaştırılamayacak olan belirli bir sınıfın egemenlik organıdır.” Diğer bir deyişle, Endonezya’nın halk ve halk düşmanları tarafından ortaklaşa yönetilmesi mümkün değildi.

Belgede, Aidit, Sukarno ile olan ittifakın gereğinden fazla abartıldığını ve sağ kanadın gücünün hafife alındığını savundu. Endonezya’nın egemen sınıfındaki farklılıklara ve anlaşmazlıklara rağmen (Sukarno’nun kampı ve sağ kanat generaller arasında olmakla beraber), Endonezya devleti kapitalist sınıfın bir organı olarak kaldı ve silahı düşmanlarının karşısındaydı.

Bu analizi eyleme dökmek isteyen parti -kırsal bölgelere doğru yönelen ve Yeni Düzen rejimine karşı silahlı bir mücadele başlatacağı üs bölgeleri kuran- Maoist bir stratejiyi benimsedi. İsimsiz Mezarlar’ın ikinci kısmı Güney Blitar, Doğu Cava’daki böyle bir üs bölgesi kurmadaki en önemli kalkışmayı anlatıyor ve sonunda onu ortadan kaldıran askeri harekât hakkındaki mitleri dağıtıyor.

Aşırı derecede fakir ve izole edilmiş bu bölgedeki yerel halkın çoğu PKI’yı destekledi. Parti kadroları oraya yerleşmeye başladı ve yeni bir önderlik oluşturuldu. Yaşama uyum sağlamak birçok sığınmacı için başlangıçta zordu ancak yerel halk onları kabullendi ve kısa bir süre için nispeten güvende hissettiler. PKI’dan hayatta kalanlara aralarında asker ve subaylar da bulunan birkaç Sukarno destekçisi katıldı.

Ancak sığınmacıler radarın altında kalmaya çalışsalar da, ordu yeni insanların bölgeye taşındığının farkına varmaya başladı. Daha sonra katliamlara iştirak etmiş kişilere küçük çaplı saldırılar başladı. Bu saldırılar, partinin silahlı mücadeleye ciddi bir şekilde katılmaya hazır olmasından çok önce ordunun dikkatini çekti.

Bu defa, Tüm PKI karşıtı operasyon tamamen askeri kontrol altındaydı. NU gibi dini gruplarla ittifakı faydalı olmasına rağmen, ordu bu tür grupların çok güçlü bir şekilde büyümesinden ve onları gözden düşürmesinden endişe ediyordu.

Aynı zamanda Batı Medyasına da ulaştı. Ordunun ciddi bir Komünist tehdit olduğunu iddia ettiği şeye karşı yapılan başarılı bir askeri operasyon haberi, Yeni Düzen’in Batı’dan daha fazla destek alma girişiminde yardımcı olacaktı ve askeri kaynaklar, New York Times’a operasyonda en az beş bin asker ve üç bin “milis ve infazcı” yardımcının kullanılacağını bildirdi.

Operasyon bir isyan karşıtı kampanyadan çok bir avı andırıyordu. Ordu sistematik olarak bölgeyi tarıyor ve yerel nüfusu onlara yardım etmeye zorluyordu. Kilit PKI liderlerini ele geçirdiler ve daha fazla umutsuzluğa yol açmak için bazılarını hainliğe zorlamaya başladılar. Putmainah gibi bazıları yakınlardaki bir mağaraya sığındılar. Çaresiz durumunu anlatıyor: “Günü bilmiyordum, günışığını bilmiyordum, ayı bilmiyordum. Hiçbir şey yazmadım. İnsanların içine karışmadım. Belki üç ay boyunca ormanda iken sadece yaprak yedim. Sadece geceleri mağaradan çıkmaya cesaret ettim.” Sonunda, o da yakalandı.

Dört aylık operasyonun sonunda ordu ve Yeni Düzen rejimi, direnişin yeniden doğuşunu önlemek için sert bir toplum mühendisliği programı uyguladı. Köylüler birbirine yakın yaşamaya zorlandı, böylece daha kolay denetlenebilirlerdi. Endonezya devletinin resmi ideolojisi olan Pancasila’da zorunlu dersler ile sıkı bir ideolojik beyin yıkama programı başlatıldı. Dini meselelerden sorumlu askerler ile yeni camiler, İslami okullar ve ibadet tesisleri inşa edildi.

New York Times’a tekrar palavra sıkan ordu, yaklaşık iki bin parti üyesini öldürdüklerini iddia etti. Ancak, sadece iki yüz civarı sığınmacı bölgede barınak bulduğundan, zayiat rakamı birçok yerel nüfusu da içeriyor olmalı. Operasyonda birkaç düzine asker ve milis üyesi öldürüldü ve sadece otuz dört ateşli silah ele geçirildi. Hearman’ın yazdığı gibi, ordu operasyonu “Başardı çünkü sözde gerillalar silahsızdı ve ordunun askerleri ve ateşli gücü ile baş edemedi.” Derhal öldürülmeyecek kadar şanslı olan tutsaklar, işkence koşullarında yıllarca hapis yattı.

Mağduriyet ve hayatta kalma

Adaletsizlik ve zulüm ile ilgili bölümler Unmarked Graves  (İsimsiz Mezarlar)’i zaman zaman zor bir okuma haline getiriyor, ancak kitap aynı zamanda ordu şiddeti kurbanlarının direniş yollarını nasıl bulduğunu gösteriyor.

Bir korkunç hikâye: Suginem (rumuz)’in kocası öldürüldü ve köy muhtarını denetlemek için atanan askerle seks yapmak zorunda bırakıldı. Suginem yine de hayatı üzerinde söz sahibi olmak için savaştı. Küçük oğlunun askerle kaynaşmasını engelledi ve ondan eşya ya da yiyecek herhangi bir maddi şeyi almayı reddetti. Asker, köy muhtarı ile biraraya geldiğinde Suginem onların konuşmalarını dinledi, böylece kararlarından etkilenecek köylüleri uyardı. Suginem görüşmecilere askerle zorlandığı ilişkiden dolayı yaftalanmadığını söyledi. “Herkes anlıyordu çünkü bazılarının doğrudan etkilenmemesine rağmen hepimizin aynı kadere sahip olduğunu söyleyebilirdiniz.” Yedi yıl sonra, asker konuşlandırma görevini tamamladı. Suginem Güney Blitar’da hayatına devam etti.

1965’in hayatta kalanları yaşlandı ve çoğu hala konuşmakta tereddüt ediyor. Tedbirli olmak için iyi sebepleri var: Hearman’ın sonuçta belirttiği gibi, Endonezya devleti, özellikle ordu, şüpheli “komünistleri” taciz etmeye devam ediyor ve 1965 ile ilgili toplantılar sıklıkla kendilerini güvenlik güçleriyle çarpışarak İslami veya komünizm karşıtı olarak adlandıran gruplar tarafından dağıtılıyor.

Böyle bir ortamda, Hearman’ın bazı kurbanların hikâyelerini kurtarması çok daha önemli. Unmarked Graves (İsimsiz Mezarlar) sadece yirminci yüzyılın en büyük suçlarından birini anlamamıza yardımcı olmuyor. Hearman, farklı eylemcilerin hayat hikâyelerini ilişkilendirerek, iktidardakileri temizlemek için Endonezya toplumuna katkısı olan bir grup insanı diriltiyor.

Kaynak: https://www.jacobinmag.com/2019/01/unmasked-graves-review-indonesia-genocide-communist-party