Enternasyonal, bir “izm” midir? Enternasyonal/izm bir ideoloji tarafından tanımlanabilen, teorinin konusu ya da felsefe tarafından çözülmesi beklenilen kategorik bir soyutlama mıdır? İnsanlığın bir tarihsel durum olarak kendini kapitalizm altında modellediği dönem; neredeyse son üç yüz yıldır, insanlar arası ilişkileri her bakımdan belirleyen bir döngüye sahip. Kapitalist rasyonalitenin, modernliğin kurucusu olarak yürürlüğe girdiği her alanda, ulusları aşan bir aynılaştırma işlevi gördüğü de bir gerçek. Ulusları, ırkları, dinleri ve kültürleri aşan bu döngü, kuşkusuz bir rasyonalite sorunu olmanın da ötesinde, çok başka saikleri de dolaşıma sokmakla malul. Önceden var olan katı olan her şeyi, kadim ve kutsal olan her şeyi buharlaştırıp, yerine meta-fizik olanı; hem fizik, hem de fizik ötesi görünüşlere sahip “şey”lerle yeryüzünü kuşatmış olması, yeryüzünün her köşesinde her ırktan, ulustan, kültürden insanı, tek bir inanca, tek bir kutsala; meta kutsalına bağlamış olması ve bu kutsalın kıtaları aşan bir ideoloji tarafından temsil edilmiş olması, metanın-fiziğinin gücünün varıp dayandığı yerin anlaşılması bakımından da tarihsel bir durumdur. Bilindiği üzere ışığın düalist davranması; hem parçacık hem de dalga boyu olarak davranması evrende özel rastlanan bir durumdur. Aynı şekilde “meta-fizik”in ikili davranışıyla toplumsal hayata girişi de kapitalizme has özel bir durumdur. Bu özel durum, bir çağı, bir çağın insanın duygularını, davranma biçimlerini, nesnelerle girdikleri ilişki biçimlerini ve dahası her bir insanın birbiriyle girdiği ilişki biçimini kökten belirleyen bir norma sahip. Kapitalizm altında inşa edilmiş insanın da bir yönünü fizik-meta/maddenin, diğer yanını meta-mistik hayal âleminin almış olması, kapitalizm çağını anlamamız bakımından insan tarafından deneyimlenebilen pratikleri vermesi, bir çağın ulusları aşan bir anomaliyi kurduğuna da bakmayı gerekli kılar. Biz bir üretim biçimi altında bir çağa bakarken; bayraklara, dinlere, uluslara değil, kolektif bir “meta-fizik”e bakarız. Bir çağın “meta-fizik”ine. Bu fizik olan ve fizik olmayan görünüş yalnızca metalar âlemine has değildir, aynı zamanda; dünyanın sanki uluslar, dinler, sınırlar tarafından bölünmüş görünmesi gibi bir illüzyonda hastır. Buradan düşünüldüğünde ulusları aşan bir çağda yaşayıp; kendisine “enternasyonal/istim” demenin de bizatihi kurgulanış biçimi yürürlükte olan meta-fizik durumun işlevsel bir parçası olarak karşımıza çıkar. Enternasyonal/ ist(izm), ne demek? Bir ideoloji tarafından belirlenen bir tanımlama mı? Felsefe içinde bir varlık sorusu mu? Bir hareket biçimi mi? Sonuncusu bizi belli bir yere kadar bir doğruya götürebilir. Bu doğruda “izm” tarafından şarta bağlandığı için mümkün olduğu kadar ideolojik olarak anlaşılabilir ya da tanımlanabilir bir fenomenoloji duruma düşmekten kurtulamaz.
Bir afakîlik; enternasyonalizm
Artık biliyoruz ki fizik yasaları evrenin her yerinde geçerli. En azından bu yasaların yürürlükte olduğu bir uzay-zamanın içinde olduğumuzu biliyoruz. Ama tarihin bir çağı için de geçerli olan bir model durumun yasalarını işlediği bir fizik- toplumsallığın da içindeyiz. Bir model… Kendine has kurucu güçlerin durmaksızın hayatı kuşattığı bir model. Bir zamansallık… Bu model durumun meta-fizik olarak ikili görünüşlerinden birini uluslar çağı görünüşü oluşturuyor. Oysa gerçekte ne uluslar var ne de öyle bir fizik… Uluslar, kadim bir kalıntı olarak kapitalist modelin bir dış boyasından öte bir işleve sahip değil.
Bir çağı döndüren güçler, bir çağın içinde dolaşımda bulunan güçler; sermaye dolaşımından, mülkiyet dolaşımına, üretim biçiminden, üretici gücüne kadar muazzam bir aynılaştırma çıtası altında bu yeryüzünü döndürüyor. Bu kadar muazzam bir düzeneği içindeki yasa; dünyanın farklı coğrafyalarındaki insanlar arası ilişkiyi belirliyor. İşte kapitalist toplumsallık demek; bir ulus sınırı altında tanımlanmış insanlarla kısıtlı bir toplumsallık değildir. Ne işçi sınıfı, ne emek ne de sermaye hareketi, ne artı değer, ne sömürü ulusal bir sınır içinde açıklanabilir bir durumdur. Mülkiyet dolaşımı da ha keza. Eğer durum buysa bir solcunun kendine “enternasyonal/istim” demesi, onun bir komünist, devrimci olduğunun değil; bir Alman, Türk ya da Ugandalı olduğunun açıklamasıdır. Ayrıca bu “ist”, “izm” sentaksı da oldukça sorunlu duruyor. Komünistlik ulusları aşan ve kapitalizmin evrensel çıtasına koşut bir kavramdır. Ulusları aşan bir durumun içinde olmayı enternasyonal-ist olarak tanımlamak demek; kapitalist evrene karşı mücadelenin ancak ideolojik olarak kurgulanabilir bir durum olduğunu öne sürmek demektir. Kaldı ki o da kendi içinde oldukça “çeşit” barındırıyor. Kimin enternasyonali? Dünyayı bir çağdan çıkış olarak deneyimlenebilen bir yer, bir hareket hali olarak baktığımız yerden mi, ideolojik olarak birbirine yakın duran “unsur”ların karşılıklı ideolojik ilişkisinden mi? En iyimser haliyle, partiler, çevreler, gruplar arası “yakın ilişki” ve “ortaklık”tan mı? Kapitalizm gibi insanlığın bir dönemini, bir çağını kurmuş modeli yıkma sorunu; doğası gereği, kapitalizm nerede varsa orada yıkıma uğratılma ilkesinin zorunlu olarak yürürlükte olduğu bir hayat biçimine olmadık ideolojik don biçmek abes değilse, oldukça garip bir durumdur.
Her komünist, her sınıf hareketi, her toplumsal hareket doğası gereği evrensel olana işaret eder, evrensel olana toslar, evrensel olana akar. Altın madenciliğine ve doğa talanına karşı mücadele, “Türk” ve Kaz Dağları meselesi mi? Kredi borçlarına karşı mücadele, “Türk bankacılığı”na karşı mücadele mi? Özelleştirmelere karşı mücadele, “ Türk” mücadelesi midir? Yoksa çiklet, bonbon, araba, cep telefonu, kahve dünyanın başka coğrafyasında başka toplumsal ilişkiler dolayımı ile mi tüketiliyor? Metalar, başka şekilde mi dolaşıma giriyor? Durum buysa, “ben enternasyonal/istim” demek, dünyanın geri kalanına kendini bir bahşetme tanımlaması değilse nedir? Bu, kendine metafizik bakma, gerçekten de metafizik bakmaktan öte değilse nedir?
Kaldı ki sanki komünist olduğunu iddia edenler; bir enternasyonal/izm bahşetmese, kapitalizm evrensel bir düzlemde yıkıma gitmeyecek mi, kendi yarattığı güçler tarafından içine doğru çökertilmeyecek mi? Doğru soru şu; tarihin kapitalist çağının uluslar çağı olduğuna inanmaya devam edecek miyiz? Yoksa bütün “ulus” görünüşlerinin bir illüzyondan ibaret olduğundan hareketle, evrensel olanın bir parçası olduğumuz üzerinden mi kendi hareket biçimlerimizi tasarlayacağız?
Ulusları aşan mücadele bir hareket biçimidir
Dünya ideolojik olarak kurgulanabilen bir yer değildir. Dünya birilerinin kafasında dolaşıma girebilen bir yer de değildir. Dünya gerçek bir yerdir. Ulusları aşan, yeryüzünü kaplayan toplumsal bir modelin içinde olmak demek; onu yıkıma uğratacak her bir hareket biçiminin, hareket halinde olan her bir gücün, birbirinin dolaysız bir parçası ve tamamlayıcısı olması demektir.
Bu bakımdan sınıfların ve toplumsal direnişlerin, gerilla hareketlerinin fonksiyonel özellikleri bir grubun ideolojik kurguları içinde açıklanabilir hareket biçimi değildir. Bu bakımdan enternasyonal/izm üzerinden bahşedilebilecek bir yapısallığa da sahip değildir. Onlar her daim ulusları aşan bir eğilimin, restleşmenin saiklerinin içinde olduğu hareket biçimlerinin o anıdır. Bir toplumsal eğilim, bir hareket olmaya meylettikten sonra, kendi zamansallığını inşa eder. Bu zamansallık, evrensel olan meta-zamansallığının dışına taşıma girişimidir. Bu bakımdan sosyal hareketler, ister kıvılcım halinde olsun, ister bir güç olarak şekillensin; her daim kendini dışına taşırma girişiminde bulunur, kendine evrenin başka bir köşesinde karşılık arar. Demek ki; ulusları aşan bir güce karşı, ulusları aşan bir mücadele çağının içinde “enternasyonal-istim” demenin de sahici bir karşılığı yoktur. Uluslararası mücadele sorunu, her bir hareketin ‘doğuştan gelen’ bir sorunudur. Doğuştan geleni, ideolojik olarak kurgulanabilir, tanımlanabilir bir durum olarak ele almak, olsa olsa kendini hala uluslar çağında yaşadığına inanların işi olabilir. Bu bakımdan bir; ulusları aşan mücadele sorunu dünyanın bütün alanlarındaki hareketlerin de doğuş sorunudur. İki; ulusları aşan mücadele aynı zamanda “komünistler” arası ideolojik benzerlikler üzerinden diyalog ve “örgütlenme” ile tanımlanabilir bir sorun değildir. İnsanlığın bir çağını yıkma ve bir dönemini kapatma sorunudur. Hareket halindeki güçlerin, senkronik davranabilme sorundur. Bunlar arası ilişki sorunudur. Üç; Ulusları aşan mücadele hattına, “ulus” aidiyet betimlemesinden, yerelden evrensele kurgusundan çıkıp; evrensel olanın, evrenselde olanın bir parçası sorunu olarak bakma meselesidir. Bu kendine de bir bakış ve kendini anlama değişikliği demektir. Öyleyse hangi “ülkede” olunursa olunsun, bir hareket olarak hacim kaplanılan her “yerelde” olmak demek; başka coğrafyalarda olanları temsilen olmak demektir. Ulusları aşan başkaldırının dolaysız bir parçası ve temsili…
Tekrardır ama sonlandıralım; ulusları aşan mücadele “komünist icadı” değildir. Marks ve Engels de icat etmemiştir. Marks ve Engels o harekete ruhunu kazandırmıştır:
“İşçi sınıfının vatanı yoktur!”