Ergun Adaklı: “Çin ve Rusya’yı kuşatma altına almak ve yıpratma savaşına girmek kaçınılmaz” – Komün Röportaj

Rusya, 2014 yılında kurduğu paralı asker birlikleri olarak bilinen Wagner grubunun isyanı ile çalkalandı. Ukrayna sınırındaki Rostov ve kuzeydeki Voronej’i ele geçiren Wagner savaşçıları başkent Moskova’ya 200 km kadar yaklaşmışken Belarus lideri Lukaşenko’nun arabuluculuğuyla kriz sona erdi. Rusya’da yaşanan askeri kriz başta olmak üzere Ukrayna savaşında gelinen aşamayı, blokları arası çekişmeyi ve Ortadoğu’ya yansımalarını dergimiz yazarı Ergun Adaklı ile konuştuk.

Öncelikle Rusya’nın Ukrayna’daki taktiksel hatalarına dikkat çeken Adaklı, savaşın teknolojik boyutu ile sosyalist hareketin sınırlılıklarına değindi. “Çin ve Rusya’nın etrafında toparlananlar ile birlikte karşısında çok büyük bir blok oluşmuş vaziyette” diyen Adaklı, Batı’nın Çin ve Rusya’ya karşı hamle yapmasının kaçınılmaz olduğunu belirtti. Öte yandan; Çin’in Ortadoğu’da giderek Rusya’dan daha etkin bir konuma geldiğini ifade eden Adaklı, “Rusya’nın zayıflaması Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonunun zayıflaması demektir. Çünkü Rusya’nın zayıflaması, ABD’nin güçlenmesi demektir.” dedi.


Rusya’da paralı askerler olarak bilinen Wagner birliklerinin Rus ordusuna isyanı ile çalkalandı Rusya. Siz bu isyanın nedenleri ve olası sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz? Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bağlamında neler söylemek istersiniz?

Rusya tarihi boyunca işgalci bir yapıda olmamıştır. Kendi toprakları dışında bölgeler işgal ettiği zaman bile onları işgal altında tutmakta zorlanır. Bu Rus, Çin ve Orta Asya insanlarının karakterinden kaynaklanır; tarihsel anlamda böylesi bir emperyal kültürleri yok. İspanyollar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar tüm dünyayı işgal ettiler ve muazzam servet ve zenginlikleri ele geçirme fırsatı doğdu. O sebeple emperyal, işgalci kültürleri var. Rus, Çin ve Türklerde bu emperyal kültür yok. Türkler fetihçi olarak tanınır ama esasında fetihçi değildirler. Ortadoğu’da Memluk Devleti’nden itibaren Türk boyları devlet yönetimini ele geçirdikçe, kurdukları Dirlik düzeni ile çevrelerindeki toplumları güvenli bir şemsiye altına almışlardır. Selçuklular ve Osmanlı da öyledir. Mesela Balkanları fetihle elde etmezler, oradaki prensliklerin kendileri Osmanlı’ya katılmayı iktisadi ve toplumsal olarak avantaj olarak görür. Buna Vatikan ve Sırp Krallığı karşı çıkar. Osmanlı, Vatikan ve Sırp Krallığı ile savaşır.

Bolşevik Devrimi’nden sonra da Hitler faşizminin tehdidi yoğunlaşınca, Hitler faşizminin saldırısına karşı tampon bölge oluşturmak için Bolşevikler, Finlandiya’yı ve Polonya’yı işgal etmeye başlar ama beceremezler. Bir kere her şeyden önce savaşan askerin kafasında “Bu topraklar bizim değil. Ne işimiz var burada?” zihniyeti vardır. Dolayısı ile halkı ve askeri ikna edemediler. NATO, Rusya’yı kuşatma ve giderek ona karşı savaş açma projesi kapsamında Ukrayna’yı da Neo-Naziler aracılığıyla ele geçirdi ve onu da NATO’ya katarak Rusya’nın tam karnının altında büyük bir tehdit odağı oluşturmaya kalktı. Putin ne yaptı? “Siz saldırmadan ben saldırırım,” dedi. Kırım’ı ilhak ettiği gibi buraları da ilhak ederek tampon bölge oluşturmak ve Ukrayna’yı parçalayıp güçsüzleştirmek istedi. Ve bu güç karşısında ‘NATO da Ukrayna’yı kendi içine almaktan çekinir’ diye düşündü. Hedef buydu ve bu hedefe aşağı yukarı yaklaştılar. Fakat çoğunluğu Rus halkı olmasına rağmen o bölgede bile savaşan Rus askerleri -tabii ki Orta Asya’dan, Sibirya’dan gelen askerler bunlar-  ‘bizim ne işimiz var burada?’ psikolojisindeler. Bir de karşısında çok direngen bir NATO bloku var. İsveç, Finlandiya falan da kaybedildi ki, onlar tarafsızlardı. Putin’in hatası, siz saldırmadan ben saldırır tampon bölge oluştururum, mantığıydı. Hâlbuki önce NATO gelmeliydi.

Rus halkının tarihsel olarak çok iyi bildiği şey, yurtsever savunmadır. Sen savunmada kalsan dünya sana hak verecek. Şimdi saldırgan pozisyonundasın. Bu Rus halkında da kafa karışıklığı yaratıyor. İkinci olarak 2003 Irak işgali ve sonra da Afganistan işgalinde Blackwater diye bir hikâye çıktı. ABD emperyalizmi paralı asker grubu oluşturup her yere gönderdi. Şimdi kimse Blackwater’dan bahsetmiyor, herkes Wagner’den bahsediyor. ABD emperyal kültürünün bu türlü işgal savaşlarında, paralı asker düzenini veya kendi eğittiği El-Kaide ve ya EL-Nusra gibi unsurları kontrol etmekte tarihsel becerisi ve yetkinliği var, Rusya’nın yok. Rusya, Suriye iç savaşında ‘bize çok büyük fayda sağlar,’ diye Wagner grubunu kurdu. Şimdi Wagner grubu 50 bin kişilik ordu… Ağır tankla, teçhizatla bütün Ukrayna ve Belarus sınırı olduğu gibi Wagner’in elinde. Cephe hattı ile Rusya’nın irtibatı kalmadı. Bu kadar teçhizatı Rus devleti sağladı. Rusya emperyal kültüre özenmeye kalktı ve beceremedi. Tarihsel genlerinde öyle bir kültür yok. Wagner’i kurup büyüttüler; şimdi bunları kontrol edemezsin. Çünkü bunlar paralı asker, karşında da emperyal güçler var, parayı bastıran alır. Wagner ilk eleştirilere başladığında sessizlikle karşıladılar, genelkurmayı durmadan eleştirdi, 3-4 aydır sürekli eleştirdi. Gerekçesi, bize saldırdılar, diyor ama emperyal güçler tarafından da teyit edilmiş bir bilgi değil. Ama fark etmez. Savaşın en kritik zamanında Rusya’nın cephe hattı ile bağlantısını kesti. Rus halkında senelerdir yaşadıkları gerçekler itibarıyla batılı emperyallerin Rusya’yı bir kere daha diz çökmeye zorladığı psikolojisi var ve direnmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Ama direnmenin yöntemleri yanlış olunca, kafalarında soru işaretleri beliriyor. Dolayısı ile Putin şu an en zayıf konumunda. Toparlayabilir mi, bilinmez. Wagner halkı da isyana çağırdı. Bunun bir karşılığı olmaz ama adam gece yarısı belli bölgeleri kontrol altına alabildi, çünkü o bölgenin halkı direnç göstermedi. Putin ve Rus devleti yöneticileri işi şiddetli bir çatışmaya dönüşmeden halletme ağırlığındalar. Wagner’in en büyük dezavantajı, hava kuvvetleri yok.

Sonuçta bu çağda teknolojiyi etkili biçimde kullanamayan hiçbir gücün kalıcı başarı elde etme şansı yok. Wagner’in silah gücü Rusya’dan geliyor ve belirttiğiniz gibi hava kuvvetleri de yok.       

Teknoloji bu çağın en temel belirleyicisi. Bütün mücadeleler için geçerli bu… 1980’lerde Amasya’dan bir yoldaşımız haber gönderdi. Benim yeğenim polis okuluna girmek istiyor ne dersiniz, diye. Ne demek ne dersiniz? 1970’lerde biz polislerle kol kolaydık. Polislerin yarısı Pol-Der’ciydi. Bizim yoldaşlarımız Pol-Der afişleri asarken Pol-Der’li polisler de onların güvenliklerini alıyordu. Biz böyle bir süreçten geçtik. Bütün kurumları, platformları faşistlere terk edersen sen nereden besleneceksin, nerede insan yetiştirip dönüştüreceksin? Tabii ki girecek polis okuluna. Ama önemli olan, o polis okulundaki süreçten sonra hâlâ sosyalist bilincini geliştirme çabasını sürdürmesini sağlayabiliyor musun? Ordudan, polisten, devletin güvenlikli kurumlarına kadar her alanda… Tayyip niye seçimleri kazandı, gayet basit. Toplum, muhalefetin insanı geliştirecek yeni bir politikası olmadığını görüyor. Hiçbir yaratıcı, üretici politikası yok. Tayyip son aylarda teknofestlere ağırlık verdi. Yani biz kâşif, bilgin, en ileri teknoloji ile uğraşan yepyeni bir gençlik yaratıyoruz, dedi. 1994 sonu Ankara’da Özgür Üniversite’de çalışma yapıyoruz. TÜBİTAK’ta araştırma görevlisi yoldaşlarımız var. Ben onlara şunu izah etmeye çalışıyorum. Siz o alanı sosyalist kavganızın dışında yabancı bir alan olarak görüyorsunuz ama tersine, orası sosyalist mücadelenin en önemli alanı. Bilkentli yoldaşlarıma anlatmaya çalışıyorum. Kapitalist sistemin yarattığı teknolojiler üzerinden kapitalizme karşı mücadele vermeye çalışıyorsunuz ama teknolojinin kökü onlarda. O teknik düzlemi aşmanız, kendi teknolojik düzleminizi yaratmanız lazım.

Örneğin, lazer teknolojisi ile uğraşıyorsunuz, ‘karşıt gruplandırılmış ışınım teknolojisi’ var. Artık tamamıyla parçacık fiziği alanına giriyor. Lazer teknolojisinden bin kat daha yüksek bir enerji ve incelik sağlıyor. Karşıt gruplandırılmış ışınım ancak kuantum optik laboratuvarlarında elde edilir. Kuantum optik laboratuvarları nerede var? ABD, Rusya vs. Türkiye’de de Bilkent’te var. Sovyetler dağıldıktan sonra üniversite kentindeki pek çok araştırma görevlisi dünyaya dağıldı ve Türkiye’ye de geldiler. Bilkent’te görev aldılar ve kuantum optik laboratuvarını kurdular. Sosyalistler bunu biliyor mu? 1970’lerde ben millete anlatmaya çalışıyordum, “Yoldaşlar bu iş böyle gitmez, Türkiye’nin tüm temel ve stratejik alt yapı sorunlarını enerji, imalat sorunlarını en az Demirel kadar bilmek zorundayız. Demirel, Türkiye’nin tüm altyapı sorunlarından haberdarım, diyor. Sen Demirel’in ve devletin karşısına çıkacaksan ve o devleti yıkarak daha üst düzlemde toplumsal yapı ve devlet kurmak istiyorsan onları aşmak zorundasın.” Afşin-Elbistan termik santralinde ne kadar üretim var, kimsenin haberi yok. Teslim Töre ile biz bunun için çalışırdık. Teslim Töre’ye ben durmadan Türkiye’nin sanayii ve toprak yapılanmasına dair TÜİK belgeleri taşırdım. Teslim Töre mahzendeki kütüphanesinde toplayıp çalışırdı bunları. TÜBİTAK’ın her sene yayımlanan yıllık raporları… Sosyalistlerde, komünistlerde böyle bir perspektif yok.

Gel zaman git zaman, 81-83 yılları Sovyet yoldaşlar, biz Türkiyeli devrimcilere kinaye yapıyorlar. Siz bu devlete karşı mücadele veriyorsunuz, emperyalist sisteme karşı devrimci bir kavga veriyorsunuz ama emperyalist kapitalist sistemin Türkiye’de oluşturduğu askeri yapılanma, stratejik alt yapı, üsler vb. konularında bir bilginiz var mı? Benim var. Çünkü Sovyet yoldaşlar ile birlikte bu çalışmalar girdik biz. İncirlik, Erhaç üslerinden Balıkesir’den Aksaz’a kadar bir de radar üsleri. Hepsini avucumun içi gibi öğrendim, istihbarat çalışması yapıyorum, Sovyet yoldaşlarla beraber. ‘NATO’ya karşı her türlü istihbarı faaliyeti sizinle yürütürüz, Türkiye’ye karşı olmadığı sürece.’ Tabii kendi içimizde devlete karşı da yapıyoruz. Peki, o istihbarat çalışmasını kimlerle sürdürüyorsun? Gayet basit. O stratejik altyapıları zaten omuzlarında taşıyan çalışanlar işçiler var.  ABD üslerinde askeri personel bir şey bilmez; işçiler bilir. İncirlik üssünü avucumuzun içi gibi öğrendik. Orada Müslüman Kardeşler’in nasıl eğitildiğine dair bütün istihbaratı elde ettik, Filistinli yoldaşlarımız istediği için onlara da 67 kişinin ismini verdik. Doğrudan doğruya orada Müslüman Kardeşler’in savaşçı kadroları olarak eğitiliyorlar. Bu çalışmaları biz nasıl sürdürüyoruz? Genelkurmay bile giremez ama işçiler girer. En başta da itfaiyeciler… Çünkü yangın çıktığı zaman söndürme görevi onlara ait ve o yüzden de tatbikat yapıyorlar. Ana roket ve füze depoları, cephaneliklere giriyorlar. 80’lerden sonra yer altında inşa edilen yeni harekât merkezi, var. Onlardan başka Türk olarak kimse giremez. Motor bakım bölümü zaten onların elinde… Sen işçi sınıfının içinde örgütlenme faaliyeti sürdürmüyor musun?

Bugün onları düşünen yok artık. Niye, biz devleti tepelemek için ciddi bir şekilde girişim yaptık? Devleti ele geçirdiğinde sen nasıl yaratıp, üreteceksin? Her şeye hâkim olman lazım. Ama 12 Eylül darbesi, ardından Sovyetlerin yıkılışı, iddiaları falan bitirdi. 90’lardan sonra geriye kalan, artık bizden olsa olsa demokratik bir muhalefet olur, fikriydi. Bütün yaşamı, toplumsal kurumlaşmayı ve devlet yapılanmasını teslim ettik onlara, biz de siyasi muhalefet yapalım bari! HDP’nin pozisyonu da bu. Onların bir güzel tarafı, Apo’nun yakalanışından sonraki çöküş sürecinde Kürt kadının tarihten gelen gücü ile ayağa kalkması ile beraber, kadının sosyal hayata güçlü bir şekilde girmesi… En güzel yaptıkları şey budur. 2004 ten sonra PKK’yi bile ayağa kaldıran kadınlardır. Onun için durmadan diyorum, bırakın şu mutfak köleliğini, çıkın sokağa.

Rusya meselesine dönersek, doğulu ve batılı küresel güçler arasındaki mücadelenin seyri hakkında ne söylenebilir?

Putin ve Rus devletinin yanlış taktik girişimleri, emperyalistlerin eline çok büyük bir koz verdi. Hâlbuki daha 2019 sonbaharında İngiliz genelkurmay başkanı, önünde sonunda biz Rusya ile savaşa gireceğiz, hazır olmalıyız, demişti. Çünkü emperyalist kapitalist sistem, dünya pazarlarında sıkışmış vaziyette. Çin ve Rusya’nın etrafında toparlananlar ile birlikte karşısında çok büyük bir blok oluşmuş vaziyette. Çin ve Rusya’yı kuşatma altına almak ve yıpratma savaşına girmek kaçınılmaz. Savaşın sinyallerini o zamandan verdiler ve vermeye devam ediyorlar. Çin’i güneyden yani Asya Pasifik’ten Japonya ile beraber kuşatma projesi… Rusya’yı NATO’yu genişleterek batıdan sıkıştırma çalışmaları… Önünde sonunda Rusya’ya bir saldırı gerçekleşecek ama sen bu saldırıya tabiri caizse çok daha avantajlı zeminler sağlarsan, adamların saldırmasına bile gerek kalmıyor. Sadece bir Zelenski soytarısıyla bile işi götürebiliyor. Ukrayna’nın Neo-Nazileri Rusya’yı uğraştırıp duruyor ve Rusya, her seferinde onların eline bir koz veriyor. Dolayısı ile iş bundan sonra daha kötü.

Bunları yapmasa saldırmayacaklar mıydı? Yine saldıracaklardı ama başka provokasyonlarla… Ama o provokasyonlara gerek kalmadı. Rusya zaten gerekli zemini onlara sağladı. Şimdi ellerini bağlamış Rusya’nın, oradan buradan darlığa girmesini seyrediyorlar. Tabii Rusya kolay çökecek bir devlet değil. Orta Asya ülkelerinin ve Çin’in de desteği var. Brezilya’da Lula’nın seçilmesi Rusya’nın nefes almasını sağladı. Çünkü Lula seçilince BRICS ülkeleri tekrardan canlandılar. Bu ülkeler emperyalist kapitalist sistemin dışında kendi ekonomik ilişkileri ile yeni bir yapılanma oluşturmaya çalışıyorlar. Özellikle para birimleri üzerinden, Euro ve Dolara bağımlı olmadan dünya ticaretini genleştirme işi… Çin, bunu 15 ülkeyi katarak Güney Asya bölgesinde yaptı. Ekonomik İşbirliği Konseyi oluşturdular. Dolayısı ile bunlar, Rusya’ya rahatlama sağlıyor ama Ukrayna’da öyle bir açmaza girdiler ki… Donets Havzası halkının çoğunluğu Rus idi, aldı götürdü onları. Şimdi orası bir çatışma alanına dönüştü. Rusya tam anlamı ile bir batağa batmış vaziyette. Kurtarabilir mi, bu tamamıyla emperyalist efendilerin sonuna kadar gidip gitmeme kararına bağlı olacak. Bu durumun Ortadoğu’ya etkisi fazla olmaz. Çünkü Ortadoğu’da, Rusya’dan çok Çin etkili… Rusya’da zaten artık parçalanma olmaz, iktidar değişikliği olur.

Bazı tarihsel gerçekler var, ondan kimse kaçamaz. Ben mesela daha Sovyetler çözülmeden önce yazdığım “İnsanlığın geleceğini Batı’da aramak nafile” satırlarında bunu söylüyordum. Gorbaçov yeni demokratik kültür dediği, reformist yaklaşım ile diyordu ki, “Artık biz Batılı emperyalist sisteme karşı mücadele edemeyiz, en iyisi onunla kaynaşarak geleceğimizi onunla belirleyelim.” Oysa yüzünü Batı’ya çevireceğine boş yere on yıllardır tarihsel bir anlaşmazlık ile dünya komünist hareketinin mahvettiği Çin’e dönse… ABD ve Avrupa ile entegrasyon süreci yerine Çin ve Hindistan ile entegrasyon süreci yürütmeliydi, yapmadı. Gorbaçov’dan sonra 1992’de yerine ABD’nin kuklası Yeltsin geldi. Yeltsin, tarihsel ve stratejik gerçeklerden kaçamadığı için Çinli liderler ile birlikte Şangay Beşlisi’nin altına imza attı. Oysa bunu Gorbaçov yapmalıydı. Tarihsel gerçekler dediğim şudur, önünde sonunda Rusya da, Türkiye de ekonomik ve sosyal refahını ve geleceğini düşünüyorlar ise Doğu’ya doğru kaymak zorundalar. Türkiye’de de NATO isteği ile 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de iki faşist darbeyle solu ve devrimci hareketi ezmek için savaşan faşist generaller, 1992’den sonra, “Meğerse Türkiye’nin altını oymak isteyen ABD ve NATO’ymuş!” demeye, 1997’den sonra ise “NATO’dan çıkmalıyız, Rusya, İran ve Çin ile dengeli ilişkiler kurmalıyız,” demeye başladılar. Bunu söyleyenler, emekli olan faşist generaller. Bu söylemler Güven Erkaya ile başladı. Sonra Tayyip Erdoğan geldi iktidara. Emekli olan generaller “NATO’dan çıkmalıyız!” demeye başladılar. Çünkü tarihsel gerçeklik bunu gerektirir.

Putin de bir dönem NATO’ya girmek istedi. Ancak bu, taktik bir adımdı. 1992’de Sovyetler yıkıldıktan sonra Almanya ve Fransa’dan bazı aydınlar, “Varşova Paktı dağıldı ve şimdi artık tek ve bütünlüklü bir Avrupa kültürü, Avrupa birliği yaratmamız için imkân sağladı. Doğu Avrupa ve Rusya dâhil hepsi bir araya gelirse, Avrupa çok daha güçlü olur, ABD bağımlılığından kurtulur,” dediler. ABD bunu engellemek için yıllar boyu mücadele etti; Rusya ile Almanya ve Fransa arasındaki sıcak ilişkileri bozmak için… Böylesi bir süreçte Putin taktik bir adım attı ve NATO’ya girmek istedi. Alamayacaklarını biliyordu, gerçek yüzleri görünsün diye yaptı.

Rusya’daki gelişmeler Ortadoğu dengelerini nasıl etkiler?        

Rusya’daki gelişmelerden Ortadoğu’nun nasıl etkileneceğini düşünecek olursak, Ortadoğu’nun bütünü için zaten Çin devrede. İran ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmayı sağlayan, böylece Yemen ile Suudi Arabistan arasındaki savaşın yavaş yavaş sönümlenmesi için çalışan, Çin… Daha bir hafta oldu, ilk defa Yemen’in başkenti Sana’dan Suudi Arabistan’a tarifeli uçak seferi başladı. Çin o bölgelerde daha fazla etkin. Ama Suriye’ye gelince, Suriye’de Rusya’nın donanması, deniz ve hava üsleri ile askeri varlığı söz konusu. Bu askeri varlık kesintiye uğrayabilir. Bu askeri varlık kesintiye uğradığı zaman bundan faydalanabilecek olan, en başta İsrail’dir. Yani, Suriye’ye daha yoğun saldırı… Fakat öbür taraftan Suriye’deki rejimin rasyonelleşmesi ve giderek Türkiye ve diğer ülkeler ile ilişkilerinin normalleşmesi süreci devam eder. Çünkü İran sağlam pozisyonda duruyor. Rusya teklese bile İran var. Kazakistan cumhurbaşkanı bundan bir hafta kadar önce, artık Astana görüşmeleri sonucuna ulaşmıştır burada yapılmasın, dedi. Bu, Astana görüşmelerine karşı olduğundan kaynaklanmıyor. Bu durum, Astana görüşmelerini başlatan Rusya’ya karşı bir tavır değil, tersine Rusya ile danışıklı dövüş tavrı. Yani artık böyle bir dörtlü görüşmenin Astana’da olmasına gerek yok, bizzat bir üst düzeye çıkarak sahada olmalı. Bir de Rusya’nın böyle bir sıkışıklığı halinde hem Beşşar Esad hem de Tayyip Erdoğan birbirine daha fazla yaklaşmak, birbirini kollamak zorundalar. Çünkü Rusya’nın göçmesi hepsinin zararına olacak.

Rusya’nın Ortadoğu’da zayıflaması halinde, bundan Kürtler ve Rojava nasıl etkilenir?

Böyle bir durumda Kürtler ne olur? Rusya’nın zayıflaması Türkiye’nin Suriye’deki pozisyonunun zayıflaması demektir. Çünkü Rusya’nın zayıflaması, ABD’nin güçlenmesi demektir. ABD’nin, Rojava’da kendisine bağımlı bir Kürdistan projesini devam ettirmesi demektir. Bunu Türkiye de, Suriye de istemez. Dolayısı ile Türkiye ile Suriye yakınlaşmak zorunda. Ama Rusya’nın eli zayıflarsa, bu yakınlaşma ancak ve ancak PYD/YPG’ye Suriye rejiminin daha fazla tavizler vermesi ile mümkün olabilir. Zaten Rusya’nın, İran’ın ve Çin’in Türkiye’yi ikna etmeye çalıştığı şey, PYD/YPG ile Suriye devleti bütünleşmiş bir yapılanma içerisinde olsun, fikri… PYD/YPG, Suriye’nin bir parçası olsunlar, siz de buna muhalefet etmeyin! Türkiye ensesi kalın davranmak istiyorsa, buna karşı çıkıyorsa, Rusya’nın eli zayıfladığında da ABD’nin PYD/YPG’yi daha fazla güçlendirmesine katlanmak zorunda. Kürtlere gelince, ABD’ye paçayı kaptırmayacaklardı. Baştan beri Rusya’ya yakın davransalardı, daha farklı olurdu. Mecburduk, diyorlar. O zaman sonuçlarına da katlanmak zorundalar. Tabii Rojava’nın ABD’ye paçayı kaptırmamasının da imkânı yoktu. ABD, başlarına IŞİD belasını o yüzden saldı. Bütün bu yaşananlar ve Kürtlerin yalnız kalmasında Türkiye ve dünya komünist hareketinin güçsüzlüğü ve etkisizliğinin sorumluluğunu da görmek gerekir.

24 Haziran 2023