Ergun Adaklı: Emperyalist savaşların devrimci savaşlara dönüştürülmesi hadisesi tekrardan karşımıza çıkıyor. Biz buna hazır mıyız? Bütün mesele budur! | Röportaj

Emperyalist kapitalist sistemin iyice saldırganlaştığı bugünlerde, dünyada ve Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri Ergun Adaklı ile konuştuk. Kendisini “THKO’nun neferlerinden biri” olarak tanımlayan Ergun Adaklı, yıllarca Türkiye ve Ortadoğu’da örgütlü mücadelenin ve enternasyonal dayanışmanın gerektirdiği bütün mücadele biçimlerinin içinde yer almış Türkiye Devrimci Hareketi’nin önder kadrolarından biri olarak, devrimci bir perspektifle görüşlerini açıklıyor.

– KOMÜN


KOMÜN: İsterseniz hemen Orta Doğu’daki son gelişmelerden başlayalım.

E.A: Evet, geçen sene ekim ayında İsrail’in Gazze’ye saldırı başlatmasından itibaren, benimle yapılan bütün söyleşilerde ya da katıldığım panellerde devamlı bir şeyi vurguladım: “İsrail Gazze’ye saldırmıyor; ABD ve Avrupa emperyalizmi, NATO koordinasyonunda İsrail ile beraber tüm Orta Doğu’ya, Orta Doğu halklarına dönük geniş kapsamlı bir saldırı başlatıyor. Gazze’de kalmayacak bu, bütün bölgelere yayılacak. Orta Doğu’nun hepsine yayılacak yeni bir saldırı dalgası. Bu, “Büyük Orta Doğu Projesi”nin yeni saldırı dalgası. “Büyük Orta Doğu Projesi” devam ediyor.

Emperyalist kapitalist sistem, ekonomik ve sosyal bakımdan çürüyüp kokuşma sürecinde devam ederken ve çökerken can havliyle saldırıyor. Bu saldırı güçlü olmanın belirtisi değil. Bu saldırı, güçsüzleşmenin ve hegemonya konumlarını koruma çırpınışının ürünü. Bir kere bunu görmek lazım.

Büyük Orta Doğu Projesi’nin başlangıcı 1997’ye dayanıyor. 1997’de NATO’nun bütün üye ülkelerine bağlı 2500 strateji uzmanı Londra’da toplanıp, NATO’nun yeni stratejik konseptini belirlerler. Fakat zaten 92’de Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden, Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra başlayan süreçte, NATO’nun yeni stratejiler oluşturma çalışmalarının bir sonucunda, beş senelik bir süreçte, 97’de nihai toplantıya varılır. 97’de Londra’da Scotland Yard merkezinde yapılan bu toplantının amacı, yeni bir konsept oluşturmak, konseptin adı şu: Stratejik Tehdit Algılamaları.

Sovyetler Birliği çözülmüştü, Varşova Paktı dağılmıştı. Sovyetlere ve Varşova Paktı’na karşı kurulmuş, ona karşı kurulduğunu iddia eden NATO şimdi ne yapacak? Devam mı edecek, kendini mi feshedecek yoksa yeni stratejiler mi oluşturacak? Bunu ortaya koyan Stratejik Tehdit Algılamaları’nda şu değerlendirmeler yapılıyor: Artık NATO’nun karşısındaki temel tehdit Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı değil. Bunun yerine yeni ve çok daha güçlü bir tehdit ortaya çıktı. Dünya çapında gelir dağılımı uçurumunun derinleşmesiyle birlikte yoksullaşan halklardan, aşağıdan gelecek halk ayaklanmaları, Batılı sistemin karşısındaki en büyük tehdittir. Bu halk ayaklanmalarının, aşağıdan gelen başkaldırı sürecinin en yoğun bir şekilde derinleşme potansiyeli taşıyan bölgesi, Kafkaslar ve Kuzey Afrika dahil Orta Doğudur. Şimdi artık bu bölgeye “Büyük Orta Doğu” diyorlar. “Kafkaslar ve Kuzey Afrika dahil aşağıdan gelecek başkaldırılara karşı NATO, esas stratejik önceliklerini belirlemeli.”

İkincil tehdit olarak da dijital terörü, yani “siber terör” denilen saldırıları tehdit olarak görüyorlar. Stratejik tehdit algılamalarının değerlendirmeleri içerisinde şu da var, 1997’de söyleniyor: “2020’ye kadar Çin’i kuşatma altına alabilmeliyiz. Rusya dahil bütün Asya alanlarını dize getirmeli ve orada ekonomik, sosyal, siyasal, askeri hegemonyayı tesis etmeliyiz. Orta Doğu’yu hakeza, tümüyle hegemonya alanımız haline getirmeliyiz. Eğer bunu yapamazsak, Batılı sistem çökme tehdidiyle karşı karşıya. Bu nedenle NATO’nun stratejik yönelişi Doğu’ya doğru harekat biçiminde olmalıdır.”

Stratejik tehdit algılamalarının sonucunda ortaya çıkan stratejik yöneliş bu, Doğuya doğru harekat. Tabii o zamanlar Irak, İran üzerinden Orta Asya’ya kadar tüm sistemleri, tüm ülkeleri dize getirme ve Batı’nın kontrolü altına alma vardı. Bu süreç için o zamanlar tarih de koymuşlardı: “2001’de Irak’ı dize getireceğiz, 2005’e kadar da İran’ı halledeceğiz.” Düşündükleri buydu, fakat olmadı. Olmayışının sebebi, kendi aralarında yeterli bir anlaşmaya varılamaması. Avrupa el altından Çin ve Rusya ile işbirliği yaparak, yatırımlar yaparak bu stratejik yönelişin tekerine çomak sokuyor.

KOMÜN: Bu Batı emperyalizmi ile Amerika emperyalizmi arasındaki ekonomik çıkar çatışmasından kaynaklı bir durum mu tek başına, yoksa Batı’nın kendi geleceğini Amerika’ya ipotek etmeme durumu mu, hem ekonomik hem askeri anlamda. Avrupa’nın o yüzden mi bir çomak sokma durumu gelişti?

EA: Şöyle bir şey var, 1990’ların sonlarında Avrupa’da bugünkü gibi Amerika’ya körü körüne itaat ve savaş çığırtkanlığı, egemenliği yoktu, tam tersi vardı. O da şuydu, daha 1994’te Alman Fassbinder sinemasının ünlü artisti Hanna Schygulla, bu gerçeği çok güzel koymuş: “Şimdi Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra ne güzel tüm Avrupa bir araya gelebiliriz, böylece Amerikan hegemonyasından kurtulabiliriz.” Böyle bir eğilim çok güçlü olarak vardı ve tabii Avrupa’daki tekelci kapitalistler de Çin ve Rusya’daki muazzam pazar zenginliğinden istifade etmek için NATO’nun belirlediği Doğu’ya doğru harekat planı çerçevesinde siyasî ve askeri zorla bu işi yapmaktansa, yatırımlarla o bölgede etkin olma çabası içerisine girdi. Ama sadece o değil, Amerikan emperyalizminin kendi içinde de zaten böyle bir ikilem doğdu. O zamanlar dünyanın en zenginleri olan üç tekelci kapitalist, birisi Microsoft’un patronu Bill Gates, öbürsü Oracle’ın patronu Larry Ellison, öbür bir üçüncüsü de Hathaway Yatırım Şirketi’nin patronu Warren Buffet. Bunlar dünyanın en zenginleri. Bunlar farklı bir yaklaşım getirdiler: “Geçmişteki ulusal sınırlar üzerinden ekonomik rekabete ne gerek var? Çin pazarları da bizim, Rusya pazarları da bizim.” Yani, “Artık sermaye sınır tanımıyor” demeye başladılar. Dolayısıyla savaşçı çözüm yolları yerine, yatırımlarla o bölgelerde etkinliklerini artırma çalışması içerisine girdiler. Bu Amerika’da bir ikilik yarattı. Amerika’daki bu ikilik bugün de hala devam ediyor. Ama dengeler biraz daha savaşçı politikalardan yana değişti. Şöyle söyleyeyim, New York, Dünya Siyonist Kongresi’nin merkezidir. Dünya Siyonist Kongresi’nin tepesindeki en büyük tekeller, patronlar, yani Rockefeller ve Fordlar ve diğerleri işte, bunlar Dünya Siyonist Kongresi’nin efendisidir. Hem de New York merkezli tekelci kapitalizmin efendileridir. Bunlar dünya çapındaki hegemonyalarını petrol, otomotiv ve silah sanayiine dayandırır. Halbuki 90’lardan itibaren başka bir süreç başlar. California tarafından, New York tarafından değil, özellikle San Francisco tarafından, Silikon Vadisi. Dijital teknoloji ve dijital teknoloji yatırımlarıyla beraber emperyalizmin eski ulusal sınırlara dayalı sömürgeci politikalarının gereği kalmaz. Dijital teknoloji ile bütün ülkelere yatırımlarını yayabilirsin ve o bütün ülkelerden kaynak sağlamayı dijital teknoloji üretimi üzerinden sağlarsınız.

Şöyle söyleyeyim mesela Amerikan ve Avrupa emperyalizmi, Fransızlar, Belçikalılar, Almanlar, Hollandalılar, İngilizler; hepsi asırlar boyunca kıtaları işgal ettiler, sömürgeleştirdiler ve kaynaklarını tek taraflı sömürdüler. Emperyalist yeni sömürgecilik politikalarının temeli şudur: Kaynaklar devamlı Batı emperyalizmine doğru akar. Kaynakların aktığı ülkeler ise yoksullaşır.

KOMÜN: Afrika’nın bugünkü hali…

EA: Afrika, gerek son derece stratejik ve kıymetli madenler yani kobalt, kadmiyum ve benzeri gibi, titanyum gibi, gerekse altın ve elmas rezervleri itibariyle, Dünya’nın en zengin rezerv bölgesidir. Fakat Afrika ülkeleri yoksulluktan kırılıyor. Niye? Çünkü kaynaklar akıyor hep Batı emperyalizmine. Yani tek taraflı akış. İşte Bill Gates’lerin, Larry Ellison’ların yani dijital teknoloji patronlarının benimsemediği şey buydu. “Askeri saldırıya gerek yok ki biz oralara yatırım yapalım, bütün ülkelerden yatırımlar üzerinden kaynak aktaralım.” Fakat parantez içinde söyleyeyim, bu Kaliforniya sermayesinin, dijital teknolojilerden gelişen sermayenin bir de bankası vardı, Bank of America. New York’ta Citibank, Citi gruplar varsa, Chase Manhattan Grubu varsa orada da Bank of America grubu var. Böyle bir ikilem doğdu. Ve bu ikilem çatışması sonunda Pentagon’un ağır basmasıyla birlikte oğul George Bush’un 2000’de iktidara gelmesiyle, devlet başkanı, Amerikan Başkanı olmasıyla birlikte ibre Siyonist sermayenin, Amerikan Siyonist sermayesinin, yani petrol tekellerinin, Otomotiv tekelleri silah tekellerinin ağırlığına doğru yöneldi. İşte gerek Amerika’da, gerek Avrupa’da, Asya’ya doğru ve Çin’e doğru bir ılımlı yatırım politikası izlemeye çalışanların, emperyalistlerin önünün kesilmesi için de bu sefer Afganistan harekatı başladı. Afganistan harekatının başladığı yıl 2001’dir. Afganistan harekatının başlatılması için gerekçe olarak 2001’de 11 Eylül’deki İkiz Kuleler’in El-Kaide tarafından vurulması gösterildi. Zaten Kaide, doğrudan doğruya CIA’nin kontrolünde bir örgüt. Ben 99’da Özgür Üniversite’nin Forum dergisinde yazdığım bir yazıda, ki o yazının başlığı “Küresel İt Dalaşının Ortasında Kalakalmış Bir Türkiye” idi, orada bir vurgu yapmıştım: “Batılı emperyalist sistem şimdi kendi teröristini kendin yarat politikası izliyor”

KOMÜN: Ki hala geçerliliğini koruyor.

EA: Bugün de hala ve daha katmerli şekilde! Yani kendi teröristlerini yarat, örgütle, onları kendi üzerine sal, ondan sonra onları bahane ederek dünyaya saldır.

KOMÜN: 11 Eylül bunun miladı.

EA: 11 Eylül bunun doğuşudur. Tabii sonra Taliban’larla, IŞİD’lerle ve bugüne kadar devam etti işte HTŞ’lilerle, çapulcularla devam edip gidiyor. Hep bahane! Hamas da aynı bu kategoride. Yani Hamas’ın İsrail’e 7 Ekim saldırısı da zaten bir provokasyondur. Gerekçe oldu. Bütün Orta Doğu bölgesini yıkıma götürecek bir gerekçe! Hamas’ın gücü mü vardı, yani meydan okuyacak? Yok, onlar sadece provokasyonu yapıyorlar. Zaten Hamas konusuna da geleceğiz birazdan. Dolayısıyla Amerika, daha doğrusu New York sermayesi, Pentagon’u elinde tutan, George Bush’la beraber Afganistan harekatını başlattı. Afganistan harekatı ile birlikte Orta Asya’nın göbeğinde bir mevzi tutma, yani savaşçı politikaları ta oraya kadar götürme, Orta Asya’nın göbeğine götürme, oradan Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Orta Asya ülkelerini Pakistan’ı ve benzeri hepsini etkileyecek bir şer odağı yarattılar. Bugün Suriye’deki iktidarı ele geçiren, rejimi deviren çapulcu çetelerin içerisinde bol miktarda Tacik, Özbek vesaire varsa buradan kaynaklı. Afgan da vardır. Fakat bütün bunlara rağmen Amerikan ve Avrupa emperyalizmi, 2020’de hedefledikleri hegemonya alanlarını oluşturamadılar. Süreç farklı gelişti. Sürecin farklı gelişmesinin sebebi en başta Çin. Ortalıkta bu kadar savaş kopuyor, Çin’den ses yok.

KOMÜN: Orası çok kafa karıştırıcı

EA: Moral. Çin kıs kıs gülüyor. Sebebine gelince, Çin dışarıdan aldığı muazzam sermaye yatırımları ile birlikte bugün hemen hemen bütün sanayi dallarında, bütün dijital sektörlerde üretim lideri olmuş. Yani her şey en çok Çin’de üretiliyor ve ulusal gelir olarak da yavaş yavaş Amerika’yı yakalamaya başlıyor. Japonya falan zaten geride kaldı. Avrupa zaten ihtiyarlıyor, Avrupa’nın Amerikan emperyalizminden bağımsız politikalar izlemesinin imkanı kalmıyor.

KOMÜN: Kısaca araya girmek istiyorum, Almanya’da Volkswagen’in on fabrikası vardı, bir kısmını kapatma kararı aldı. Çin’le rekabet edemedi, zarar etti. Yani Avrupa, ekonomik anlamda zaten…

EA: Sorun oradan kaynaklı. Yani eskiden otomotiv devi dediğin zaman Amerika gelirdi akla, Almanya gelirdi, Fransa, İtalya gelirdi. Şimdi son istatistiklerde görünen şu: Bunların hepsi topu topu 15 milyon oto üretmekle birlikte, Çin senede 30 milyon otomobil üretiyor. Bu otoları üretiyor da hurdaya atmıyor, satıyor. Mesela, şimdi Türkiye’de yatırıma gelen BYD, hepsinin toplamı kadar otomobil üretiyor ve ihraç ediyor. Dolayısıyla Çin, bir kere her şeyden önce artık eskiden görüldüğü gibi ucuz emek ülkesi değil, dijital teknoloji dahil olmak üzere, hepsinde Batı emperyalizminin sınırlarını zorlayan bir üretim sürecindedir. Ben daha önce Komün Dergi’de yayımlanan bir söyleşimde bahsetmiştim; Huawei gerçeği, yani 5G teknolojisi, yani beşinci nesil dijital teknoloji olan 5G teknolojisinde lider oldu. Zaten bu Amerikan ve Avrupa emperyalizminin paniklemesine neden oldu. Amerika bu gelişimi durdurmak için elinden geleni yaptı. Tabii tutuklamalarla falan filan, Avrupa’yı tehditlerle falan. Çünkü Almanya’da da İngiltere’de de pek çok Avrupa ülkesinde 5G teknolojisinin altyapısını Huawei kurdu. Bunu engellemeye çalıştılar. Türkiye de dahil 5G teknolojisinde Huawei’den destek alıyorlar. Dolayısıyla artık ucuz emek ülkesi değil Çin. Şimdi Çin, ekonomik olarak böyle bir yükselişe geçerken ne yapacak, emperyal politikalar açısından yani dünyaya yayılma açısından? Bakın şimdi, tarihten gelen bir sömürgeci kültürü var. Zannediliyor ki emperyalist olmak için illa da gidip ülkeleri, kıtaları işgal etmek, çapul etmek lazım. Çin’in böyle bir geleneği yok. Çin tarihi boyunca kendi sınırları dışına çıkmamış, tam tersine hep işgal edilmeye çalışılmış. Moğollar, Japonlar hepsi Çin’i işgal etmeye çalışmış. Niye? Çünkü Çin zenginlikler ülkesi. Tarih boyunca, 6.500 sene. Bizimki gibi 12.000 senelik bir antik tarihleri yok ama onların 6.500 senelik bir tarihleri var. Çin hiçbir zaman dışarıya doğru savaşçı gelenek oluşturmadı. Kendi kendine yeten bir ülke, fazlasıyla. Niye sağa sola saldırsın ki? Geçmişte Hunlar’ın da Vikingler’in de Avrupalı çapulcu toplumların da Haçlılar’ın da hepsinin de bir ihtiyacı vardı, açlardı.

KOMÜN: Kaynak sıkıntıları vardı.

EA: Üretimsizlerdi! Başka zengin ülkelerin üretimlerine el koymak zorundalardı. O yüzden de durmadan Orta Doğu’ya saldırdılar. Bu taraftan da Çin’e saldırdılar. Vikingler, yani İskandinav toplumlarının tarihinde bir üretim yok, üretimsiz toplum. Onun için ne yapacaklar, sağa sola saldırıp çapul yapmak zorundalar. Üretemezsen çapul yapacaksın, başka çaresi yok yaşamak için. İngilizler yani Anglo’lar, hakeza Saksonlar, Cermenler… say sayabildiğin kadar. Normanlar ve Roma! Roma İmparatorluğunu ayakta tutan, yaşatan iki bölge var; biri Mısır, biri Suriye. Tarım ürünleri oradan geliyor, bütün zenginlikleri oradan geliyor. İtalya’da yok ki! Roma’nın kendi alanlarında, Latin toplumlarında yok. İspanya’da hakeza. İspanya’daki zenginliği sağlayan Emevi akınları ile birlikte kurulan Endülüs medeniyetidir. Avrupa, Doğu Avrupa dahil –bazı bölgeler hariç– tarih boyunca üretimsiz toplumlardır. Üretemeyen, dolayısıyla sağa sola çapul için saldıran toplumlardır. Asya üreten toplum, Afrika üreten toplum, Amerika acayip üreten, yani Mayalar’dan, Aztekler’den İnka’lara kadar Kızılderili üretim kültürü var. Kızılderili üretim kültürünün insan yaşamında çok önemli bir yeri var, yani Kuzey Amerika.

Dolayısıyla Çin’in hiçbir zaman dışarıya doğru emperyalist işgal, kaynak sömürüsü ve benzeri gibi bir tarihi geleneği yok. Tam tersine, sadece Çin değil, son 3000 senedir Çin’den Orta Doğu’ya, Orta Doğu’dan Batı Afrika’ya, Mali’ye Senegal’e kadar uzanan İpek Yolu kültürü… Bütün bu toplumlar Afrika’nın bütün kuzey bölgelerine, oradan Orta Doğu’ya, Kafkaslar dahil Volga boyları, yukarıya, Rusya’ya doğru, oradan geç, İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan, hepsi ve tabii ki Özbekistan, Semerkant başkentiydi. Düşün, dünyanın en müreffeh şehri olarak bundan 1000 sene önce refah içerisinde buralar, hep üretiyorlar. Sadece tarım ürünü değil, aynı zamanda maden işlemede de taşçılıkta da mimaride de bütün alanlarda çok ileriler. Bu toplumlar ürettiklerinin fazlalarını kervanlarla birlikte başka ülkelere taşıyorlar. Kervanlar gidip geliyor. Bütün o toplumlar, kendi zenginlikleri olduğu için takas yapıyorlar; değiş tokuş, alış veriş. Avrupa lügatında, Avrupalıların lisanlarında “alış veriş” diye bir kavram yoktur, sadece “alış” vardır.

KOMÜN: Evet.

EA: Şimdi buna işte “kazan kazan” diyorlar. Yani karşılıklı kazanç. İpek Yolu muazzam bir iktisadi bütünlük ve aynı zamanda muazzam bir paylaşımcı kültürü yaratıyor. Sonuç itibarıyla Çin, bugün 3000 senelik İpek Yolu kültürünü yeniden canlandırıyor. Yani tüm ülkelerle karşılıklı işbirliği, karşılıklı ticaret, alışveriş. Sen de kazan, ben de kazanayım. Afrika ile bu türden kurduğu ilişkiler vasıtasıyla Batılı emperyalist sistemin, Afrika’daki kaynak çapulunun yarısının önüne geçti. Yani Afrika ülkelerinden kendi ihtiyacı olan o kıymetli madenleri çapulla almıyor, kaynak sömürüsü ile almıyor, ticaretle alıyor ve onun karşılığında yatırımlar yapıyor. Mesela pek çok Afrika ülkesinde otobanlar, telekomünikasyon sistemleri, hastaneler vs. gibi pek çok yatırım alanları Çin tarafından geliyor. Aynı şeyi Orta Doğu’da yapıyor. Budapeşte’ye kadar uzanan yeni İpek Yolu, demir yolu hattı, yani Çin’den Avrupa’ya taşınacak mallar, gemilerle bir ayda ulaşacağı Süveyş Kanalı üzerinden –Süveyş Kanalı olmazsa daha uzun, Ümit Burnu’ndan dolaşıp gemilerle bir buçuk ay falan çekiyor– on günde Çin’den çıkıyor, Budapeşte’ye ulaşıyor, Avrupa’nın göbeğine. Oradan dağılır. Dolayısıyla, İpek Yolu demir yolu hattı Türkiye’den geçiyor ve Türkiye’deki çalışmaları devam ediyor. İstanbul-Kapıkule hattı şimdi çift raylı elektrifikasyonlu sisteme dönüştü.

KOMÜN: Çok kısa araya gireceğim. Tam da bu noktada şöyle bir tartışma gelişti son zamanlarda, “Türkiye jeostratejik önemini kaybetti, artık Yunanistan ve Orta Doğu’da yeni geliştirilecek Kürt Özerk Bölgesi, Türkiye’nin yerini almaya hazırlanıyor.” Bu çok gerçekçi gelmiyor ama sizin bu konuda…

EA: Tabii… Türkiye Asya ile Orta Doğu ile Avrupa arasında öyle bir konumda ki, onun konumunu ne Yunanistan ne Irak alabilir ne Suriye alabilir. Ama şöyle bir şey var. Mesela Körfez ülkelerinden çıkıp Türkiye’den Avrupa’ya doğru giden “Kalkınma Yolu Projesi” aynı zamanda Irak’ı da ihya ediyor. Mal gidiş gelişte malın geçtiği her bölge ihya olur. Çünkü oralara da yatırımlar sıçramış. Hakeza ta şimdi Çin’den çıkıp Trans Sibirya demir yolu hattı üzerinden, Rusya üzerinden Avrupa’ya uzanma da var. Fakat aynı zamanda Çin’den çıkıp, Türkmenistan’a gelip, Hazar’ı feribotlarla geçip, sonra demir yolu ile Azerbaycan üzerinden geçip ki şimdi Zengezur geçidi diyorlar ya, işte o geçit de açılacak olursa daha kısalacak.

Şimdi Gürcistan üzerinden dolaşıyor demir yolu hattı fakat eninde sonunda çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin geçiş yolları üzerinde öyle bir stratejik konum var ki onun yerini Yunanistan alamaz, Suriye, Irak alamaz. Onlar sadece komşu ülkeler olur, onlar da yararlanır. Tabii daha sonra geleceğiz bu konuya. Yani Türkiye’yi avucunda tutmak için Batı emperyalizmi elinden gelen bütün çabayı gösterdi. Çin, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Körfez ülkeleriyle çok iyi ilişkiler kurup İran’la aralarını bulmaya başladı. İran-Suudi Arabistan görüşmeleri başladı. Yani iki düşman mezhep bir araya geliyor, görüşmeler yapıyor. Zaten Orta Doğu’ya yeni saldırı hamlesinin en fazla gerekçesi bu: Çin Orta Doğu’ya yayılıyor, Rusya ile beraber. Dolayısıyla gelişmeler hiç de Batı emperyalizminin 2020’de “hegemonyayı tesis etmeliyiz şuralarda” dediği biçimde gelişmedi, tam tersine oldu. Bir taraftan başta Şangay Beşlisi idi, sonra altılı oldu, sonra dokuzlusu oldu, Şangay Grubu gelişti. Şangay Grubu demek, emperyalist Batının ticari kontrolü dışında, dış ticaret ilişkileri ama aynı zamanda ekonomik, sosyal, siyasî ve askeri işbirliğidir. Öbür tarafta BRICS ülkeleri başladı büyümeye. BRICS ülkeleri de Batı emperyalizminin küresel ticari hegemonyasının dışında ticari ilişkiler geliştirmeyi hedefliyor ve bu ticari ilişkiler ne kadar gelişirse, dış ticarette doların hegemonyası, euronun hegemonyası o kadar zayıflıyor.

Amerika’nın en büyük korkulu rüyası bu. Çünkü eğer dış ticarette dolar hegemonyası, dolara bağımlılık ortadan kalkarsa Amerika çöker. Çünkü dünyanın en borçlu ülkesi. Tahviller satmış, hep dış ticaret açığı veriyor. Korkunç dış ticaret açığı var. Bizdeki gibi 30 milyar, 50 milyar dolar falan değil; 500, 600 milyar dolar, bazen 900 milyar dolara kadar çıkan dış ticaret açığı oluyor. Dış ticaret açıklarını tahvil satışıyla ve kendi Merkez Bankası zaten dolar basarak, para basarak telafi ediyor. Niye? Çünkü dolar dünya egemeni, dünyada her zaman geçerli. “Senin paran geçerli değil arkadaş!” dedikleri zaman ne olacak? Şöyle söyleyeyim, 2023 istatistikleri itibariyle Amerika’nın toplam ulusal geliri 11 trilyon dolar, Dış borcu tahvillerle beraber –tahvil satıyor devamlı dışarıya– 31 trilyon! Korkunç! 2008 krizinde Yunanistan’ın dış borçları yaklaşık 120 milyar dolara çıkmıştı ki Yunanistan zaten ulusal geliri 50 milyar dolar yahut daha az yani o civarlardaydı. Dolayısıyla Yunanistan bunu karşılayamaz. Drahmi dünyada geçerli bir para değil ki! Dolayısıyla çöktü. Çökünce ne oldu, Avrupa, Yunanistan’ın 120 milyar dolarlık borcunu sildi. Yunanistan öyle ayakta kaldı. Peki Amerika aynı duruma düşerse, kim onun borçlarını silecek? Mümkün değil! Onun borçlarını silmeye hiç kimsenin gücü yetmez.

KOMÜN: Kimsenin de böyle bir niyeti olmaz zaten.

EA: Bir de üstelik Amerika’nın iktisadi çöküşü sorun olduğu zaman Çin devreye girer. Çünkü dünyaya sattığı Amerikan banka tahvillerinin büyük çoğunluğu Çin’in elinde, Çinli yatırım şirketlerinin. Bir silah ama askeri silah değil, ticari silah. İşte, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin paniklemesinin sebebi bu. 2020’de ulaşmaları gereken hedeflere ulaşamadıkları gibi tam tersi oldu. Ve aynı zamanda 2001’de Amerika’nın yeni uluslararası dış politikası tezlerini Stanford Üniversitesi’nden üç profesöre hazırlattılar. Bu tez, Amerikan dış politikasının temel perspektiflerini ortaya koyuyor. Orada vurgulanan bir şey var, “Batılı sistem 10 tane pivot devletin temelinde yükseliyor.” Bu pivot devletler emperyalist devlet değil, emperyalizme bağımlı ülkeler.

KOMÜN:Türkiye gibi.

EA: 10 tane devlet. Bunlar Latin Amerika’da Meksika, Brezilya, Arjantin; Orta Doğu’da Cezayir, Türkiye ve Mısır; Doğuda da Pakistan, Hindistan, Endonezya, Malezya. “Bu pivot devletler mutlaka Batılı emperyalist sistemin hegemonyası ve kontrolü altında kalmalıdır. Kontrol dışına çıkarsa o bölgede sistem çöker.” Değerlendirme bu. Peki, nasıl kontrolden çıkacak? İki yol var. Birisi düşey hareket, ikincisi yatay hareket. Düşey hareket denilen aşağıdan gelen halk ayaklanmasıyla sistemden çıkar. Meksika, Brezilya, Arjantin falan, onlarda bu tehdit var. Bir de yatay hareket var, yatay hareket daha tehlikeli. Batılı emperyalist sisteme bağımlı iktidarlar o ülkelerde yan çizmeye, karşı safa geçmeye başlar. Yatay hareket dedikleri bu. Yatay hareket tehlikesinin bulunduğu ülkeler hangileri? Başta Türkiye, Cezayir, Pakistan ve Endonezya. Yanlış hatırlamıyorsam, yapılan değerlendirmelerde Türkiye yatay hareket tehlikesinin en yoğun olduğu ülke. Türkiye’nin yatay hareket açısından en tehlikeli olmasının sebebi jeostratejik konumundan kaynaklanıyor. Türkiye her ne kadar Amerikan ve Avrupa emperyalizmine bağımlı bir ülke de olsa, iktidarda olanlar –ister faşist, ister işbirlikçi iktidarlar olsun, ister faşist generaller olsun, ister Tayyip efendi olsun fark etmez, hepsi– Türkiye ekonomisinin çıkarları gereği durmadan Avrasya’ya doğru itiliyor. Avrasyacılık dediğimiz bu. Yani Rusya, Çin ve İran’la sıcak ilişkiler geliştirmek zorunluluğu; aynı zamanda iktisadi, aynı zamanda sosyal, aynı zamanda siyasal… Bu yatay hareket, Batılı emperyalistlerin en çok korktuğu gelişim süreci.

Bu yatay hareketi ne zaman yaşadık, 12 Eylül’ün faşist generalleri, onların devamı olan generaller 90’ların sonu 2000’lerin başı ile birlikte başladılar mızıkçılık yapmaya, “NATO’dan çıkmalıyız. Rusya, Çin ve İran ile sıcak ilişkiler kurmalıyız.” Dugincilik; hani Rusya’da Avrasya tezinin baş mimarı Dugin var ya, Putin’in de aynı zamanda baş danışmanlarından. Avrasyacı bir yaklaşıma sahip olmaya başladılar. Amerika bu tehdidi görünce, bizatihi kendi avucunda büyüttüğü ve dünya çapında muazzam bir örgütlenmeye dönüştürdüğü Fethullahçı hareketi devreye soktu. Ergenekon ve Balyoz harekatları böyle doğdu. Amaç Türkiye’de iktidarı kontrol eden generaller hegemonyasını kırmak, Ergenekon yapılanmasından derin devlet yapılanmasından bunları çıkarmak, yerine Fethullahçıları koymak. Nitekim öyle oldu, tasfiye edildiler. Daha sonra Fethullahçılar büyük çaplı bir tasfiyeye uğradı ve Tayyip kendi kadrolarıyla işi götürmeye başladı, o ayrı sorun. Ama Türkiye’nin yanal hareketle Rusya’ya, Çin’e yanaşması, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin en korktuğu şey.

Dolayısıyla, Büyük Orta Doğu Projesinin saldırı perspektifinde sadece Suriye, İran, Irak falan filan yok, Türkiye de var. Türkiye’yi dize getirmek, tam kontrol sağlamak. Bunu nasıl gerçekleştirme planları var, ondan birazdan bahsedeceğim. Böylesi bir süreç, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin NATO’nun stratejik perspektifleri doğrultusunda doğuya doğru büyük bir saldırı harekatı başlatmasını getirdi. Doğuya doğru harekatın önemli bir parçası Orta Doğu’ya saldırı ise, diğer önemli parçası da bütün Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya bağımlı hale getirilmesi ve Ukrayna üzerinden Rusya’nın kışkırtılması. Yani bunu başlattıkları tarih de 2014. 2014’te askeri darbeyle, seçimlerle falan değil, askeri darbeyle Ukrayna’daki iktidar yıkılır, yerine Neonazi köpeklerin iktidarı kurulur. Bugünkü Zelenski de Neonazi hareketinin yani Azov Taburu denilen çekirdek kadronun kuklası. Dolayısıyla her alandan Rusya ve Çin’i sıkıştırma, doğuya doğru harekat biçiminde. Hem Ukrayna üzerinden –tabii ki Finlandiya, İsveç filan da NATO’ya dahil oldu, şimdi Rusya daha büyük bir tehdit altında– Rusya’yı dize getirmek, hem Orta Doğu bölgesinde Rusya, Çin’in etki alanını kırmak. Hem Güney Asya’dan da başlattılar, Güneybatı Asya’dan da, Pasifik’ten de başlattılar kuşatma harekatını. Amerika ve İngiltere, Avustralya’yla birlikte AUKUS projesi başladı. Sonra bu AUKUS projesinin uzantısı olarak, şimdi biliyorsun, Güney Kore ve Japonya’da aynı kuşatma harekatında yer alıyor.

Bu kuşatma harekatının temel perspektifi, Çin’i Pasifik’ten sıkıştırma, askeri tehdit. Tayvan krizini durmadan kaşımalarının de sebebi bu.

KOMÜN: Çin’in bu askeri tehdide karşı koyabilme gücü var mı?

EA: Var. Çin’in avantajı şu, her zaman savunma pozisyonu. Dolayısıyla çok büyük iktisadi giderlere ihtiyaç duymadan bu savunma kapasitesini kullanabilir. Ama zaten şimdi artık Çin’in işgal edilmesi gibi, böyle geçmişte kalmış hülyalar falan geçersiz. Önemli olan Çin’i kuşatmak, tehdit altında tutmak, onun ticaret yollarını kesmek ve özellikle Pasifiklere doğru genişleyen etki alanını kırmak. Çünkü Çin bunların hiç beklemedikleri alanlardan darbe vuruyor. Batılı Emperyalist Sistemin 1950’lerden sonra inşa ettiği belli bölgesel iş birliği örgütleri vardı. Burada Şah zamanında Irak, İran, Türkiye; bunların oluşturduğu pakt gibi Güney Asya ve Pasifik bölgesinde de Asean Birliği vardı. Emperyalistler oluşturdular. Yani Avustralya, Filipinler, Güney Kore hepsi dahil. Hatta Malezya, Singapur vesaire. Çin, Asyan Birliği’ni yeni bir yapılanmaya soktu. Asean ülkeleri, şimdi tabii Vietnam’da dahil olmak üzere –çok ciddi bir güç Vietnam iktisadi olarak– Bangladeş’inden tut, Tayland’ına kadar, yani en Amerikan köpeği ülkelere kadar hepsi Asean Birliği içinde gümrük muafiyetli dış ticaret serbestisi elde etti Çin’le. Çin diyor ki, “Mallarınızın benim ülkeme, benim pazarıma girmesi için benim gümrük duvarlarına ihtiyacım yok.” Ama öbür tarafta Amerikan emperyalizmi artık çürüdüğü, kokuştuğu, iler tutar tarafı kalmadığı için, “aman efendim. Çin’i, yetmedi Rusya’yı, yetmedi Brezilya’yı, yetmedi Türkiye’yi gümrük duvarlarının arkasına alalım” diyor. Yani yeni gümrük vergileri.

Onlar gümrük duvarlarını yükseltirken, Çin gümrük duvarlarını kaldırıyor. Buna güç dayanır mı? Bunu askeri olarak çözemezsin. Askeri olarak nereye kadar çözeceksin bunu? AUKUS Projesi’yle Çin’i kuşat istediğin kadar. Adam Asean Bölgesi’ni olduğu gibi gümrük muafiyetli dış ticaret bölgesi yaptı. Kendi aralarında da öyle. Ve işin en enteresan tarafı, Japonya dedi ki, “Ben niye dışında kalayım, ben de girerim, ben de yararlanayım, bu pastadan ben de yiyeyim.” Yani en Amerikan köpeği, en bağımlısı, ne kadar ülke sayıyorsan, hepsi böyle bir iktisadi, ticari avantaj oldu muydu, dayanamıyor, yatay geçiş yapmaya başlıyor. Yatay hareketin zaten sıkıntısı buradan kaynaklanıyor. Böyle bir dünyada yaşanıyor. Bir taraftan Batılı emperyalist sistem çökme ve çürüme içerisinde ama öbür taraftan da muazzam bir azgınlık ve saldırganlık içerisinde. Ve öyle bir noktaya geliyor ki, artık kendilerini ayakta tutmak için insanlığa topyekün bir saldırı başlatma noktasına geliyorlar.

Ta 1990’larda Sovyetler Birliği çözüldükten sonra dillendirilen gerçek, Marksistler olarak biz eskiden, “Ya sosyalizm ya barbarlık!” diyorduk, şimdi “Ya sosyalizm ya insanlığın sonu!” Başka çıkış yolu kalmıyor. İki seçenek var. Artık emperyalist kapitalist sistemin dünyaya sunduğu bir refah sistemi yok, yıkım var. Emperyalistler hangi bölgeye el atarsa yıkılıyor orası. “yıkılıyor” derken, ekonomik olarak değil sadece, evleri başlarına yıkılıyor.

KOMÜN: Sosyal, siyasal ve fiziki her anlamda bir çöküş yaşıyor.

EA: Dolayısıyla, ancak yıkarak hegemonyalarını devam ettiriyor, imar ederek değil. Eskiden hiç olmazsa yıktıkları bölgenin yeniden imarı yeni bir pazar alanı açıyordu. Şimdi onu da beceremiyor. Mesela diyelim ki Irak, Irak’ı işgal etmek için 900 milyar dolar falan harcadı. Ama Irak’ın imarından ve petrolünden o 900 milyar doları çıkaramadılar. Zararlılar. Yani askeri harcamaları artık karşılayamıyorlar.

KOMÜN: Trump’ın “Bundan sonra Amerikan askeri gücünü arkasında görmek isteyenin parasını ödemesi gerekir.” sözü buraya mı dayanıyor?

EA: Bundan kaynaklanıyor. Yani, “Biz o kadar masraf yapıyoruz, bölgeleri yıkıp yakıyoruz, askerlerimizi savaşa gönderiyoruz, onca uçak gemisi, onca silah… yüzlerce milyar dolar harcıyoruz, ondan sonra ortaya çıkan kaynağı Avrupalı emperyalistler paylaşıyor. Yok öyle şey!”

KOMÜN:Bu sürdürülebilir mi? Trump’ın bu politikası. Gerçi Trump meselesine ayrıca gireceğiz ama Trump’ın bu “bizim gücümüzü almak isteyen parasını verir” taktiği sürdürülebilir mi?

EA: Değil. Çünkü Avrupa emperyalizminin de, Japon emperyalizminin de öyle bir iktisadi gücü yok artık. Amerika’nın sürdürdüğü savaş politikalarını iktisadi olarak besleyecek güçleri yok.

KOMÜN: Bu bir kaosa mı götürecek? Kaos aynı zamanda kendi içerisinde bir yeniliğin de devrimlerin de çıkacağı bir süreç. Kaos olarak tarif etmek doğru olur mu? Ama bir kargaşa olduğu kesin, çelişik bir kargaşa.

EA: Ben 20 yıl boyunca durmadan bir şey vurguladım: Sadece Türkiye değil, dünyanın tüm devrimcileri, 2020’den sonraki nihai savaşa, kapışmaya hazırlanmalı. Ya biz hazır olacağız ya bunlar saldırılarını insanlığı yok etme raddesine kadar götürecekler! Mesela diyelim, daha 2019’da İngiliz Genelkurmay Başkanı Sir Nick Carter’ın söylediği şey: “Eninde sonunda biz Rusya’yla nihai savaşa girmek zorundayız.” Rusya’yla nihayet savaşa girersen, dünyanın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın.

KOMÜN: Çünkü o zaman nükleer savaş olur.

EA: Bugün Putin’in devamlı gelişmiş nükleer silahlarla Avrupa ve Amerikan emperyalistlerini tehdit etmesinin sebebi bu. Kore’nin durmadan nükleer silahlarla gövde gösterisi yapmasının sebebi bu. “Bize saldırmaya kalkmayın, canınızı okuruz!” Saldırırlarsa ne olacak? Tabi geldiğimiz noktada artık temel bir gerçek bu. Ben bunu 90’ların ortasında, Bayrampaşa’da dünya devrimi programının birinci maddesini mizahi olarak şöyle ifade ediyordum: “Bütün köpekler itlaf edilmeli!” Tabi dört ayaklılar değil, iki ayaklılar. Yani geldiğimiz noktada, dünyanın bütün emperyalist ve siyonist alçakları için durum bu. Ya onlar itlaf edilecek ya insanlık itlaf edilecek. Seç ikisinden birini. Bu noktaya getirildi. Toplumlar bu ciddi tehdidin farkında değiller, aymaz bir şekilde yaşıyorlar, çünkü devrimciler aktif değil. Devrimciler kendi işçi sınıflarına, emekçi halklarına bu gerçekleri açıklamıyorlar. Toplumlar farkında değil. İnsanlık uçuruma gidiyor. Ya sen devreye gireceksin, ey emekçi halk, yahut da emperyalist kapışma içerisinde insanlık yok olacak. İkisinden birisi. Yani emperyalist savaşların devrimci savaşlara dönüştürülmesi hadisesi tekrardan karşımıza çıkıyor. Biz buna hazır mıyız? Bütün mesele budur!

Genel tablo bu. Şimdi buradan Büyük Orta Doğu Projesi’nin saldırı dalgasına geçebiliriz. Aslında böyle bir Büyük Orta Doğu Projesi saldırısı, dediğim gibi İsrail’in kendi başına yaptığı bir saldırı değil. Tersine, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin NATO koordinasyonunda toptan saldırısıdır. Ama bu toptan saldırının hazırlanmasının arka planında belli başka gerekçeler de var. Şöyle bir şey olabilir, Trump daha adaylığı sürecinden bu yana Ukrayna’ya yapılan masrafın boşa gittiğini, bir sonuç alamadıklarını dolayısıyla Rusya’yla oturup konuşmanın gerektiğini, Zelenski’nin de bunu kabul etmesi gerektiğini vurgulayıp duruyor.

KOMÜN: Bu bir çelişki değil mi acaba? Bu, Amerikan siyaseti içerisinde de bir çelişki değil mi aynı zamanda?

EA: Evet çelişki ama bu çelişki zaten güç yetmezliğinden kaynaklanıyor. Şimdi Ukrayna’da böyle bir savaşı kışkırtarak Rusya’nın ekonomik olarak sıkıntıya geleceğini ve çökeceğini düşündüler. Tam tersi oldu, Rusya’nın bir sıkıntısı yok. Niye? Çünkü arkasını dayamış Şangay altılısına, BRICS ülkelerine, yani Rusya’ya bir sürü yaptırımlar yapılıyor ama o yaptırımlar Avrupa emperyalizminden ve Amerikan emperyalizminden geliyor. Çin’den gelmiyor, Hindistan’dan gelmiyor, Brezilya’dan gelmiyor, bilmiyorum anlatabildim mi? Şangay ve BRICS yapılanmaları Rusya’nın ekonomik ve ticari ilişkilerinde herhangi bir sıkıntının olmaması sonucunu doğurdu. Avrupa Rus doğalgazını almıyormuş, almayıversin, orada koskoca Çin var, Hindistan var. Onlar alıyor.

KOMÜN: Dünyanın en büyük nüfusunu barındıran iki ülke.

EA: Yani Çin, Hindistan dediğin gibi 3 milyar. 8,5 milyarlık insan nüfusunun yaklaşık %40’ı. Ve aynı zamanda sanayi yatırımı bakımından en gelişmiş bölgeler bunlar, en hızlı bölgeler. Dolayısıyla gerek doğal gaz bakımından, gerek madensel bakımdan, petrol bakımından Rusya’nın bir sıkıntısı yok. Sıkıntısı olmadığı müddetçe Rusya ayakta kalır.

Mesela çok ufak bir detay gibi görülüyor. Altın fırlamış gidiyor. Ons altın 2.000 doların üstünde seyrediyor. Ben hayatım boyunca 2.000 dolar hiçbir zaman görmedim altını. En son 70’lerde 1.900 dolara kadar çıkmıştı sonra da düştü 1.200’lere kadar. Onsu şimdi 2.000’lerin üzerinde. Altın fiyatının bu kadar yüksek olması Rusya’nın büyük bir avantajı. Çünkü en büyük altın rezervlerinden birine sahip. Tabii Afrika ülkeleriyle beraber. Eskiden bu açıdan rezervler itibariyle en büyüğü Zaire’ydi yani şimdiki Demokratik Kongo. Dolayısıyla Rusya’nın böyle bir sıkıntısı yok. Ama öbür tarafta Avrupa ve Amerika, Ukrayna’ya yaptıkları yüzlerce milyar dolarlık desteği, yardımı geri alamıyorlar. Ve bunu devam ettiremiyorlar.

KOMÜN: Bu öngörülebilir bir şey miydi? Yani şöyle mi kurgulandı? Bu biraz komplo teorisi gibi de. Zaten bu savaş uzun sürecekti. Rusya yıpratılacaktı. Rusya’nın nihai bir zaferi öngörülmüyordu zaten. Yani bu her iki taraf açısından da zaferle sonuçlanacak bir harekat değil. Rusya’yı yıpratma harekatı olarak planlandı.

EA: Evet. Rusya’yı yıpratma harekatı olarak planlandı ve aynı zamanda Rusya’nın Doğu Avrupa üzerinden sıkıştırılması hesaplandı. Fakat tutmadı.

KOMÜN: Yani daha net olarak söylersek, Rusya’nın olası bir zaferi öngörülüyor muydu emperyalizm tarafından? Geri adım attırmak, Rusya’ya…

EA: Hayır. Ukrayna sadece Rusya’yı sıkıştırmak için öne atılmış bir…

KOMÜN: Ön karakol gibi oldu yani.

EA: Karakol demeyelim de Rusya’nın önüne atılmış bir yem gibiydi. “Savaşın, uğraşın, durun.” Ukraynalılar da şimdi bu gerçeği yavaş yavaş görmeye başlıyor. Zelenski de oturmuş ağlıyor. “Daha fazla yardım, daha fazla yardım.” Yapacak halleri kalmadı ki. Daha ne kadar kaynak aktaracaklar buna? Dolayısıyla bir kere Rusya’nın iktisadi olarak dize getirilmesinin imkânı olmadığı görüldü. Rusya da başka bir gerçeği gördü, “Ben hem Ukrayna’da hem Orta Doğu’da askeri güç ve saldırı gerçekleştirebilecek kapasitede değilim. İki cephede birden zor. O yüzden bir pazarlık yapalım. Yani Orta Doğu’ya ben müdahale etmeyeyim. Siz de Ukrayna’da yavaş yavaş geri adım atın.” Tabii Rusya’nın bu Büyük Orta Doğu saldırısı karşısında –Suriye’nin çökmesi sırasında özellikle– askerî olarak çok fazla müdahale edememesinin sebebi aynı zamanda Batı Emperyalizminin, NATO’nun sahip olduğu teknik üstünlük. Rusya, Suriye hava sahasını kontrol edemiyor.

Yani biz bundan 50 yıl önce İsrail ile Suriye arasındaki savaşta Suriye’de hava savunma sistemlerin nasıl vızır vızır çalıştığını görüyorduk. O zamanlar bir gelenek vardı. Mesela Şam’da, İsrail uçakları Şam civarındaki askeri bölgelere, hava alanları üstler vesaire saldırı gerçekleştiğinde alarmlar çalar, alarmlar çalınca bütün halk, biz de dahil aşağıya doğru yani sığınaklara doğru inmeyiz. Damlara doğru çıkarız. Suriye hava savunma sistemi, yani Sovyetlerin hava savunma sistemi İsrail’in savaş uçaklarını nasıl avlayacak, onu canlı görmek isteriz. Patır patır patlatırlardı uçakları. Ama şimdi öyle değil. Çünkü elektronik harp konusunda Amerikan Emperyalizminin bariz üstünlüğü var.

KOMÜN: Bu Amerika’daki silah sanayi ve gelişen bilişim teknolojisi arasında bir çatışma durumu var gibi görünüyor. Yani silah sanayinin on yıllar öncesinden yatırımlar yaptığı, fakat Silikon Vadisi gibi gelişen teknolojiyle birlikte silah sanayinin sanki daha geriye doğru itilmeye başladığını görüyoruz. Çin’in elektronik piyasadaki üstünlüğü de Amerikan sanayisine ortak olmaya çalışıyor.

EA: Biraz önce bahsettik zaten bu konuları.

KOMÜN: Evet, haklısınız. Burada Trump’a düzenlenen suikast konusu da var. Bu suikastin düzmeceden öte gerçek bir suikast olduğu yönünde değerlendirmeler var. Tesadüf eseri Trump kurtulmuş deniliyor. Yani Amerikan Emperyalist sermayesi içerisindeki çelişkilerin bir sonucu muydu Trump’a düzenlenen suikast ya da bu suikastın devamı gelecek mi? Trump öldürülebilir mi? Bu Trump’ın asker çekme açıklamaları, Senatonun asker çekmek bir yana iki katına çıkarma pratiği ve bunun birbirinden kopuk olarak gelişmesi… Bu aslında ayrı bir başlık olarak değerlendirilebilir ama kısa birkaç cümleyle buna da değinebilir misiniz?

EA: Şöyle bir şey söyleyeyim kısaca. İsrail, Gazze’ye katliam saldırısı başlattığı zaman ilk yaptığı iş Gazze’nin suyunu, elektriğini kesmenin yanında bilişim hatlarını kesmesiydi. İnternet kesildi. O zaman Elon Musk, yani siber teknoloji devi Elon Musk, dedi ki, “Ben Starlink uyduları vasıtasıyla Gazze’nin internet erişimini tekrardan sağlayacağım.” İsrail’e karşı alınmış ciddi bir tavırdı bu. Ama Elon Musk’a karşı herhangi bir suikasta girişmedi Dünya Siyonist Kongresi. Dünya Siyonist Kongresi dediğim de yani otomotiv, silah tekelleri, petrol tekelleri artı Pentagon. Onların kontrolünde. Pentagon herhangi bir suikaste girişmedi. Ne yaptılar? Kulağını çektiler ve İsrail’e davet ettiler. Elon Musk İsrail’e gitti, orada kendisini hizaya getirdiler. Ve Elon Musk o tavırlarından vazgeçti. Ama Elon Musk bir damga yedi. Yani bu herif her an cayabilir, kaypak bu herif. Dünya Siyonist Kongresi tarafından. Dolayısıyla Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı yani ABD’nin derin devleti Ulusal Güvenlik Ajansı, sürekli Elon Musk’ı kollamaya başladı. İşte o kollamanın sonucunda da daha geçenlerde yani çok yakın bir zamanda belki bir hafta oldu, belki 10 gün oldu, yakın bir zamanda Elon Musk dedi ki, “Amerikan derin devleti durmadan beni takipte, bitiririm sizi” dedi, Meydan okudu. Tabii çok iddialı ve havalı bir tavırdı ama bu tavrı gösterdi. Şimdi artık yavaş yavaş daha geriye çekilen yani zenginlik olarak daha alt planlarda olan Larry Ellison’lar da Bill Gates’ler de tabii Jeff Bezos’lar da hepsi de aynı düşünüyorlar. Yani bu türlü saçma sapan savaşlara gerek yok. Savaşlar aynı zamanda bizim ticari alanlarımıza zarar veriyor. Ama Pentagon’u elinde tutan Dünya Siyonist Kongresi’nin eski sömürgeci politikalarından başka uygulayabilecek politik yeteneği yok, esnekliği yok. Çünkü o sömürgeci politikalara devam edemezsen silah sanayi sekteye uğrar, petrol sanayi sekteye uğrar. Ama sadece o değil, o sömürgeci politikaları devam ettiremezsen İsrail dünyanın en büyük elmas ihracatçısı olmaktan çıkar.

Daha yeni istatistiklerle yaklaşık dünya elmas, pırlanta ticaretinin, ihracatının yaklaşık %80-85 kadarının İsrail’den yapıldığı ortaya konuluyor. Tabii Hindistan da onun yardakçısı. Yani esas işlemeler Hindistan’da yapılıyor, fakat ihracatçı İsrail. İsrail ve Hindistan arasında elmas ticareti, elmas işleme konusunda böyle bir işbirliği var. Neyse, Elon Musk’ı tehdit etmediler açıktan, suikast de yapmadılar. Sadece kulağını çektiler. Ama aynı tavırları gösteren, “Ben bu saçma savaşları bitireceğim. Orta Doğu’da da, Ukrayna’da da” dediği zaman hemen kulağına kurşun sıktılar. Ve o zaman Trump bir geri adım attı.

KOMÜN: Peki siz o suikastın gerçek, öldürme amaçlı bir suikast olduğunu mu düşünüyorsunuz?

EA: Hayır, öldürme amaçlı değil. Korkutma amaçlı. Korkutma amaçlı ama yöntem farklı. Yani kulağını sıkma değil de kulağına kurşun sıkma biçiminde oldu. Zaten bu suikastı yapanlar, daha sonra da, yine bir suikast girişimi oldu. Bu suikast girişimlerini yapanlar tamamıyla asosyal yaratıklar. Tam da Ulusal Güvenlik Ajansı’nın her zaman kullanacağı tipler bunlar. Trump o zaman geri adım attı. İsrail’i sonuna kadar destekledi ama aynı zamanda Ukrayna konusundaki tavrını da devam ettirdi. İsrail’in yani Dünya Siyonist Kongresi’nin ona pek itirazı yok. Çünkü zaten kendilerine masrafı. Ama Orta Doğu’da savaşçı politikaları devam ettirme konusunda Trump geldiği zaman zaten aynı şekilde devam edecek. Ve şimdi zaten Orta Doğu’da izledikleri savaş politikaları konusunda Trump’ın da onayını alıyorlardır. Trump’ın bir itirazı yok. Trump daha önceden beri “CENTCOM’un Suriye’deki askerlerini çekeceğiz” deyip duruyor. Fakat çekemez. Çünkü orada bir egemenlik alanı, hakimiyet alanı, kontrol alanı sağlamış. Ona ihtiyacı var. Özellikle Suriye’nin şu sıradaki durumu itibariyle tam da ihtiyacı var. Ve Suriye’de önemli bir aktör olarak kalmak zorunda. Suriye’nin kendi istedikleri şekilde yeni baştan dizayn edilmesi ve çapulcu rejiminin yeniden örgütlenmesi konusunda CENTCOM’a ihtiyaç var.

KOMÜN: Fiziki gücünü oraya yığmak zorunda yani.

EA: İsrail’e de ihtiyaç var, Amerika’ya da ihtiyaç var, Türkiye’ye de ihtiyaç var.

Zaten Suriye’ye topyekun saldırı öyle İdlib’deki çapulcular, şeriatçı, cihatçı çapulcular birdenbire çıktılar ortaya bilmem şöyle yaptılar, böyle yaptılar değil. Bir yıldır süren, ta Gazze saldırısıyla beraber başlayan bir yıldır sürmekte olan bir hazırlığın ürünü. Hazırlık çok kapsamlı.

İdlib’deki HTŞ’nin etrafında toplanmış olan İslami çapulcular. Bunlar aşağılık yaratıklar. IŞİD’in arttıkları bunların hepsi. Zaten Nusra da IŞİD’in Suriye’deki koluydu. Nusra sonra ismini değiştirdi. Zaten Golani’de Irak’taki esas IŞİD devletinin yöneticilerinden birisi. IŞİD lideri Ebu Bağdadi’nin yardımcısı. Ebu Bağdadi diyor ki, “Sen Suriyelisin nasıl olsa, git Suriye’de IŞİD’in kolunu kur, Nusra’yı.” Sonra IŞİD zayıflayınca Nusra bağımsızlaşıyor. Yani ayırıyor kendisini. Türkiye’nin himayesinde İdlib’de palazlanıyor. Ve tabii IŞİD artıkları orada sadece Nusra ve çevresinde toplanmıyor. Bir de Horasan grubu var. Horasan grubu daha da suikastçı, daha da vurucu. Moskova’daki saldırıları falan yapan, Çeçenistan’da saldırı yapan bunlar, suikastlar düzenliyor. Bunlar orada palazlanıyor. Ama son bir sene içerisinde doğrudan doğruya NATO tarafından savaşa hazırlanıyorlar. Sadece Türkiye ve Amerika değil, bütün NATO ülkeleri bu faaliyetin içindeler.

Şu soruyu kimse sormadı. İdlib’deki bu çapulcu çeteleri bunca üniformayı nereden buldular? Bunca silahı nereden buldular? Omuzlarında Stinger füzeleri var, hava savunma füzeleri. Bunları nereden buldular? Hepsi gıcır gıcır, tek model Toyota pickup’ları nereden buldular? Pazardan mı satın aldılar bunu? Hayır. NATO tedariki. Nereden girdi İdlib’e? Tabii ki Yayladağ’dan. Yayladağ kapısı kapalıdır. Ama NATO’ya açıktır. Yani sivillere kapalıdır. Şimdi Cilvegözü’nden sokmaya kalksalar görülür. Ama Yayladağ’dan soktukları zaman çaktırmadan sokarlar. Türkiye’den girdi bütün bu malzemeler. Oradaki bu IŞİD artığı çapulcu çeteleri askeri eğitimden geçirenler İngiliz, Alman özel kuvvetlerinin eğitimcileri. Fakat bu sefer eğitim için gelirken Ukrayna’nın Azov taburundan Neonazi eğitimcileri de getirmişler. Özellikle onların şimdi gelişmiş olduğu drone eğitimi, yani İHA-SİHA eğitimi de verilmiş. Aynı zamanda hava savunma sistemlerini kullanma eğitimi, yani Rusya ve Suriye uçakları bombardımana gelirse onlara karşı koyabilmek için. Omuzlardaki stingerler de yakın hava savunma sistemi. Yerden, kara savunma roketleri, karadan havaya. Bir kişinin kullanabileceği, yani omuzdan atılan. Afganistan’da da kullanıyorlardı. Rus helikopterlerine ve uçaklarına karşı. Bunları kim sağlıyor? Pazardan mı alıyorlar? Yok. Amerika, Avrupa sağlıyor. Eğitimini de Ukrayna’dan aşağılık naziler veriyor. Organizasyon büyük.

Aynı zamanda bu HTŞ çapulcuları daha Hama’ya yeni ulaşmışlardı, ‒Hama’dan Şam’a bir sürü yol var, hem de dağlı taşlı, oraya geçmek kolay değil‒ bir baktık Şam’ın güneyindeki, Ürdün sınırındaki Dara bölgesinden çapulcular giriş yapıyor, Suriye-Ürdün sınırından. Aynen 2011’de olduğu gibi yani iç savaşın ilk başladığı zamanda olduğu gibi. Suriye-Ürdün hududunun Ürdün tarafında büyük askeri kamplar var. O zamanlar, 2011’de, İngiliz basınının yazdığına göre, İngiliz MI6 ajanları ve özel kuvvet eğitmenleri tam 10.000 çapulcuyu eğitmişlerdi, Müslüman Kardeşleri. Onlar da daha sonradan IŞİD’in çekirdeği oldu zaten. IŞİD’in, El Kaide’nin çekirdeği oldu. Yine oradan saldırmışlar, fakat eğitmenler değişmiş.

KOMÜN: İngilizler yerine Ukrayna mı?

EA: Yok, orada Ukrayna değil, bu sefer Norveç özel kuvvetlerinden eğitmenler gelmiş eğitmiş. Norveç bile burada. Daha sayamayacağımız neler vardır. Yani Alman özel kuvvetleri, Fransa özel kuvvetleri, İngiliz özel kuvvetleri hepsi burada. Suriye’yi kıskaca almak için ve çevreden eğitimle şey yapmak için. Çapulcular böyle eğitildiler. Tabii sadece eğitilmediler, karınları doyuruldu, iaşeler, üstleri başları, üniformalar dizildi. Lojistik destek, araçlar sağlandı, silahlar sağlandı, elektronik sistemler sağlandı. Ya haberleşme? Bunca gücün haberleşmesini sağlamak için sadece en basit telsizler bile milyonlarca dolar tutar. Kim sağladı bunları? Tabii ki NATO, bunu İsrail’le beraber yaptılar.

Dolayısıyla NATO koordinasyonunda olmakla birlikte Suriye’yi, Suriye’deki Baas rejimini yıkma harekatının başında üç ülke var. Amerika, İsrail ve Türkiye. Bunlar olmadan beceremezdiler. Türkiye olmadan hiç beceremezdiler. Türk ordusunun özel kuvvetleri de hakeza İdlib’de bu eğitimlere katılıyordu. Koordinasyon halindeler. Öbür taraftan Türkiye zaten Suriye Milli Ordusu diye bir çapulcular grubu oluşturmuştu. Zaten o bile Türkiye’nin bu işin içerisinde olduğunu gösteriyor. Açıktan yapıyorlar. SMO dediğin nedir? Yani Suriye Milli Ordusu. O da zaten IŞİD’in artıkları. Hepsi IŞİD’in artıkları. Neymiş? Amerika, IŞİD’e karşı savaş için Suriye’deymiş. Sen bütün IŞİD’in arttıklarını zaten kullanıyorsun. “Kendi teröristini, kendin yarat” hikayesi bu. Kullanırsın, sonra atarsın.

KOMÜN: IŞİD bunun en canlı örneğidir.

EA: El Kaide, IŞİD, Nusra, hepsi. Şimdi Suriye’deki Baas rejiminin yıkılması, Gazze, Lübnan saldırılarının ötesinde çok ciddi bir hadise. Baas rejimlerinin Orta Doğu’daki sonu geldi. Tek kale kalmıştı, onu yıktılar. Ta 1928’lerden bu yana yapılan bir çalışmanın sonucu bu. Bir tarafta Amerika ve Avrupa Emperyalistleri, NATO’nun azgınları, öbür tarafta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Baas rejimlerinin baş düşmanı. Neden? Çünkü Baas rejimleri istediğin kadar “despottur, diktatördür” falan filan de, fark etmez. Laiklik esası temelinde çağdaş bir toplum yapısı, bir devlet düzeni kurar. Bütün dinlerin, mezheplerin ve farklı ulusal grupların beraberce yaşayacağı laik bir düzen, seküler hayat. Biz bunu Lübnan’da, Suriye’de, Filistin halkının arasında zaten geçmişte 50 sene önce, 40 sene önce yaşadık. Son derece rahat, son derece çağdaş, son derece aydın bir toplumsal ilişki düzeni. Batılı Emperyalist sistemin bütün sömürge alanlarında en korktukları şey budur, çağdaş toplum yapısı. Çünkü çağdaş toplum yapısı iki şeye yol verir. Bir, sınıf çatışması ön plana çıkar. İki, anti emperyalizm yükselir. Yani kendi ulusal değerlerine ve kaynaklarına sahip çıkmayı öğrenir. Bu yüzden de ta İngilizler, Fransızlar Osmanlı’yı parçalayarak Orta Doğu’ya girdiklerinde, Mısır’ı, Suriye’yi, Irak’ı sömürgeleştirdiklerinde hep aşiretlere dayalı, tarikatlara dayalı, şeriata dayalı düzenler kurmak için uğraşmışlar. Yani ne kadar gerici yobaz ortamda kalırsa, bu toplumların direnme güçleri o kadar azalır.

Müslüman Kardeşler denen o aşağılık hareketi, 1928’de ilk olarak İngilizler, Kahire’de örgütlemeye başlıyor. O zaman Kahire, yani Mısır İngiliz sömürgesi. El Ezher denen külliyenin etrafında, merkezinde bir Müslüman Kardeşler örgütlenmesine niye ihtiyaç duyuyorlar? O ihtiyaç şeyden kaynaklanıyor. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeni bir Cumhuriyet rejimi kuruluyor. Laisizm temelinde. Sömürgeci politikalarının karşısında laisizm en büyük tehlikedir. Yeşil kuşak, yani Müslüman ülkeler coğrafyasında emperyalistler laikliğe tümüyle karşıdır. İşlerine gelmez. Onlar şeriatçı, yobaz, tarikatçı düzenler isterler. Tarikatçı düzenlerin hepsi emperyalistlerin köpeği durumdadır, bilaistisna hepsi. Lübnan’daki Hizbullah hariç. O tarikatçılık yapmıyor, şeriatçılık yapmıyor, İslamcılık yapmıyor. Şöyle söyleyeyim, 1970’lerde 80’lerde biz siyonist çapulculara İsrail Devleti’ne karşı Suriye, Lübnan, Filistin sahasında savaşırken yanımızda gördüğümüz, bizimle beraber omuz omuza savaşan sadece –1982 İsrail işgalinden sonra, Lübnan’ı işgalden sonra kurulan ve gelişen– Hizbullah’tır, Lübnan Hizbullahı. Diğerlerinin hiçbiri siyonizme karşı savaşmadı.

79’da İran Halk Devrimi gerçekleşti. Halk Devrimi’den sonra hem Tahran ve Tebriz gibi büyük siyasi merkezlerde hem de İsfahan ve Şiraz gibi büyük sanayi bölgelerinde Halkın Fedaileri ve Halkın Mücahitleri büyük bir etkiye sahip oldular. Halkın Mücahitleri dediğimiz de Ayetullah Muntazere’nin liderliğini yaptığı sosyalist İslamcılar. Halkın Fedaileri zaten Marksist Leninist, onlar bizim can yoldaşımız, beraber savaştık, omuz omuza savaştık. Aynı zamanda örgüt olarak çok sıcak ilişki içerisinde bulunduk. Bir arada hareket ettik. Halkın fedaileri, Şah faşizmine karşı kurulmuş örgütler bunlar. Halkın Mücahitleri de İslamcı olmasına rağmen sosyalist İslamcı olduğu için Yeşil Sosyalist oldukları için bizimle orada savaştılar. Ama o sırada bugünkü İran rejiminin tepesindeki mollalar ne yapıyordu? Mollaları hiçbir savaşta görmedik. Onlar 1979 halk devrimine kadar Fransa, Almanya, İngiltere, Amerika’da yani emperyalizmin kucağında mülteci pozisyonundaydılar. Halk devriminden sonra Humeyni Paris’ten Air France uçağıyla getirildi, Tahran’a indirildi. Çünkü Batı Emperyalizmi Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri gibi ilerici, devrimci, anti-emperyalist güçler yerine mollaların iktidara gelmesini yeğler. Dolayısıyla mollalar bile, bugünkü İran’ı yöneten Ayetullah düzeni bile, varlığını Batı anti-emperyalizmine borçlu. Şimdi bize göstermelik anti-emperyalizm yapıyorlar. E sizi iktidara getiren zaten Amerika, Avrupa. Şöyle söyleyeyim, 1952’de Mısır’da General Abdul Nasır’ın önderliğinde askeri darbeyle Kral Faruk rejimi yıkılır, Kral Faruk İngilizlerin hizmetindedir. Ve Arap milliyetçisi anti-emperyalist bir iktidar kurulur. General Nasır, Başkan Nasır olur. Başkan Nasır Mısır’da yeni bir hareket örgütler, ismi Sosyalist Arap Birliği’dir. Oradan itibaren çorap söküğü gibi gider. 1958’de bu sefer Irak’ta Nuri Said rejimine karşı-o da İngilizlerin emrindedir- General Kasım önderliğinde askeri darbeyle ilerici subaylar iktidarı ele geçirir. Nuri Said rejimi yıkılır. Yerine Baas iktidarı kurulur. Baas partisi örgütlenmeye başlar, komünistlerin de desteğiyle. Arkasından 63’te bu sefer aynı askeri darbe yöntemleriyle Suriye’de Baas rejimi kurulur. 1970’e kadar Nureddin el-Atasi başkandır. Sonra Hafız Esad. General Hafız Esad başkanlığa gelir. Ama Baas rejiminin kurulması 1963’de başlar. 1970’de Esad rejimi yani Esad başkanlığı devam eder. Arkasından 1974’te bu sefer Muammer Kaddafi, emperyalistlerin hizmetindeki iktidarı yıkar, askeri darbeyle. Askeri darbeyle iktidarı ele geçirir. Bunların hepsi ilerici antiemperyalist darbelerdir. Hepsinin yaptığı aynı şeydir. Ulusal zenginliklerle sahip çıkarlar. Mısır’da Süveyş kanalı, Irak’ta, Libya’da petroller millileştirilir. Yani Batılı emperyalist tekeller muazzam rezerv alanlarını kaybettiler. Az buz değil, Irak, Libya.

Aynı şeyi 1951’de seçimle iktidara gelen İran’daki Musaddık yapmaya kalkar, başbakanlığı sırasında. İran petrollerini millileştirir. Sen misin millileştirilen! CIA çapulcuları toplarlar, bir gece darbesiyle –tabi ordu da emperyalistlerden, CIA’den yana, Şah rejimi var zaten– Musaddık’ı öldürürler ve İran petrollerinin millileştirilmesinin önüne geçerler. Hep aynı hikaye. Rezervlerin ve kaynaklar üzerindeki hegemonyanın devam etmesi mücadelesidir. Baas bunların önünde çok büyük bir engel. Peki Baas’ı kim kurdu? 1948’de, isimleri tümüyle saymaya gerek yok, Mişel Eflak önderliğinde Suriye’de Baas Partisi kuruldu.

KOMÜN: Sovyetler’in bunda etkisi neydi?

EA: Şöyle diyeyim, Sovyetler Birliği’nin 2. Dünya Savaşı’ndan muzaffer çıkmasının zaten dünya çapında bütün ülkelerde büyük bir etkisi var. Ama aynı zamanda Çin’de Emperyalist hegemonya ve Japon istilasına karşı Halk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının da büyük etkisi var. Bütün bunlar bir araya geliyor. Yani şöyle söyleyeyim, insanlık o çağda 2. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren 60’lara 70’lere kadar en etkili aydınlanma çağını yaşıyor. Özellikle sömürgeler, geri kalmış ülkeler, her taraf, Türkiye de dahil. Türkiye’de de toplumda muazzam bir aydınlanma ve canlanma, dinamizm ortaya çıkıyor. Tabi bunların hepsi Sovyetler’in zaferinden, Çin’in zaferinden, Vietnam’ın mücadelesinden… hepsinden kaynaklanıyor. Ama Baas Partisi’nin kuruluşunda tabii ki Türkiye’nin tarihinin de büyük bir rolü var. Dedim ya, 1928’de İngilizler bu tehlikeye karşı Müslüman Kardeşler hareketini örgütlemeye başlıyorlar. Osmanlı parçalanırken, Kurtuluş Savaşı daha başlamamışken, daha ilk yıllarda, Mondros mütarekesinden sonra, Türkiye’nin her tarafında Edirne’den Kars’a kadar Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kurulur. Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri bölgesel bazda Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin temel yapısını ve kadrolarını oluşturur. Yani Amasya, Sivas Kongreleri falan Müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin temsilcileriyle yapılır. Bizim şimdiki Misak-ı Milli içerisindeki Türkiye sınırlarında kurulmaz sadece, Halep’te, Şam’da, Beyrut’ta da Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kurulur.

KOMÜN: Baas’ın temeli burada.

EA: Oralar da çünkü Osmanlı toprağı. Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri, Halep, Şam, Beyrut vs.’de kuruluyor. Bunlar 1920’de Ankara’da kurulan meclise, “Bizi de alın” diye müracaat ederler ama alınmazlar. Çünkü Mustafa Kemal bir pazarlık yapmış, Fransızlarla anlaşmıştır. “Misak-ı Milliyi ben böyle çizdim. İskenderun Hatay’da, Liva İskenderun’da Suriye’de, Onda da hak iddia etmiyorum. Musul falan o da hakeza.” “Suriye senin olsun.” Fransızlara söylüyor. Suriye Fransızların olsun, Fransızlar da Çukurova’daki, Maraş’taki, Antep’teki, Urfa’daki varlığından vazgeçsin. Oralar Fransız işgalindeydi ya. Fransızlar dolayısıyla Mustafa Kemal ile Fransız emperyalistler arasında çizilen hudutların güneyine çekilirler. Bu taraflar bize kalır, o taraf Fransız sömürgesi olur. Hatay sonradan katılır bize, Fransızlar giderken, “burayı da size verelim” derler. Orada kurtuluş mücadelesi falan yok. Sadece Fransız sömürgecilerle pazarlık, anlaşma meselesi. Hatay dahil edilir Türkiye’ye. Oranın ismi de zaten Liva İskenderun’dur, yani İskenderun sancağı.

Şimdi o Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri bizim meclise alınmazlar, Türkiye’ye dahil edilmezler ama onlar Fransız sömürgeciliğine karşı savaşa devam eder. O 1926 Şam-Beyrut ayaklanmaları, koskoca anti-emperyalist ayaklanmalar var. İşte o Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinde örgütlenmiş aydınlar ve emekçiler, yavaş yavaş o anti-emperyalist kavga, savaş içerisinde iki yapıyı doğururlar. Bir, Suriye Komünist Partisi, çok daha önce doğar. 1924’te doğar. Suriye Komünist Partisi, Fransız sömürgecilerine karşı savaşın başındadır, mücadelenin başında. Özellikle Halep ve Rojava bölgesi Suriye Komünist Partisi’nin en örgütlü olduğu alanlardır. Bir de Afrin. Afrin’in halkı çok ayrı, tarihi geçmişi hep komünist. Yani şimdi yaşayanlar o komünistlerin torunları.

İşte Suriye’de böyle bir zeminde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu sefer Baas Partisi kurulur. Baas önceleri yok. Suriye’de sadece Komünist Partisi var. Irak’ta da öyle, Baas sonradan kuruluyor. 1924’te Komünist Partisi kuruluyor. İngiliz sömürgecilerine karşı savaşan komünistler, Kürtlerle beraber. Irak Komünist Partisi’nin de o zamanlar en örgütlü olduğu ve lider kadrolarının çoğunun çıktığı yer, Irak Kürdistanı.

KOMÜN: Süleymaniye, Erbil.

EA: Evet. Ve Behdinan. Baas böyle doğar. Neyi hedefler? Temeli şu; bir, Arap Milliyetçiliği. Yani sen burada nasıl Türk Milliyetçiliği yapıyorsun o da orada Arap Milliyetçiliği yapıyor. İki, laik devlet düzeni. Üç, çağdaş yaşam. Yani bütün dinler kendi gelenekleriyle yaşasın. Dört, bütün ulusal zenginliklere sahip çıkma. Emperyalist ve işbirlikçi bütün hegemonyayı kırma, milli değerlere sahip çıkma. Bunlar emperyalizmin işine gelmez.

Baas hareketi ilk önce Suriye rejiminde cisimleşmez. Önce Mısır’da 1952’de, Irak’ta 1958’de, sonra Suriye’de 1963’de, sonra 1974’de Libya’da. Baas ülkeleridir hepsi. Mişel Eflak ve yol arkadaşları bunlar. Hristiyan var, Alevi Nusayrisi var, Şiisi var, Sünnisi var, hepsi. Yani Suriye toplumunun dokusu neyse, Baas Partisi’ni kuranlar da o dokuya sahiptir. Dolayısıyla, efendim işte Baas sadece Nusayrilerin partisi falan değil. Zaten Mısır’da Nusayriler yok ama yine Baas orada kuruluyor. Irak’ta Nusayriler yok, Irak’ta Sünniler kuruyor. Burada yani Suriye’de beraberce kuruyorlar, öbür tarafta yine Sünniler kuruyor, Mısır’da. Kıptilerin çok fazla bir oranı yok, Libya da hakeza Sünni. Dolayısıyla Baas rejiminin Alevi Nusayri kökenli olduğu şeklindeki değerlendirmeler tümüyle salakça.

KOMÜN: Mezhepçiliği körüklemek için…

EA: Tabii. Zaten emperyalist dünya Avrupa merkezli yaklaşıp Orta Doğu’daki bütün sorunlara Mezhepçilik üzerinden, dinler ve mezhepler çatışması üzerinden bakar.

KOMÜN: Oryantalizm dedikleri şey bu.

EA: Oryantalizm bu. Halbuki Filistin’de, Filistin Kurtuluş Hareketinde Sünnisi de var, Hristiyan’ı da var, Marunisi de var, yani Katoliği de var, Ortodoksu da var, hepsi var. Dürzisi var. Dolayısıyla Baas’ın kuruluşu ve böyle yaygınlaşması emperyalist, kapitalist dünya için büyük bir tehdit haline gelir. Daha Cemal Abdülnasır’ın Mısır’da başarılı bir şekilde iktidarını pekiştirmesi sürecinde, NATO yine böyle bir stratejik toplantıda Yeşil Kuşak Projesi’ni kabul eder. Yeşil Kuşak Projesi ‘57 NATO doğumludur. Amaç nedir? Bütün Müslüman ülkelerde emperyalist hegemonyanın pekiştirilmesi ve devam ettirilebilmesi için İslamcı, dinci, şeriatçı örgütlerin kurulması. Ama kurulan ilk örgütler savaşçı örgütler değildir. Yine Kahire’deki El Ezher Külliyesi etrafında kurulan Rabıtatü’l İslamü’l Alemi.

Rabıta kavramı oradan geliyor. Rabıtatü’l İslamü’l Alemi.Yani İslam Aleminin Bağlantıları. Daha çok İslam mütefekkirleri, yani kanaat önderleri bir araya getirildi. Daha teorik, ideolojik. Arkasından Hizb’ut Tahrir kurulur, “Kurtuluş Partisi.”

Bu Hizb’ut Tahrir, Suudi Arabistan destekli. Yine Suudi Arabistan’da ve Körfez ülkelerinde faaliyet gösteren bir örgütlenme. Hizb’ut Tahrir dediler ama hiçbir zaman bir siyasi parti olarak iktidar ortağı falan olmadı. Bunlar daha çok siyasi ilişkileri toparlama, yani ön hazırlık örgütlenmeleri bunlar. Fakat arkasından Müslüman Kardeşler Hareketi’nin örgütlenmesi var. Şimdi, bu üç örgütlenme tarzı, yani Rabıtatü’l İslam, arkasından Hizb’ut Tahrir, arkasından Ahvani Müslümin, yani Müslüman Kardeşler. Müslüman Kardeşler artık siyasi aksiyon hareketidir. Bunlar 60’lar boyunca hazırlıkları yapılır, ilişkileri, bağlantıları kurulur. 1960’ların ortalarından itibaren eski çok değerli bir gazeteci olan İlhami Soysal, köşesinde en fazla bu emperyalist komploya, emperyalist projeye yer verirdi. CIA artı Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerin petrodoları, bunların üzerine inşa edilmiş İslamcı örgütler. Yani örgütleyen CIA, parayı sağlayan da Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, petrodolarlar, yeşil dolarlar. Yani yeşil kuşak hareketine yeşil dolar. Böyle bir hazırlık sürecinden geçerler. Ama  Müslüman Kardeşler’in bir savaşçı aksiyon örgütlenmesi haline gelmesi süreci 1979 ve 1980’de başlar. İki tarafta, bir tanesi 79’da Sovyetler Birliği Afganistan’da askeri varlık ortaya koyunca, o zamanki halk iktidarını desteklemek için, buna karşı Müslüman Kardeşler Hareketi orada farklı isimlerle örgütlenir. Kimin tarafından? Tabi ki CIA en başta ama Pakistan istihbaratıyla beraber. Bir tarafta oradaki Sovyet birliklerine ve Afgan halk iktidarı birliklerine karşı savaşan, sabotaj eylemlerine giden İslami gruplar oluştururlar. Hepsinin farklı farklı şeyleri vardır ama bunların içerisinde Gulbeddin Hikmetyar örgütlenmesi en güçlüsüdür. Tayyip’in de hani dizinin dibinde fotoğraf çektirdiği Gulbeddin Hikmetyar.

Bunlar zaten CIA örgütlenmeleri. İslamcı, şeriatçı silahlı örgütler. CIA, Pakistan istihbaratıyla birlikte başladığı bu örgütlenmeye Siklon Hareketi ismini vermiş, yani Tayfun Hareketi. Siklon, Tayfun demek. Siklon Hareketi. Afganistan’daki bütün o Taliban’la birlikte devam eden süreç Siklon Hareketi’nin gelişimini gösteriyor. Yine CIA ile Pakistan istihbaratı beraberce, bu sefer Pakistan’ın kuzey bölgesinde, Afganistan’a komşu olan kuzey bölgesinde, Veziristan’da çekirdek olarak Taliban hareketini örgütlemeye başlar. Afganistan’dan kaçıp Pakistan’a sığınmış, aynen İdlib’deki gibi Afganları Taliban hareketinde örgütler. Taliban denen çapulcu örgüt de böyle doğar. Bunların hepsi emperyalistlerin yaratıkları, zombiler.

Esas Orta Doğu’yu silkeleyip sallayacak olan, bugünkü bütün bu çapulcu İslamcı örgütler. İslamcı çapulcu, şeriatçı örgütlerin örgütlenme başlangıcı Türkiye’dir. 1980 12 Eylül askeri faşist darbesi ile birlikte Yeşil Kuşak Projesi’nin yeni bir harekatı Türkiye’de başlatılır. O zamanlarda NATO’nun Genel Sekreteri Josef Luns zaten durmadan Türkiye’ye gelir, Kenan Evren’le kol kola gezerdi. Müslüman Kardeşler Hareketi’nin örgütlenmesi süreciyle ilgili. Bunlar NATO projesi. 1980 ile birlikte Türkiye’de Müslüman Kardeşler Hareketi’ne savaşçı kadro eğitimi başlar. Bu konuda da ben birinci elden bilgiliyim.

KOMÜN: Nasıl yani?

EA: Sebebine gelince, 81’in sonunda 15 günlüğüne Suriye’ye, Filistin’e geçip orada hem kongre hazırlıklarımızı yapmak, hem de Filistinli ve Suriyeli yoldaş örgütlerle görüşmek için gittiğimde, tabii ki Beyrut’ta Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Üçlü Yürütme Komitesi üyesi Abu İyad ile de onun yardımcıları ile de görüşme yaptık. “Ben Türkiye’den geliyorum ve Türkiye’ye gidiyorum. Bizden istediğiniz ne var?” bu amaçla görüşüyorum. O zaman bana Abu İyad dedi ki, “Müslüman Kardeşler Hareketi azıttı Suriye’de ve Filistin’de, hem Suriye Devleti’ne hem bize karşı ciddi savaş hareketleri gelişiyor. Ve bunlar Türkiye’de örgütleniyor. Dolayısıyla sizden isteğimiz, Türkiye’de Müslüman Kardeşlerin örgütlenme faaliyetiyle ilgili gerekli istihbaratı bize temin etmeniz. İstihbarat çalışması gerekiyor” Biz de “Hay hay, dedik, başımız üstüne, onlar bizim de düşmanımız.”

Türkiye’de böyle bir istihbarat çalışmasını 82’nin başından itibaren başlattık. Çok da etkili oldu. Tabii o zamanlar biz Çukurova’da örgütlüyüz ve Müslüman Kardeşler Hareketi’ne savaşçı kadro yetiştirme faaliyetinin merkezi İncirlik Üssü. İncirlik Üssü’nde bizim itfaiyeci, motor pulcu, oto tamircisi bir sürü yoldaşımız var. Harb-İş üyeleri. Harb-İş üyesi yoldaşlarımız vasıtasıyla çok geniş istihbaratlar sağladık. Aynı zamanda Antakya, özellikle Reyhan ve Samandağ, buralar da bizim en yoğun çalışma alanımız, oralarda da çalışma yürütüldü. İskenderun dahil. Çıkardığımız tablo şuydu: Hani bu adamlar Türkiye’deki Ergenekon’un, yani derin devletin himayesinde kendi aralarındaki ilişkileri örgütlü bir düzene sokmak için Çanakkale’de kongre yapmışlar. Ta Çanakkale’de. Müslüman Kardeşler nereye, Çanakkale nereye? Yani yolu bile bilmezler. Ancak bizim derin devlet götürür oraya. Ergenekon götürür. Yani NATO’nun derin devleti. NATO’cular götürür, başka kimse götüremez. Çanakkale’de kongre yapıyorlar. İskenderun’da, Antakya’da ve Reyhanlı’da merkez büroları var. Burada adam örgütlüyorlar. Arapça anayasası. Tabi Antep, Urfa falan da var da fakat ana merkezler buralar. Hudut geçişlerini zaten Reyhanlı, Samandağ üzerinden yapıyorlar. Bizim de geçiş alanlarımız buralar. Ama askeri eğitimleri sürdürdükleri yer İncirlik üssü.

İncirlik üssüne Müslüman Kardeşler Hareketi’ne örgütlenecek kadroları işçi ya da formel olarak alırlar. Ama göstermelik. Bunlar tamamıyla özel eğitim alanlarında askeri eğitim görüyor. Onlar askeri eğitim görürken bizim yoldaşlarımız onları gözlüyor. Ama sadece İncirlik üssü değil, İncirlik üssünün etrafındaki bütün NATO ilişki alanları. Yani Erhaç Üssü de dahil Balıkesir Üssü de dahil hepsi. Bu da yetmez. Daha da geniş bir alan. Ta Rammstein Üssü’nde, Almanya’daki Amerika’nın en büyük NATO Üssü. Rammstein Üssü’nden Dahran Üssü’ne kadar. Uçaklarla getirip götürüyorlar bunları, özel eğitimlere tabi. Dahran’da, Suudi Arabistan’da o zamanlar yeni kurdukları Amerikan Üssü. Şimdi Orta Doğu’daki en büyük Amerikan Üssü Dahran’dır. İncirlik üssü değil. Sandcorp orada merkezlendi. Eskiden Sandcorp yani Amerika’nın Orta Doğu’daki merkez kuvvetler komutanlığı buradaydı, Türkiye’deydi, Ankara’daydı. Şimdi Dahran’da, yani Suudi Arabistan’da, oraya çektiler Orta Doğu’daki gelişmeler itibariyle. Özellikle Irak meselelerinden. Neyse. Sonuç olarak biz o dönemde bütün bu ilişkiler alanını olabildiğince açığa çıkardık ve isimleri Filistinli yoldaşlarımıza teslim ettik.

Peki, bu Müslüman kardeşleri Türkiye’de böyle militan örgütlenmeye sokan, eğiten kimler? Kim organize ediyor bunları? Sadece bizim MİT’imiz, sadece CIA değil. İşin içerisinde MI6 var, İngiliz istihbaratı ve onun Ortadoğu’da burnunu sokmadığı yer yoktur. MOSSAD da var…

KOMÜN: Birbirinden çok ayrı değil onlar zaten.

EA: Zaten beraber çalışıyorlar, her zaman beraberler bunlar. Şimdi Tayyip’in böyle çıkıp “İsrail’le bütün ilişkilerimizi kestik” falan, söylemlerini bırak. Bugün de hâlâ MİT’le Mossad beraber çalışıyor işte.

Aynı sıralarda, 84 Eruh, Şemdinli operasyonlarından sonra, bu sefer Yeşil Kuşak Projesi’ni Türkiye Kürdistan’ına uzatıyorlar.

KOMÜN: Türkiye Hizbullahının örgütlenmesi.

EA: Türkiye Hizbullahının örgütlenmesi için köy köy dolaşıyorlar, adam toplamaya. Kimler var? Bu sefer yine MİT-CIA var da, bu sefer Saddam’ın Muhaberatı da var. Saddam da zaten o sıralarda Amerika’nın, Avrupa’nın müttefiki, NATO’nun müttefiki. 1980’lerin ortası. İran’la çıkardığı 1 milyon kişinin ölümüne sebep olan o aşağılık savaşın sonrası. Sonuç itibariyle, Türkiye Hizbullahı da zaten bizatihi CIA’nin, Mossad’ın, MİT’in örgütlenmesi, hepsi var.

Aynı sıralarda, yine 1983, 1982’de İsrail, Amerikan emperyalistleriyle beraber, Amerikan birlikleriyle beraber Lübnan’ı işgale girişir. Lübnan’da da Filistin Kurtuluş Hareketi ile beraber, Lübnan’ın tüm ilerici güçleri, Müşterek Kuvvetler Komutanlığı emrinde, hepsi merkezi, Hizbullah da dahil, omuz omuza savaşırız. Ben de oradayım. Biz de Beyrut muhassarasındaydık, 4 ay. İşte bu süreçte Amerikan emperyalizmi ve Siyonist devlet, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü, Lübnan’ı işgal etse de, başka şeyler yapsa da hizaya getiremeyeceğini gördü. Çünkü Filistin Kurtuluş Örgütü, bütün dinlerden, bütün mesleklerden, bütün milliyetlerden, herkese açık, çağdaş, laik kafalı bir örgütlenme. Filistinler Orta Doğunun en aydın toplumuydu. Yola getiremeyeceklerini de görürler, ne yapalım? Eh, bir yeşil kuşak da Filistin’de bağlayalım. Neyi bağlayalım? Hamas’ı bağlayalım. Hamas 83’ten sonra, İsrail’in Lübnan’daki işgali başarısız olunca kurulmaya başlıyor. İsrail’in işgal ettiği toprakların dışındaki Filistinliler, Filistin Kurtuluş Örgütü’nde yer aldıkları için, İsrail içindeki Filistinliler, hiç olmazsa bunları örgütleyelim diye, İsrail içindeki işgal bölgelerindeki, yani Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinliler arasında Hamas’ı örgütlemeye başlarlar. Şeyh Yasin. Bunlar hep Şeyhler, Şıhler takımı. Yobaz, Şeriatçı. Aynı zamanda kendi dininde farklı mezheplere de düşman.

KOMÜN: Yeşil Kuşağın istediği şey, mezhepçilik.

EA: Evet, Yeşil Kuşağın istediği şey, hep mezhep çatışması. Sünni ise Şii düşmanı, Şii ise Sünni düşmanı. Müslüman ise Hristiyan düşmanı doğal olarak. Hamas da böyle kurulur.

KOMÜN: Şimdi burada bir nokta koyup güncel olarak Suriye’ye devam edelim mi? Yoksa bu konuda biraz söyleyeceğin, açacağın bir nokta…

EA: Şimdi biraz daha geriye dönelim. Türkiye’de Erdoğan aracılığıyla CIA’nin ve NATO’nun derin devleti Gölgeler Ordusu’nun örgütlediği iki büyük parti de var. Biri Milli Nizam Partisi, Erbakan tayfaları. Ta 1967. Biri de yine aynı sırada bunlar, Türk İslam Sentezcisi MHP. Yani CKMP’yi devraldılar, CKMP’yi MHP’ye devrettiler. Bunlar NATO’nun etekleri altında örgütlendiler. Ergenekon dediğimiz Türkiye’nin derin devletinin de tamamıyla içli dışlısı bunlar, hele MHP. MHP’nin kadroları aynı zamanda Ergenekon kadrosu, derin devlet. Alparslan Türkeş zaten 2. Dünya Savaşı sonlarında Almanya’da Naziler tarafından eğitim gören teğmenlerden birisi. Dolayısıyla zaten General Gehlen’le ilişkisi var. Yani ta o zamandan gelen bir bağlantı var, Gehlen örgütüyle. Ama Necmettin Erbakan efendi de Suudi Arabistan bağlantısıyla, Müslüman Kardeşler Hareketi ile ilişki içerisinde ve Türkiye’de bir Milli Nizam Partisi kuruluyor. Bunlar, hepsi NATO’nun doğurduğu örgütler. Bunlar da NATO yaratıkları. Ve sadece Dünya Siyonist Kongresi’nin kontrolde değil bunlar, aynı zamanda Avrupa’da NATO’nun GL yapılanması. Yani Gölgeler Ordusu. O Gölgeler Ordusu’nun çekirdeğinde de Gehlen örgütü var. Yani Alman derin devleti. Gehlen örgütü dediğimiz General Reinhard Gehlen’in kurduğu örgüt. Ama sadece Almanya’ya ait değil o. Gehlen’in hikayesi çok farklıdır. Zaten bugünkü Avrupa devletlerinin özündeki, hâlâ devam etmekte olan Nazi yapılanmasının temelini oluşturur. Hâlâ Nazidir. Almanya’da öyle, İngiltere’de öyle, Fransa’da öyle, İtalya’da zaten GLADİO ayyuka çıkmıştır. NATO’nun merkezi derin devletinin ismi Gölgeler Ordusu’dur.

Bu farklı ülkelerde farklı isimler alır ama onun kollarıdır. İtalya’da Gladio’dur. Fransa’da Rüzgar Gülü’dür. Türkiye’de Ergenekon’dur. General Sabri Yirmibeşoğlu, geçmişte kahramanlık taslar gibi, 1954’te Ergenekon’u nasıl kurduklarını anlatıyordu. Ve hemen akabinde de 55 yılındaki, 5-6 Eylül hadiseleri, yani İstanbul’da Ermenilerin, Yahudilerin mallarının, mülklerinin…

KOMÜN: Ergenekon’un ilk adı Seferberlik Tetkik Kurulu muydu, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun altında kurulan..

EA: Şöyle bir şey, Seferberlik Tetkik Kurulu, yasal ismi. Ama o yasal yapının altında esas derin örgütlenme var, Ergenekon. Almanya’da da öyle. Almanya’da zaten devlete hakim olan Anayasayı Koruma Teşkilatı. Yasal olarak böyle görünüyor.

KOMÜN: Bütün ülkelerde de öyle.

EA: Ama altına baktığında GL’ler örgütü görünür. NATO’nun bu derin yapıları niye lazım? Dünya Siyonist Kongresi’yle de ve Mossad’la da zaten iç içeler. Niye lazım? Dünyadaki bütün kirli ilişkiler ve kirli işler bunlardan sorulur. Bunlardır, NATO’nun derin devleti, derin yapılanması. Dünyadaki tüm uyuşturucu ticaretini kontrol ederler. Kontrol dışına çıkanları öldürürler. Kolombiya’daki Escobar gibi. Kontrol dışına çıkmayacaksın. Dünyadaki bütün elmas ve kıymetli maden ticaretini kontrol ederler.

KOMÜN: Kaçakçıları tabii bunlar.

EA: Tabii. Bunun kontrolü dışına çıktı mıydı bazen Liberya, Sierra Leone gibi Batı Afrika ülkeleri, elmas zengin onlar, kontrolden çıkarlar, hemen tepelerine çökülür. Beyaz kadın ticareti, fuhuş, NATO’nun kontrolünde yapılır.

Eskiden iç savaşa kadar Lübnan, NATO’nun ve Amerika’nın kontrolünde olduğu için, 1975 iç savaşına kadar. Lübnan, Orta Doğu’daki beyaz kadın ticaretinin, tabiri caizse merkez dağıtım üssüydü. Oradan körfez ülkelerine durmadan beyaz kadın dağıtılır, satılır. Fakat iç savaştan sonra Lübnan’ı ve özellikle de Beyrut’u, Filistin Kurtuluş Örgütü hakimiyeti altına alınca, 1975’ten sonra, bu sefer İsrail’e kaydılar. Tel Aviv üzerinden. Sonra Yugoslavya’yı parçaladılar, paramparça ettikleri Yugoslavya’dan Kosova’ya. Kosova, Balkanlarda beyaz kadın ticareti toplama merkezidir. Kosova ile Tel Aviv arasında tam bir bağ var. Bunların belgeselleri de var. İsteyen izleyebilir. Yani dramatik belgesel.

Bu beyaz kadın ticareti NATO kontrolünde, mesela diyelim ki Sovyetler dağıldıktan sonra Litvanya, Letonya, Estonya’dan İskandinav ülkelerine, yani İsveç’e, Norveç’e kadın pazarlama devam ediyor. Daima Lilya mıydı neydi onun filmi bile var. Sinemalarda gösterildi. Litvanya’dan mı Letonya’dan mı bir kız. Neyse. İsveç’te büyük patronlara pazarlanıyor.

Senin anlayacağın NATO böyle bir çirkefler örgütlenmesi. Gelirinin de çok büyük bir bölümünü zaten bu yasa dışı ticaretten alıyor.

KOMÜN: Özellikle uyuşturucu.

EA: Özellikle uyuşturucu. Yani ben bunları araştırdığım zaman ta 90’ların ortasında 3.5 trilyon dolarlık bir dünya uyuşturucu ticareti vardı, yasa dışı. Şimdi kim bilir ne olur.

KOMÜN: Bu paraların tümü bu derin devletlerin faaliyetlerinin finansmanını oluşturuyorlar.

EA: Tabii. Yani bu ne kadar aşağılık, çapulcu faaliyet varsa buradan finans ediliyor.

KOMÜN: HTŞ gibi yapıların yönetimi, finansmanı da buralardan…

EA: Tabii. Dolayısıyla NATO’nun eteği altında örgütlenmiş, beslenmiş örgütler, onun hizmetindeler. Milli Nizam Partisi de sonra MSP oldu, sonra da REFAH oldu, Saadet oldu falan filan. Oradan AKP doğdu. AKP nerede doğdu, nerede kuruldu? AKP işte bu NATO’nun derin devleti artı Dünya Siyonist Kongresinin ortaklığında faaliyet gösteren, dünyanın en büyük portföy tekel sahibi George Soros yok mu? Şimdi Tayyip’in efendilik tasladığı. George Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın bürolarında doğdu, oralarda kuruldu.

KOMÜN: Hatta bir otelde görüşmeleri falan yayınlandı bir ara Tayyip’le.

EA: Cüneyt Zapsu’yla Egemen Bağış. Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu Üyeleri. Georgios Soros’un kolları, yardımcıları. Bunlar zaten daha önce ifşa etmişler, yıllar önce. AKP kurulurken tamam, kurucular tamam da ya kim başkan olabilir? “Ya lider karakterli birisi” diyorlar. Egemen Bağış’la Cüneyt Zapsu da “Ne arıyorsunuz? İşte Tayyip” diyorlar.

Tayyip’in AKP başkanlığına getirilmesi doğrudan doğruya George Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın faaliyetidir. Şimdi bakma böyle işte yok millilik, yok bilmem anti emperyalizm, yok anti siyonizm… Geçin bu konuları. sizi NATO kurdu, sizi Dünya Siyonist Kongresi kurdu. Sizi CIA kurdu. Sizi George Soros kurdu. Sizin kuruluşunuzda zaten kirli eller. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki bugünkü saldırı sadece bugün gerçekleşen bir şey değil ki. On yıllardır devam eden bir projenin, bir saldırı politikasının geldiği nokta burası. 

Suriye’de BAAS rejiminin bu kadar hızla çökmesinin, ordunun hiçbir tepki gösterememesinin en temel sebeplerinden birisi, yapılan onca hazırlık sonucunda Suriye hava sahasında Amerika’nın elektromanyetik harbe tümüyle hakim olması. Yani Amerika ve İsrail, Suriye ordusunu hareket edemez hale getirdi. İletişimini kopardı. Tabi şimdi bunlar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Yani geçmişte Lübnan’da Hizbullah’ın kadrolarının cep telefonları nasıl patlatıldıysa, bu zaten çok basit bir şeydi. Hakeza, şurada basit bir jammer bile seni iletişimsiz kılar. Ama NATO’nun AWACS uçakları havalanıp da, –Türkiye’den havalanıyor zaten, Konya’daki Karapınar üssünden– AWACS uçakları, yani elektronik karşılık önlem uçakları havalanıp da hava sahasını bir kontrol altına aldı mıydı, bir şey yapamazsın, Rusya da karşı koyamadı. Ne hava savunma füzeleri çalıştı ne iletişim ağları. Yani telsiz çalışmıyor.

KOMÜN: Bunun bir öngörüsü, ön istihbaratı var mıydı hocam? Olabilir mi? Yani Rusya ya da İran bunu öngörüyor muydu?

EA: Zaten Rusya ve İran’ın sessiz kalmasının sebebi bunu öngörmeleri. Yani “Biz bunların elektromanyetik hakimiyetini kıramayız. Kıramayınca direnemeyiz” diye düşünmüş olmalılar. Çünkü eninde sonunda bütün savaşlarda bugün en temel sorun hava sahasının elektromanyetik hegemonyasının ele geçirilmesi. Rusya, Ukrayna’da bile ele geçiremiyor, motor güçleri nedeniyle. Dolayısıyla iletişimsiz kalan Rusya ve Suriye ordusu refleks bile gösteremedi. Hepsi birbirinden habersiz. Ne olup bittiğini bilmiyorlar. Kim nereden geliyor, televizyonlardan takip ediyorlar onlar da bizim gibi.

KOMÜN: O halde Esad’ın kaçması falan öngörülen, planlanan bir şey değildi. Anlık gelişen durumlardı o zaman.

EA: Yani bu kadar büyük bir saldırıyı beklemediği için sonuna kadar Şam’da kaldı, sonra da gitti. Ama BAAS rejiminin yıkılması biraz önce bahsettiğim gibi Amerika, İsrail ve Türkiye’nin önünü açtı. Kim en zararlı çıktı? Bütün Orta Doğu halkları tamam da aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti de çok büyük bir tehditle karşı karşıya. Ama Tayyip değil. Tayyip Türkiye Cumhuriyeti’nin devamından yana değil ki.

KOMÜN: Burayı biraz açalım.

EA: Daha önce söylediğim gibi ta 28’den bu yana İngiliz, Fransız sömürgecilerden sonra da Amerika’nın en büyük sıkıntısı Türkiye’de laik bir devlet yapılanması. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapılanması. Laisizme karşılar onlar. İlla aşiretler, şeriatçılar, tarikatlar düzeni olacak. Bunun için de zaten projeler oluşturulmuş vaziyette.

Geçenlerde öldü Adnan Tanıver’di. Tayyip’in başdanışmanlarından, SADAT’ın kurucusu. Harıl harıl çalışıyorlar. Şimdi NATO’nun Büyük Orta Doğu Projesi’nin içerisinde Suriye, Irak ve Türkiye ile ilgili yeni perspektif, projeksiyon şu: Süreç içerisinde Türkiye Cumhuriyeti kalmayacak. Yerine SADAT’çıların bugün şimdiden açık açık propagandasını yaptığı Başkenti İstanbul olan Büyük Orta Doğu Halifeliği kurulacak. Halifelik nere, Avrupa nere diye sorma. Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi kendi içine dahil etmemesinin sebebi zaten geleceğe dair bu projeksiyonlar.

KOMÜN: Türkiye geçmişten beri klikler cumhuriyetidir. Cumhuriyetçiler, Kemalistler, Ergenekoncular… Şunu sormak istiyorum uzatmadan, Türkiye’de devlet yapılanması içerisinde bu Büyük Orta Doğu Halifeliği projesine karşı çıkabilecek bir klik yapılanması yok mu? Kemalist, ulusalcı ordu, bunlar tamamıyla gerçekten tasfiye olup varlıklarını kaybettiler mi?

EA: Şöyle söyleyeyim. Genç teğmenler “Biz Mustafa Kemal’in askeriyiz” diye yemin yapıyorlar. Türk ordusunun generalleri de onları soruşturuyor. Yani böyle bir direnç yok. Ancak direnç ne zaman ortaya çıkar? Bu halifelik bütün küstahlığı ve soysuzluğuyla yavaş yavaş şekil bulmaya başladığında ortaya çıkar. Ama Batılı emperyalist sistemin Orta Doğu’ya biçtiği kaftan budur. “En iyisi bu halklar tekrardan İslamcı devletlere dönsün, halifelik yapısına geri dönsün.” Halifelik olmayabilir yani illa da öyle bir halifenin çıkması falan şart değil. İran’daki gibi İslami devlet de olur. İslami Cumhuriyet olur. İçeriği farklı doldurulabilir. Çünkü Yeşil Kuşak Projesi’nin zaten perspektifi bu. Laik, çağdaş yapılanma temeli üzerine oturmuş bütün devletler yıkılmalı.

KOMÜN: Orta Doğu için tabii.

EA: Tabii, Orta Doğu için yani İslam coğrafyası için. Tamam, Filistin’i tarumar ettin, Libya’yı, Irak’ı yıktın. Suriye’yi de yıktın. Şimdi sıra nerede? İran. İran başka bir biçim. Yani şöyle, İran İslam Cumhuriyeti karakteri itibariyle, yapılanması itibariyle emperyalizmin hiç de tamamıyla karşı olduğu bir hadise değil. Ama Mollalar rejiminin emperyalizme kafa tutar görülmesi esas sorun. İran’ı uysallaştırır. Yani ılımlı Ayetullahlar çıkmaz mı? Çıkar. Reformist Ayetullahlar dedikleri bunlardır. Ama İran için farklı bir perspektif var. Yani bir bütün olarak koyacak olursak, bir tarafta İsrail, bir tarafta Batı emperyalizmi, öbür tarafta Türkiye açısından bakıldığında, coğrafya şöyle şekillendirilmeye çalışılıyor. Suriye ve Irak üzerinden de. Suriye’de bir kere üniter bir devlet yapılanması olmayacak. Tamamıyla Batı emperyalizminin ve Siyonist devletin kontrolü altında bir HTŞ iktidarı.

KOMÜN: HTŞ kalıcı mı diyorsunuz?

EA: HTŞ tabii yani genişletilerek ve yumuşatılarak kalacak. Başka kim gelecek ki? Gelmesi için zaten yeniden bir ayaklanma lazım. Rojava ve Irak Kürdistanı. Amerika’nın ve Siyonist devletin en büyük ilgi alanı oralar. Onlar da kalacak.

KOMÜN: Neden ilgi alanı? Özellikle İsrail’in neden ilgi alanı?

EA: İsrail’in Orta Doğu’da çok ilgi duyduğu iki toplum var. Onlarla da sıcak ilişkisini sürekli devam ettiriyor. Birisi Irak Kürdistanı başta olmak üzere, Kürtler. Suriye Kürdistanı ile de Amerika’nın olduğu yerde İsrail, Mossad olmaz mı? Bir Kürtler, bir de Azeriler. Azerbaycan ile İsrail arasında çok sıcak, canlı bağlar var.

KOMÜN: Tam oraya gelecektim. İran küçülecek, küçültülecek. Tam bu süreçte İran’ın kuzeyinde, Azerilerin yoğun olduğu bölgede, bu Zengezur Geçidini kontrol edecek şekilde. Oradan bir ayaklanma başlatacaklar gibi. Aynı zamanda da Pakistan’dan bir ayaklanma. İran’ı hem meşgul edip yorma, hem de fiziki olarak da küçültüp alanını daraltma gibi bir strateji, taktik geliştirebilirler mi?

EA: İran’ın dişlerini sökme bu şekilde olacak. Kuzey İran’ı, yani İran Azerbaycan’ının Azerbaycan’a katılması yönünde bir gelişim süreci. Tebriz başkenti olmak üzere. Önce birleşmeyebilirler ama yavaş yavaş otonom bir yapıya doğru yönlendirilirler. İran’ın dişleri söküldükçe. Aynı zamanda dediğim gibi Güneydoğu’dan, Belucistan’dan, Beluci ayaklanmalarıyla beraber İran’dan bir parça koparma. Şimdilik tahmin ediyorum böyle bir projede İranlıların Torkaman Sahra dedikleri, İran Türkmenistanı’nın –İran’da bir İran Türkmenistan’ı var– da Türkmenistan’a katılması gibi bir proje tahmin etmiyorum. Çünkü zaten boş alanlar olan, köylük alanlar, çok fazla bir nüfus yok. Dolayısıyla İran, tepesine vurula vurula etkisizleştirilecek. Yavaş yavaş molla rejimi yumuşatılacak. Özellikle nükleer güç edinme süreci durdurulacak. İsrail’in çünkü en büyük korkulu rüyası o. Ve aynı zamanda İran Azerbaycan’ı. Ki çok büyük bir nüfus vardır ve aynı zamanda İran’ın en aydın kesimleridir onlar. Oralar aynı zamanda tarımsal olarak da en zengin bölge. Timur’un akınları sırasında ordusunu getirip dinlendirdiği yerler. Aşağı Karabahar tarafları, Tebriz ile Azerbaycan arası yani. Sonuçta İran’ın dişlerine sökülüp küçültülmesi…

KOMÜN: Yok etme gibi bir projeleri yok, İran’ı ortadan kaldırma gibi bir projeleri yok.

EA: Yani İran’ı kaldırıp yerine ne getirecek? Zaten İslam Cumhuriyeti… Sürdürülebilir istikrarsızlık projesi çerçevesinde devam edebilir… Ancak Amerika’ya ve Avrupa’ya yani Emperyalist Parti’ye, NATO’ya biat eden Ayetullahlar çıkarmak için uğraşıyorlar. Yoksa Ayetullah rejiminden sıkıntıları yok.

KOMÜN: Nükleer gücü ekarte edecekler o kadar.

EA: Tabii ama esas Kürt bölgesini yavaş yavaş bir Kürdistan’a dönüştürme. Ama Amerika ve İsrail’in kontrolünde bir Kürdistan oluşturma. Türkiye’de de Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye ederek bir İslam Devleti kurma, İslam Cumhuriyeti. Ki burası İslam Cumhuriyeti olursa o zaman tabii SADAT’çıların iddiası bu. Osmanlı zamanında halifelik mademki İstanbul’daydı, şimdi de İstanbul’da olmalı halifelik. Ama halifelik aşamasına ulaşmaya da bilir. Ama eninde sonunda bir İslam Cumhuriyeti’nin, Sünni İslam Cumhuriyeti’nin kurulması. Kürdistan’ın ise yavaş yavaş şekillendirilmesi.

Oslo görüşmeleri süreci neticesinde Avrupa Birliği ile Apo arasında bir anlaşma oluşturuldu. Türkiye Cumhuriyeti, generaller de dahil, bizim generaller Avrupa Birliği ile beraber, NATO bünyesinde, –Norveç önderlik ediyordu Oslo görüşmelerine– “Efendim sen Suriye’de kaldığın müddetçe terörist bir gerilla önderi kimliğindesin. Uzaklaş o kimlikten. Gel bizim buralara, sana siyasi iltica verelim. Burada siyasi bir kimlik edin, o siyasi kimlik üzerinden Kürdistan’da çözüm süreci yürüsün” derler.

O sıralarda tabii bunun tezgahı da hazırlandı. İşte Türkiye Suriye’yi baskı altına aldı. Apo’yu ihraç etmezsen saldırırım falan filan ayakları. Ama zaten saldırı değil amaç, bahane teşkil etmesi. Apo da zaten bu anlaşmaya güvenerek uçakla İtalya’ya gitti. İtalya’dan da geçecek Kuzey Avrupa’ya. İtalya’da o zaman D’Alema hükûmeti var, yani komünist parti iktidarı. Onlar da ala vala ile karşıladılar ama Amerika birdenbire tavır koydu. Süreci durdurdu.

KOMÜN: Roma’da gözaltına alındı.

EA: Sonra Apo bir süre dolaştırıldı. Sonra zaten CIA’nin ve Mossad’ın tezgahıyla ta Kenya’ya götürdü Ve Kenya’da yakalandı. Ve Amerika Apo’yu getirdi doğrudan doğruya Türkiye’ye teslim etti. Hani alıp götürme değil. Türkiye’ye teslim etti. Ecevit ta sene 2003-2004 olmuş, aradan 5 sene geçmiş, diyordu ki, “Hâlâ anlayamıyorum niye Türkiye’ye teslim ettiler Apo’yu” Ben de o zamanlar Öteki İstanbul Gazetesi’ni çıkarıyordum. Onunla ilgili bir makale yazmıştım. Ecevit bir türlü anlayamıyor. Çünkü okumuyor ki. Dünyadan haberi yok. Halbuki Apo yakalanıp Türkiye’ye teslim edilirken hem Washington Post’ta hem New York Times’ta yazılar çıktı, Sene 1999. Amerika’nın tavrı şuydu. “Apo’yu sana teslim ediyorum. İdam hariç ne yapıyorsan yap. Türkiye Kürdistanı’nda da çözüm mözüm süreci istemiyorum. Orayı düzle. Çünkü ben zaten doğuya doğru harekat amacıyla orayı kullanacağım. Yani orada egemenliğinde, kontrolünde bir zayıflama olmasın. Orayı kullanacağım ben.” Erzurum’da hava üssü yaptılar ya o zamanlar. NATO üssü. Amerika’da doğuya doğru NATO kuvvetleri inecek ya uçak üsleri lazım. Zaten Erhaç ve İncirlik var. Neyse. “Sen düzle orayı. Kürt sorununun Türkiye’den çözümlenmesine ihtiyaç yok. Kürt sorunu var. Ben onu Güney’den çözerim.” Dolayısıyla Irak Kürdistanı, Amerika’nın ve dolayısıyla tabi İsrail’in en büyük ilgi alanlarından birisi haline geldi. Sonra tabii Rojava da doğunca ve Amerika’nın kontrolüne girince alan genişledi. O zamanlar Akşam Gazetesi bunların elinde değildi, Karamehmetler’indi. Genel Enerji ile uğraşıyordu o sırada. O da Büyük Orta Doğu Projesi ile çok uğraşıyordu. Çünkü Kürdistan petrollerinin çıkarımını o üstlendi, Genel Enerji. Akşam Gazetesi’nde Serdar Turgut yazardı. Serdar Turgut da eski Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenlerinden. Ama Amerika’daydı. Bir makalesinde dedi ki, “Savunma bakanlığından bir arkadaşım beni davet etti. Gittim. Hani lobide dışarıda bilmem nerede değil kendi toplantı odalarında beni karşıladı. Oraya davet etti. Toplantı odasına bir girdim, Orta Doğu haritası. Orta Doğu haritasında da Kürdistan var.” Serdar Turgut devam ediyor, “Ben buradan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkililerine sesleniyorum. Kürdistan’ı siz kurun. Siz kurmazsanız Amerika kuracak.” Şimdi gidişat o yöne doğru. Orta Doğu’da bir Kürdistan lazım. Ama o Kürdistan’ın başta Amerika olmak üzere, NATO’nun ve Siyonist devletin kontrolünde olması lazım.

KOMÜN: Yani YPG’den ve Özgürlük Hareketi’nden arındırılmış bir Kürdistan.

EA: Evet. Onlar meseleye tarihsel bakıyorlar. Bizim solcularımızdan çok daha fazla tarihsel perspektife sahipler. Tarihsel bilgiye sahipler. Mezopotamya, yani başta Kürdistan. Uygarlıklar tarihinin ilklerinin yaratıldığı bir coğrafya. Kürdistan tarihi, uygarlıklar tarihi sürecinde en eski. Ben bunları hep anlatırım. Yani, hani şimdi 12.000 senelik Göbeklitepe var. Ondan önce de zaten 10.800 senelik, yani MÖ 8.800’den önce başlayan Hallan Çemi’deki kazılarda bulunan ilk yerleşim birimleri var. 10.400 sene önce, yani MÖ 8.400 sene önce de bu sefer Ergani ile Diyarbakır arasında Çayönü diye bir mevki var. Oradaki kazılarda ortaya çıkan tarım toplumunun ilk yerleşimi. Say sayabildiğin kadar. İlk buğdayla başla. İlk bakliyat. İlk bağcılık. İlk fermantasyon. Şaraplaştırma. İlk seramik. Yani güneşte kurutulan killerden yapılıyordu ama fırınlanmış seramik. İlk bakır işleri. Say sayabildiğin kadar. Hep ilkler. Bu ne ifade ediyor? Şunu ifade ediyor. Eğer geleceğe dönük bir komünist uygarlık süreci yaşanacaksa bu komünist uygarlık sürecinde önderlik edecek olanlar zaten tarihin derinliklerinden itibaren tüm birikimlere sahip olan toplumlardır. İskandinavya’dan komünist uygarlığa doğru süreçte bir öncülük bekliyor bizim Avrupa merkezli kafalı solcular. Oranın tarihsel birikimi yok ki. Tarihlerden süzerek senin zihinsel genetiğine işler, bir kültür olarak devam eder gelir. Mesela Mezopotamya’da aşırı derecede paylaşımcı toplum yapıları, komünal yapılar, komünal uygarlıkların doğmasının sebebi ne? İşte bu. Yani hem üretiyor zengin, hem de paylaşıyor. Ama İskandinav türlü toplumlar üretemediği için paylaşacağı bir şey yok. Anca çapul yaparsa paylaşıyor. Vikingler çapul yaparak paylaşıyor.

KOMÜN: Yağmacılık, talancılık.

EA: Dolayısıyla Kürt toplumu, yani daha önceki Mitanilerden, Medlerden tut bugüne kadar kavim olarak Mezopotamya toplumları –sadece Kürtler değil tabii, Ermeniler, Gürcüler, hepsi dahil– hiçbir zaman başka ülkelere sefer yapma, başka ülkeleri istila etme ihtiyacı duymadılar. Çünkü kendileri zengin. Millet orayı istila etmeye geliyor. Fakat coğrafyası da çok müsait. İstila edilemiyor. Ovalar, nehir geçitleri, vadiler, tabanları işgal ediliyor, dağlar işgal edilemiyor. Kürtlerdeki sırtını dağa dayamak geleneği de buradan geliyor. Yani çünkü istilacı ordu geliyor. Kim geliyor? Persler geliyor, Kürtler dağa doğru çekiliyor. Perslerin Kürtlere diş geçirmesinin imkânı yok. Persler geçip gidiyor. Nereye? Ege bölgesine. Buraları istila ediyorlar. Burada da Lidya’yı, Fridya’yı, Klikya’yı, Persler istila ediyor. Arkasından Romalılar geliyor. Yağmalıyor. Niye? Perslerin, Romalıların ihtiyacı var bu yağmaya. Kürtlerin böyle bir ihtiyacı yok. Medlerin, Mitanilerin ihtiyacı yok.

Asurlular, kuzeye doğru akınlar yapmışlar. Mervan İzade bunu çok güzel izah eder. Asurlular kuzeye doğru istila yapmıyor ki, kuzeye doğru göçüyorlar adamlar. Çünkü aşağıda kuraklık başlıyor. Yani Behdinan bölgesi dahil, yani Irak, Süleymaniye’ye kadar olan bölge. Kuraklık başlayınca yukarılara doğru yani Türkiye-Kürdistanı’na doğru göç etmek zorunda kalıyorlar. Ve aynı zamanda tabii o zamanlar Türkiye-Kürdistanı’nın büyük şehirleri, bölgesel ticaret merkezleriydi. Kayseri’ye kadar bütün alanlar, yani Kültepe’ye kadar olan bütün alanlar. Dolayısıyla Kürdistan’ın böyle bir tarihi var. Kürdistan son derece dinamik bir toplum yapısına sahip. Kontrol altında tutulması lazım. Kontrol edemezsen yarın başını ağrıtır. Dolayısıyla bir Kürdistan kurma hadisesi Kürtleri sevdiklerinden değil, Kürtleri kendi hegemonyaları altında kontrol edebilme çabasından kaynaklanıyor.

KOMÜN: Yalnızca emperyalizm açısından mı böyle? İsrail’in, yani Yahudilerin, Kürtler ve Azerilere..  

EA: Bunun sebebi şu; İsrail, “Fırat nehrine kadar bütün alanlar benim” diyor. Vadedilmiş topraklar. Ama o vadedilmiş toprakları İsrail haline getirmelerin imkânı yok. Nüfus yetmez. Dolayısıyla İsrail’in bugüne kadar sürekli savaşlarda çatışa çatışa düşmanlar haline geldikleri Arapların ötesinde farklı toplumlarla ittifaka ihtiyacı var. Hegemonya alanını geliştirmesi için. Kürdistan’a onun için ihtiyaçları var. Kürtlerle İsrail ilişkisi tamamıyla konjonktürel bir durum. Tarihten gelen bir durum değil.

KOMÜN: Yani şu an dinamik güç olarak Kürtlerin oranın dinamik gücüne, yerel dinamik gücüne..

EA: Kürtlerin hiçbir şekilde İsrail Siyonizmine karşı bir sempatileri yok. Geçmişte biz savaşırken de zaten PKK’lilerle de beraber savaştık siyonist devlete karşı değil mi? Yani böyle bir şey yok. Şimdi konjonktürel olarak Türkiye’de yok. Ama Irak Kürdistanı’nda özellikle İsrail’e bir sempati var. Çünkü İsrail fena halde destekliyor orayı, ayakta kalması için. Ekonomik destek, ticari ilişkiler. Ve aynı zamanda eskiden çalışan Irak Kürdistanı petrollerinin İsrail’e doğrudan akıtılması hikayesi yok mu? Şimdi İsrail, Kürdistan’dan petrol alıyor. Takva rezerv alanlarından, genel enerji işte o. Peki bu petrol İsrail’e nasıl gidiyor? Boru hattıyla geliyor Yumurtalık’a. Yumurtalık’tan her gün bir milyon ton petrol tankerlerle İsrail’e taşınıyor. Yani durum bu. Dolayısıyla İsrail’in Kürdistan’daki petrol alanlarına da ihtiyacı var. Aynı zamanda Arap olmayan toplumlarla ittifak itibariyle Kürtlere ihtiyacı var. Ama Kürtlerin İsrail’e hiçbir ihtiyacı yok. İsrail olmadan çok rahatlıkla kendi varlıklarını devam ettirebilirler. Ama şimdi Irak Kürdistanı’nda son senelerde yani Erbil merkezli hükûmetin İsrail sempatizanlığı doğrudan dolayı maddi çıkardan kaynaklanıyor. Amerika ile beraber Erbil hükûmetini ayakta tutan onlar. Onlar olmasa Erbil hükûmeti duramaz ayakta. Dolayısıyla İsrail’in hedefi sonunda tüm vadedilmiş toprakları ele geçirmek olsa da bu yayılmacılığı yapacak bir nüfus yapısına sahip değil. Aynı zamanda bu yayılmacılığın gerektirdiği savaşları göğüsleyebilecek durumda da değil.

İsrail toplumu öyle gözü kara, “haydi savaşlara girelim” diyen bir toplum değil ki. Tuzu kuru. Oh rahat, keyfi gıcır. Ordusu güçlü. Ordu eliyle götürüyor işi. Ama bölgeleri istila edip kendi ülkelerine katma dedin miydi, nüfus lazım. Nereden bulacaksın o nüfusu? Bulamazsın. O zaman müttefik toplumlarla gidersin. Kürtler bunlardan birisi. İkincisi de Azerbaycan. Arap olmayan toplumlar. Ama Türkler olabilir mi? Türkler olamaz.

KOMÜN: Neden? Sonuçta Türkiye devletiyle de Yahudi toplumunun yüz yıllardır ilişkisi var. İlk yerleşim ülkelerine Kanuni döneminde gönderildiğini tarih kaydetmiş.

EA: Tabii ki. Yani şöyle, Selahattin Eyyubi çağından bu yana Türkmen kavimleriyle Yahudiler arasında her zaman bir bağ olmuştur. Sonra o bağ Selçuklularla da devam etmiştir. Mesela Yahudi tüccarlarının Filistin üzerinden ta Orta Asyalara kadar kervanlarının geçip gitmesinde hem Selçukluların hem de Osmanlıların kervansaraylar düzeninin çok büyük etkisi vardı. Sonra Osmanlı Yahudilere de kucak açar. Sefaradlar İspanya’da Kastilya krallığı tarafından yani Vatikan, Engizisyon tarafından yok edilmeye başlandı. Müslümanlarla Yahudiler beraber katledilirler. Endülüs’te, Gırnata’da. O zaman Endülüs Yahudilerine kucak açar. Sefaradlar oradan gelir. Sefarad dediğimiz Yahudi cemaat tarzı İspanya’dan Osmanlı’ya sığınanlardı. Aşkenazlar da Ukrayna, Polonya üzerinden batıya doğru gidenlerdi. Birisi batıya doğru gidiyor, birisi doğuya doğru gidiyor. Sonuç itibariyle böyle bir ilişki her zaman var. Ama bu ilişki Siyonist devlete yaramaz ki. Siyonist devlete Türkiye’nin İsrail’e bağımlılığı gerekir. İşte o bağımlılığı sağlayamadı. Yani Türkiye’yi kendi hegemonyası altına alma. Onu yapamaz. O güç de değil. Onu yapabilmesi için Dünya Siyonist Kongresi’nin Türkiye’yi fena halde satın alması lazım. Çok pahalı.

Demek istediğim şu, bugün Siyonist devletin Türkiye’yle ilişkilerde ihtiyacı olan ikili iyi ilişkiler değil, tamamıyla hegemonya ilişkileri. Bu hegemonyayı tesis edemiyorsa, diş geçiremiyorsa o zaman uğraşmaz. Bunun yapabileceği daha ufak toplumlarla uğraşır. Bu yüzden Kürtler daha müsait. Azeriler de öyle. Ufak lokma yutayım diye. Türkiye büyük lokma. O yüzden de Orta Doğu’nun paylaşılmasında Türkiye’yle bir pazarlık içerisinde. Her ne kadar “İsrail’le bütün ilişkilerimizi kestik” dese de, sen bakma, o pazarlık Tayyip iktidarında bugün de devam ediyor. Zaten yine bu internetteki videolar var ya, onlardan birisi. Şimdi hatırlamıyorum. Meğerse tam da Suriye’de, İdlib’teki şeriatçı çapulcuların saldırılarından sadece 3 gün önce, 20 Kasım’da Şin-Bet Başkanı, –Mossad değil de Şin-Bet var– yani İç İstihbarat Başkanı, Türkiye’ye gelmiş, İbrahim Kalın’la görüşmüş, pazarlıklar ve hazırlıklar bugün de devam ediyor.

KOMÜN: Bu pazarlıkların sonucunda Kürtlerin durumu ne olacak? Bir Kürdistan kurulacak mı gerçekten? Özerk bölge olarak bile olsa, en azından Suriye’deki Kürdistan’dan bahsediyoruz. Ve bugün Türkiye Kürdistan’dan yansımaları ne olacak?

EA: Suriye Kürdistanı ile kalmaz ki. Suriye ve Irak Kürdistanı bir arada olur. Ama otonom bölgeler biçiminde olur. Yani Suriye’de toprak bütünlüğünü tesis edelim diyorlar ya! Toprak bütünlüğü nasıl olur? otonom bölgeler biçimde olur. Irak’ta toprak bütünlüğü yok mu? Var. Ama içinde Irak Kürdistanı federe devleti var.

KOMÜN: Birleştirilmesi gibi bir durum var mı? Tamamıyla Kürdistan federe bölgesi. Yani Suriye Kürdistanı, Irak Kürdistanı, aslında İran Kürdistanı, 3 bölgenin birleştirilmesi, Kürdistan federe bölgesi oluşturulabilir mi? Burada asıl sormak istediğim şey şu, bu oluşum gerçekleşebilirse, Türkiye Kürdistanı ve Türkiye devletinin tavrı ne olur? Asıl bugünkü meselemiz bu yani.

EA: Böyle bir birleşme yakın planda söz konusu olamaz. Daha zamana ihtiyacı var. Yani daha demirin dövülmesine ihtiyacı var. Tava gelmesine ihtiyaç var. Henüz o aşamada değiliz. Adım adım götürüyor, acelesi yok. Dolayısıyla şimdiki şartlarda Pentagon’daki Kürdistan haritasında görüldüğü bütünlük gibi Kürdistan gerçekleşemez. Yani Irak’tan girdi, ama Irak Kürdistanı ile Rojava’yı bir araya getirmek, bu gelecek süreçlerin sorunu, şimdiki sorun değil. Şimdi önlerindeki plan, tabii ki Suriye’de otonom bölgeler meselesi. Bu Suriye’deki otonom bölgeler çoklu da olabilir. Alevi, Nusayri bölgesini de Şii bölgesini de ayrıca bir otonom bölgesi yapabilirler. Yani Lazkiye, Tartus, Banyas, Akdeniz hattı. Fakat bu tabii artık gelişmelere ve pazarlıklara bağlı olacak. Sonuç itibariyle Orta Doğu haritasının değişmesi planı, Büyük Orta Doğu Projesi, yani bundan 25 yıl önce ortaya konulan proje. Büyük Orta Doğu Projesi’nin temel perspektifiydi bu. Orta Doğu’da haritalar değişmeli, bu harita eskidi.

Haritaların değişmesi Suriye üzerinden gerçekleşiyor. Tabi bu değişimden Azerbaycan tarafı da nasibini alacak. Daha fazla geleceğe dönük projeksiyonlar üzerinde konuşmak için erken. Ama şu sırada Batı Emperyalizmi, Orta Doğu’da kontrolü büyük ölçüde sağlamış vaziyette. Siyasi ve askeri olarak. Ama alttan alta yürüyen bir şey var. Ekonomik ilişkiler ağında, yatırımlar ağında, bölgesel dış ticaret alanında, Çin’in, Rusya’nın giderek derinleşen bağlantıları, Hindistan vesaire. Dolayısıyla bunları da kesmeleri lazım. Kesebilirler mi? Çok zor. Dolayısıyla Orta Doğu’yu uzun bir belirsizlik süreci bekliyor. Çünkü eninde sonunda…

Toprak Mahsulleri Ofisi’nin silolarının üzerinde Mustafa Kemal’e atfedilen bir söz vardır. Söylemiş mi bilmiyorum. Söylemişse helal olsun. “Tarih boyunca saban, kılıca her zaman üstü gelmiştir.” Yani esas tarihi belirleyen ekonomik üretim ve ticaret süreçleri. Savaşlar değil. Tarihi askerler belirlemiyor, tarihi üreticiler belirliyor. Askerler yukarıda çırpınıp duruyor. Ama üreticiler eninde sonunda galip geliyor. Batı Emperyalizmi üretici mi? Hayır değil. İsrail üretici mi? Hayır değil.

Dünya Siyonist Kongresi sadece Amerika’dan değil Avrupa’daki bütün Yahudi toplumlarından tabiri caizse aidat topluyor. Ben de daha yeni öğrendim. Sefaradlarla Aşkenazların arası hiç iyi değildir. İsrail’de de öyle. Çünkü ikinci sınıf toplum Sefaradlar. Mesela Sefaradlardan başbakan olmaz. Sefaradlardan genel kurmay var. Kast düzeni yani. Beş tane kast var İsrail’de, tabaka tabaka. Ama Dünya Siyonist Kongresi, Dünya Sefarad Federasyonu’nu da aidata bağlamış. Yıllık şu kadar aidat. İsrail’e destek için. “Yıllık şu kadar aidat” dedikleri şimdiki rakamı bilmiyorum. Yani araştırılsa bulunabilir de. Ta Yom Kipur Savaşı’nda, 73 Suriye-İsrail-Mısır Savaşı sırasında. İsrail’e Dünya Siyonist Kongresi’nin yıllık desteği 10 milyar dolardı. O zaman. Şimdi belki yüzlerce milyar dolar. Kaç nüfusu var zaten, 7 milyon nüfusu var İsrail’in. O zamanlar 5 milyondu. 10 milyar dolar geliyor. Yani kişi başına 2 bin dolar direkt dışarıdan geliyor yani. Kendisini çok fazla üretmeye ihtiyacı yok ki. Bir de zaten üretim dediğimiz temel üretimler yapmıyor. Dediğim gibi elmas ticaretini kontrol altında tuttun muydu Dünya elmas ticaretini, yeter zaten.

Devam edecek…


NOT: Bu röportajı, çözümlenmesindeki teknik aksaklıklardan ötürü gecikmeli olarak yayımlıyoruz. Bu yüzden, hem Ergun Adaklı’dan hem de okurlarımızdan özür diliyoruz.