Ulaş Bayraktaroğlu yoldaşın ölümsüzlüğe yürümesinin üzerinden yedi sene geçti. Hep kavganın içerisinde veya savaş hattında yaşanmış bir hayattı onunki. Ancak kendisini hiçbir zaman bununla sınırlamadı. Her zaman, nasıl bir devrimci savaş örgütü sorusunu, neden devrimci bir savaş örgütü sorusuyla birleştirerek, mücadelenin en temel sorunlarına, teorik, siyasal, örgütsel ve askeri bir yanıt oluşturma çabası içerisindeydi. Ölümsüzleştiği güne dek bu yönde fikri bir yoğun emek sarf etmekten hiç vazgeçmedi.
Komün Gücü kolektifi olarak, burada sizlerle, Ulaş Bayraktaroğlu yoldaşın ölümsüzleşmeden hemen önce yaptığı çalışmalardan oluşan bir derleme kitapçığı paylaşıyoruz. Bu derleme, yoldaşın ölümsüzleşmesinin hemen ardından devrimci savaş alanlarında hazırlanmıştı. Ancak daha önce hiç dijital ortamlarda veya başka mücadale sahalarında yayımlanmadı. Derlemenin basıma hazırlanmış dijital haline teknik aksaklıklardan kaynaklı ulaşamadığımız için basılmış halinden tarama yapmak zorunda kaldık.
Derleme içerisindeki çalışmalar, Şubat 2017 tarihinden Nisan 2017’ye kadar olan kesitte, başta burası olmak üzere, başka yerlerde de daha önce yayımlanmış çalışmalar. Son çalışma olan “Devrimci Bir Savaş Örgütünün İnşaası” ise Bayraktaroğlu yoldaş ölümsüzleşmeden önce yayımlanmamış, yarım kalmış bir çalışma. Takip edenlerin hatırlayacağı üzere, Komün Gücü kolektifi olarak bu yarım kalmış çalışmayı, 2021 senesinde burada yayımlamıştık.
Ayrıca, derlemenin başında, yine daha önce hiç yayımlanmamış, “Hiçbir yerdeyken her yerdeyiz” başlıklı bir sunu yazısı var. Bu sunu ise tıpkı Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş gibi, ondan kısa bir süre sonra, 21 Temmuz 2017 tarihinde, devrimci savaş alanlarında ölümsüzlüğe yürümüş olan Ulaş Adalı (Gökhan Taşyakan) ile bir yoldaşımızın beraber yazdığı bir yazı. Bu sunuyu da, derlemeden ayrı olarak, aşağıda yayımlıyoruz. Doğrudan Ulaş Adalı’nın fikirlerini ifade eden bu sunu yazısının; hem Ulaş Bayraktaroğlu hem de Ulaş Adalı yoldaşı, bugün hala sağ-gelenekçi bir anaforun içerisinde anmaya meyilli olan kimselere de birinci ağızdan verilmiş bir cevap olduğunu düşünüyoruz.
Derlemenin (.PDF) halini buradan görüntüleyebilir ve indirebilirsiniz.
Komün Gücü Kolektifi
SUNU: Hiçbir yerdeyken, her yerdeyiz!
Bu kitapçıkta toplamış olduğumuz yazılar, 9 Mayıs’ta Raqqa Cephesi’nde ölümsüzleşen DKP’nin kurucu önderi Ulaş Bayraktaroğlu’nun bir ayağı cephede ve savaşın içinde, bir ayağı ise devrimci bir savaş örgütünün yani Birleşik Özgürlük Güçleri’nin ihtiyaç ve gerekleri doğrultusunda biraz da kendini zaman ayırmaya zorunlu hissederek kaleme almış olduğu yazılardır. Diyeceğimiz o ki, bu yazılar rahat bir koltuğa kurulup masa başında yazılmadı. Savaş hattında yazıldı. Mücadelenin içinde, emekle, çatışmayla, kanla yazıldı. Dörtlerin acı haberini almış olduğu bir kesitte yazıldı. Düşmana olan kini ve öfkesinin bir kat daha artmış olduğu bir dönemde yazıldı.
Ulaş yoldaş, her zaman ki gibi önce taslaklarını kaleme almaya başlamıştı.”Acilen bitirmem gerekiyor ama vakit yok dönüşümde ilk iş…” diyerek düştü cephe yoluna! İşte bu nedenle, elinizde tutmuş olduğunuz kitapçık, Ulaş Bayraktaroğlu yoldaşın cepheye gittiği için yarım kalan çalışmasını içermektedir. Aynı zamanda bu yazı, daha kısa bir zaman önce Türkiye topraklarına geçişin olanaklarını zorlayan ve çatışa çatışa sınırı yararak geçmeye çalışırken ölümsüzleşen dörtlerin (İdil, Cömert, Cihan ve Asiye’nin) haberinin geldiği bir kesitte yazılıyordu. Belki ajitatif bulunacaktır ama işte hayat bazen tahmin edilemeyecek kadar gerçektir! Bu kitapçıktaki tartışmasız çarpıcı gerçek ise Ulaş yoldaşın kaleminden çıkan tüm yazıların savaş hattında ve kanla yazıldığı gerçeğidir!
Tarihte eşine nadir rastlanabilecek insanlar vardır. Tarihin akışına dur diyecek, zamanın hızını değiştirebilecek, içinde yaşadığı an’ın koşullarını bir paçavraya çevirebilecek insanlar… Böylesi insanlar için yapılabilecek en iyi tanımlama hiç kuşkusuz ki biraz da serüvenci oldukları gerçeğidir. Şairin dediği gibi; “Yerleşik yargıları olmadı hiç / Kurmadı güzel gelecek düşleri / Nerede bir yangın, nerede tehlike / O mutlaka oradaydı birdenbire…” (Ahmet Telli)
Ulaş Bayraktaroğlu kuşkusuz ki, tüm Türkiye’nin tanıdığı devrimci bir önderdi. Ancak alışılagelmiş biçimde birilerimizin önder dediği, ya da seçtiği için değil, öyle olduğu için önderdi. Ateş hattında geçen yıllar, kelimelere sığmaz bir yaşam öyküsü ve geride bıraktığı sarsılmaz bir iradenin adıdır Ulaş Bayraktaroğlu… Hakkında birçok şey yazıldı, söylendi! Ve belli ki daha da çok yazılacak. Elbette ki Ulaş yoldaş, tek tek yazılanlar/söylenenlerdi, ya da kimbilir, belki de tümü ya da tümünün bir bileşkesi! Ancak tartışmasız olan şu ki, Ulaş Bayraktaroğlu’ndan geriye kalan, kendine has, kirsiz-passız, mütevazi, yalın, her saniyesi emekle, kavgayla dolu ve birçok bağlamda da dostu-düşmanı şaşırtan dolu dolu bir mücadele ve yaşam öyküsüdür. Elbette ki, Ulaş’ı Ulaş yapan şeyler yazdıklarıdır, söyledikleridir ve “kolektif aksiyonu” yaratan eylemidir. Zamanının sınırlarını zorlaması, devrimi önce kendisinde sonra da yoldaşlarında başlatması, “gerçekçi olup, imkansızı istemesi” ve kendisinin bu kitapçıkta da belirttiği gibi devrimci kararlılıkta aradığı “pratik yaşam ve fikirler arasında tam bir tutarlılık” çizgisinde netleşmesidir. İşte bu açıdan serüvenciliği, kolektif bir irade ile birleştirme çabasıdır Ulaş yoldaş!
Türkiye’nin Ulaş’ı, Rojava’nın Mehmet’iydi o. Kimselerin anlatmasına gerek yok, 14 yaşında başladığı devrimci yaşamıyla ilmek ilmek ördü kendi hikayesini. Kuşkusuz ki, şimdi yanımızda olsa hemen itiraz edip, 14 yaşından beri değil beşikten devrimci olduğunu söyleyecekti. Devrimcilik onun yaşamının her anına sirayet etmişti. Hiçbir zaman, part-time devrimcilik yapmadı. Yaşamını hep devrimin ihtiyaçları doğrultusunda belirledi. Zaten kendisi de son yazısında “insan kendi tercihlerinin sonuçlarını yaşamak zorundadır” tespitini yapar.
Zor yıllardı devrimciliğe başladığı yıllar. 12 Eylül bir silindir gibi geçmişti sosyalist hareketin üzerinden. Reel sosyalizm çökmüş, insanlar ve zamanlar yitip gitmişti. “Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini…” denilesi yıllardı. “Daha çocukluktan Kurtuluşçuydum…” diyordu Ulaş yoldaş. Ancak yükselen “yeni trend”e, “rüzgarın sağdan esişine”, unutulan sınıfa, ML’nin deforme edilmesine karşı daha 17 yaşında güçlü bir itiraz geliştirmeyi başarmıştı. Örgütsel kimi adımların atılmasına dair getirdiği öneri ve eleştirilerin parasızlık gerekçesiyle reddedilmesine karşı ise bu gerekçeyi ortadan kaldırmak için banka soyup para sorununu çözmeyi düşünecek kadar netti! Elbette ki eyleminin sonuçlarını göze alarak attı bu adımı! Onun devrimciliği -mış gibi yapmaktan öte bir şeydi çünkü… Devrimci olan, öznedir. Bu net! Kendi yaşamında da, içinde bulunduğu çevrede de, o hep, özneydi… Doğru bildiğini söylemeye, söylediğini örgütlemeye çalıştı hep. Hiçbir zaman eleştirip, yalnızca ruhunu kurtarmayı düşünmedi. Eleştirisini aynı zamanda nasıl bir devrimcilik, nasıl bir parti sorusunun yanıtlarını da içinde barındıran bir duruşla birlikte yaptı. Kurtuluş geleneğinin sağ-tasfiyeci çizgiye kayışına, bazen azınlık, bazen tek başına kalsa bile itiraz etti. Ancak hiçbir zaman kopmadı örgütlü yaşamından. Fikirleri çoğunluk olmadı diye gidenlerden değildi o. Sabırla, inatla, bazen “dişlerini sıkarak” da olsa hep kaldı! Çünkü devrimcilikti tercihi. Burjuvazinin kasasını boşaltma eylemi nedeniyle daha çocuk denebilecek yaşlarda tanıştı mahpuslukla, işkenceyle, açlık grevleriyle… Uzun yıllar süren mahpusluk yıllarının ardından Ankara DTCF Antropoloji Bölümü’ne girdi. Zannedilmesin ki, iyi bir kariyer için… Yalnızca Ankara örgütünü büyütmekti amacı! Ankara sokakları şahittir tüm yaşananlara, dedik ya hayat bazen yalnızca çıplak gerçekliktir… Ankara’nın MHP’li, İP’li her türden faşistlerine sorun Ulaş’ı, Siyasi Polisine sorun! Zaten örgütsel ihtiyaçlar sebebiyle çalışmasını İstanbul’a kaydırdığında, Ankara’da devlet katındakilerin sevinç çığlıkları atması bundandır. Ancak kabına sığmaz Ulaş Bayraktaroğlu! Ankara YÖK protestosunda bacağı kırılsa da çatışmaya devam eden iradedir o! Satır darbelerine maruz kalan çelikleşmiş bir akıl!
İstanbul onu önce NATO barikatlarıyla tanır. İstanbul sokakları çok zaman vardı ki görmemiştir böyle bir eylem. IMF barikatlarından, 1 Mayıs’lara, anti-faşist gösterilerden, Gezi Ayaklanması’na, burada saymakla bitmeyecek yüzlerce eylem, gözaltı ve yine mahpusluklar… Orhan Yılmazkaya’nın anma eylemine en önde sahip çıkan da oydu, yoldaşlarına biber gazı sıkan polisle anladığı dilden konuşan da! Cüret, cesaret ve sarsılmaz bir kararlılıktır Ulaş Bayraktaroğlu!
Komutan Ulaş, Gezi Ayaklanması’nın özetidir! Belki de bir türevi. Maddenin, hareketle buluştuğundaki tepkimesidir. Ya da reaksiyona girdiğinde açığa çıkan enerjinin muazzam oluşunun yeniden ilanı! İşte bu nedenle Ulaş Bayraktaroğlu önderdir.
O, hiçbir zaman ortalama bir devrimcilik yapmadı. Hep bıçaksırtı bir hayat yaşadı ve zaten öyle de ölümsüzleşti. Ulaş, kendi belirlemesinde yaptığı gibi tercihlerinin sonuçlarını yaşadı hep! Ve tercihlerinden dolayı da hiçbir zaman pişmanlık yaşamadı. Kimi zaman hapislik oldu bu, kimi zaman faşistlerle göğüs göğüse çatışmak, kimi zaman polisin hedefi olmak… Ama sadece bu da değil. En zorlu olanı statükoyu yıkmak ve paradigma değişimini örgütlemekti. Ulaş, tercihlerinin sonuçlarını yaşamanın ötesinde, tercihini dokunduğu her yerde örgütleyip kolektif bir iradaye dönüştürerek hem kendi, hem de içinde bulunduğu kolektifin tarihini inşa etti. İşte şimdi biz, onun örgütlediği bu kolektif tercihin sonuçları ve eylemi üzerinden konuşuyoruz. Onu devrimci bir önder haline getiren şey, tam da bu özelliğidir!
O her zaman, her durumda önde, hep önde, hepimizin önündeydi. İşte bu nedenle de önderdi. Onun önder olabilmek için hiçbir sıfata ve niteliğe ihtiyacı yoktu, doğallığında, bulunduğu her yerde zaten önderdi. Hiyerarşik ilişkiler üzerinden değil, “kendi gitmediği eyleme, yoldaşlarını göndermeyen” tutumuyla önderleşebilendi. Tek kelime Arapça bilmeden örgütlediği Rojava’daki Arap köylülere sorun Komutan Ulaş’ı. Devrimin çocuklarına sorun! Yüreğinin dokunduğu her yeri örgütlenme ve eylem alanına dönüştüren şey de işte bu yanadır Ulaş’ın…
Devrime kilitli bir yürek ve bilinç taşıyordu Ulaş yoldaş! Devrim ve sosyalizm dışında hiçbir kutsalımızın olamayacağını, içinde bulunduğumuz parti ve örgütlerin sadece devrim ve sosyalizm için birer araç olduğunu, bu yüzden kendimizden çıkabilmeyi ve kesintisiz devrimci taarruzu örgütleyebilecek kolektif bir öznenin inşasını birincil hedef olarak belirledi. Türkiye Devrimci Hareketi’nde devrim iddiasını taşıyan ve bu uğurda savaşabilecek tüm güçleri içine alabilecek bir kolektifin/partinin inşasını yaşamsal önemde gördü. Bu temelde atılması gereken teorik-pratik adımların örgütlenmesine kendisini adadı. Statükoya ve -mevcut haliyle devrim mücadelesini büyütmeyi bırakalım devrimin engeli haline gelmiş olan- eski yapılara karşı yaratıcı yıkıcı eylemin örgütleyeni oldu.
Devrim ve sosyalizm davasına kendisini adamak, bir savaşçı olarak bu uğurda mücadele etmek ve her türlü bedeli ödemek komünist olmanın, parti kadrosu olmanın olmazsa olmazıdır. Bir komünist önder ise bu niteliklerin hepsini taşır. Ancak önderleşebilmek için, bunlardan fazlası gerekir. Önderlik, kuruculuk demektir. Teoride, siyasette, örgütlenmede ve eylemde kuruculuk demektir. Değişen dünya durumuna bağlı olarak teoride, siyasette ve örgütlenmede yeni cümleler kurabilmek, yeniyi eyleyebilmek demektir. Teorik-pratik bütünlüğünü sağlayabilmek, bunu her tarihsel dönemeçte, eski dünyanın büyük bir altüst oluşla dönüştüğü dönemeçlerde, paradigma değişimini örgütleyebilmek demektir. Özcesi devrimci kopuşu gerçekleştirebilmek demektir. İşte Ulaş, burada tanımladığımız önderlik niteliklerini kendisinde gerçekleştirendir. Evet, Komünist Önder Ulaş Bayraktaroğlu, Türkiye Devrim Hareketinde süreklilik ve kopuşun adıdır! Ve onun dediği gibi “Yanan gökyüzünde uçuşan ateş kuşlarıyız, hiçbir yerdeyken, heryerdeyiz!”
Bireysel kurtuluş ve özgürleşmesini insanlığın kurtuluş ve özgürleşmesine bağlayan ve bu doğrultuda konumlanan bir devrimciydi Ulaş Bayraktaroğlu! İnsanlığın tüm acılarını yüklenmesi ve onun öfkesini kuşanması bundandı. Devrime hazırlanması, devrimi örgütlemesi bundandı. TDH’de aynıları, devrim hedefi olanları ve bu hedef doğrultusunda savaşmak isteyenleri, bir araya getirme arayışı bundandı.
Özgüvenliydi, ancak bu mevcut durumumuza gözünü kapatarak, nesnelliği yoksayarak ayakları yere basmayan şişkin bir egonun yansıması değil, kendi gücünü, gücümüzü bilmenin, taşığımız potansiyelin ayırdında olmanın verdiği bir özgüvendi.
Öfkeliydi Ulaş. Che gibi dünyanın neresinde aç bir çocuğun gözbebekleri büyüse, onu ta yüreğinde hissedendi. Tıpkı Che’nin öfkesi gibi onun öfkesini bileyen de açların gözbebekleriydi. Sanki tüm dünyanın yoksullarının, ezilmişlerinin acılarını, yokluklarını, tutsaklıklarını, özgürlüksüzlerini yüklenmiş ve onun öfkesini kuşanmıştı. Emperyalist/kapitalist dünyaya ve onun egemenlerine olan bir öfkeydi bu. Sınıf kiniydi bu! Onun bu kabına sığmaz öfkesi adeta ona acı veriyordu. Sanki bir an yerinde dursa, insanlığın acısını dindirebilecekken elinden geleni yapmamış gibi hissederek kendisiyle kavga ediyordu.
Ulaş Bayraktaroğlu, dünyanın neresinde olursa olsun zulme ve adaletsizliğe karşı mücadeleyi rehber edindi. “Onlara nefes alan herkesin eşit olduğunu öğreteceğiz” diyerek kuşandığı cüreti, devrimciliğine rengini veren şeydi. Işte bu açıdan o’nu Kürdistan dağlarına da, Rojava topraklarına da taşıyan şey, açık bir enternasyonalizmdi! Türkiye sosyalist hareketine adeta bir doğum lekesi gibi bulaşmış ulusalcılık ve liberalizm hastalıklarına karşı yaşamı boyunca net çizgiler çekti. Kürdistan Devrimini ve mücadelesini, kendi mücadelesine içkin olarak gördü. Ancak reel durumun, mücadelenin enternasyonal karakterini çoktan aştığı nısöylemeyi asla ihmal etmedi. IŞİD’e karşı savaşmanın, AKP ve TC faşizminden bağımsız düşünülemeyeceğini ve tüm bu savaşın birbirini öncellemeden aynı anlama geldiğini açıkça ilan etti! AKP IŞİD’ti, IŞİD’te, AKP… Dolayısıyla dünyayı bir kez de Ortadoğu’dan sarsmak için, Kürdistan Devrimi’ni bir şans olarak gördü.
Sade ve duru bir devrimciydi. Kelimenin olumsuz anlamında “siyaset” yapmayı bilmezdi. Hani bazı insanlar vardır, insan yüzüne baksa aklını ve yüreğini okuyabilir ya, işte böyle dupduru bir devrimciydi.
20. yüzyıl sosyalizminin yenilgi yıllarında tasfiyeci dalgaya karşı, akıntıya karşı kürek çekmeyi tercih edendi. Komüne dönüş fikrine, sımsıkı tutundu. İnsanda varolan komünal öze dayanmayı esas aldı.
Parti, bireyin kendi kurtuluş ve özgürleşmesini, insanlığın kurtuluş ve özgürleşmesine sıkı sıkı bağlayarak içinde varolabileceği komün gücüdür. İlksel komünal toplumda varolan komünallikle geleceğin, komünizmin komünalliğinin şimdisidir parti! Köklerini tarihten alır, ancak bugün üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi üzerinden daha da gelişkin olabilecek bir komünalliğin gündeki karşılığını inşa eder.
Komün gücünü kendisinde açığa çıkarabilecek bir parti, birey olma durumunu, bireysel gelişimi yoksaymaz. Bireyin tüm yeti ve yeteneklerini açığa çıkarmasını sağlayarak, gelişmiş bireyin gelişmiş ihtiyaçlarını karşılayacak olan komünizmin komünalliğini esas alıyorsa parti, o parti bireyi kısıtlayan, dar kalıplara sokan ve kendisi olmaktan çıkartan bir parti olmaz. Bizim üye yazıldığımız parti, bireyin özgürce kendisini gerçekleştirebileceği, özneleşebileceği bir partidir. Ulaş, komün gücü perspektifiyle işte böyle bir partinin temellerini attı.
Komün gücü ve özgürlük gücü onun güçlü öngörüsünün ve örgütleyiciliğinin örneğidir. Teoride, siyasette, örgütlenmede ve eylemde DKP’nin ve BÖG’ün kurucu önderliğini yaptı. Kavgada cesaretini dost da düşman da bilir, zaten bu hiç tartışmasız gerçeğidir, gerçeğin çıplak halinin. Ulaş’ın kabına sığmaz öfkesinden geliyordu cesareti. Haklı bir davanın, geleceği savunuyor olmanın cesaretiydi bu. Ama onun cesareti sadece kavgayla sınırlı değildi. Yeni bir şey söylemek konusunda, siyasette de cesurdu. İdeolojik-teorik sıçrayışı yapabilecek bir cesarete de sahipti.
Bugün Türkiye’de ve bölgede devrim potansiyeli uzanıp ellerimizle tutabileceğimiz kadar güçlü. Devrim bir o kadar da güncel. Peki, biz hazır mıyız? İşte tüm mesele burada. 1980 öncesi kitleler sola aktı. ’90’da da kitlelerin, ’80 öncesi gibi olmasa da, bir yönelimi vardı. Ancak Türkiye devrimci hareketi bunu ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri bir güce dönüştüremedi. PKK’yi var edense tam da o dönemden başlayarak bunu başarabilmesiydi. Bugün, yine işçi ve emekçilerin, ezilenlerin yüzünü sola dönmeye başladığı, faşist devletin tüm baskı ve zoruna karşın bir arayış içerisine girdiği bir evreden geçiyoruz. Ulaş gece düşünde, gündüz hayalinde hep bu devrimci potansiyeli ideolojik, siyasal, örgütsel ve askeri bir güce dönüştürmeyi görüyordu. Onun yoldaşları olarak bizlerin de yegane düşü ve hayali budur!
Ulaş Bayraktaroğlu, “rüyalarla, yaşam arasında bir bağ varsa, herşey yolundadır” diyen, komünist bir geleneğin devamcısıdır! Kendi tabiriyle “insan bir kere yaşar, bir kere ölür; devrimci ikisini de düzgün yapandır” anlayışına sahiptir. Ulaş’ın tüm düşü; Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halkları başta olmak üzere dünyanın bütün işçilerinin ve ezilen halklarının özgürleşeceği “bayrağında, herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” yazan komünist bir dünya idi. Bu temelde kendi kızı Dünya’yı da bu düşe sığdıracak kadar koca bir yürek taşıdı!
Evet, komünist bir önderi kaybettik! Şimdi Ulaş Bayraktaroğlu’nu devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimizin yanına uğurluyoruz! Ulaş’ın dokunduğu herkesin acısı da bundandır. Ancak biz üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğleyenlerdeniz. Çünkü Komutan Ulaş’ın bizlere öğrettiği şey tam da budur. Öfkemiz devrim ateşimizi daha da harlayacaktır. Emperyalist/kapitalist sistemin yan ürünü IŞİD çeteleri de, emperyalist/kapitalistler de, faşist devlette bilsin ki, Ulaş Bayraktaroğlu’nu katletmekle siz kazanamadınız! Onun kurucu önder olarak teorisiyle-pratiğiyle açmış olduğu yoldan, onun ayak izlerine basarak yürüyecek; devrimci cüretimizle, inancımız ve irademizle biz kazanacağız! Sosyalizm kazanacak! Onun bize emanet ettiği devrimci mirası kuşaklardan kuşaklara taşıyacağız. Öfkemizi, bilincimize katıp ilerleyeceğiz! Yolu yok, “zafer artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp koparılacaktır!..”
Hep savaş hattında yaşanmış bir hayattı onunki. Burada bir araya getirdiğimiz yazılarını ve diğer çalışmalarını da hep savaş hattında yazdı. Son yazı da nasıl bir devrimci savaş örgütü sorusunu, neden devrimci bir savaş örgütü sorusuyla birleştirerek teorik, politik, örgütsel ve askeri bir yanıt oluşturma çabasının ürünüdür. Ancak yarımdır. “En önde korkusuz” gidenimiz yazısına son noktayı koyamadan, devrim sözünü gerçekleştiremeden aramızdan ayrıldı. Ancak onun “ektiği gelenek [ve gelecek] tohumu elden eledir şimdi /yeşeren filizler gülden güledir /dolaşır kent kent /okunur fabrika fabrika …”