1960’ların ikinci yarısından itibaren, Türkiye Devrimci Hareketi’nin (TDH) siyasi hayatı içerisinde, öne çıkan önemli bir figürlerden biri de Doğu Perinçek’tir. O süreçten bugünlere, değişik biçimlerde de olsa gündemden düşmeme ısrarından hiç vazgeçmemiştir. Maocu, sosyalist, devrimci, hizipçi ve bölücü, reformist, revizyonist, ulusalcı, faşist, Kemalist, kızıl elmacı, üç dünyacı, oportünist, tasfiyeci, komplocu, provokatör, ajan vb. saikler ile sürekli adı anılır olmuştur. Ne yer ne içeri bir kenara bıraktık, peki gerçekten Doğu Perinçek kimdir, necidir, ne yapar, nasıl yaşar, nereden gelmiştir, nereye gitmektedir? Hangi sınıfa ve ideolojiye mensuptur ve hangi çizgiye sahiptir? Siyasi çizgisi başından beri aynı mı kalmıştır? Gerçekten Maocu mudur? Sahiden Kemalist midir? O sadece devletin bir amigosu mudur? Bu ve buna benzer sorulara somut ve nesnel gerçeklikler ışığında cevaplar arayacağız. Perinçek gerçekliğinin ideolojik, siyasi ve örgütsel olarak dayandığı sınıf ve siyasal çizgisinin izlerini süreceğiz.
Erzincanlı baba ve Malatyalı annenin çocuğu olarak Gaziantep’te doğdu. Sıradan bir aileden gelmemektedir. Babası Sadık Perinçek, Yargıtay Başsavcı Yardımcılığı görevini yürütmüş ve Adalet Partisi genel başkan yardımcılığı da yapmıştır. Dört dönem ise Adalet Partisi’nden Erzincan milletvekili olmuştur. Gaziantep’te yedek subaylık yaparken, Doğu Perinçek doğmuştur. Ailesinin bir tarafında askeriye, diğer tarafında ise bürokrasi ve yargı mensupları bulunmaktadır.
1934 yılında Soyadı Kanunu gereği babası öğrenciyken “sadık” sözcüğünün eş anlamlısı olarak Perinçek soyadını almıştır. Bürokrat babasından kaynaklı ilkokul, ortaokul ve liseyi Ankara’da okumuştur. Yüksek okul için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bölümüne girmiş, fakülte devam ederken işçilik için Almanya’ya gitmiştir. Kısa bir süre kaldıktan sonra 1964’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Kamu hukuku, devlet teorisi ve kamu hürriyetleri kürsüsünde asistanlık yapmıştır. 1968’de hukuk doktorasını yaparken, doktora tezi olarak aynı zamanda Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi adlı kitabını da çıkarmıştır. İçerisinden geçtiğimiz bugünkü süreçte kamuoyuna yaptığı ve önemli tepkiler aldığı “Cumhurbaşkanı olursam HDP’yi kapatacağım” açıklaması ile parti kapatmada yada kapattırmada da ne kadar “uzman” olduğunu belirtmekte fayda vardır. Öyle ya Perinçek, bunun doktorasını bile yapmıştır!
Tarihsel, siyasal arka plan ve Perinçek gerçekliği
27 Mayıs ihtilali sonucu yürürlüğe konulan 1961 anayasasıyla, kısa bir süreye tekabül eden, nispeten demokratik hakların olduğu bir dönem de yaşanmıştır. Bu süreçle birlikte kitlelerin kendiliğinden gelen ekonomik ve demokratik hareketlerin de yükselişe geçtiğini görüyoruz. Türkiye demokratik ve sosyalist hareketinin önemli bir adımı olarak 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuştur. Toplumdaki önemli ilerici bir kesimin de içerisinde yer alması gerçekliğini de göz önünde bulundurduğumuzda bu durum önemlidir. Yine 1965’te Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), 1967’de de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur. 1968 öğrenci hareketleri ve dünyadaki ulusal kurtuluş mücadeleleri ve devrimlerin rüzgarı, Türkiye ve Kürdistan’ı da etkilemiştir. Sol, devrimci ve sosyalist fikirler, özellikle gençler arasında daha fazla yaygınlaşmaya başlamıştır.
Perinçek de 1965’li yıllardan itibaren sol ve sosyalist jargona ilgi duymaya başlamıştır. Dev-Genç içerisine girmiş ve Mart 1968’deki 2. Kurultay’da FKF başkanı olmuştur. O süreçte devrimci hareket içerisindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Sosyalist Devrim tartışmaları, gençlik arasında da oldukça yoğun tartışma konusudur. Perinçek bu tartışmada, MDD tezini savunmuştur. Nitekim diğer bir dizi başka nedenleri de olsa bu tartışma, Türkiye İşçi Partisi’nde de bölünmeyi beraberinde getirmiştir. Perinçek, o süreçte gençlik önderlerinden biri olarak siyasi hayatın içerisindedir.
1960 ve özellikle ikinci yarısından itibaren dünya genelinde siyasi atmosfer oldukça sıcak gelişmeler içerisinden geçmektedir. Dünya halkları ve ezilen uluslar bir yandan direnirken aynı zamanda ideolojik tartışmalar da ciddi düzeyde yürümektedir. Çin Komünist Partisi (ÇKP) ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) arasında tartışmalar bu dönemde daha fazla alevlenmiştir. Bu temelde 1957 ve 1963 (’57-’63 Polemikleri) polemikleri önemli bir yer tutmaktadır. Elbette Çin’de dalgalanan Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD), dünya üzerinde önemli bir kasırga yaratmıştır. Türkiye ve Kürdistan’da işçiler, öğrenci gençlik, köylüler ve emekçilerin kendiliğinden gelme mücadelesi artmıştır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, bu durumun önemli bir göstergesidir. Dünya genelinde, Türkiye ve Kürdistan’daki bütün bu sıcak gelişmeler, hiç kuşkusuz Perinçek’i de etkilemiştir. O dönemde şu veya bu biçim ve derecede gerçekten etkilenmeyen mi vardı ki? Bir de tersi yönde gelişmelerden bahsedebiliriz. Proleter devrimlerin hızla ilerlediği değil, aksi yönde ciddi düzeyde revizyonist fikirlerin de geliştiği ve yaygınlaştığını görüyoruz. Emperyalizm toptan çökmüyor, tersine komünizm ile revizyonizm arasındaki makas daha da açılıyordu. ÇKP ve SBKP arası saflaşmada bunu göstermekteydi. Dünya genelinde olduğu gibi, Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da halk kitleleri, ileri düzeyde silahlı mücadeleyi kavramamıştı ama, kendiliğinden gelme kitle hareketlerinde belirli bir artma da söz konusuydu. Aynı şekilde kitleler, komünizmi ileri derecede kavramamıştı ancak, komünist fikirler yaygınlaşmaktaydı. TİP kuruluşu ve faaliyetleri vb. gelişmelere paralel devrimci ve komünist klasiklerin çevirileriyle birlikte, militan bir çizgiye doğru da gelişim trendini pekala görebilmekteyiz. Buna karşı legalizm, reformizm, revizyonizm ve tasfiyecilik ile birlikte ciddi derecede ideolojik kırılmalar da yaşanmaktadır. Özellikle dünya genelinde devrimci ve komünist akım içerisindeki kriz, bölünme ve saflaşmalar paralelinde 3. Enternasyonal’in dağılmasıyla birlikte tasfiyede derinleşme durumu da söz konusudur. İşte böylesi bir süreçte Perinçek’in de sosyalizmden etkilenmemesi pek mümkün görünmüyordu ve bir şekilde merkezi ya da odağında ama onun eklektik bir parçası olarak varlığını sürdürmekten başka bir seçeneği de yok denecek düzeydeydi. Çünkü genel olarak olduğu gibi, gençlik hareketi içerisinde de önemli bir bilinçlenme ve hareketlenme durumu vardı. Devrimci ve komünist akım ve hareketlere yönelik bu somut ve nesnel gelişmelerden Perinçek’in de etkilenmemesi nasıl olabilirdi ki?
Tarihsel köklerden bahsetmişken, özellikle başından beri Kemalist çizgideki ısrarı ve fanatikliğinin özel bir yeri olduğunu da vurgulamak isteriz. Öyle ki adeta tanrının yeryüzüne inen silueti misali bir yaklaşımı söz konusudur. Ona göre Marks Lenin-Mao’nun yanına faşist Mustafa Kemal Atatürk’ün yerleştirilmesi gerekmektedir. Faşist Kemal’e yanılmaz otorite tarzı anlayış ve tezinden ötürüdür ki, günden güne karşı devrime doğru iltihak etmesindeki ideolojik politik arka planında bu durumunun da yattığını belirtmek isteriz. Tabi ki bu somut ve nesnel gerçekliği üzerinden hemen her konu ve hususa ilişkin yönelimindeki siyasetine de yansımaması mümkün değildi. Hemen her bir meselenin içine bir şekilde kendine göre, faşist Kemal yerine, “devrimci Kemal’i” sokuşturmaktan asla geri durmamıştır. Diğer yandan, demokratik düzlemde doğru yanlış mücadelesi kapsamında ideolojik mücadele yerine, eleştiriye oldukça kapalı ve rakiplerini siyasi hasım görerek onları türlü düzenbazlıklar ile etkisizleştirme anlayış ve çizgi pratiklerinden hiç geri durmamıştır. Beraber yola çıktığı hemen bir çok insanın, Perinçek’i ciddi düzeyde eleştirerek ayrılması ve farklı düzlemlerde mücadele yürütmesi de, onun bu olumsuz gerçekliğinin önemli bir kanıtı ve somut görünümü olsa gerek. Bir yandan yanındakilere aynı yolun yolcusu olduğu yönlü kendini servis ederken, diğer yandan onları türlü hile ve entrikalar ile siyasi olarak etkisizleştirmekten asla geri durmamıştır. Kuşkusuz ki bu somut ve nesnel gerçekliği, onu ve hareketini bir türlü demokratik teamüller üzerinden inşa etme ya da yeniden kurarak olumlu yönde gelişen değil, aksi yönde daha fazla kemikleşen ve adeta klik egemenliğini sürekli olarak sürdüren bir muhtevaya da sahip olmuştur. Bu durumu, cezaevlerinde olduğu süreçte de devam ettirmiş, kendi klik bileşenleri üzerinden fikirlerini, örgütü ve hareketinde sürekli hakim kılmıştır. Hangi dönem-süreç-aşamada olursa olsun, bu durumu çok açık bir şekilde göze batmaktadır. Yani hemen her dönemde, örgütü ve hareketini, Perinçek dışı tasavvur edemeyiz. Bu yönüyle hareketine, sürekli olarak niteliğini veren Perinçek’tir dersek yanılmamış oluruz. Perinçek, örgütü ve hareketi üçlemesinde diğer ikisine de sürekli damgasını vuran hep Perinçek olmuştur. Perinçek’e damgasını vuran ise, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından bugüne, faşist TC devletinin ideolojik politik temel çizgileri olmuştur. Belli ki topluma yönelik manipülasyonlarda Perinçek, önemli bir figürdür. Dev Genç’ten sözde illegal örgüt liderliğine, Maoculuktan Kemalizme, devrimcilikten kızıl elmacılığa, darbeciliğe, ulusalcılığa ve faşistliğe ve de bunlardan bazılarının bulamaç haline getirilmesine kadar uzanan bir yörünge izlemiştir. Onun bu zikzaklı çizgisi, yanar döner durumu açık ki ne kadar oportünist bir anlayış ve çizgiye sahip olduğunu gösteren niteliğidir. Devrine göre siyaset izlemesinin bir önemli nedeni ise on yıllardır klikçi ve bölücü bir karaktere sahip olmasından ötürüdür. On yıllardır Perinçek üzerindeki gizlilik perdesinin, bizzat devletin içerisindeki hakim ya da muhalif kliklerden bazılarına yaslanıyor olmasında yattığını, bugün daha net söylemek mümkündür. Kamuoyunca algılanan ve böyle bilinen açık Perinçek’in, aslında hemen her süreçte bizzat devletin içerisinden oldukça önemli bağlantılara sahip gizli Perinçek gerçekliği ile ancak dolaylı bağlantılar kurabiliriz. Zira bu noktada Perinçek kendini kamufle etmede oldukça maharetlidir. Bu bağlamda onun hemen her dönemde izlediği siyaset ve oynadığı rollerin, devlet içerisindeki klikler çatışması ve çelişkileri ile paralellik gösterdiğini de vurgulamak yerinde olur. Nitekim TİP, Dev-Genç, FKF, boykot ve işgaller, mitingler, onar yıl arayla gerçekleştirilen 1960, 1971, 1980 darbeler süreci, 28 Şubat post modern darbesi, Susurluk, Madımak, Ergenekon ve daha bir çok somut gerçeklikleriyle her dönemin öne çıkan olgu, olay ve gelişmelerdeki oynadığı rollerin ve izlediği çizgilerin bu temelde ele alınıp değerlendirilmesi mantıklı ve doğru sonuçlara bizleri pekala götürmektedir.
Beğeniriz beğenmeyiz, doğru ya da yanlış buluruz bulmayız, karşı devrimci görürüz görmeyiz, ancak oldukça üretkendir de. Hiç kuşkusuz bu ürettiklerinin içerik olarak doğru ve bilimsel oldukları anlamı taşımadığı gibi, böyle bir iddiamız da söz konusu değildir. Hatta çoğunun yanlış ve karşı devrime hizmet eden yönler taşıdığını belirtmek gerek. Ancak o, hemen her konu ve olguya ilişkin fikirlerini ortaya koymuştur. Kitaplar yazmıştır. Bu temelde, örgütü ve hareketinde kendine göre bir kültür yarattığını vurgulamak isteriz. Şafak revizyonistleri, PDA’cılar, Türk Solu, Aydınlıkçılar, Vatan Particiler, nihayetinde genel manada en çok Aydınlıkçılar ve Perinçekçiler olarak nitelendirilmişlerdir.
1969’da Kanlı Pazar olarak tarihe geçen olayda Taksim Meydanı’na “Ne ABD ne Rusya, bağımsız demokratik Türkiye” pankartı ile giren grubun Aydınlıkçılar olduğu bilinmektedir. Bu grubun yöneldikleri merkez, Rusya ve Moskova’dan Çin’e ve Pekin’e kaymıştı. Komünist önder Mao’dan ilham alma durumu vardı. İşte o süreçteki bu Maocu hareketin başındakilerden biri de Perinçek’tir. O tarihsel süreçten itibaren Perinçek ve hareketine Maocular denmesinin objektif koşulları böyledir. Fakat gelin görün ki Perinçek’in daha ziyade Mao’nun lafzına sarıldığı da bir gerçektir. Nitekim özellikle temel ve ilkesel konu ve hususlarda Maoculuk yerine, aksi yönde anlayış ve çizgileri bugüne kadar savunagelmiştir. Düşman devleti, devrimci zor ile devirmekten tutalım da, halka dayanma ve daha bir çok stratejik ve temel meselelere ilişkin görüş ve pratikleriyle, aksi yönde durduğunun ilk süreçlerinden bugüne somut ve nesnel olduğu bir gerçektir. Perinçek’in, devrimci ve komünizmin özü ve ruhuna sarılmak yerine, belirttiğimiz gibi sadece biçimine yani lafzına sarılarak hareket ettiğini vurgulamak isteriz. Bu durumunu, içerisinden geçtiğimiz şimdiki süreçte, tarihsel arka planı bir de tahrif ederek sürdürme durumundadır. İlerleyen bölümde buna da değineceğiz.
1970’lerin devrimci gençlik önderlerinden Mahir Çayan, 1969’da Dev-Genç kongresinde bizzat Perinçek’in yüzüne “Kişiliklerinde devrim yapamayanlar, devrimci olamazlar” sözleri oldukça öğreticidir. O süreçte Dev-Genç’i Dev-Güç’e teslim eden Perinçek ile ilgili olarak Denizler de dahil dönemin genel gençlik bileşenlerinin ezici çoğunluğu tarafından onu “işbirlikçi” ve “sahte devrimci” olarak nitelemeleri hiç de sebepsiz değildir. Mihri Bellici grup ise başka bir yönüyle onu “kampus Maocusu” olarak değerlendirmekteydi. Hikmet Kıvılcımlı ise Perinçek’in başını çektiği Aydınlıkçıların faaliyetlerini “Mao kalpazanlığı” ve savunularını ise “CIA sosyalizmi” olarak ele almaktaydı. Yine o süreçte Çin (Pekin)-Rusya (Moskova) saflaşmasında (ÇKP-SBKP) Moskova fanatiği olan TKP ise, Perinçek ve hareketi için “Maocu Bozkurtlar” ismini takıyordu. O süreçten 1990’lara kadar devrimci hareketin birkaç istisna dışında ağırlıklı bölümü Perinçek’i “halka ve devrime ihanet eden revizyonist şef” ve onun başını çektiği Aydınlıkçılara ise “Aydınlık çetesi” olarak değerlendirmeleri öne çıkmıştır. Devrimci ve sosyalist parti ve hareketlerdeki bölünme ve parçalanmalarda, Perinçek’in özel bir rolü olduğunu da vurgulamadan geçemeyiz. Onun bilfiil içerisinde yer aldığı parti ve hareketlerde bizzat hizipçi ve bölücü olması bir yana, kendisinin adeta dünyaya bu misyon için geldiği iddiasıyla parti ve örgütün değişmez tek lideri olma saplantısıyla hareket etme dayatması gerçekliğidir. Bu durumunu genel devrimci hareket saflarında, hizip ve bölünme yaratma pratikleriyle de perçinliyordu. Bazı devrimci hareket bileşenlerinden devrimcilerin katledilmesinden tutalım da, anti-propaganda, ihbarcılık ve daha bir dizi karşı devrimci rolleriyle iyice ayyuka çıktığını belirtmekte fayda vardır.
Perinçek, hizip, bölünmeler ve ayrılıklar
1968 sürecinde birlikte yol arkadaşlığı yaptıklarının ezici çoğunluğu tarafından terkedilmiştir. Aydınlık’ın ilk kuruluşunda yer alan Gün Zileli, Şahin Alpay, Münir Ramazan Aktolga, Cengiz Çandar, Atıl Ant, Erdoğan Güçbilmez, Vahap Erdoğdu ve daha niceleri, Perinçek’ten uzaklaşacaklardır. Aynı durumu birlikte yola çıktığı diğer arkadaşları tarafından terkedilmesiyle sonuçlanan gelişmeler süreciyle, aslında Perinçek’in geçimsiz biri olduğu da pekala söylenebilir. Bu saydığımız isimlerin yanında ayrıca Nuri Çolakoğlu, Oral Çalışlar, Osman Ulagay, Soner Yalçın, Halil Berktay, İbrahim Kaypakkaya, Ferai Tınç, Hadi Uluengin, Ragıp Duran, Bülent Tanör, Gülay Göktürk, Doğan Yurdakul, Ömer Madra, Musa Ağacık, Adil Özkol, Alev Er, Atıl Ant, Çiğdem Kömürcüoğlu, Muzaffer Oruçoğlu, Cüneyt Akalın, Şefik Kahramankaptan ve daha niceleri siyasi yollarını ayırmıştır. Ya da daha doğrusu ciddi çelişkiler yumağı içerisinde hemen hepsinin Perinçek ve hareketi ile yollarını ayırdıklarına somut ve nesnel gerçeklikler eşliğinde tarihsel gelişmeler tanıklık etmiştir.
İki zıt kutbun insanları olarak iki örnek, iki lider bağlamında, karşı devrimci Perinçek ile devrimci komünist Kaypakkaya’nın da yolları kesişmiş ve ayrışmıştır. Bilindiği gibi Kaypakkaya, başını Perinçek’in çektiği Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP)’ten ayrılmıştır. Özellikle ideolojik, tarihsel, siyasal, örgütsel ve askeri hemen bütün meselelere yönelik Kaypakkaya, TİİKP’in ya da namı diğer Şafak revizyonizminin eleştirisi üzerinden hareketini şekillendirmiştir. TİİKP Program Taslağı Eleştirisi, Kemalizm, Milli Mesele, Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım ve daha bir çok eleştiri, değerlendirme ve tezleriyle Kaypakkaya ve hareketi TKP(ML)’nin kopuşunu görüyoruz. Kaypakkaya’nın TİİKP içerisinde yaşanan örgütsel ve siyasal çelişkiler karşısında “Hizipçi ve Bölücü Olan Kimlerdir?” başlığı altında ele alıp eleştirdiği ve tartıştığı meseleler de, Perinçek ve şürekâsının geçmişten bugüne hareketinin nasıl olduğuna ışık tutan yönler taşımaktadır.
Perinçek ve hareketinin, 1990’lı yıllarda bazı parti ve hareketlere yönelik karıştırma girişimleri ve yönelimlerini de görmekteyiz. O dönemde görece bir gelişme içerisinde olan TKP(ML)’ye birlik çağrısı, hemen akabinde devrimci Kürt ulusal hareketi PKK’ye yanaşma halleri gibi gelişmeler bunu göstermektedir. Bütün bunlara karşın bir de kızıl elmacılık argümanı altında ırkçı faşist kesimler ile birleşme görüşmeleri ve girişimleriyle de sistemde kendine yer edinme yönelimini görüyoruz.
2021’in Ocak ayında Perinçek ve partisinde istifalar zinciri baş göstermiştir. Vatan Partisi’nin kurucu ve merkez disiplin kurulu üyeleri, önemli lider kadroları ve örgütlenmelerinde yer almış bileşenlerinin bir kısmı “parti ve lider fetişizmi” gerekçesiyle toplu istifa etmiştir. İstifa metinlerinde “Parti içi demokrasinin olmadığı, farklı görüşte olan üyenin hemen ‘düşman tarafına’ geçmekle suçlandığı ve her türlü hukuk ve ahlak dışı yöntemin geçerli olduğu bir ortamda verilecek bir ‘parti içi mücadele’ olamaz. Bundan böyle Vatan partisi üyelerinin hiçbir güvencesi kalmamıştır. Kendi üyelerinin hukukunu savunamayan bir parti, başkaları için, halk için, ülke için hiçbir şey yapamaz. Bütün bunlardan dolayı bir devrimcinin Vatan Partisi saflarında yapacağı bir şey de kalmamıştır. Bu komediye artık bir son vermek gerekiyor. ‘Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’ yolunda mücadelemize devam edeceğiz’’ diyerek kamuoyuna deklere etmişlerdir. Çok geçmeden buna karşı Perinçek’in Vatan Partisi ise “… Her kurtuluş savaşında olduğu gibi, bu tarihi süreçte de iç cephede Vatan savaşına karşı bozguncu hareket ve eğilimler ortaya çıkmıştır. Vatan savaşının getirdiği yeni saflaşma, Vatan Partisi içerisinde de yaşanmıştır. Zihinleri 2014 öncesindeki saflaşmaya takılıp kalan bazı üyelerimiz, ABD emperyalizmine karşı Türkiye Gemisinde mevzilenmekte zorluk çekmişlerdir. Bazı üyelerimiz, 2018’deki Merkez Karar Kurulu’nun ‘Aynı Gemideyiz’ kararı ve partimizin stratejisine karşı koymakta ısrar etmiştir. Bu bağlamda M. B. Gültekin, partimizin programında yer alan ‘Türk de biziz Kürt de biziz, hepimiz Türk milletiyiz’ saptamasını Van bildirisinden sildirmiş, ayrıca ‘HDP Kapatılsın’ siyasetimize karşı konumlanmıştır. Dahası parti içinde fitne ve fesat çevirmeye kalkışmıştır. Partimiz her kurulda oy birliğiyle ve ezici çoğunlukla aldığı kararlarla Aynı Gemideyiz siyasetinde kenetlenmiş ve bozgunculuğa varan faaliyeti kesin irade birliğiyle mahkum etmiştir. Parti programı ve temel siyasetlerine aykırı faaliyette ısrar eden B. Gültekin, 15 Ekim 2020’de disipline sevk edilmiş ve Merkez Disiplin Kurulu’nun 22 Ocak 2021 günü oybirliğiyle aldığı kararla partiden kesin olarak ihraç edilmiştir. Bunu anlayan sözü geçen kişi 21 Ocak’ta istifa mektubunu yollamış, Türk milletine ve partimizin ahlakına karşı faaliyetinde her türden kontrolü kaybeden bir çizgiye düşmüştür. Böylece HDP korumacılığı, emperyalizmin ‘Dersim’ fitneciliği, hizipçilik ve Türk milleti karşıtlığında ısrar ederek, PKK’nın ve FETÖ’ nün organ ve sitelerinde alkışlanan konuma yuvarlanmıştır. Kamuoyuna açıkladıkları ‘108 Kişilik‘ istifa listesi, ahlak düşkünlüğünün ve bunalımın son göstergesidir. Bugün Vatan Partisi’ne karşı düşmanca gayretlere girenlerin ABD gemisinde, Biden kaptanlığında, HDP-PKK ile aynı cephede yer almak dışında yapabilecekleri bir faaliyet yoktur. Vatan Partisi çığ gibi büyümektedir. Vatan Partisi, üreticilerin ve Türk gençliğinin yoğun ilgisiyle üreten ve Birleşen Türkiye yolunda hükümet konumlarında yer alacağı bir sürece girmiştir. Vatan Partisi, bugün bölgemizdeki süreçler üzerindeki etkisiyle Atlantik’ten Asya’ya kadar saygın bir konum kazanmıştır. Vatan Partisi altın çağındadır. Tarihi görevimizi, ayak bağlarından kurtularak, Türk milletine ve emekçi halka bağlılığımızı pekiştirerek yerine getireceğiz” açıklamasını yapmıştır.
Bütün bu içteki çalkantılı güncel gelişmelere karşı gardını almasıyla görülmektedir ki Perinçek, partisinde tam hakimiyetini sürdürmektedir. Aynı şekilde Türk ulus konseptindeki ırkçı-faşist ideolojik politikası ve örgütlenmesini de kaşarlanmış haliyle adeta üzerinde titreyerek devam ettirmektedir. HDP ve PKK düşmanlığı üzerinden Kürt, Dersim, Ermeni ve diğer milliyetler ve ezilen inançlara yönelik düşmanlığının koyu savunucusu olarak çizgisinde ısrar etmektedir. Irkçı-faşist Türk ulusçuluğu temelli devletinin bekası için bütün faşist ve düzen partileri ile kol koladır. Bunun halihazırda başını çeken AKP ve MHP ile aynı geminin yolcusudur.
Karşı devrimci Perinçek gerçekliği
Hiç kimse devrimci ya da karşı devrimci olarak doğmaz. Ancak devrimci ya da karşı devrimci olunur. Doğu Perinçek de ne devrimci ne de karşı devrimci olarak doğmuştur. Ermeni olan Sabiha Gökçen örneğindeki gibi, bir bebekten bile katil yaratan faşist TC ve feodal-despotik Osmanlı’nın Enderun mektepleri üzerinden devşirilme gerçekliğini yeniden hatırlatmak isteriz. Yine yakın tarihte Hrant Dink’in katledilmesi karşısında Rakel Dink’in “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz” sözlerindeki toplumsal ve tarihsel arka planı bir kere daha düşünmek ve hatırlatmakta fayda vardır.
Tabi ki her bireyin doğum ve çocukluk, gençlik, okul ve genel yaşam koşulları içerisinde devrimci yada karşı devrimci sınıflara tekabül eden objektif ve somut-nesnel gerçeklikleri ve pratik gelişmeleri olmuştur. Hala da olmaya devam etmektedir. Sınıflar, sınıf farklılıkları ve çelişkileri, sınıf mücadeleleri var olduğu müddetçe de, devrimci ve karşı devrimci bireyler, örgütlenmeler, sınıflar olacak, olmaya da devam edecektir. Perinçek de öğrencilik ve gençlik yıllarında, devrim saflarında yerini almıştır. Böylesi süreçte anlayış, ideoloji ve çizgisini yanlış, eksik, hatalı, oportünist, reformist, revizyonist, kendisini sınıfsal açıdan düşman ya da küçük burjuva ve olumsuz da bulsak, bu dönem-süreç (’65-’70) itibariyle, halk ve devrim saflarında bir birey olduğu gerçekliğini vurgulamak isteriz. Tabi bu durum sürgit devam etmemiştir. Çok fazla geçmeden düşmanlaşma yolunda hızlıca yol aldığı ve karşı devrimci olduğu gerçekliğini de görüyoruz. Her geçen süreçte onun, karşı devrime doğru iltihak ettiğini vurgulayabiliriz. Bu yönüyle ne başından sonuna ya da bugüne kadar tümden devrimci ne de başından sonuna ya da bugüne kadar tümden karşı devrimci olmamıştır. Özcesi, genel siyasal yaşam süreci itibariyle karşı devrimci bir niteliğe sahip olduğunu vurgulamak daha doğru bir tespittir. Ancak kaba saba değerlendirmeler ve tezler, diyalektik ve tarihsel materyalizm yerine, kaba mekanik materyalizm ya da düz çizgicilerin anlayışları olduğu kadar, aynı zamanda tam olarak nesnel gerçekliği de ifade etmemektedir. Tarihsel ve somut nesnel gerçeklikleri ve gelişmeleri, işlerine geldiği gibi orasından burasından eğip bükerek, kırparak ve ters yüz ederek, sübjektif niyetlerin kurbanı haline getirme anlayışı ve çizgisinden de, gelinen aşamaya kadar şayet hala kopulmamışsa, yerin dibine batmalarında hiçbir sakınca görmüyoruz. Perinçek’in iyice ayyuka çıkan ve her geçen süreçte karşı-devrime doğru hızlı yolculuğu karşısında gelinen süreçte, geçmişten bugüne düz çizgiciler ve statükocuların bir de “bakın işte zamanında demedik mi” serzenişlerinin çok da anlam ve önem ihtiva etmediklerini vurgulamak isteriz. Yeri gelmişken, 1970’lerdeki Perinçek ve hareketini Maocu bozkurtlar diyerek algılayan ve böyle telakki etmekte ısrar eden birey ve hareketlerin de ideolojik ve politik olarak bundan geri kalır yanlarının olmadığını özellikle belirtmek isteriz. Hiç kuşkusuz o süreçteki Perinçek hareketine yönelik Maocu Bozkurtlar denmesinde, az da olsa belirli bir zemin söz konusuydu. Ancak genel niteliğinin Maocu olmadığı gerçekliğini de yeterince görmek ve kabullenmek durumundayız. Yaşanan somut gelişmeler ve politik pratikler içerisinde kimlerin Maocu ve kimlerin Leninci olduğu daha netlik kazanmıştır. Öyle kendisine retorik olarak Maocu, Leninci, devrimci ve komünist vs. diyerek de, hiç kimsenin gerçekten böyle oldukları yönlü nitelendirilmesi ve değerlendirilmesinin artık basitlik olarak görülmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Bu duruma ilişkin aşağıda biraz daha ayrıntıya gireceğimiz için şimdilik geçiyoruz. Böylesi eskiye ait yanlış düşünce yöntemleri ve kavrayışlarındaki, geriye çekici figürlerin, geçmişe göre istisnai de olsa varlığını devam ettiriyor olması karşısında, ideolojik ezme hareketini çoktan hak ettiklerini vurgulamayı yerinde bir yönelim olarak kavramaktayız. Kıymeti kendinden menkul ve doğrucu Davut olmaktan artık köklü olarak vazgeçilmesi zaruridir.
Perinçek ve hareketi, Türk devletinin 1974 Kıbrıs işgali sürecinde, durumu işgal ve Rauf Denktaş’ı ise faşist görmesinden daha sonra, tam aksi yöne iltihak etmesinin, elbette önemli nedenleri söz konusudur. Yoksa sıradan ve öylesine kafasına göre kendiliğinden değişiklikler olmamıştır. Çünkü devlet ile daha fazla içli dışlı oldukça, yanar döner ve Perinçek’in gerçek niteliği daha görünür hale gelmiştir. Perinçek’in de ilerleyen süreçler karşısında gittikçe karşı-devrim istikametinde bir yönelim içerisinde olduğunu görüyoruz. Anlayış, ideolojik politik çizgi, örgütlenme ve siyasal yaşam olarak o, gün geçtikçe daha fazla düşmanlaşmıştır. Tabi ki daha fazla olumsuz yöndeki bu trendinin tarihsel kökleri vardır ve hiçbir şey asla sebepsiz ve temelsiz değildir. Keza, diyalektik yöntem, sonuçlardan değil, nedenlerden hareket etmeyi emreder. Kafasına saksı düşmesinden kaynaklı birden düşmanlaştığı yönlü anlayış ve çizgiler, kendini kandırmak ve safsatadan ibarettir. Zaten doğru yada yanlış, hata veya zaaflar babında herhangi bir şeyi büyütmek istiyorsanız, onu ısrarlı olarak sürekli savunduğunuzda, nicel birikimler eşliğinde nitel bir sıçramayla ya daha kötü ve yanlış yada daha iyi ve doğru bir hatta doğru evrildiğinizi göreceksiniz. Bu değişim içerisinde dünya ve ülkedeki verili objektif siyasal koşullar ve gelişmeler karşısında, takındığınız teorik ve pratik tutumlar da, sizleri reformist, revizyonist, karşı-devrimci, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünist yapmaktadır. Hiçbir şey başından sonuna sürgit aynı devam etmemiştir. Böylesi bir hareketlilik ve değişim içerisinde sizlerin teorik ve pratik gelişmeniz de bu şekilde olmaktadır. Perinçek’te objektif şartların önemli etkileri karşısında, sürekli dümenini karşı-devrime doğru kırarak, daha fazla düşmanlaşma durumunda olmuştur.
Perinçek, özel olarak devşirilmiş midir, bunu tam olarak bilmemekle birlikte, kendisi gayet bilinçli bir tercih olarak adım adım karşı devrimci yolu izlemiştir. Dedik ya öyle kafasına dank ederek düşmanlaşmamış, teorik ve pratik olarak bilinçli bir şekilde sürekli olarak düşman safları ve sınıflarına iltihak etmiş, adeta ona doğru koşmuştur. Tabi ki bunun ideolojik politik, sınıfsal ve önemli çizgisel nedenleri ve kökleri söz konusuydu. İşte bu yazımız içerisinde, bunları da ortaya çıkarma uğraşı içerisinde olacağız. Ancak ne yazık ki diğer bir çok şeye ve gelişmelere ilişkin olduğu gibi, çoğu kez fantezileriyle hareket edenler vardır. Fantezisini yaşatanlar söz konusudur. Hele bir de kendisi ve örgütü dışında bir bireyi ve hareketi değerlendirme söz konusu olduğunda, değmeyin keyiflerine, hemen fanteziler devreye girmektedir. Objektif ve somut-nesnel gerçeklikler değil de, kişisel ve sübjektif niyetler ile hareket edilmektedir. Oysa ilk hareket noktamız, nesnel gerçeklikler ve somut görünümleriyle gelişmeler olmalıdır. Fantezileriyle hareket edenler, bilmeliler ki, devrime ve haklı mücadeleye değil, Perinçek’in yanlış ve düşmanlaşan anlayış ve çizgilerine hizmet etmektedirler. Bizim fantezilerle işimiz yoktur ve boş yere patinaj yapmak da istemiyoruz.
Perinçek ile ilgili bugüne kadar oldukça çeşitli argümanlar kullanılageldiğini ifade etmiştik. Reformist, kaşarlanmış revizyonist, devrimci, Maocu, provokatör, karşı-devrimci, ajan, Kemalist, ulusalcı, faşist, Ergenekoncu, Kızıl Elmacı, İttihat Terakkici, Kuvay-ı Milliyeci, derin devlet, İngiliz ajanı, darbeci, Avrasyacı, uşak, amigo, fırıldak, çarkçı bunlardan belli başlılarıdır. Bu ve buna benzer daha bir çok olumlu ve olumsuz nitelemeler karşısında, Perinçek’in oldukça oynar başlıklı olduğunu belirtmeden geçemeyiz. Belli ki onun bir çok çam devirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim bütün böylesi nitelemelere ilişkin haksız da değillerdir. Çünkü bir dediği ötekini tutmayan, manevra üstüne manevra yapan, her seferinde geride mutlaka gizemli bir yan bırakan, kendini ve hareketini kurtarmak için devletin ve içerisindeki ikilikler arası çelişkileri kullanmada maharetini konuşturan, arada yitip gitmemek için kendine sürekli bir yol bulmaktan vazgeçmeyen, ısrarlı ve inatçı Perinçek gerçekliği vardır. Siyasi hayatında bütün bunları görmek mümkündür. Beraber yola çıktığı insanlar ile tartışmalarında da bunu pekala görebiliyoruz. Öyle ki eleştiriye de hiç açık ve esnek olmamasından kaynaklı, tartışmalarda tekçi otoriterliğiyle hasımlarını alt etme pervasızlığından vazgeçmeyen durumdadır. Örgütsel ve siyasal yaşamındaki tartışmalara oldukça kapalı ve anti-demokratik yanlarıyla, hegamonik bir anlayış ve çizgi pratiğinden geri durmamıştır. Belki de demokratik ve kolektifine sürekli hesap verecek düzeyde bir eleştiri-özeleştiri ve tartışma gerçekliği olsaydı, Perinçek ve hareketinin gerçek maskesi daha rahat ve erkenden ayyuka çıkabilirdi.
Perinçek, tarihsel ve her dönemin verili objektif ve de güncel gelişmelerde öne çıkan hemen her konu ve olguya ilişkin, doğruları ve yanlışlarıyla çeşitli görüşler ve tezler ortaya atmıştır. Bunu oldukça çok çıkardığı kitaplarında da görmek mümkündür. Bu kaynaklardaki içeriklerin önemli bir kısmında, devlet içerisindeki klik çelişkileri ve çatışmalarından da istifade etmiştir. Özellikle kamuoyuyla da paylaşılan belge ve bilgiler üzerinden rahatlıkla hakim sınıf klikleri ya da onların devleti, askeriyesi ve polisi başta olmak üzere çeşitli kurumlarındaki açık gizli çeşitli yapılanmaları ile daha ilk süreçlerinden bugüne şu veya bu düzeyde ilişki içerisinde olduğunu belirtirsek, doğru söylemiş oluruz. Bu durumunu birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım. Perinçek’in bizzat kendisi, 1970’lerde teyzesinin oğlu Gürbüz Tüfekçi’nin askeriyede oldukça etkili ve aynı zamanda Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlisi olduğunu açıklamıştır. Yine aile fertleri içerisinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan milletvekiline, Adalet Partisi Yönetim Kurulu üyelerinden tümgeneraline kadar bireyler vardı. Yine 27 Mayıs 1960’ın ihtilalci subaylarından ve 12 Mart 1971 darbesi öncesinde, kitlesel öğrenci hareketlerini örgütleyerek darbenin alt yapısını hazırlayanlar içerisinde yer alan albay Kadir Kaplan ile Perinçek’in ilişkileri, gizliliğini hala korumaktadır. Kadir Kaplan’ın 27 Mayıs Milli Devrim Derneği üzerinden FKF’ ye yöneldiği ve Ankara’da Devrimci Güç Birliği (Dev-Güç) adıyla bir hareket başlattığını görüyoruz.
1969’da Perinçek ve arkadaşları, Proleter Devrimci Aydınlık adlı dergiyi çıkarmıştır. Bunun bir de illegal ayağı olarak 1969’da Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’ni kurmuşlardır. Çok geçmeden 12 Mart ihtilalinin hemen akabinde tutuklanmış ve 1990’lardan bu yana dünya genelinde bir akım olarak komünizmin gündemden düşmesiyle birlikte, Perinçek’in de dümeni daha fazla sisteme kırdığını görüyoruz. Bütün bunlarda tabi ki emperyalist-kapitalizmin Türkiye ve Kürdistan’a yönelik daha fazla egemenlik politikaları ve konseptlerinin, onlara bağımlı faşist Türk devletinin ezilen ve sömürülenlere ve onların şu veya bu düzeydeki örgütlü güçlerine yönelik karşı-devrimci saldırıları ve kuşatmalarının payı vardır. Perinçek, 12 Mart 1971 darbesinin ardından tutuklanmış, TİİKP davasından yargılanarak yirmi yıl hapse mahkum olmuştur. Çok geçmeden 1974 Temmuz’unda ki genel af ile birlikte hapishaneden çıkmıştır. İşte Perinçek’in bu dönem içerisinde orduya sızma iddialarının da baş gösterdiğini özellikle belirtelim. Nitekim, onunla bağlantısı olduğu söylenen devrimci subaylar, 12 Mart 1971 sürecindeki Kara Kuvvetleri devrimci Subaylar Örgütü ve Şafak Subaylar Grubu davalarından yargılanmışlardır.
Perinçek önderliğindeki hareketin, özellikle 1970’lerin ikinci yarısından itibaren faşist devlete hakim olan klik otoritesine göre tavırlar aldığını belirtmek isteriz. Aşırı faşist Kemalist dokusundan ve askeri faşist karakterinden kaynaklı olarak bugünlere kadar devletin ve de özellikle askeriyenin içerisinde örgütlenmede yoğunlaşma durumunda olmuştur. Bu kapsamda bugüne kadar yasal düzlemde kurulan bütün parti örgütlenmeleri bileşenleri içerisinde Kemalist ve emekli general, üst düzey subay ve askeriyeden unsurların olması tesadüfi değildir. Aynı şekilde “ordu-millet el ele”, “cumhuriyet mitingleri”, “bayrağını al da gel” vb. eylemlerdeki faşist Kemalist ideolojik politik çizgi ve niteliğini rahatlıkla görmek mümkündür. Yine 28 Şubat post modern darbesini destekleyerek, devletin faşist ordusu içerisindeki özellikle Kemalist hâkim klikler saflarındaki yerini belli etmiştir. Öyle ki sürekli faşist orduya yalakalık yapan ve ona azami ölçüde eleştiri yürütülmesine karşı tahammül göstermeyen Perinçek gerçekliğini görmek mümkündür.
Perinçek, gerçekten Rusya ya da İngiliz emperyalistlerinin ajanı mı? MİT İstihbarat daire başkan yardımcısı kurmay albay Sebahattin Savaşman, İngiliz ve ABD emperyalizmine Kıbrıs ile ilgili gizli belgeleri teslim ederken suçüstü yakalanmış, bu konuyla ilgili Perinçek ve Aydınlık dergisi karşı atağa geçerek MİT’i eleştirmiştir. Savaşman’ı yakalayan MİT unsurlarına Aydınlık adeta savaş açmış, kimlikleri ve ev adreslerine kadar kamuoyuna deşifre etmiştir. Yine ABD emperyalizmine çalışan casus Turan Çağlar’a da sahip çıkan Perinçek ve Aydınlık olmuştur. Aydınlık’ın haber ve makaleler sorumlusu Aydoğan Büyüközden, Robert Koleji’nde görevli bir İngiliz’in evinde görüşürken dinleme kapasiteli bir sürü telsiz ve peruklu halindeyken basılması da durumu iyice açığa çıkıyordu. Burada bir önemli hususu açıklığa kavuşturmakta fayda vardır. Kamuoyunda Perinçek, Rusya, Çin ve Avrasyacı olarak tanınmaktadır. Oysa aksine, bizzat faşist Türk devletinin emniyet ve istihbarat unsurları onun İngiliz istihbaratının elemanı olduğunu hiç çekinmeden dile getirmektedirler. Ayrıca Perinçek hareketinden ayrılan birçok kesim çeşitli anı, röportaj ve yazılarında, Perinçek ve hareketi için “devletin ajanı ve derin devletin adamı” olarak da nitelemişlerdir.
Uğur Mumcu, Cem Ersever, Kaşif Kozinoğlu, Madımak ve daha bir çok kesime yönelik operasyon, infaz, katliamlarda Aydınlık, klik çatışmalarının bir parçası olarak teşhir, deşifrasyon, hedef gösterme, önemli bazı belge ve bilgileri saklama, çarpıtma ve hedef şaşırtma vb. işlevi ve görevi de yürütüyordu. Tam da burada Aydınlık Gazetesi’nin özel bazı rollerine de değinmeden geçemeyiz. Bir yönüyle ideolojik-politik açıdan kendini “haberlerin doğru adresi, cumhuriyetin ve bağımsızlığın sesi, Atatürk devrimlerinin öncüleri” olarak servis ederken, diğer yönden ise ihbarcılık, deşifrasyon, provokasyon gibi karşı devrimci rolünü de görmemiz gerekiyor. Bu temelde onlarca devrimcinin katledilmesi ve yakalanmasında, deşifre edilmesi ve kamuoyunda algı yaratılmasında Aydınlık, gerçekten özel bir rol oynamıştır. 1978’in 28 Ocak’ında Türkiye İşçi Köylü Partisi’ni (TİKP) bir grup arkadaşıyla kurmuştur. Aynı yıl içerisinde ünlü Aydınlık Gazetesi’ni de günlük olarak yayınlamaya başlamışlardır. Ve özellikle böylesi dönemde, adeta faşist devlete ve onun egemenlik odaklarına ihbar eden bir kolu olarak böyle bir yayına da Perinçek ve hareketinin öncülük ettiğini görüyoruz. Velhasıl o süreçte yayımlanan “Bilinmeyen Sol” yazı dizisi ile karşı devrime doğru azimle yol yürüdüklerini de tarihe not düşerek iltihaka devam durumu söz konusudur. Özellikle hemen her yıl, belirli boyutlarıyla nedenleri sorgulanan Sivas katliamı öngünlerinde Aydınlık’ta, Salman Rüştü’ye ait Şeytan Ayetleri yazı dizisinin yayımlanmasına bilfiil öncülük ederek provokasyon ve altyapının oluşturulmasındaki rolü itibariyle de yine Perinçek’i görmekteyiz. Ve 12 Eylül askeri faşist cunta öncesi Perinçek önderliğindeki Aydınlık Gazetesi’nin çeşitli yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünist örgüt ve partilere mensup onlarca devrimcinin ihbarı bir yana bizzat kanlarına girmesindeki işlevini pekâlâ görüyoruz. Öyle ki sadece ihbar ile yetinilmemiş, aynı zamanda karşı devrimci örgütlenme ve şiddet babında da onlarca devrimci katledilmiştir. Perinçek önderliğindeki karşı devrimci Aydınlık hareketinin, siyasal ve örgütsel olarak her geçen gün daha fazla düşmanlaşma görüntülerine şahit oluyoruz.
2005 yılında yine askeriye içerisinde Perinçek ile bağlantılı subaylar tespit ediliyor ve operasyon gerçekleştiriliyor. Zira daha o dönem, AKP’ye karşı, özellikle Ergenekon kliğinin bir parçası olarak hareket etme durumu vardır. Akabinde hatırlanırsa sivil ayağı da dahil faşist ordu içerisindeki kliğin tasfiye edilmesi eğilimi baş göstermiş ve bu yönlü gelişmeler yaşanmıştır. Perinçek de dâhil olmak üzere genelkurmay başkanı İlker Başbuğ ve belirli bir kliğe Ergenekon operasyonu kapsamında devlet içerisinde darbe girişiminde bulunulduğu iddiasıyla operasyon çekilerek tutuklamalar gerçekleştirilmiştir. O süreçteki Türkiye Barolar Birliği Başkanı faşist Metin Feyzioğlu’nun çeşitli uzlaşma girişimleri sonucu faşist AKP hükümeti ile anlaşılmıştır. Devlet içerisindeki tasfiye edilmesi gereken başka klikler karşısında uzlaşılmış ve Perinçek, Başbuğ vb. serbest bırakılmıştır. Bu yaşananlar ile birlikte faşist Feyizoğlu, Perinçek ve hempaları, adeta et ve tırnak gibi AKP faşizmiyle birlikte aynı geminin yolcuları olarak varlıklarını hala mutlu mesut bir şekilde sürdürmektedirler. Heterojen bir yapıya sahip ancak devlet içerisinde de geçmişten bugüne etkili klikleri ihtiva eden Ergenekoncu bazı klikler ile AKP faşizminin, aynı konseptte bir uzlaşıya girdiklerini vurgulayalım.
Perinçek, faşist TC devletinin tarihsel kökleri itibariyle Osmanlı da dâhil bugünlere kadarki sürecine yönelik, devlet içerisindeki bazı klikler ve özellikle de askeriye içinde yer alan belli kesimlere bel bağlama ve onlar ile dolaylı dolaysız sürekli ilişkilenme yöneliminde olmuştur. Osmanlı içerisinde örgütlenen Jön-Türk, İttihat ve Terakki ve TC’ye geçiş sürecinden bugünlere kadarki Kuvay-ı Milliye ve Kemalist harekete ilişkin yaklaşım, değerlendirme, savunma ve tezlerine yönelik keskin fanatikliğiyle bu somutluğunu pekâlâ görmek mümkündür. Aynı şekilde bunlar da dahil olmak üzere devlet içinde esaslı hakimiyetini bulunduran ve önemli-temel bir baskı aygıtı olarak ordu ve askeriyedeki belli subaylar ile dolaylı dolaysız derin ilişkilenme ve bugünlere kadar devlet ile bir nevi iyi geçinme yönelimini de özel olarak not etmek gerekiyor. Perinçek’in faşist Türk devletine, faşizanca sahip çıkarak üzerinde titreme ısrarını, yoksa daha nasıl açıklayabiliriz?
Aynı şekilde Ermeni Soykırımını reddetme ve bizzat o dönemin katil unsurları İttihat ve Terakki önderleri Enver-Talat Cemal savunularıyla faşist Türk ulus devletin bekasına sadık kalma ısrarı, daha nasıl açıklanabilir ki? Avrupa mahkemelerinde, efendisi ırkçı-faşist Türk devletine yaranma babında, (*) Ermeni, Rum, Asuri, Süryani, Kürt, Dersim vd soykırımlar inkarı savunuculuğu, daha nasıl açıklanabilir ki? Osmanlı’dan devralınan soykırım geleneğinin tam sürdürücüsü Türk ulus devleti ve ona niteliğini veren faşist Kemalist hareketin katliamları nasıl açıklanabilir ki? Her
birinin farklı zaman dilimleri ve süreçleri itibariyle, tarihsel, ideolojik, siyasal ve kültürel olarak ırkçı-faşist anlayış ve çizgi pratiklerinde birleşiyor olmaları, başka nasıl açıklanabilir ve izah edilebilir ki?
Perinçek’e dair perde önündeki görünen ya da yansıtılanlar değil, daha çok perde arkasındaki rolü ve işlevi esas belirleyici ve ona niteliğini veren özellikleri olmuştur. Teşhirden deşifrasyonlara, algı yönetiminden provokasyonlara, istihbarattan suikastlara, askeriyesinden polisine, bukalemun gibi değişiklikler ve daha bir dizi gelişmeler içerisinde onu görmek mümkündür.
Perinçek ve hareketinin, ırkçı-faşist Türk devletine ve hâkim sınıflara hızlı entegrasyonu ve çarpıtmaları
İçerisinde bulunduğumuz şimdiki siyasal konjonktürde Perinçek ve hareketinin, faşist devlete hakim olan AKP-MHP kliğinin otoritesine uygun olarak açıktan hareket ettiğini görüyoruz. Kuşkusuz ki Perinçek hareketi, daha önceki süreçlerde de faşist devlete hâkim klik otoriteleri ile açıktan ya da cepheden esaslı bir mücadele içerisinde olmamıştır. Ancak mevcudumuzdaki haliyle şimdi AKP-MHP faşist iktidarının, çok daha açıktan sürdürücüsü ve yürütücüsü durumundadır. Adeta onun sözcüsü gibi hareket etmektedir. Tabi ki bu somutluğu, AKP-MHP faşist iktidarı ile daha içli dışlı olması ve Ergenekon menşeiyle faşist devlete daha fazla yamanmasından ileri gelmektedir. Şimdiki süreçte çok daha fazla faşizme entegre oldu.
Öyle görülüyor ki Perinçek, tekçi faşist Türk devletinden daha çok devletçi, faşist, Kürt düşmanı, demokrasi ve özgürlükler karşıtı ve uşak bir piyon olarak varlığını sürdürmektedir. Bu temelde faşist Erdoğan’ın sosyal medyaya yönelik sansür girişimine de desteğini vermiştir. Özgürlüğün sınırlanmaması gerektiği hususuna tepki göstererek “milli devletin diktatörlük uygulaması gerekir” diyerek faşist devletin sadık bekçisi rolünden vazgeçmediği bir kere daha ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda sosyal medyayı pankreas minderine benzeterek “karşı taraf ısırdığı için siz de ısıracaksınız” diyerek devletine hizmette kusur olmadığını göstermiştir. Özgürlüğü sınırlamayan anlayışa tepki göstererek, sadece faşist Türk ulus devletine her şeyin serbest olduğu yönlü yaklaşımından geri kalmamıştır.
Perinçek, kendini övmeye, tarihsel süreçleri çarpıtmaya, devrime ve devrimcilere ideolojik politik saldırısına ve nihayetinde karşı-devrimciliğe devam ediyor. Kısa süre öncesinde Kısmen İktidar adıyla gerçekleştirilen röportaj bunların somut kanıtı oluyor. Birçok karaktere sahip bir Perinçek mi sorusuna “Hayatını Türkiye emekçi halkının özlemlerine güvenmiş, Türkiye’nin bağımsızlığını bütün halinde yaşaması için Atatürk devrimlerinin tamamlanması ve oradan sosyalizmin kuruluşuna geçmek için bütün hayatını vakfetmiş bir tane Perinçek var ve onun dışında diğer bütün hepsi gerçek Perinçek değil” diyerek, maskeli baloda ısrarını sürdürmüştür. Röportajda kendini öve öve bitirememiş ve attıkça atmıştır. Türk ırkçılığında o kadar ileri gitmiştir ki gençlik hayallerinde evlenip 12 çocuk yapmayı ve hepsine de Türk boylarının isimlerini verme hülyasıyla ne kadar da anlı şanlı ırkçı faşist olduğu, ifadeleriyle mevcuttur. Kendisinin teoriden bilimsel sosyalist olmadığını, hümanizm ve insan sevgisinden mahrum olduğunu yumurtlamış, çocukluğunda esin kaynağı olarak ise Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor romanlarından müthiş etkilendiğini belirtmiştir. Bunları bir de ilkel komünizm ve komünistliğin nüveleri olarak lanse etmesi ise faşistliğinin daniskasıdır. Aslında gerçekliği ters yüz eden bu yaklaşımıyla şimdiki süreçlerdeki gelişmelerden kaynaklı ideolojik siyasi konumuna payanda kazandırmak istemektedir.
“Kılavuzu karga olanın burnu boktan hiç çıkmazmış” sözü, tam da Perinçek ve kılavuzu Hüseyin Nihal Atsız için söylenebilir. Nitekim H. N. Atsız, ülkücü faşist Türk ırkçılığı ve anti-komünizmin önde gelen unsurlarından biridir. Bakın hele ırkçı faşist Atsız oğluna vasiyetinde ne diyor; “Bugün tam bir buçuk yaşındasın, vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm, bize düşman bir meslektir, bunu iyi belle…” O Atsız ki, Türkçülüğün devşirilmiş duayenlerinden Ziya Gökalp’in iyi bir radikal devamcısıdır. Hasan Ali Yücel’i, komünistleri kollamakla suçluyor ve Sabahattin Ali’ye vatan haini diyor ve daha neler neler. Atsız, komünist düşmanı ve ırkçı Turancılıkta önemli bir kişilik olarak yaşamını sürdürmüştür. İşte Perinçek, hem zihniyet hem de ideolojik-siyasal olarak kökleri itibariyle böyle bir tarihsel arka plana yaslanmaktadır. Bu konuda şimdiki süreçte Perinçek, MHP ile yarışmaktadır dersek yanılmamış oluruz. Nitekim MHP, faşist Türk ulus ırkçılığında Atsız ve Türkeş’i özel bir yerde görmektedir.
Gençlik ve o dönemin devrimci savaş yıllarıyla ilgili olarak bol bol palavra atmak için meydanı boş bulmuştur. Açıkça tarih çarpıtıcılığı yaparak çirkinleştikçe çirkinleşmiştir. Fikri düzey düşüklüğünü örtbas etmek için basitlik deryasında pupa yelken yol eylemiştir. Somut ve nesnel gerçekliğini açıkça yalana başvurarak ve çarpıtarak ne kadar da önemli bir şahsiyet olduğu yönlü hastalıklı saplantılarını sürgit devam ettirmiştir. Bununla da yetinmeyip Denizler ve Mahirlerin devrimci şiddet eylemleri ve savunularını ise Lenin’e dayandırma için “sol komünizm ve çocukluk hastalığı” olarak nitelemesiyle, nasıl da oportünist ve sözde devrimci olduğu anlaşılıyordu. Onları sol terörist olarak niteliyor ve tarihi de çarpıtarak bunlara karşı tavır alınmasıyla ancak başarılı olunabileceği beyanından da çekinmiyordu. Marks, Lenin ve Mao’yu, karşı devrimci çizgisine alet etmekte hiçbir beis görmemesi, sorunlu yanının bir diğer somut örneğiydi. Geçmiş süreçlerin birbirleri ve geçmiş ile bugün arasında bağlar kurarken; yalan, çarpıtma, çapraşık ilişki, zırvalama ve en nihayetinde sübjektivizmin hemen bütün yanlarından faydalanarak somut ve nesnel gerçeklikleri ve gelişmeleri ters yüz etmektedir. Kendisiyle ilgili hemen her şeyi efsaneleştirmek için yalan ve çarpıtmalara başvurarak aslında tam da idealizme düştüğü gibi metafizikte debelenip durmaktadır. Ne kadar da kendini sevici ve süper egosunda saplantılı ve arızalı olduğunu göstermektedir. 1970’lerdeki MDD hareketinin birinci liderinin Mihri Belli olduğunu belirtip kısmen doğru ifade ederken, ikinci liderinin ise bizzat kendisi olduğunu vurgulamasıyla işkembeden atmaktadır. Psikolojik olarak hasta bir insanın bir nevi nevrotik hali olarak bunu değerlendirebiliriz. Kendisini efsaneleştirmek için dev aynasında görürken, en yakınındakilerde dahil olmak üzere çevresi ve dışındaki hemen bütün kesimleri ise cüceleştirmek için yalan üstüne yalan atmaktadır.
1970’lerin gençlik ve TİP dönemine yönelik ise Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan ile ilgili “1970’e doğru bu seferde bizim milli demokratik devrimi savunan tarafta bir bölünme çıktı… Ant dergisi kitaplar yayınlıyor, artık silahlı mücadele zamanı geldi vs, o genç çocuklar falanda dolduruşa geldiler, Deniz olsun Mahir olsun falan tam dolduruşa geldiler, çoğu silahlı mücadeleye hemen başlayacağız falan hikayeleri başladı, teorik birikimim var, birazda yaşça Deniz’den Mahir’den büyüğüm, hepsinin kulağını çektim yani” diyerek hala karşı devrimci öfkesini kusmakta olduğunu göstermiştir. Bu günceldeki beyanıyla da aslında Perinçek, 1970’lerde devrimci kopuş ile öne çıkan Deniz, Mahir, İbrahimler ile uzaktan yakından alakası olmadığını itiraf etmiş oluyor. Zıt yöndeki iki çizgi, iki dünya görüşü, iki sınıf, iki ideoloji, iki mücadele hattıdır aslında söz konusu olan. Yaşanmış ve hala da yaşanmakta olan devrim ile karşı devrim arasındaki ideolojik politik mücadelenin izdüşümleridir bunlar. Perinçek bu röportajdaki açıklamalarıyla Türkçü, devletçi, şoven ve faşist yüzünü bir kez daha açığa vurmuştur. Burada geçmiş süreçlerdeki beyanlarından birini daha hatırlatmakta fayda vardır. İbrahim Kaypakkaya ile ilgili başka bir belgeseldeki “yüz tane İbrahim’i bir Mustafa Kemal’e değişmem” sözleri ile şimdiki süreçteki Deniz ve Mahirler ile ilgili beyanları birbirleriyle örtüşmektedir. Karşı devrimci ideolojik-politik güzergâhta buluşarak birleşen bütün bu beyanlar, onun düşman cephesinde yer aldığını göstermektedir. Devrimcilere terörist deme cüretini dahi göstererek, tam bir alçalma örneğinde ve faşist devlet geleneğinde ısrar durumu vardır. Devrimci ve komünist iç tutarlılığımızdan kopmadan, ona küfür ve hakaret etmek yerine, tam da niteliğiyle örtüşen karşı devrimci düşman bir unsur olduğu gerçekliğine sahip olduğunu belirtmekte fayda vardır. Nitekim röportajındaki beyanlarıyla karşı devrimci cephe saflarında olduğunu da açık etmiştir. Perinçek’e göre “Erdoğan, ABD emperyalizmine karşı kelle koltukta savaşıyor” derken karşı devrimci düşman cephesinde de bilinçli olarak at izi ile it izini birbirine karıştırmaktadır. Erdoğan’ın izini, Amerikan emperyalizmine karşı savaşan at izi olarak kamuoyuna servis etmektedir.
Özellikle 15 Temmuz’dan itibaren AKP’nin kendi çizgilerine geldiğini, Çin ve Rusya eksenli Avrasya mutabakatına yanaştığını vurgulamıştır. Aynı gemideyiz diyerek AKP ile aynı çizgide buluşmuşlardır. Sözde ABD karşıtlığı, Çin ve Rusya ile karşı karşıya gelmeme hassasiyeti şeklinde AKP’nin kendi çizgilerine doğru geldiğini iddia etmektedir. Kendilerinin AKP destekçisi ve asla kuyrukçu olmadıklarını, aksine aynı cephede olduklarını ve Atlantik’ten kopup Asya’ya yanaşıldığını, Amerika’nın baskı ve tehditlerine karşı, Türkiye’yi savunmak, PKK’yi temizlemek ve kökünü kazıma noktalarında AKP-MHP faşizmi ile aynı cephede yer aldıklarını özellikle belirtiyor. Bütün bunlardan kaynaklı, kendilerinin faşist Tayip Erdoğan’ı desteklemediklerini, aksine Erdoğan’ın kendilerini desteklediğini vurgulama gereği de duyuyordu. AKP-MHP-Vatan Partisi’nin aynı gemide olduğunu ve şu anda da geminin kaptanının AKP, Vatan Partisi’nin ise o geminin rotasını çizen konumda olduğunu savunmaktadır. Yanardöner ya da yanar söner Perinçek’in bugün itibariyle bütün bu anlayış ve savunuları karşısında, yarın pekâlâ başka anlayış ve savunular içerisinde olabileceğine de şaşırmamak gerek. Çünkü fırıldak Perinçek olarak ona boşuna demiyorlar. Önümüzdeki süreçte ola ki AKP-MHP faşist hükümetinin hakim sınıf klikleri içerisinde muhalefet durumuna düşme karşısında, birlikte başka saikler üzerinden fırıldak Perinçek ve hareketini görürsek şaşırmamalıyız.
Irkçı faşizmde Perinçek ve partisi Vatan, hâlihazırda el ele verip kol kola girdiği AKP-MHP faşizmiyle yarışmaktadır. Devrimci ve sosyalistler, Kürt ulusu, Ermeniler ve azınlık milliyetler, Dersim, Aleviler ve ezilen inançlara karşı, ırkçı faşistlikte en fazla uşaklığı kimin yerine getireceği hususunda yarış halindedirler.
Bu dosya çalışmamızda belirli tarihsel süreçler, önemli ideolojik-siyasal ve örgütsel gelişmeler, geçmişten bugüne Perinçek gerçekliği üzerine değerlendirme ve bazı sonuçlara ulaşmaya çalıştık. Uzun süredir karşı devrimci Perinçek ve değişik isimler altında olsa da mevcuda kadar günden güne düşmanlaşarak iyice kendini açık eden hareketi ve partisi Vatan’a ilişkin belirli boyutlarıyla nesnel ve somutta aldığı görünümleri okuyucunun da bilmesini istedik. Bütün bunlar karşısında, içerisinden geçtiğimiz süreçte, nasıl bir yol ve çizgi izlememiz gerektiği üzerine de bir sentezi, daha net ifade edebiliriz. Günümüzün gerçek yurtsever, demokrat, devrimci ve komünistleri için, karşı devrimci Perinçek ve partisi Vatan’a karşı mücadelesi, son derece meşru ve ertelenemez devrimci bir görevdir. Yazımızın bir nebzede olsa, buna hizmet etmesi inancıyla…
(*) Mayıs 2020’de 105. Yılında Asuri-Süryani-Ermeni Soykırımı üzerine kamuoyuna yayınlanan bir dosya çalışmam içerisinde, değerli yoldaşım ve büyüğüm sendikacı, fotoğrafçı, araştırmacı Ali Şahin’in, Alman emperyalizmin Güneybatı Afrika’da yer alan Namibya’da gerçekleştirdiği Herero ve Nama soykırımı ile uluslararası düzlemde kabul gören Katliam ve Soykırım Planlaması ve Yöntemi içeriklerine ilişkin kaynak bilgisini, kendisinden izinsiz olarak kullandığım için özür diliyor ve açıklama gereği duyuyorum.