Bir fotoğrafın, hakikati ne ölçüde yansıttığı su götürür bir mesele. Bezirgân siyasetçiler pek severler gerçeğin aslında fotoğrafta yansıtıldığı gibi olmadığından bahsetmeyi. Kendilerini suçlayan fotoğraflar ya gazetecilerin türettiği bir montajdan ibarettir ya da sadece an’ı gösterdiği için eksiktir onlara göre. Muhalifler de fotoğraf eşliğinde bir suçlamaya maruz kaldıklarında, “işin aslı öyle değil” demeyi ihmal etmezler. Haksız da sayılmazlar. Örneğin, geçtiğimiz sene HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, oy sandığı başında Binali Yıldırım ile birlikte aynı karede gülümsediği fotoğrafa dair çokça tepki almıştı. Buldan, nasıl olup da Binali Yıldırım gibi biriyle bu kadar samimi olabildiğine dair eleştirileri, uzun video çekimini göstererek yanıtlamıştı.[1]
Gerçekten de videoda ikisinin de ayrı ayrı karelere bakıp gülümsediği, rastlantı icabı denk geldikleri açıkça belli oluyordu. Yani gördüklerimiz sadece bir tesadüften, göz yanılsamasından ibaretti. Erkan Baş da muktedirlerle fotoğraf vermenin gazabına uğradı. Hatta isim de aynıydı: Binali Yıldırım. Erkan Baş, o ana ilişkin video sunamadı; ama kısa ve zorunlu bir bürokratik görüşme olduğunu, bir daha da asla böyle bir gereklilik doğmayacağını ifade etmekle yetindi.
Belli ki fotoğraflar yanıltıcı olabiliyor. Alper Taş’ın İYİP binasında verdiği fotoğraf için de dikkatli olmamıza gerek var mı? Ardından bir video ya da açıklana gelir de sözlerimizi yutmak zorunda kalır mıyız? Alper Taş da, Erkan Baş veya Pervin Buldan gibi talihsiz bir fotoğraf vermek zorunda mı kaldı, ya da o fotoğraf bir yanılsamadan mı ibaret? Hayır, Alper Taş’ın konumu tam da bezirgân siyasetçilerin konumuna uyuyor. Süreç boyunca, Taş’ın yaptığı siyaseti en iyi tanımlayan kelime tam anlamıyla bezirgânlıktır.
Alper Taş’ın İYİP binasındaki fotoğrafını sosyal medyaya yükleyen kişi, tüm şüpheleri ortadan kaldırıyor. Yaptığı paylaşımlardan İYİP’in faşizan politikalarına hiçbir itiraz getirmediği anlaşılan bir parti üyesi olarak, Alper Taş’ın CHP-İYİP ortak adayı olduğunu propagandif bir dille duyuruyor. Mekân üstünlüğü de onlarda! Alper Taş, deplasmana gitmiş bir oyuncu gibi ürkek de durmuyor. Osmanlı tuğrasının ve onlarca devrimcinin faili meçhul cinayetlere kurban gitmesinden sorumlu bir katilin, Meral Akşener’in fotoğrafı altında gülümsemekten çekinmiyor.
Deniz Cibran, Komün Dergi‘nin 1. sayısında Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni(ÖDP) liberal bir suç ortaklığı olmakla itham etmişti. “ÖDP, liberal gramerle arz-ı endam etmekte olan herkesin ortaklığıdır; bir suç ortaklığı! Devrimciliğe ve devrimciliğin sahip olduğu grameri yıkıp meşruiyet arayışına girme, meşruiyet siyaseti kurgulama işidir.”[2] Bu ortaklık, şimdi de faşizmi geriletme rolünü kendisine biçmiş durumdadır. Alper Taş’ın CHP listesinden Beyoğlu belediye başkanı adayı olması da, bu suç ortaklığının dayandığı bir sınır olmuştur.
Türkiye solu, uzun zamandır Erdoğan’ın çizdiği çerçevede muhalefet ediyor. En radikal hamleler bile o çerçevenin içinden gerçekleşmek zorunda kalıyor. Erdoğan’ın kendisini güvence altına aldığı sınırları çatlatmak, şimdiye kadar mümkün olmadı. Yerel seçim atmosferinde de değişen bir şey yok. Erdoğan bu sınırlar içerisinde, yerel seçimlere cürmünden fazla önem verdi. Memleketin atmosferini genel seçim havasına soktu; süreci kendisi ve iktidarı için beka sorunu imiş gibi göstermeye başladı.
Kutuplaşma politikasının, AKP’nin işine ne kadar çok yaradığı her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Erdoğan, bu kutuplaşmadan da muhtemelen zaferle çıkacaktır, niyeti budur. Ancak kaybettiği takdirde, kendisi için beka sorunu olacak bir seçim söz konusu değildir; çünkü 31 Mart’taki seçimler, nihayetinde yerel seçimlerdir. AKP’nin birçok şehirde seçimleri kazanması halinde, zaten ortada sorun kalmayacaktır. En kötü ihtimalle, İstanbul ve Ankara’da CHP adayı kazandığı takdirde bile, bu durumu telafi edecek mekanizmalar çoktan hazırlanmıştır. Belediyelerin bütçesi ve planları İçişleri Bakanlığı’na entegre edilmiş durumdadır, kayyım atamaları olağanlaşmıştır, çevreden sağlığa, eğitimden ulaşıma bütün hizmetler büyük sermaye grupları tarafından pay edilmiş ihaleler ile mümkün olmaktadır.
Sorun, tıpkı Tayyip Erdoğan gibi, muhalefetin de yerel seçimleri bir beka sorunu olarak algılamasındadır. Onlar Tayyip Erdoğan güç kaybettiğinde, aşağı doğru ivmelenmeye başlayacağını, AKP iktidarının baş aşağı yuvarlanacağını düşlemektedirler. Tayyip Erdoğan’ın yerel seçimleri beka sorunu olarak gösteren siyasetine ‘tersinden’ en çok solcular ikna olmuş durumdadır.
Alper Taş’ın sözlerine bakalım: “Ayaklar baş olacak”, “Yeni bir düzen kuruyoruz”, “Hakkımız olanı almaya geliyoruz”, “Halk iktidarını kuracağız.” Finans kapitalin merkezinde, emek-sermaye çelişkisinin göbeğinde, İstanbul’un aktif ticaret yollarının tam ortasındaki Beyoğlu’nda, yetkileri tırpanlanmış bir belediye başkanı koltuğu için edilen sözlere bakın! Bir devrim hükümetinin bahsini açacağı konuları, ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi olan bir kişi Meral Akşener’in fotoğrafı altında dile döküyor! ÖDP’nin devrimsel sürecinin gerekliliklerini oyun kıvamında gördüğünü bilirdik de, bir ilçenin yerel seçimlerinde CHP gibi bir partiden başkan adayı göstererek iktidara gelmeyi düşünecek kadar çocuksulaşacaklarını tahmin edemezdik. Bari bu sol popülist ajitasyonlar, yine CHP listesinden ama bu sefer genel seçimlerde, milletvekili seçilmesi garanti olacak bir yerden yapılsaydı.
Türkiye’de birtakım çevreler halen seçimlere, burjuva demokrasisine ve hukuka inanmaya devam ediyor. Bu kesimlerin niyeti ve beklentisi Tayyip Erdoğan’ın iktidarı yumuşak bir geçişle bırakmasıdır. Ardından, yeni rejimin yaşam alanlarını daraltan sivri yönlerinin törpülenmesi kâfidir onlara göre. Alper Taş, Davutoğlu ve Abdullah Gül iktidarı senaryolarının sol muhalefetidir. Dikkat edilirse, bu çevrelere Erdoğan faşizminin yaşam alanlarını daraltmak dışında hiç dokunmadığı fark edilecektir. İşinden atılan, sosyal medya nedeniyle gözaltına alınan, tutuklanan samimi ÖDP üyeleri elbette vardır; fakat onların bile gerekçesi ‘birtakım terör örgütlerinin propagandasını yapmak’ suçlamasıdır. ÖDP’nin kurumsal yapısının ve üst düzey yöneticilerinin rejimle uzlaşmaz bir çelişkisi olmamıştır.
AKP iktidarını faşist olarak gören; ama onun yerel seçimler yoluyla geriletilebileceğini savunan incelikli bir yazı Mahir Sayın’ın kaleminden çıktı.[3] Sayın, deneyimli bir sosyalist teorisyen olarak, kendisinden beklenildiği ve tahmin edildiği üzere, elbette CHP’ye oy çağrısı yapmıyor. Buna rağmen AKP karşısında CHP’nin kazanmasının faydalı olacağını söylüyor ve HDP’nin seçim taktiğini olumlu buluyor. Mahir Sayın’ın benzerlik kurulması adına örnek verdiği tarihsel kesit ise hayli ilginç. Sayın, Japon istilasına karşı Mao’nun Çan Kay Şek ile olan geçici işbirliğini hatırlatıyor. Sayın’a göre komünistleri katleden biriyle bile gerekli şartlar oluştuktan sonra ittifak kurulabilir. Doğu Perinçek’in de içinden geçtğimiz dönemi açıklamak adına aynı örneği vermesi, kötü bir tesadüf! Perinçek, ABD emperyalizmini Japon istilasına, Çan Kay Şek’i Tayyip Erdoğan’a, kendisini de Mao’ya benzetiyor. Perinçek’in psikotik içerikli kişisel anlam dünyasında bir çelişki yok. Peki, Mahir Sayın’ın analojisinde kim neye benzetiliyor? Tahminimizce Japon istilası Tayyip Erdoğan’ın faşist baskı süreci oluyor, Çan Kay Şek ise İYİP-CHP ittifakı. Öyleyse, Mao kim oluyor veya hangi yapıya benzetiliyor? Mao’nun olmadığı bir siyasal tabloda, Çan Kay Şek ile yapılacak işbirliğinin sonuçlarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Mahir Sayın’ın verdiği bu örnek dahi, İYİP-CHP’den faşizmi gerileteceğini bekleme politikasının anlamsızlığını bir kez daha gösteriyor.
Devrimci güçlerin gelişkin ve örgütlü olmadığı yerlerde sağ ittifaklar politikası, sosyalist muhalefet potansiyelinin tükenmesiyle sonuçlanır. Komünistlerin olmadığı bir ‘faşizme karşı birleşik cephe’ düşünülemez. Faşizmle uzlaşmaz çelişkileri olmayanların kurduğu birlik, tıpkı CHP-İYİP ve ulusalcı koalisyonda olduğu gibi sonunda faşizme eklemlenir ve ‘faşizmle birleşik cephe’ haline dönüşür. İlla ki tarihten bir örnek vermek gerekiyorsa, Erdoğan faşizmi için Endonezya’da 1965 yılında yüz binlerce komünisti katleden General Suharto incelenebilir. Yine sosyal demokratların, iktidara geçtikten sonra faşizmi hiç de geriletmediği konusunda, Almanya’daki 1918 Kasım Devrimi iyi bir örnek olabilir. Protestolar neticesinde II. Wilhelm tahttan çekildikten sonra, başbakanlık koltuğuna oturan sosyal demokrat Friedrich Ebert’in ilk işi Spartacus gurubu liderlerinden olan Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’i katletmek olmuştu!
***
Sol popülist medya Alper Taş’ı sosyalistlerin ve devrimcilerin temsilcisiymiş gibi sunuyor, faşizm ise bu propagandaya müsemma gösteriyor. CHP listelerinde bir ilçenin belediye başkanlığı adaylığı ile Alper Taş şahsında, bu ülkenin sosyalist/devrimci potansiyeli aşağılanıyor ve küçültülüyor. Bu potansiyel CHP’nin elinde isteği zaman oynayacağı bir karta indirgeniyor, doğmadan yok ediliyor.
Tüm bu süre zarfında
faşizm, Kürtlerle ve komünistlerle uzlaşmaz çelişkiler yaşıyor. Bu çelişkiler, şimdiye kadar Erdoğan’a geri dönüşsüz birçok suç işletti. Erdoğan bu suçların
ardından yumuşak bir geçiş yoluyla iktidarı bir başkasına devredemez. Erdoğan
artık daha da fazla suç işlemeye mecburdur.
Erdoğan faşizmi yumuşak bir geçiş yoluyla yok olmaz. HDP bileşeni sosyalist örgütlerin
ve Kızıl Bayrak, DİP, Alınteri ve Partizan gibi yapıların yerel seçimler
sürecinde takındıkları ortak tutum umut verici olmuştur. HDP’nin faşizmi
geriletme taktiğinin yanlışlığını açıkça ifade eden ve faşist sürecin CHP-İYİP
ile geriletilmeyeceğini aksine bu ittifakın faşizmi daha da
kurumsallaştıracağını söyleyen bu ortaklık zemini geliştirilmelidir. Yapıların
birbirlerinden haberdar olmadan yakaladıkları bu birlikteliğin üst seviyeye
sıçratılması, artık acil bir zorunluluk haline gelmiştir.
[1] https://gazetemanifesto.com/2018/pervin-buldandan-tepki-alan-fotografa-aciklama-189875/
[2] Deniz Cibran, Bir Yol Yapmak, Komün Dergi, Sayı 1
[3] http://siyasihaber4.org/fasist-kurumsallasmaya-bir-celme-olarak-yerel-secimler