Gecikmiş bir borç yazısı: Soykırımdan yüzyıl sonra Rojava Ermenileri – Hikmet Acun

“Suriye Hayları yüz yıldır hayal kuruyor. Bir gün olmak istedikleri yerde olmanın hayalini. Eğer bir şey kolektif bir hayale dönüşmüşse, onun gerçeğe dönüşmesi kaçınılmazdır.”

Dört yıl önce Kobane’den, Cizir bölgesine geçtiğimde savaşın yarattığı altüst oluş içinde aklımın bir kenarında tutuğum soruların cevaplarını arama sırası gelmişti. Soykırımdan yüzyıl sonra Suriye ve Lübnan havzasında Hayların hikâyeleri nasıl yazılmıştı? Bu soru, 1908’den itibaren daha sistematik hale gelmiş, 1915’te sonuçlarına ulaşmış soykırımın devamını yaşayan Hayların hayatta kalanlarının tamamlamak zorunda kaldığı bir hikâyeydi. Şunu daha başında yazmalıyım; Rojava Haylarını tanıdığımda soykırımın yalnızca kuşaklardan kuşaklara bitmeyen bir acı, kapanmayan bir yara olmasıyla sınırlı olmaması ve gündelik hayatlarının bir parçası olmasıydı. Soykırım yalnızca nar gibi parçalanmış belleklerinde değil, kelimenin gerçek anlamıyla varoluşlarının içinde durmaksızın boğuşmak zorunda oldukları kâbusun silueti olmasıydı.

Yıllar önce Serekaniye’ye geçtiğimde (savaş o zaman Serekaniye’ye çok yakın alanda devam etmekteydi) o büyük devrimci Nubar henüz şehit düşmemişti. İlk işimiz toplanıp hep birlikte Ermeni Kilisesi’ni ziyaret etmek olmuştu. Serkaniye’de artık bir elin parmakları kadar az kalmış Haylarla kilisenin bahçesinde ettiğimiz sohbeti anlatmak mümkün değil. Kilisenin papazı (karısının takılmak için taktığı isimle) Zalim Vrej’le birlikte harabeye dönmüş ve Nusra çetelerinin kurşunlarıyla delik deşik olmuş kilisenin temizliğine ve bakımına giriştiğimizde başka bir gerçeği daha öğrenecektim. Serekaniye Ortodoks Kilisesi’nin bodrumunda 70 bin insanın numaralandırılmış kemikleri çuvalların içinde durmaktaydı. Bu tanıklık, hayatımda ilk kez Ermeni soykırımıyla somut karşılaşmanın o güne kadar beni inşa etmiş ne varsa akılda ve duyguda yeniden bir araya gelmesine neden oldu. O günden sonra Rojava Hayları için kurtardığımız alanda kentlerden kentlere binlerce kilometre yol yaparak, her kentte her Hay’ın evine misafir olup hayatlarına dokunmak için çaba sarf ettim. Onları savaştan korumamız gerektiği önceliğimizdi. İkinci bir soykırım, onların tarihe bellek olarak da gömülmeleri demekti. Hayların hayatlarını iyileştirmek için her şeyi başaramadık ama onları savaştan korumayı bir biçimiyle başardık.  AKP ordusunun son Serekaniye ve Tıl Temir işgalinde de ilk kaygımız ve önceliğimiz, Hayların savaş dışı bölgelere çıkmaları için çaba sarf etmek oldu. Hayların kültüründe dayanışma büyük öneme sahip, savaş alanının dışına çıkan ailelere kendi kurumları da büyük destek sundu. Savaş her ailenin, kişinin hayatının parçalanarak bir daha bir araya gelmesi mümkün olmayan ucu açık belirsizliğe sürüklenmesidir. Savaş insanın hayatını vurduğunda, eğer ölmemişse o hayattan geriye birkaç battaniye, yastık, elbise ve bir araca sığacak malzemeden başka bir şey kalmaz. Ve geçmiş, bir daha gelmemek üzere terk edilen evin, mekânın ve zamanın içinde kaybolur gider. Rojava’da savaşın fiziki olarak deneyimlenmesi, yalnızca yıkıcılığı ile sınırlı değil, çağrıştırdıkları da var; savaş bölgelerinden göçen insanları görmek demek, bir zamanlar Suriye çöllerine hayatta kalmak için sürüklenen Hayları görmektir. Bir anlamda 105 yıl öncesinin yeniden canlandırılması demektir. Bu durum benim ve Hayların gözünde böyledir.

Nerelisin, kimlerdensin?

Rojava’da kooperatif çalışmalarını başlattığımızda kırsal alanların hemen tamamını görmek ve gözlemlemek mümkün oldu. Kobane, Derik arası; yani 500 kilometreden uzun Türkiye-Suriye sınır hattında bulunan kentlerin, kasabaların neredeyse tamamı eskiden Hayların yerleşim alanı. O kentlerin çoğu Hayların maharetleriyle inşa edilmiş kentler. O kentlerin Araplaştırılması, 1950 sonrası adım adım gerçekleştirilen demografinin değiştirilmesiyle ilgili. Ancak mesele Hayların emeklerinin ve işledikleri toprakların gasp edilip, Lübnan ve Avrupa’ya göçe zorlanmalarıyla sınırlı olmayan başka bir hikâyeyi daha içinde barındırıyor. Korkunç soykırıma rağmen Haylar neden Türkiye sınır hatlarında bir hayat kurmayı tercih etti? (Elbette Halep, Raqqa, Deyr Ez Zor, Lazkiye gibi alanlarda da Haylar var.) Beni en çok meraklandıran soru buydu. Bunun cevabını bulmak için Rojava Haylarının duygu dünyalarını ve aidiyetlerini nasıl kurduklarını içerden bilmek gerekiyor. Rojava’da hangi Hay’a sorsan;  ya Urfalı, ya Sasonlu, ya Konyalı, ya Antepli, Ya Diyarbakırlı ya da Muş’lu olduğunu söyleyecektir. Yani onlardan asla “ben Halepliyim, Raqqalıyım” sözünü duyamazsınız. Bu insanlar, soykırımdan kalan üçüncü kuşak insanlar. Yani tamamı Suriye topraklarında doğmuş, büyümüş insanlar. Peki, neden böyle? Neden doğduğu topraklarla değil de, atalarının soykırıma uğradıkları topraklarla varoluş ilişkisi kurar bu insanlar? Bunun elbette sosyolojik bağlamı var; soykırım yalnızca kolektif belleği imha etmez, o belleğin tekrar kurucusuna da dönüşür. Belleklerdeki soykırımı temsil eden toprakların, onların geçmişlerinde değil bugünlerinde ve geleceklerinde olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Ve kendilerinin kaderini yazan soykırım topraklarıyla kurulan ilişki, soykırımı da aşan bir bağlanma halini meydana getirmesini başka türlü anlamak gerek; onların gözünde kötü hatıraların yaşandığı topraklar, bir topraktan ibaret değil; atalarına bağlanma hali. Çünkü bundan başka bağlanabilecekleri hiçbir şeye sahip değiller; nereye gitseler her daim oraların yabacıları. Bunun için Hayların Anadolu topraklarında gözlerinin olmasını mülkiyet ilişkilerinin dışında başka türlü “göz koyma” olduğunu bilmek gerek. Hayların birkaç kez daha soykırıma uğrama olasılıklarını göze alarak Kobane-Derik arası sınır hattında kalma çabalarını; bir gün atalarının yuvasına geri dönebilme ihtimali tarafından biçimlendirilmiş kolektif bilinçaltıdır. Şunu açık yazabilirim; Her Hay’ın Anadolu topraklarında gözü vardır. Bu göz, intikam tarafından biçimlendirilmiş bir göz değil; olmak istedikleri yerde, aidiyetlerini kurdukları yerde olma arzusudur. Kim bilir belki de geçmişin imgesinin onların yakasını bir türlü bırakmamasıyla ilgilidir. Bir düşünelim; 1.5 milyon atası soykırıma uğramış bir Hay, neden Anadolu topraklarını özler ki? Neden Rojava’da hangi Hay ile karşılaşsan ilk soru; “nerelisin, kimlerdensin”le başlar ki?

Ermeniler: Suriye’de modernliğin ve üretici güçlerin öncülleri

Haylar tutkulu zanaatkârlardır. Tasarlama, yaratma, nesneye biçim verme, onu hayatın içinde işlevsel hale getirme becerilerine sahip zanaatkârlar. Çalışma disiplini kuşaklardan kuşaklara geçen kültürel bir edinim. Emeksiz ekmek yememek, bir gelenek. Bunun ne olduğunu anlamak için M. Gasparyan’nın sözü yeterli olur sanırım: “Suriye’de ağaçtan, yollara, okullara, binalara kadar “dikili” ne görmüşseniz, hepsi Hayların eseridir.” Bence eksik; Suriye’de bir makine görmüşseniz, bir işleyen aksamını tamir edebilir ustalık oluşturduğunu görmüşseniz, çiftçilik görmüşseniz onların hepsi Hayların eseridir.

105 yıl önce ayaklarında ayakkabıları bile olmadan, soykırımın yıkımı içinden gelen insanların “devam eden hayat”a nasıl cevap olabildiklerini anlamak için Haylar üzerinden üretici güçlerin tarihini başka türlü okumak gerekiyor. Suriye’de Hayların hikâyeleri, aynı zamanda üretici güçlerin ‘var olma’yı nasıl kurduğunu göstermesi bakımında eşi görülmedik bir örnektir. 105 yıl önce Anadolu topraklarında gerçekleşen soykırım; sadece etnik temizlik değil, aynı zamana Anadolu’nun gelişmiş üretici güçlerini de tarihin dışına atma girişimiydi. Soykırımla tarih dışına atılmaya çalışan güçlerin Suriye, İran, Lübnan, İsrail ve Avrupa’da tekrar ortaya çıkmasına şaşırmamak gerekir.

Suriye Hayları yaşadıkları semtleri, evleri, okulları, hayatları bakımından da Suriye’nin geri kalanından yüz yıl daha ilerdedir. Elektronik, doktorluk, mekanikerlik, hidrolik gibi öncü mesleklerde her zaman Hayları görürsünüz. Ha keza çocukların eğitimine verdikleri önem, zanaatkârlığa verdikleri önem onları toplumun en önüne koyuyor. Suriye’de eğer ticaretle uğraşmıyorsa, mesleksiz Hay bulamazsınız. Bu gerçekten böyledir. Rojava Devrimi, demokratik ve üretici bir toplum inşa edecekse; bu, dolaysız olarak Rojava Haylarının ne kadarını ikna edebileceğine bağlı. Çünkü nitelikli emek, Rojava haylarının elindedir.

Rojava Devrimi ve çabalarımız Haylarla, Kürtler arasında tarihten gelen gerilimi (Kürtlerin soykırım ortaklığından gelen) önemli oranda çözse de, Hayların güvenini kazanmak için daha alınması gereken yollar var. Özellikle Hayların hiçbir biçimde incitilmeden sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Ancak bu konularda da önemli adımlar attığımızı söylemek mümkün.

Hayların üzerinde yalnızca Ortodoks, Katolik ve Protestan kilislelerinin gerici dini kastının etkisi yok, aynı zamanda iki büyük siyasi kanada; Hınçak ve Taşnaklara bölünmüş olmalarının da etkisi büyük. Taşnaklar daha çok üst sınıf Hayların kontrolünde ve etkili. Ancak biz başından beri, Hayların kendi içlerindeki bölünmüşlük ne olursa olsun, hepsiyle eşit ilişki kurmaya özen gösterdik.

Şunu biliyoruz ki, Rojava’da üretici güçler kendi tarihlerini yazacaksa, bu önemli ölçüde Hayların sayesinde olacaktır.

Haylar: Eğlenmeyi ve sosyalleşmeyi seven insanlar

“Masa kurmak” Haylarda önemli bir gelenek. Onlara göre para biriktirmek için çalışılmaz; Keyifli hayat için çalışılır. (Hayatla kurulan bu ilişkinin yersizlik-yurtsuzlukla da ilişkisi olabilir.) Yemesi, içmesi, kafa çekmesi olmayan hayat, hayat değildir. Bunun için Hay’ın masası eksik olmaz. Haylarda masa kendine kurulmaz, dostlara kurulur. Ve bu önemli bir adaptır. Rojava Devrimi’nden önce Qamışlı, Derik meyhanelerinin müdavimlerinin büyük kısmının Ermeni ve Süryanilerden oluşması ve bu kültürün yerleşik hale gelmesi rastlantı değil. Qamışlı Seferad Yahudileri de çalışkan ve üretken insanlardır ama Hayların gözünde “asosyal cimriler güruhu”dur. Yani Hay kültüründe paylaşmak büyük öneme sahip. Bu paylaşmanın sosyal olarak gerçekleştirilmesi daha bir öneme sahip. Rojava mutfağı çok gelişmemiş mutfak olmasına rağmen Haylar yeme içmede oldukça seçiciler. Dolma asla masadan eksik olmaz. Rakı içilecekse; öncelik Bata’dır. Yani Hay rakısıdır. Haylar zaten bulabilmişlerse Ararat, bulamamışlarsa rakıdan başkasını tercih etmezler. Ve kadehler he daim, atalara kaldırılır. Adnan Şenses, Müzeyyen Senar dinlenir. Elbette Urfa, Sason türküleri de.

Bu kültür, Suriye’de biçimlenmiş kültür değil, 105 yıl önce gerçekleşen soykırıma rağmen kolektif bilinçaltının hatırlaması ve yaşatılmasıdır. Yani Anadolu’nun Suriye’de sürmesidir. Soru şu; hangi soykırım, hangi yıkım, insan hikâyelerinin üzerini öretebilir ki? Yaşayan geçmiş Haylarda devam ettiği sürece; o geçmiş, yalnızca ‘acı’dan ibaret kalmadan anıların, kültürün içinden durmadan çağrılacaktır. Bu yüzden Hay’ın gözü her daim ata topraklarında olacaktır. Üç kuşak değil, on kuşak geçse de Hay, kendi varoluşunu Anadolu’daki kendi toprakları üzerine kurmaya devam edecektir. Çünkü orada yalnızca anı yok, şimdiki zaman da var.

Onun için hangi Hay’a nerelisin diye sorsan, sana Anadolu’dan bir şehir adı söylemeye devam edecektir.

Nerede bir Ermeni görürseniz, onun kaç kuşak sonra kanamaya devam eden yaralarına bakın. O yaranın altında yalnızca acı değil, size insan olduğunuzu hatırlatacak büyük bir hazineyi; küllerinden doğanların hikâyelerini de bulacaksınız.

Rojava Hayları, hayatımda kıymetine paha biçilmez benim Haylarım. Bu yalnızca duyguda bir bağ değil, onların varoluş çabalarının içinde olmanın da kıymetli bir olanağı.

Şimdi gidin ilk bulduğunuz bir Ermeni’ye sarılın ve yaralarından öpün. O yaralardan sızıp gelen unutulmayan bir tarih ve muazzam bir insan zenginliği göreceksiniz.

Nubar’a ve soykırım kurbanı tüm Haylara sevgi ve minnetle…