Gecikmiş bir seçim değerlendirmesi-İbrahim Kadri

31 Mart seçimlerine ilişkin çok şey yazıldı söylendi. İlla ki herkesten faklı bir şey söylememiz gerekiyor gibi bir gereksiz kaygımız olmamakla birlikte aynı şeyleri tekrarlamama gayreti içinde sürece yönelik kısaca şu hususlara dikkat çekebiliriz.

1-    Öncelikle seçim öncesinden başlarsak; 31 Mart seçimlerine, ister muhalif olsun ister iktidar yanlısı olsun, toplumun genelinin 10 ay önce gerçekleşen milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimlerindeki motivasyon olmadan girdiğini söyleyebiliriz. Bunun olumsuz yanı düzen içi sınırlarda bile olsa seçimler nedeniyle toplumun genelinde oluşan siyasallaşma düzeyinin bu seçimlerde öncekine göre oldukça düşük kalmasıydı. Bu durum genel olarak siyasetten beklentilerin düzen partilerinden düzen dışı siyasete, devrimci söylem ve eylemlere doğru kaymasından kaynaklı olsa oldukça olumlu bir durum olarak okunabilirdi ama maalesef öyle değildi. Devrimci hareketimizin söylem ve eylemleri toplumun ekseri çoğunluğunun farkında dahi olmadığı bir düzeyde olduğu için seçimlere yönelik görece ilgisizliğin bizim mahalleyle bir alakası bulunmuyor. Bir önceki seçimde Erdoğan’a oy vermeyen muhalif diyebileceğimiz milyonlarda “ne yaparsak yapalım değişmeyecek”, “iktidar o kadar güçlü ki gerek seçim öncesi seçmen kayıtları vb. ile gerekse seçimlerdeki hile hurdalarıyla ne yapıp edip kazanıyor” söylemleriyle başlayıp, “bu toplumun çoğunluğu ne yaparsa yapsın bu adamdan vazgeçmeyecek bunlardan bir şey olmaz” söylemleriyle biten değerlendirmeler siyasete yönelik bilinçli bir uzaklaşma haline işaret ediyordu. Deprem gibi bir felaketten sonra dahi (yüzde 51 veya 49 fark etmez) halkın önemli bir çoğunluğunun iktidara destek vermesini anlamayan, hatta gerçekten anlama gayreti içine dahi girmeyip sadece onu küçümseyen halka yabancı Batı özentisi modernist küçük burjuva aydın karakteri için çok da şaşırtmayan bu yaklaşımı bütün muhalif seçmenlere yaymak doğru olmamakla birlikte; toplumun bu kesiminde, tekrarlanan başarısızlıklardan kaynaklı, bildikleri tek siyaset olan seçimlere yönelik motivasyon kaybı olduğu doğruydu. Bu durumun en somut göstergesi 2023 Mayıs seçimlerinde en önemli bağımsız örgütlenmelerden olan sandık güvenliğine yönelik “Oy ve Ötesi” gibi organizasyonlara bu seçimlerde 10 ay öncesinin neredeyse 3’de 1 oranında başvuru olmasıdır.

2-    31 Mart seçimlerine yönelik ilgi ve alaka eksiliğinin sadece muhalif kesimlerde değil 10 ay önceki seçimlerde Erdoğan’a oy veren iktidar yanlısı kesimlerde de olduğu Erdoğan’ın son İstanbul mitingine katılımdan ve seçim öncesi son Cuma namazında Ayasofya’da Erdoğan’ın yanındaki safların doluluğundan(!) anlaşılmaktaydı. Bu kesimlerde seçimlere yönelik motivasyon düşüklüğünün sebeplerini AKP’nin oy kaybı bahsinde ayrıca değerlendireceğiz. 

3-    Zaten hemen bütün anketler, seçimlere katılımın genel olarak düşeceği öngörüsünde ortaklaşırken, hangi tarafın daha çok fire vereceğine göre farklı tahminlerde bulunuyorlardı. Nitekim anketler en azından ortaklaştıkları bu hususta haklı çıktılar. Bu seçimlere katılım oranı 2023 Mayıs seçimlerine göre yüzde 10, 2019 yerel seçimlerine göre ise yüzde 6,5 civarında bir düşüşle yüzde 78,3 te kaldı. Geçersizleri de hesaba katarsak, 31 Mart 2024 seçimlerinde toplam kayıtlı seçmenin neredeyse dörtte biri olan yaklaşık 15 milyon seçmen oy kullanmadı ya da geçersiz oy kullandı. Seçimin birinci partisi olan CHP ile ikinci parti AKP arasındaki oy farkının yaklaşık 1 milyon olduğu dikkate alınırsa, 15 milyonu geçen sandığa gitmeyen/geçersiz oy kullanan seçmen sayısının büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.

4-    Seçim sonuçlarına iller hatta ilçeler bazında baktığımızda seçimlere katılımın bir önceki seçimde (hatta son 20 yıldır yapılan birçok seçimde) AKP’ye oy vermiş yerlerde daha fazla düştüğünü görülüyor. AKP’nin birçok ankette hiç ihtimal verilmeyen, “çok güçlü olduğu” birçok yerelde kaybetmesinin ilk sebebi buralarda AKP seçmeninin oy vermeye gitmemesi denebilir. (diğer sebeplere de değineceğiz) Erdoğan’a veya AKP’ye maddi ve manevi olarak bağlı olan toplum kesimleri bu seçimlerde AKP adaylarına oy vermek istemediklerinden ama başka bir adaya da oy vermeyi içlerine sindiremediklerinden dolayı sandığa gitmediler. Peki niye AKP’li adaylara oy vermek istemediler. Seçimlerden sonra Şamil Tayyar’ın paylaştığı; bir tarafta Erbakan’ın 1994 İstanbul seçim çalışmasındaki halkı selamladığı konvoyunu gösteren, diğer tarafta ise AKP Afyonkarahisar Belediye Başkan Adayı Hüseyin Ceylan Uluçay’ın, Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’la beraber, çakarlı ultra lüks pikapla yaptığı kent turunu gösteren resim; bozuk saatin de günde iki kere doğruyu göstermesi misali doğru bir yere işaret ediyor.  

Bazılarının takiye veya popülizm dediği birinci resimdeki görüntü toplumsal algıda yoksul halk için öyle ya da böyle bir özdeşlik yaratırken ikinci resim ise AKP yönetici ve temsilcilerinin halktan ne kadar koptuğunun farkında dahi olmadığının veya bunu umursamadığının belgesi niteliğinde. Herşeyin Saray’da merkezileştiği  yönetim tarzıyla AKP’nin toplumsal onayı kazanmayı önemseyip bu kapsamda toplumda özdeşlik algısı yaratmaya dönük söz ve görünüm üretmeye çalışan bir anlayıştan uzaklaşması veya bunun gereksizleşmesi, halka yukardan bakan özün gizlenmesini gereksizleştirmenin yanında lüks ve şatafat teşhirciliğini güçlü bir liderlik görünümü olarak kabul etmeye dönüştü. Ancak bu dönüşüm lider şakşakçılığından nemalanan dar bir grup dışında mütedeyyin toplumun genelinde kabul görmemekte hatta tepki yaratmaktadır. İşte bu zamana kadar AKP’ye oy vermiş hatta Erdoğan’a hala bağlı olduğunu söyleyen kitlelerin önemli bir kesiminin yerel seçimlerde AKP’ye oy vermemesinin bir nedeni de bu tepkidir.

5-    YRP mütedeyyin kesimlerde oluşan bu tepkiden ve yine bu toplumsal kesimlerde de somut bir şekilde yaşanan sınıfsal çelişkilerden dolayı kayda değer bir oy artışı yaşamıştır. Yeniden Refah Partisi, sınıfsal olarak AKP’den çözülen toplumsal kesimlerin, -Türkiye işçi sınıfın klasik beklentinin aksine sınıfsal tepkisini sol yerine sağda ifade etme şeklindeki tarihsel siyasal tavır alış karakterini tekrar ettiği için- kötünün iyisi olarak şimdilik kendilerini buldukları en kabul edilebilir siyasal adresi olmuştur.

6-    Seçimlere katılım bahsini geçmeden önce bu seçimler, muhalif yazarların bir önceki seçim yenilgisini asıl olarak göçmenlere oy kullandırılması, sahte seçmenler ve seçim hilelerine bağlayan tespitlerinin eksikliğini de göstermiştir. Devletin tüm olanakları kullanan iktidarın seçimler öncesi ve sırasındaki müdahaleleri bu seçimde de bir önceki seçim kadar olmuştur ancak sonucu değiştirememiştir. Dolayısıyla seçimlere ilişkin değerlendirmelerde, beklediği sonuçlar çıkmayınca “saha çamurdu, hakem yunandı” tarzı karşı tarafın oyunlarını bahane eden analizler yerine toplumsal tercihlerdeki dönemsel ve/veya orta-uzun vadeli eğilimleri anlamaya çalışan görünen ve dip dalgaları okumaya çalışmak daha doğru olacaktır.   

7-    Genel seçimlerden farklı olarak yerel seçimlerde o yerelin adayının da çoğu yerde seçmen tercihinde belirgin bir etkisinin olmasından dolayı partilerin adayları da bu seçimlerde az çok etkili olmuştur. İstanbul için İmamoğlu hem toplum için hem de ulusal-uluslararası güç odakları için tek başına bir belediye başkanı adayı değil Erdoğan’la yarışacak bir lider adayı olarak görüldüğünden İmamoğlu’na verilen oylardaki kayda değer artış sadece bu seçim bağlamında değil geleceği de gören bir yerden ayrıca değerlendirilmelidir. Ancak hemen tüm belediyelerde adayların rolü sonuçlarda az çok etkili olmuştur.  AKP’nin gerek sınıfsal gerekse siyasal, sosyal ve kültürel olarak toplumun ekseri çoğunluğundan -geleneksel tabanı da dahil- kopuk hali aday belirleme süreçlerine de yansımıştır. Bir iki istisna dışında hemen bütün AKP adayları, Parti veya Saray elitlerinin torpillisi olmak veya Erdoğan’ın sadık kullarından olmak dışında toplumsal herhangi bir karşılığı olmayan, siyasal söylem düzeyinde dahi asgari yeteneği olmayan, beceriksiz kişilerden seçilmişti. Kimi yandaş yazarlar tarafından iktidar sarhoşluğu, güç zehirlenmesi olarak da ifade edilen uzun dönem iktidar olmanın ve Reis merkezli yönetim tarzının sadece emir telakki bekleyen yapısının doğal sonucu asabiyet yitimi (AKP’nin ne kadar asabiyesi varsa o kadar işte) örgütsel çözülme, çürüme süreci AKP’nin en çok önem verdiği İstanbul’da dahi çapsız bir adayla çıkmasına neden olmuştur. Buna karşılık CHP’de ise Bolu, Afyon, Aydın, Hatay gibi yerlerdeki ısrarlı yanlış tercihleri dışında il ve ilçelerde aday seçimindeki bilinçli bllinçsiz doğru tercihleri, adayların halka bire bir temas içinde yoğun bir kampanya süreci sürdürmeleri, sokak sokak gezerek farklı tüm toplumsal kesimlerle birebir temas kurup, onlarla ilişkilenme gayreti ya da en azından böyle bir görüntü verilmesi İstanbul’un Tuzla, Beyoğlu, Eyüpsultan, Gaziaosmanpaşa, Üsküdar gibi ilçelerinde kayda değer bir oy artışıyla kazanım sağlamıştır. Bunu söylerken CHP’nin bütün adayları halkçı, solcu gibi bir şey söylemediğimizi hatırlatmak isteriz. Ankara, Antalya, Ege bölgesi adaylarının çoğu –bir kısmı önceden MHP’li olan- milliyetçi ve ulusalcı karakterdeydi ancak onların bile seçim çalışmalarını sokakta halkla bire bir temas içinde gayretkeş bir şekilde sürdürdüğünü teslim etmemiz gerekiyor.     

8-    Burada değindiğimiz ve ya değinmediğimiz birçok sebebin ötesinde 31 Mart seçimlerinde iktidarın yenilgisinin temel sebebinin ekonominin toplumun geneli için yarattığı yıkımın artık gizlenemez boyuta varması yani sınıfsal olduğunun altını çizmeliyiz. Bu seçimlerde toplumun siyasal tercihlerinde sınıfsal çelişkiler yani ekonomi, uzun vadede olması gerektiği gibi, diğer çelişkilere göre net bir şekilde daha belirleyici olmuştur. İktidar kapitalist sistem içinde kalındığı müddetçe artık başka bir şansı kalmadığı için (bu kapsamda olanağı da kalmadığı) veya uluslararası sermayenin böyle bir şeye tahammülünün kalmadığı koşullarda seve seve uyguladığı IMF’siz IMF programına bağlı olarak doludizgin artan enflasyon ve düşük ücret dayatmalarıyla artan yoksulluk ve uçuruma dönüşen gelir eşitsizliği, sabit maaşı olan ücretlilerde ve emeklilerde yaşanan mutlak yoksullaşma, kemer sıkma programının toplumsal etkilerinin yani açlık ve sefaletin çok daha somut biçimde yaşanıyor olması, dövizin artışı, faizlerin 50’lerin üzerine çıkışı, kredi kartı gibi borçlanma ve erteleme olanaklarının daralması, kira artışlarına sınırlamanın devam ettirilmeyeceğinin kabulü gibi gelişmelerle Mehmet Şimşek idaresindeki ‘rasyonel ekonomi’ programının sahte vaatlerinin gerçekte ne anlama geldiğinin çarçabuk ortaya çıkması; buna karşın Erdoğan’ın tüm emekçileri ve emeklileri yıpratan süreci açıktan sahiplenmesi, AKP’nin geleneksel kitlesi dahil toplumun çoğunluğunda sınıfsal öfkeyi büyütmüştür. Sarayı, AKP elitlerini ve yandaş sermayeyi hedefleyen bu sınıfsal öfke AKP’nin kitle bağlarını iyiden iyiye ve ülke ölçeğinde yıpratarak siyasal kopuşa neden olmuştur. (söz konusu bu kopuşun dönemsel mi yoksa kalıcı mı olacağı hem AKP’nin ekonomik siyasal krizi aşabilmesine hem de muhalefetin performansına, aynı zamanda devlet krizinin aşılması bağlamında ulusal-uluslararası güç dengeleri, Kürt sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler gibi çok bileşenli değişimlere bağlıdır) 

9-    31 Mart seçimlerinin asıl olarak İstanbul Büyükşehir seçimleri olduğunu Erdoğan’ın farklı illerdeki hemen tüm seçim mitinglerinde o ilin adayından önce İstanbul için oy istemesinden anlaşılıyordu. Bu sadece İstanbul’un nüfus yoğunluğu ve çeşitliği ile buradaki sermaye birikiminden değil ülke genelinde İmamoğlu’nun Erdoğan karşısında alternatif tek aday olarak kabul edilmesinden kaynaklıydı. Yani İstanbul’da İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir’i kaybetmesi sadece burasıyla ilgili değil; Erdoğan’ın önümüzdeki seçimlerde rakipsiz kalmasına neden olacaktı. Erdoğan’ın “bu son seçimim” söylemine karşılık MHP’nin kendi kongresinde Erdoğan’a “liderliğimizi bırakamazsın” çağrısında bulunan Bahçeli üzerinden devletin bir kesiminin destek verdiği devlet başkanlığının ölene kadar Erdoğan’la devam etmesi planı için de İstanbul seçimleri kritikti. Ancak seçim sonuçları gösterdi ki Erdoğan artık rakipsiz değil, rakibi olabilecek İmamoğlu “altılı masa” türü getirisi götürüsünden çok düşük kalan ittifaklara mecbur değil. İktidar bir meşruiyet krizine sürüklenmek üzereyken, İmamoğlu Özalvari bir liderlik serüveni için rüzgarı arkasına almış durumda. Üstelik 90’ların başında Demirel’in, sonrasında Refah Partisi ve peşinden AK Parti’nin Kürt meselesindeki “cesur” çıkışlarının benzerini yapabileceğine dair işaretler de verebiliyor. Bu sonuç yabancı basında çıkan en yumuşağı “Erdoğan artık rakipsiz değil” ile başlayan yorumlardan da anlaşılacağı üzere, uluslararası sermayenin de olumlu gördüğü bir sonuç olmuştur ki bu durum İmamoğlu’nun önümüzdeki süreçte yerli yabancı sermaye tarafından daha fazla destekleneceğine işaret olarak okunabilir. (İmamoğlu’nun hangi sınıfsal kesimlerin temsilcisi olacağı, hangi ulusal ve uluslararası güçler tarafından ne amaçla, hangi proje kapsamında desteklenmekte olduğu, uluslararası güçlerin ve devletin İmamoğlu üzerinden nasıl bir yapılanma amaçladığı gibi sorular başlı başına bir tartışma olması bağlamında ayrı bir yazı konusudur)    

10- Yerel seçimleri Kürtler üzerinden değerlendirirsek; öncelikle DEM Partinin bütün aleyhine objektif koşullara rağmen Kürdistan’da büyük bir başarı elde ettiğini söylememiz gerekir. 2019 seçimlerinde kazanılmış ancak sonra  kayyum atanmış tüm belediyelere ek olarak Ağrı ve Muş’un kazanılması başarısının bir boyutu 2023 seçimleri sonrası yürütülen özeleştiri süreci ve bunun bir sonucu olarak aday belirleme süreçlerinin tabanın çok katılımcı olduğu şekilde yürütülmesi iken diğer tarafı da Özgürlük hareketinin her türlü eşitsiz olanaklara rağmen baş eğmeyen hatta son dönemde karşı ataklarla psikolojik üstünlük yaratan savaş pratiğinin Kürt halkında yarattığı moral ve motivasyondur. Kürt halkının siyasal temsilcilerine ve demokratik iradesine sahip çıkma düzeyinin artmış olmasını sadece bu seçimlerde 2019 seçimlerine göre kazanılan belediyelerin sayısının artmasından değil, gerek seçim anında Şırnak’ta ve diğer illerde oy kullanmaları için taşınmış askerlerin teşhirinde, gerekse seçim sonrasında en somut Van’da yapılmak istenen irade gaspına karşı gösterilen kitlesel tepki ile başka belediyelerde hile ve hurda ile değiştirilen sonuçlara yönelik tepkilerden de okunabilir.

11- DEM partinin batıdaki taktiği bir yanıyla kendisini kabul etmek istemeyen herkese karşı siyasal bir varlık iddiasıyken, KÖH’ün söylemleri ise hem halkın kısa ve orta vadeli beklentilerine uygun hem de emperyalist güçlerle ortak bir şekilde sürdürülen ve önümüzdeki yaz aylarıyla birlikte yoğunlaşması beklenen askeri kuşatma ve saldırı konseptine karşı bir cevap niteliğindeydi. İktidarın, Kürtlerin çözüm umutlarıyla alay edercesine, çatışmayı yayma ve yoğunlaştırma çabalarını göstere göstere yapması; başta İstanbul olmak üzere metropollerde Kürtlerin, ülke genelinde halkın birçoğunun yaptığı gibi, ekonomik sorunların sorumlusu olarak gördükleri iktidarı cezalandırmasını, partisini desteklemekten daha öncelikli görmesine neden olmuştur. DEM partinin ve Kandil’in zaman zaman bir biriyle çelişir gibi görünen açıklamaları daha çok Türkiyelilerde kafa karışıklığına sebep olmakla birlikte Leyla Zana’nın konuşmaları ve Selahattin Demirtaş’ın “sayın Erdoğan”lı mesajı “AKP ile yeni bir süreç olur mu sorularını herkesin tartışmasına vesile oldu. Leyla Zana ile Barzani’ye Demirtaş ile AKP’ye verilen adım atılırsa biz de karşılıksız bırakmayız minvalindeki mesajların Hakan Fidan’ın seçim öncesindeki uzun mülakatında Suriye ve Irak değerlendirmeleri ile bu kapsamda Barzani, Irak merkezi hükümeti ve ABD ile görüşmeleri ve Talabani’ye yönelik açık tehdidi ile karşılanması sonrasında Yeni Yaşam gazetesi manşeti Kandil’in tavrını net bir şekilde teyit etti. Tüm bu süreç Kürt özgürlük mücadelesinin farklı alanlarda çeşitli politik yoklamaları da içeren taktik adımlarla kısa vadede bir biriyle çelişik gibi görünen hamleler yapabileceğini ama stratejik bir aklın varlığında tüm bunların orta ve uzun vadede stratejik hedef doğrultusunda nasıl birleştirileceğinin dersi niteliğindedir.

12- Kürtlerin batıdaki seçimlerdeki tercihleri, metropollerde yaşayan Kürtlerin sınıfsal çelişkilerini kimlik sorunları kadar hayati bir sorun olarak yaşamak zorunda kaldığını ve kimliği ile çelişmediği müddetçe sınıfsal çelişkilerine uygun tavrı alacağını da göstermiştir aynı zamanda. Seçimlerden bir hafta on gün önce Yeni Yaşam manşetine yansıyan Kandilin “AKP-MHP faşizmine kaybettirelim” mesajı, metropollerde yaşayan Kürtlerin seçimlerde gönül rahatlığıyla her geçen gün daha da derinleşen açlık, yoksulluk, baskı ve sömürü sorunlarının müsebbibi siyasi iktidar ve ortaklarının karşısındaki adaylara oy vermesine vesile olmuştur.

13- Yine bu kapsamda seçim öncesi İmamoğlu’nun CHP Afyon Belediye Başkan adayı aynı zamanda grup başkanvekili zatın DEM partiye ilişkin söylemlerine karşı açık ve net tavır alışı ile seçim döneminde Kürtlere yönelik ayrımcı söylemlerden ısrarla kaçınması ve yine özellikle genç Kürt seçmeni hedef almış sosyal medya kampanyaları da İstanbul’daki Kürt desteğinin sübjektif sebeplerinden sayılabilir.

14- Bu bahiste, DEM Partinin tüm bileşenleriyle bir bütün olarak bu süreci yönetmekte yetersiz kaldığı, zaman zaman topluma ve dost-düşman ilgiyle takip edenlere eksik ve kısmen çelişik mesajlar verilmesine neden olduğunu; ve aynı kapsamda parti bileşenlerinden SYKP ve E. Kürkçü’nün niyetinden bağımsız bir şekilde akıl verme gibi algılanabilecek gün aşırı yazılarla buradaki boşluğu doldurmak yerine tam tersine daha zora sokması ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor, seçim değerlendirmesi kapsamındaki yazıyı fazla uzatmamak için bu değerlendirmeyi başka bir yazıya erteleyelim. 

15- Bu bahiste solun seçimlere performansına da değinirsek. TİP’in genel seçimlerde ayrı liste tavrında görülen kendini kaf dağında gören popülist ve rekabetçi zihniyeti başta Hatay olmak üzere solun ortak aday çıkarabileceği tüm yerellerde bir kere daha görülmüştür. Hatay’da Dem Parti ve diğer sol gruplara yönelik kendini dayatan katılık, Hatay Büyükşehir’de Gökhan Zan gibi birini aday yapmada ve yine birçok ilçede CHP aday yarışlarına alet olmasında popülizm amaçlı eğilip bükülmelere dönüşmüştür. Popülizm deyince SMF’li dostlarımızın Komünist Başkan’ın illaki adaylığı pratiğine de maalesef diyerek değinmek zorunda kalıyoruz. SMF’li dostlarımızın kişilerin kariyer hırsları ve popülizm etkisiyle hem de TKP ile hem de Kadıköy gibi İstanbul’un klasik batılı, modern, solcu (!) görece elit bir ilçesinde adaylık sürecine dahil olarak Ovacık kooperatif pratiği üzerinden hem Dersim hem de ülke genelinde eski yeni çevrelerle belli bir toparlanma ve toplumsal alana teması artırma olanaklarını dağıtmasına ilişkin seçim öncesinde epeyce mülahaza ettiğimiz için  “maalesef” den başka bir şey demiyoruz.      

16- Seçimlerin hemen sonrasında iktidar cephesinden nasıl bir hamle gelecek diye beklerken iktidar Kürdistan’da seçmen taşımaları, toplu oy kullanmalar ve sayımlardaki usulsüzlüklere rağmen kazanamadığı birçok yerde seçim sonuçlarına itirazlarda bulunarak sonuçları değiştirmeye girişmiştir. Van’da ve en son Halfeti’de olduğu gibi il seçim kurullarında istediği gibi değişiklikler yapabilirken Yüksek Seçim Kurulu’nda tam tersi sonuçlar çıkmıştır. Bu durum bundan önceki seçimlerdeki kararlarıyla Sarayın haklı teveccühünü kazanan emir eri YSK’nın artık Saray’ın sözünden çıkma cesareti göstermeye başladığına işarettir. Bu “cesaret”in münferit kalmayıp devam etmesi halinde yüksek yargıda Erdoğan’ın hoşuna gitmeyecek kararların çıkabileceğinin sinyali olarak okunabilir. Yargıtay’ın 15’’in üzerinde tura rağmen halen başkan seçememesi de benzer bir şekilde Saray’ın Yüksek Yargı’daki etki gücünde bir değişim yaşandığına işarettir. Bu durumun kalıcılaşması, Saray’ın korktuğu gibi Erdoğan’ın yeniden seçilemeyeceği dönemle birlikte daha açık yaşanması muhtemel hesaplaşmada yargının sopa olarak kullanılabileceği tehlikesi olarak değerlendirildiği için Saray’dan orantısız bir tepki ile karşılanmıştır. YSK’nın Van’daki hak gaspını durduran kararı sonrası Saray’ın hukuk danışmanı eski TKP’li Mehmet Uçum’un AKP içindekileri özellikle vurgulayan devletlü parmak sallamalarının asıl sebebi iktidar bloğunda ufak bir çatlağın hızla yarılmalara ve kontrolsüz çözülmelere dönüşeceği kaygısının yarattığı tahammülsüzlükten kaynaklıdır. Aslında çok da haksız sayılmazlar zira bugünkü ufak çatlaklar yarının büyük kırılmalarının başlangıcı olabilir. Seçimler ve hemen sonrasında yaşananları birlikte değerlendirdiğimizde anlaşılan öyle de olacaktır.

17- Sadece objektif koşullar, halkın yaşadığı ekonomik-siyasal gerçek sorunlar değil geçmişte olduğu gibi bunları manipüle edecek yeterli demogoklukta vatan, millet, beka söylemleri üretemeyen; İstanbul’un yanında Manisa, Denizli, Bursa gibi tekelci sermaye paydaşlarının tarihsel ve güncel olarak etkili olduğu kentlerdeki seçimlerde emirleri yerine getirilmeyen,  ülke genelinde sayımlara ve sonuçlara yeterli düzeyde müdahale edemeyen bir “devlet” yarın çok daha büyük kırılmalara maruz kalabilir. Mehmet Uçum’un bahsini ettiği devlet hangi devlettir, Erdoğan’ın sahsım devleti mi yoksa bunca zamandır onu kullanan (buradaki kullanma asla tek taraflı olarak okunmamalı, karşılıklı herkesin herkesi kullandığı, şartlara, ulusal ve uluslararası sınıfsal güç dengelerine göre kullanım biçim ve düzeylerinin değiştiği diyalektik bir süreçtir bahsedilen) veya Erdoğan’ın kendi şahsına olan egosantrik sevdasını kullanarak onunla ortak olan, onu değerlendiren güçlerin devleti midir; ilerleyen süreçte daha net görünecektir. MHP ile AKP ortaklığının kaderi, bu zamana kadar belli bir düzeyi aşmayan çatışmalarının önümüzdeki süreçte daha açık bir kapışma ve ayrışmaya dönüşmesi, hatta MHP’nin FETÖ tasfiyesindeki rolünü benzer biçimde AKP tasfiyesinde de rol oynayarak AKP ve Erdoğan karşıtı pozisyon alıp almayacağı da önümüzdeki günlerde daha net anlaşılacaktır. Hangi aktörelerin hangi pozisyonlarda yer alacağı henüz net olmamakla birlikte AKP ve Erdoğan’ın önümüzdeki dönem devlet sahnesinden çekileceği ya da bugüne kadar tek başına oynar göründüğü başrolü açık biçimde paylaşmak zorunda kalacağı yeni bir oyunun sahneleneceğini söyleyebiliriz.

18- Burada dikkat çekmeye çalıştığımız tüm sebeplerden hareketle bu yerel seçimlerin, Türkiye’de 2002’de Kemal Derviş’in “güçlü ekonomiye geçiş programı” sonrası başlayan, 2010 ve 2014-15 ile farklı virajlar alarak devam eden AKP-Erdoğan başrolündeki sürecin sonuna yönelen bir dönemeç olduğunu söyleyebiliriz. Ortaya çıkan tablo Türkiye siyasetini, onun başlıca aktörlerini, kurumlarını ve hatta ittifaklarını değiştirecektir. Bunun nedeni ‘kazananlar’ yerel yönetimleri kazanmış olsa bile ‘AKP’nin yalnızca belediyeleri kaybetmemesidir. Saray ve sözcüleri, pek tabi ki bu seçimleri sadece bir yerel seçim, lokal, geçici ve önemsiz bir yenilgi gibi göstermeye çalışacaktır ki gerek Erdoğan gerekse Ömer Çelik’in açıklamaları ve yandaş medya yazıları bu minvaldedir. Ama devasa devlet olanakları ve kirli propagandaya rağmen bu boyutta bir yenilgi yaşanmasının kendisi iktidar bloğunun içinde çatlakları derinleştirip, ulusal ve uluslararası ittifakların dağılmasına bağlı çözülmeleri ve yeni arayışları hızlandırması kaçınılmazdır.

19- Hele ki bu yenilgi, ulusal ve uluslararası güçler için iktidarın desteklenmesinin en temel sebebi sayılan AKP’nin mütedeyyin Türk ve Kürt kitlelerden destek alabilen tek parti olma özelliğini kaybettiğini göstermesi bağlamında çok daha kritik sonuçlara neden olacaktır. AKP ve Erdoğan’ın bugüne kadar devlet üzerindeki en önemli etkisi Kürtler üzerinde bir karşılığı olmasıydı. Sonuçta “muhafazakar” olarak nitelendirilen ve esasında özgürlük çizgisine nispeten mesafeli olan Kürtler 2022’den beri her seçimde Erdoğan ve AKP ile bağlarını korumuştu. Alevi Kürtler HDP ve 7 Haziran süreci ile birlikte özgürlük çizgisine daha yakın hale gelmişti. Şimdi AKP-Erdoğan etkisindeki Kürtler açısından da bir çözülme veya bir mesafenin görünür olma durumu söz konusudur. Bu kesimlerin bir kısmının sandığa gitmediği veya AKP dışında başka partilere oy verdiği görülüyor. Adıyaman, Ağrı, Urfa ve Muş gibi Kürdistan kentleri yanında özgürlük çizgisiyle görece mesafeli olan Kürtlerin yaşadığı İstanbul Esenyurt Manisa, Ankara Keçiören gibi yerlerdeki AKP’nin kaybetmesinde buralardaki Kürtlerin AKP’den kopması belirleyici olmuştur. Bu durum ulus devlet ve uluslararası sistem açısından AKP ve Erdoğan’ın daha tartışılır hale gelmesi ve yeni arayışların cesaretlendirilmesi açısından önemli bir veriyi ortaya koymaktadır. Kürdistan üzerinde etkisi zayıflayanın genel olarak etkisinin zayıflayacağı bir gerçeklikte ne ulus devlet ne de uluslararası sistem bu boşlukta tavırsız kalmayacaktır.

20- 2023 Mayıs seçimlerinden bu yana hazırlıkları daha da yoğunlaştırılan Barzaniyle pratik ayağı örülüp, Bağdat’la görüşülen ve en son Hakan Fidan’ın ABD ziyareti ile ABD onayı alan Kürt Özgürlük Hareketine yönelik bölgesel tasfiye amaçlı savaş girişimi kısa vadede çözülmeyi yavaşlatacaktır zira kimse köprüyü geçerken at değiştirmez. Ancak Türkiye’nin bu askeri harekâtta istediği sonucu alamaması üzerine yaşanacak gizli ve açık geri çekilme (2000’lerdeki Zap yenilgisi gibi) iktidar bloğundaki çatlakları büyütecek ve olası tasfiye sürecinin hızlanmasına buna bağlı olarak mevcut ve yeni aktörlerin, ulusal ve uluslararası sermaye ile devletli veya emperyal güçlerin konum ve aktif pozisyonlarının yeniden belirlenmesine vesile olacaktır. Bu anlamda önümüzdeki dönem savaş karşıtı politikaların geçmiştekilere nazaran daha fazla toplumsal karşılığı olabileceğini de hesaba katarak Devrimci hareketlerimizin önümüzdeki dönem savaş karşıtlığını daha etkili işlemesi egemen bloktaki çatlaklara az çok devrimci bir müdahale olarak da değerlendirilebilir.

21- İktidar ve müttefikleri açısından bundan sonrası, bu ağır tablonun nereye evrileceği konusunda, önemli bir bölümü kendi iradelerinin dışında gelişmesi muhtemel olan süreci yönetmeye, bu kapsamda burada rol kaybetmemeye veya rol kazanmaya çalışmak olacaktır. Başta rejimin küçük siyasi ortağı MHP-Bahçeli olmak üzere, iktidarı oluşturan unsurların tümünde hem içe dönük tartışma ve hesaplaşmalar hem de “kendi başının çaresine bakma” eğilimlerinin ortaya çıkması muhtemeldir. Erdoğan’ın bir dönem daha başkanlık yapmasına ilişkin dayatmalar da bu tablo karşısında yok hükmünde kalacak, hatta genel siyasi tablonun bu seçimde ortaya çıkan tabloyla arasındaki asimetriyi 2028’den önce gidermek ihtiyacı ortaya çıkabilecektir.

22- Seçimlerde MHP’nin yanında Zafer partisi gibi militarist milliyetçi söylemin de başta metropoller olmak üzere ülke genelinde yok denecek kadar zayıflaması iktidar bloğunda bu çizgiyi temsil iddiasıyla oturan Ergenekon devamı askeri militarist devlet klikleri için endişe verici bir durum olarak okunacak buna ön almaya yönelik provakatif hamleler beklenebilir.

23- Yine bu kapsamda AKP’nin olası ray değiştirmesinde devletin güvenebileceği bir ortak olma veya yine AKP çözülme olasılığında muhafazakar kesimlerin toparlanmasında devletin güvenebileceği bir adres olamaya aday İYİ parti deki gelişmeleri de yine önümüzdeki sürece hazırlık olarak okumak gerekir. Meral Akşener ile kurulup bir yere getirilen parti adaylığını ilan eden Koray Aydın’la mı yoksa çözüm süreci döneminin kamu güvenliği müsteşarı Muhammed Dervişoğlu’nun kardeşi Musavvat Dervişoğlu ile mi yola devam edeceği İYİ Parti’nin önümüzdeki süreçte hangi konumda yer alıp nasıl pozisyon alacağını gösterecektir. 

24- Türkiye, sistem dışı bir hatta taşıyacak devrimci bir önderliğin olmadığı, ezilen sınıflarla sahici bir ilişkilenmesi olan örgütlenmelerin yetersizliği koşullarında; devletin ve sermayenin hegemonyasının ve buna bağlı olarak toplumsal kontrol mekanizmaların zayıflamasına neden olacak böyle bir süreci devrimci bir altüste dönüştürmek devrimci hareketlerimizin bugünkü ideolojik-poliitik ve örgütsel gerçekliğinden dolayı kısa vadede maalesef mümkün değil. Ancak kendi yetersizliklerimizin nedenleriyle yüzleştiğimiz takdirde, bunları aşabilme yol ve yöntemlerine ilişkin hem teorik politik hem de pratik politik ve örgütsel adımlar atabileceğimiz bilinciyle önümüzdeki sürece ilişkin olası gelişmeleri okumaya gayret etmeli ve bizim veya başka bir gücün öznel müdahalesinden bağımsız oluşacak objektif koşulların görece siyasal faaliyetin her türü için yaratacağı görece uygun koşullara hazırlıklı olmak gerekiyor. Başlangıç olarak egemenler cephesindeki çatlakları ve ayrışmaları doğru okuyup bunun toplumdaki karşılıklarını anlamak, ikinci olarak hemen ham hayallere kapılmadan kendi gerçekliğini bilip bu gerçekliği değiştirecek, somut hedefler ve bu hedeflere uygun konumlanma ve pratikler denemeye başlamak gerekmektedir.

25- Önümüzdeki olası altüst sürecine hazırlıklı olmak her şeyden önce toplumla çok daha geniş ve sıkı bağlar kurulmasına bağlıdır. Ancak sadece kendimiz için değil solun hemen hepsi için bırakalım bağlar kurmayı ilişkilenme dahi neredeyse yok düzeyindedir. Önümüzdeki süreçte hem sayıca hem kitlesellik boyutuyla çok daha artacak olan işçi emekçi direnişleri, ekoloji ve kadın mücadeleleri devrimci hareketten bağımsız kendiliğinden direnişler olarak yaşanıyor, sol buralara dışardan destek sunmaya gidiyor, gidebiliyorsa. Bu durumun değişmesinin tek yolu toplumsal-sınıfsal çelişkilerin yoğunlaşacağı yerlerde daha öncesinden gerçek ilişkilerin kurulmuş olması ve çelişkilerin keskinleştiği anlarda bu ilişkilenmeler üzerinden doğal önderlikler yaratılmasıdır. Böylesi sahici ve kalıcı ilişkilenmeleri ülke genelinde potansiyel her alanda kurmaya ne nitelik ne de nicelik olarak gücümüz yetmeyeceğinden kendi potansiyelimize uygun somut yerellere öncelik vermemiz gerekir. Burjuva muhalefetin bile yerel seçimlerde kazandığı yerlerde merkezi iktidarın ekonomik ve siyasal politikalarına karşı topluma az çok nefes açma kanalları açmak zorunda olmasını da gören bir yerden önümüzdeki dönem yerel siyasetin olanaklarının öncesine göre daha fazla artacağını söyleyebiliriz. İşte bu objektif durumu da gören bir yerden biz de kendi en geniş ilişkilerimize dayalı potansiyelimiz üzerinden bulunduğumuz yerellerde oraya özgün çalışmalara girişmeliyiz. Yerel yayın, dernek hatta meclis tarzı deneyleri fazlasıyla olan gelenekler olarak bu noktada birikim ve tecrübemiz başlangıç için fazlasıyla yeterli, yeter ki küçük, az demeden somut bir yerlerden başlamaya odaklanalım. Unutmamak gerekir ki seçim sonuçlarının da etkisiyle önümüzdeki dönem çok daha hızlı derinleşecek Türkiye’nin kendi krizinin zorlamasıyla yakın zamanda; emperyalist güçler arasındaki rekabet ve kapitalist sistemin küresel-bölgesel krizi ve emperyalist rekabet zorlamasıyla orta ve uzun vadede politikanın daha çok silahların gölgesinde yaşanacağı Ortadoğu coğrafyasında egemen güçlerin dayattığı kısır savaşları ve kaderi aşabilecek tek yol komünal devrimci bir alternatifin yaratılmasıdır bunun yolu büyük toplumsal dalgalara yelken açabilecek vasıtalar için bugün küçük görünen sabırlı bir inşa faaliyetidir.