Gerçek bir kahraman: Che Guevara – Murat Dinç

Che Guevara’nın ölümsüzleşmesinin üzerinden 51 yıl geçti. Geçen yıllar boyunca, Latin Amerika’nın kaderini değiştiren ve devrimcilerin belleğinde anısı hep taptaze olan bu devrimci ülkemizin egemenlerini korkutmayı her daim başardı.

İsmail Kahraman’ın iki yıl önce söylediği sözleri hatırlayalım:

Liseli devrimciler Che Guevara’nın tişörtünü giymişler. Che Guevara, 39 yaşında öldürülen, bizzat kendisinin infazlar yaptığı bir katil kişilik, bir gerilla. Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da, Arjantin’de faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz, olmamalı. Bağı yok benimle. Köküm bir değil, tarihim bir değil. Benim kendi mefailim var. Kendi insanlarım var. Onlarla övüneceğiz. Garip. Fatih’i dünya tanıyor da Türkiye tanımayacak.”

İsmail Kahraman, yalnızca milli iradenin her daim tecelli ettiği şatafatlı ve ihtişamlı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir önceki başkanı değil; geçmişi de başkanlık ve kuruculuk hikâyeleriyle dolu bir tefeci-bezirgândır. Neleri kurup nelere başkanlık yapmamıştır ki? Vakit veya Yeni Şafak Gazetesi derleyip toparlamadan; biz bu gündemi meşgul eden başarılı devlet büyüğümüzün kariyerini genç kuşaklara örnek olsun diye kısaca aktaralım.

1969 yılındaki Kanlı Pazar’ın örgütlenmesinde ve iki genç devrimcinin katledilmesinde doğrudan sorumlu olan Milli Türk Talebe Cemiyeti’nin başkanlığıyla başlar hikâye. Antikomünizm öyle bir ideolojidir ki, yalnızca bu toprakların bağımsızlığını ve emeğin iktidarını hedefleyenleri katletmekle kalmaz; 6. Filo’yu memlekete çağırıp onları kıble belleyerek namaz kılmaya kadar uzanır. İlim Yayma Cemiyeti’nden çeşitli şirketlerin mütevelli heyetlerine; Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nden Kültür ve Turizm Bakanlığına kadar devam eder başarı öyküsü. Bu sırada her nasılsa emlak zengini oluverir meclis başkanı ve antikomünizm fikri bilinçaltından hiç mi hiç çıkmaz.

Freud, “Bilinçdışına ulaşmanın tek yolu dildir.” der. Bir emlak zengininin, Amerikan filosunu kıble belleyip namaz kılan ve TC devletinin sayısız katliamında rol oynayan birinin bilinçaltının antikomünizm olmasına şaşırmamak gerekir. İsmail Kahraman’ın bilinçaltındaki komünizm düşmanlığının her fırsatta dile dökülmesinde de garipsenecek bir yön yoktur.

AKP zihniyeti kendisinden bekleneni çok açık biçimde söylemeye devam ediyor. Vakit Gazetesine manşet olabilecek kadar veciz ifadelerdir bunlar. Ezenlerin dünyasının kirli bilinçaltının adeta dile dökülmesi…

Liseliler göğsünde Latin Amerikalı bir eşkıyanın -Che Guevara’nın- resmini taşıyordu! Yavuz Sultan Selim ve II. Abdülhamid gibi figürler varken olacak şey değildi!

Astımlı Bir Ciğerin Bitmeyen Nefesi

İsmail Kahraman’ın diline dolanan Che’nin nefesi daha iki yaşındayken daralmaya başlar. Her yorulduğunda onu sınırlayan her çabaladığında ona dur diyen bedenini asla dinlemez. Sierra Maestra’da Batista ordularına karşı savaşırken de Bolivya dağlarında Barrientos tarafından kıstırılınca da hep sorun çıkartmıştır astım hastalığı. Peron hükümeti tarafından askere bile alınmamış; ama en başarılı gerilla komutanlarından biri olabilmeyi becermiştir. Kendi varlığını ezilenlerin varlığına katmaya karar vermiştir bir kere… Niyazi Mısri’nin dediği gibi “yok olmayan var olamazdı” ve “varını dağıtmak gerekirdi.”

20 yaşında Buenos Aires Üniversitesi’nde tıp fakültesine girer. Meşhur Motosiklet Günlükleri öğrencilik dönemine rastlar. Biyokimyacı arkadaşıyla Latin Amerika’yı boydan boya gezerler. Cüzzam kolonilerini, yoksulluğu, açlığı, sömürüyü, kitlenin kolektif aksiyonunu ve sisteme karşı nefreti görürler. Turistik birer gözlemci değildirler; karşılaştıkları dertlerle harman olurlar ve kendilerince çözüm ararlar. Che’nin hiç doktor yüzü görmemiş halka yaptığı tıbbi yardımlar ve çözüm önerileri bu eşkıyanın kişiliğini daha da iyi açıklar. Yaşamını sürdürmek için doktorluk, bulaşıkçılık, gemi tayfalığı ve hamallık yapar.

Okulu bitirdikten sonra Guatemala’ya gider; zira devrimci potansiyeli en yüksek ülke orasıdır. Köyde pratisyen hekimlik izni alır ve Guatemala devrimcileri ile ortak hareket eder. Yaptığı eylemler nedeniyle merkezi hükümetin dikkatini çeker ve Meksika’ya geçmek zorunda kalır. Raul Castro aracılığı ile Küba devrimcileri ile bağ kurar ve Fidel Castro’ya yüksek bir güven duygusu besler.

Che tıp mesleğini uzun süre devam ettirmiştir. Küba devrimine katılışı doktor kadrosu ile olmuştur, cephede askeri görevlerin yanında her zaman tıbbi hizmete de devam etmiştir.

Doktorluktan Devrimci Askerliğe Geçiş

Kübalı devrimciler ve Che 1956 yılında Meksika’dan ünlü Granma adlı gemi ile Küba’ya yola çıkarlar. Küba devriminin başlangıç tarihi de bu andır. Gemi karaya yanaşır yanaşmaz Batista orduları saldırıya geçerler. Che’nin bir yoldaşı kaçmış ve kaçarken de cephanelik dolu çantayı bırakmıştır. Che Guevara’nın elinde ise tıbbı hizmet çantası vardır. İkisi bir arada taşınamayacak kadar ağırdır. Che o anda hekimlik mesleğini bırakmaya karar verir ve tıbbi bakım çantasını yere koyarak cephanelik dolu çantayı eline alır.

Askeri alandaki başarıları en az tıp alanındaki kadar büyüktür. 26 Temmuz harekâtındaki başarılarından dolayı ona “comandante” unvanı verilir. Comandante başarılı askerlere verilen üst düzey bir rütbedir.

Che artık Küba devriminin bir kahramanıdır.

Küba Devrimi ve Devrimin Sürdürülmesi

1959 yılında, kahramanlık hikâyeleriyle dolu bir üç yıllık mücadelenin ardından devrim başarıya ulaşınca, Che doğuştan Küba vatandaşlığına getirilir. Bir devrimin ilk görevi olan karşı-devrimci unsurlarla savaş görevi de Che’ye verilir. La Cabana hapishanesi komutanlığı görevine atanır. Sonradan İsmail Kahraman’ın da diline pelesenk olan “yargısız infaz” suçlaması bu döneme ait bir eleştirinin yansımasıdır. Altı aylık görevi sırasında Batista hükümetinin üst düzey kadrolarını yargılayan ve cezalandıran ekibin başkanı Che Guevara’dır. Che hakkındaki adil olmayan yargılama suçlamalarının kaynağı CIA ve Amerikan düşünce kuruluşlarıdır. Batista rejimi ve gizli servis(BRAC) ajanlarının yargılamasının belgeleri hala Küba devleti tarafından saklanmaktadır.

Che Guevara Arjantinlidir, ancak Küba halkı ona öylesine güven duymaktadır ki; devrim dönemindeki kahramanlık hikâyesi devrimci iktidarın sürdürülmesinde de hız kesmeden devam etmiştir. Önce Sanayi Bakanlığı, ardından da Milli Bankanın başkanlığı görevi verilir.

Che Guevara Küba’nın ekonomik ve diplomatik ilişkileri dolayısıyla birçok ülkeyi ziyaret eder. Mısır, Cezayir, Gana, Gine, Mali, Kongo, Tanzanya, Fransa, İrlanda, Çin Halk Cumhuriyeti ve ABD bu ülkeler arasındadır.

1964 yılında Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma sayesinde sömürge altında yaşayan ulusların çığlığını sömürgeci liderlerin bizzat kendisine iletmiştir. Tarihi bir konuşmadır ve neredeyse bütün ezilen uluslardan tek tek bahsetmiştir. ABD emperyalizmine açık bir dille karşı çıkmıştır.

“Ezilen dünyanın tümü Kongo’da yaşanan vahşetin intikamını almaya hazırlanmalıdır. Emperyalist mekanizmayla aşağılık yaratıklara dönüştürülen bu askerlerin birçoğu, belki de üstün ırkın kavramına içtenlikle inanmaktadır. Ama bu Genel Kurul toplantısında, tenleri başka güneşler altında karamış, değişik tonlarda renklenmiş halkların temsilcileri çoğunlukta. Bu kişiler, insanların farklılıklarının derilerinin renginden değil, üretim araçları sahipliğinden, üretim ilişkilerinden kaynaklandığını tam olarak anlamışlardır.”   

Konuşmasında Kızıl Çin’in BM’de temsilinin önemine dikkat çekmiş ve Latin Amerika’nın birleşik devrimine olan inancını yinelemiştir. Son cümlesi “Ya özgür vatan ya ölüm!” olmuştur.

Devrim İçinde Devrim / Kesintisiz Devrim

Che Guevara’nın Çin Devriminden etkilendiğinden ve Uzun Yürüyüş’teki Maoist çizginin Latin Amerika’nın birleşik devrim mücadelesi için bir ilham kaynağı olabileceğini düşündüğünden sıkça söz edilir. Kruçyev ile başlayan Sovyet revizyonizmi onun da eleştiri sahası içerisindedir. Castro liderliğindeki Küba, ekonomik doğrultusunu Sovyetler ile aynı hatta çekmiş ve SSCB ile stratejik işbirliği anlaşmaları imzalamaya başlamıştı. Che ise Çin benzeri bir ekonomik gelişme hamlesi yani bir anlamda “Büyük İleri Atılım” istemektedir. SSCB liderliği, Fidel Castro’ya danışmadan Küba’daki füzeleri geri çekince Che de kendi düşüncelerinden daha emin olur hale gelmiştir.

Bahsettiğimiz ekonomi-politik yapısallığın yanında, Playa Giron çatışması ve 1962 Ekim’inde baş gösteren çalkantı sırasında aldığı Pinar Del Rio komutanlığı Che’nin savaşçı yanını yeniden canlandırmıştır.

Che, Küba Devrimi’nin başka devrimlere yol açması gerektiğini düşünüyordu. Diğer Latin Amerika ve sömürülen Afrika ülkelerinin devrimci başkaldırısına katkı vermek ve oralarda devrimci savaşı örgütlemek istiyordu. 1965 yılının Eylül ayında Küba’daki tüm görevlerinden istifa eder ve kimsenin bilmediği bir güzergâhta yola koyulur.

Castro, Che’nin veda mektubunu 1965 yılının Ekim ayında dünya ile paylaşacak ve Che’nin bulunduğu yerin ancak Che isterse bilinebileceğini söyleyecektir.

Che’nin ilk durağı Kongo’dur. Kongo’da Patrice Lumumba yanlısı gerilla gruplarıyla bağlantıya geçmiş ancak Kongo’da başarılı bir gerilla hareketi örgütleyememiştir. Che bu başarısızlığın hem Kongo güvenlik güçlerinin devrimcilerin ikmal hatlarını kurnazca kesmesinden hem de Kongolu gerilla birliklerinin yeteneksizliğinden, uzlaşmazlığından ve kendi aralarındaki bitmez tükenmek bilmez sürtüşmelerden kaynaklığını iddia etmektedir..

Bu süre zarfında Che hakkında birçok söylenti yayılmıştır. Kimileri öldüğünden kimileri de tekrar Küba’ya döndüğünden söz etmiştir. Che’nin bir sonraki durağı Bolivya dağlarıdır. Castro’nun da yardımıyla Bolivya komünistleri tarafından satın alınan Nancahuazu bölgesinde askeri kamp örgütlenir. Ancak bu kampta Bolivya hükümetinin ajanları da vardır. ELN adı altında örgütlenen birlik bazı önemli başarılar elde etse de yerel dinamiklerle uyumlu bir teşkilat oluşturulamaz.

Yine de Che’nin sesi dünya halkları için bir umut olmaya devam eder. Nisan 1967’de Havana’da toplanan Üç Kıta Konferansı’na gönderdiği mesajda Che şu ünlü sözlerini sarf ediyordu.

“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin… Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle ve de savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm hoş geldi, safa geldi.”

Bir muhbirin gerilla kampının yerini ihbar etmesiyle 7 Ekim 1967’de Che ve arkadaşları yakalanır. Higueras yakınlarında Che ve yoldaşları son kurşunlarına kadar çarpışırlar. 8 Ekim sabahında Che bacağından vurulmuştur ve Barrientos’un askerleri tarafından yakalanmıştır. Elleri arkadan bağlıdır, aç ve susuz bırakılmıştır. Bu şartlar altında bile kendisini sorgulamaya gelen generale olan cevabı, onun suratına tükürmek olmuştur.

Che’yi kimin infaz edeceği konusunda askerler arasında kura çekilir. 9 Ekim’de kurada ismi çıkan Mario Terzan, Che’nin dik duruşu ve keskin bakışlarından o kadar etkilenmiştir ki kurşunları tabancasından boşalırken eli titremiştir. Bazı kaynaklar Che’yi kimin vurduğunun bu nedenle bilinmediğini yazarlar.

Tarihin diyalektiği bir kez daha işlemiştir. Devrimci bir beden ölmüştür; ancak fikirleri tüm dünyaya yayılmıştır.

Che gerçek bir kahramandır.

AKP Zihniyetinin Yerellik Vurgusu

AKP zihniyeti, Che’yi katil ve eşkıya olarak nitelendirirken, gençlere kökleri bu topraklarda olan isimleri örnek almalarını öğütlüyordu.

Tefeci-bezirgân İsmail Kahraman ve şürekası hiç tasalanmasın!

Bu toprakların devrimcilerinin ideolojik havuzu oldukça geniştir. Bu havuzda Che olduğu kadar Şeyh Bedreddin, Mustafa Suphi, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya da vardır. Yerellikle evrenseli aynı potada eritebilen vizyon; Karmatiler ile Taiping isyanını, Hasan Sabbah ile Paris Komünarlarını aynı başlık altında anmaya olanak sağlar.

Ezilenlerin devrimciliği nerede beliriyorsa sosyalizm orada varlığını sürdürüyor demektir. Che ezilen devrimciliğinin en güzel örneklerindendir. Nerede devrimci potansiyel görüyorsa oraya emek harcayan bu bakış, Anadolu topraklarından Rojava’ya giden devrimcileri muştulamıştır. Küba Devriminin önderi Arjantinli Che Guevara’nın Bolivya dağlarında özgürlük mücadelesi vermesi gibi, Türkiyeli devrimciler de mücadelesini Ortadoğu halklarının özgürlük mücadelesi ile harmanlamıştır.