Gezi’ye Dair-Yüksel Yiğitdoğan

Sonun başlangıcı ve sonrası…

Gezi’yi anlatmak mı yaşamak mı derseniz? Kuşkusuz her ikisi de… Çünkü anlatılanı yaşanır ve yaşananları anlatılır kılan şeyler ardında bıraktıklarıdır. Kaydı tutulsun, tutulmasın, kimisi için bir mirastır, kimisi içinse vaad edilen değerler… Her daim tamamlanmayı beklerler. Hem de hatırı sayılır bir yerden gündemimize girer ve çıkarlar. Aynen bugün olduğu gibi büyük bir tutkuyla “bu daha başlangıç, mücadeleye devam’ın” 11. senei devriyesindeyiz ve bir kez daha anlatılanları yaşanır, yaşanılanları anlatılır kılmak için…

Haziran Ayaklanması hem bir ‘başlangıç’ hem bir ‘çıkış’ hikayesidir. O sadece bu dönemin değil, bugün ve yarın diye tabir ettiğimiz şeyin de kendisidir. Hala tamamlanmayı beklemektedir.

Göstergeler ve izah

Olup biteni tariflemede, benzetmede, göstermede üzerimize yok. Maalesef ihtiyacı, alışkanlığa çevirmiş olmamızın bunda büyük bir payı var. Gezi ise bu zihniyeti ters-düz ederek, yani dışladığı şeyi açığa çıkararak, yeniden şekillendirdiği gibi, yine göstererek değişikliğe uğrattı. Hatta değişmez denilenleri bile, o ana-sürece ortak etti, sığdırdı, yerini yaptı. Çekim merkezinin gücünün hakikati ve gerçeğiydi bu. Sınıfsal ve toplumsal güçlerde bir karşılık buldu. Aynı zamanda örgütsel güçleri de kendine tabi kıldığı gibi, bunu anlamlandırdı. Bir nevi süreç kendi gerçekliğini aşmış ve öznelerini nesneleştirirken yeniden özne haline dönüşmesine fırsat tanımıştır. Ancak, bu tam manasıyla değerlendirilememiştir. Kimileri bunu inkar etse, görmezden, duymazdan, gelse de gerçekler ortadadır. Olanı yadsımak da alışkanlığa dönüşmüştür. Bilhassa, işine gelmediği durumlarda. Ama yadsınan, unutulan şey hatırlanan şeylerin arasında her zaman yer bulmaz. Bulduğunu sandığınız şey ise tekrarlanmasını istediğiniz şeyi, istenilen yönde ve çerçevede sahneye konulmasından ibarettir. Rolünü oynamaya aday güçlerin aldıkları ve biçtikleri rolü ne düzeyde yerli yerine getirdiklerini de ele verir. Bir yerde, anılan ve hatırlatılan şeylerin devamıdır.

Gezivari çıkışlar ilham vermekle kalmaz sadece, anda-süreçte yaşanacaklara dair katkı sunar, yeni bakış açılarının kapısını aralar. Ki, Gezi’de olan da bu. Kitleler eylemlilikleriyle tarih yazmıştır, bir ilki gerçekleştirmişlerdir. Çeşitli formlara kavuşturmuş ve kodlamalara gidilmiştir. Beraberinde örgütsüzlükle de, öyle ya da böyle yüzleşilmiştir. Gerçi ilk elden pek önemsenir gözükmese de direnişin gerilediği ve inişe geçtiği evrelerdeki tepkileri irdelediğimizde ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Bu gibi durumlarda bazı şeyleri kaydetmek zordur. Özellikle Haziran Ayaklanması gibi bir hareketten bahsediyorsak…

Hareketin devrimci demokratik kalkışındaki özgül yanıyla daha genel bir çerçevedeki akışı arasındaki bağı-seyri bir yerde kabul edilebilir noktaya taşınmıştır. Yine Gezi’nin gerçekliğiyle anlaşılabilecek bir şeydir bu. Çünkü örgütleyemedikleriyle de mücadele içindedir, hesaplaşma da diyebiliriz buna. Amasına, nasılına bakmaksızın hem de. Kendiliğindenciliğin bir sonucu deyip olur olmaz yakıştırmalarda bulunmanın bir alemi yok.

Aslında bize bir kaç Gezi lazım.

Kuşkusuz “ha” denildiğinde olacak bir şey değil, kaldı ki, elli-yüz yılda bir olan, olabilen bir şeyin bir kaç benzerini çağırmak, istemek ya da beklemek diğer bir açıdan baktığımızda pek mümkün görünmüyorsa da; içinde bulunduğumuz dünyanın nelere kadir olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. O yüzden kesin yargılardan kaçınmak kadar ezberlere dayalı tarih okumasını da bir kenara bırakmanın zamanı. Bugün hiç olmadığı kadar (tarih bir öngörü meselesidir) yeni kalkışmalara, ayaklanmalara, isyanlara, direnişlere ve eylemlere gebedir. Nerde nasıl patlayacağı ve sıçrama yapacağı bilinmemekle birlikte an meselesidir. Haliyle, beklenmeyen şey ertelenen, ötelenen şeydir. Yine hiç ummadığımız anlarda nelerle karşı karşıya kalacağımızı şimdiden öngöremiyorsak da her an her şeye hazır ve nazır bir konumlanışımız yoksa, yazdıklarımız, konuştuklarımızın da bir karşılığı yoktur. Bu sadece bizle ilgili bir şey de değil, dünyanın birçok yerinde, eylemlerin, direnişlerin, isyanların, hareketlerin niteliği üzerinde değişen etkenler, koşullara bağlı veya bağımsız güç dengelerinin belirleyiciliği ve açığa çıkardığı konjonktürel dinamiklerin pozisyonlarını da ekleyince, Haziran Ayaklanması üzerindeki tartışmalar, karşılaştırmalar, kıyaslamalar bize hala o sürecin devam ettiğini söylüyor.

Yarının ne olacağı konusu bugünün sorunudur. Üstünde atlanarak çözülemez. Deneyimler üzerinden yorumda bulunurken Gezi’ye bugünden bakabilmek de önceliğimiz olmalı. Yani anlatılanı yeniden yaşamak, yeniden yaşanılanı anlatabilmek-içinden geçtiğimiz şeyin kendisini anlamak o kadar önemli ki, kıymetini bilmezsen yaşar geçersin, şimdiki gibi anmalarla geçiştirirsin. Sonuçlar üzerinden dersler çıkarılır sanırsın; bu sanma hali kendini aldatmanın yanı sıra kandırmacadır da. Gezi bu yönüyle de bir ifşadır. Hem de öyle böyle değil, bir başka açıdan ele alırsak büyük bir çakışmanın vücut bulmuş halidir. Bugüne kadar olmayanı oldurmuştur.

Tarihle oynanmaz, isyanla hiç! Çoğu zaman bunu istesen de yapamazsın. Çatışkının, çelişkinin şiddetine rağmen bir araya getiremezsin. İster ayaklanma isterse halk direnişi de; bu o hareketin ortaya çıkış koşullarıyla bileşenleri arasındaki ilişki biçimi ve mücadeledeki düşünce ile pratiğin niteliği ve niceliğinde aranacak bir şeydir. Ki, kalkış anına, ayaklanışına o an sığmaz ilk elden açık vermez. Eğer bu gerçeğin kendisine kitabi okumalardaki ezberler değil de, Gezi gibi bir ayaklanışın, ayağa kalkışın dinamikleri içinden her bileşenin bütünleşik etmenleriyle hemhalsen çıkışı anlamlandırabilirsin. Ve Gezi’nin hakikatini bir sonraki döneme taşırsın, dile getirdiğin görüşlerin, önermelerin bir karşılığı olur. Yerine getirmekte güçlüğe düşmezsin.

Geçmiş geçmek bilmezse geç kalmış sayılmayız

Haziran Ayaklanması olmuş bitmişse de geçmiş değildir. Bir sonlanışın, sonucun ardında bıraktığı şey aynı zamanda bugünün de sorunlarıdır ve bu sorunlar katmerlenerek ileri bir tarihe taşınmıştır. Ama biz onun bıraktığı noktada da değiliz. Açıkçası çokça gerisinden geliyoruz ne yazık ki.

Gezinin bir tarihsel mirası ve bir vaadi var. Bir ufku, bir hedefi… Bunları sıralayarak ya da özel anlamlar yükleyerek gelecek yakalanamaz. Hatta bugün, dünün ipoteği altındadır. Şöyle geriye dönüp baktığımızda kendini bu denli tekrar etmeyi bir maharet sayan bir yerden elbette yeni bir şey beklenemez. Haliyle Gezi’den bir şey anlaması da beklenemez.

Haziran Ayaklanması bize neyi nasıl yapıp yapmayacağımızı göstermiştir. Bu bile başlı başına yeninin içindedir, yenilenmemizin zorunluluğuna işarettir. Kolaycılığa kaçamayız, geçmişi bugüne taşıyamayız. Gezi bu anlayışı devre dışı bıraktı. Hala miadı dolmuş şeylerin peşinden gidenlere de diyecek bir şeyimiz yok. Kendi bilecekler iş…

Kolektif eşik

“Arayış” tabiri bizim için “başlangıç” ve “çıkış” hikayesinin kendisidir. Ve o arayış esas itibariyle kendi gerçeğini, gerçeğimizi içinde gerçekleştirecek bir şeydir. Geçireceği değişime ve açığa çıkaracağı nitel-nicel sıçrayışlara bağlıdır. Bu bağlamda Gezi, bir kolektif eşiktir, içimize içimize işleyen ve aynı şekilde işlevselliğiyle güncelleyendir, o söylenmesi gerekeni söylese de, yapılması gerekeni gösterse de henüz nüve halindedir, bir başka deyişle başlangıçtır.

Bazı şeyleri uzakta aramak bazen aranan şeyi gözler önünden kaçırtır. Takınılan bu tavır bize ne kadar tanıdık gelse de bildiğin şeye yabancılaşır, uzaklaşır, körleşirsin. Tutuculuğa yorduğumuz şeyleri gündelik hayatın, mücadelenin harala gürelesinde pek önemsemediğimizden dolayı boşlarız. Ama öyle bir an gelir ki, boşlukta bıraktığın her şey sebebin olur. Gezi bu anlamıyla da yaratılan boşlukları fazlasıyla doldurmuştur. Herkesin kendisindeki derinliklerine inmiştir. Bazen de buna gerek duymamıştır, çünkü arayı açan, araya giren genç bir kuşak sürece damgasını vurmuştur. Ve bilhassa genç kadınlar geniş halk kitlelerinin içinde en aktif aktörlere dönüşmüştür. Gezinin ayırt edici bir özelliği daha, kolektif bir harekete ne denli bir ihtiyaç duyulduğunu tescillemiştir. İlklere dikkat çekmiştir. Buna rağmen zafiyetini, eksikliğine de gözler önüne sermiştir ve ardında büyük bir tecrübe bırakmıştır. Anlaşılıp anlaşılamaması ayrı bir sorun. Dert etmediğimizde başımıza bela olması da cabası. Yaşadığımız açmazların kaynağı buralar. O kaynağı kurutmak, karanlıktan çıkmak için gezinin yaktığı ışığa her zamankinde daha çok ihtiyacımız var. Bu anlamda karanlıkları hep dışımızda aramamak lazım. Kendi kendimize kazdığımız çukurlar hiç de yabana atılır cinsden değil… Hani “hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı”? İşte gezi bu yönüyle de kendimize bakmayı dışımıza taşmayı da önermiştir.

Göstergeler netleştikçe flulaşan şeylerle uğraşmayı meşgale sayıyoruz. İçinden çıkamamanın ve sonuçlandıramamanın bizde hep bir karşılığı olmuştur. Geziden sonra da bu karşılığa gömülüşümüz bunun kanıtıdır. Bu bir tarzdır ama kötü bir tarz.

Geziye hangi anlamı yüklersek yükleyelim hatırlamanın anmanın ötesine geçemeyişimiz de az önce belirttiğimiz açmazı besler. Artık buna bir son vermenin vakti geldi de geçiyor. Bu da gelir, bu da geçer diyemeyiz. O kerteyi fazlasıyla aştık. Maalesef zurnanın zırt dediği noktadayız.

Her başlangıç bir arayıştır, her mücadele bir çıkıştır. Bunun yolunu yordamını Gezi bize sundu. Geliştirmekse bizim ellerimizde. Hareket esnasında ne kadar öğrenirsen o kadar öğretirsin. Değişir dönüşürsün. Yeni Gezilerin öncül damarlarının sahadaki konumlanışları şimdinin ürünü. Sınıfsal, toplumsal güçlerin içinden gelişebilmenin temeli olanların her türden sorunlarını siyasalllaştırıp örgütlülüğe çevirmektir.

Komün, kendini bu gerçeklik üzerinden konumlandırdıkça düşünce dünyamızı-güncel yaşamı-siyasetin bir parçası haline getirmesi büyük bir anlam taşıyor. Kolektifin önünün açılması, örgütlülüğün yaygınlaşması, yönlendirme yeteneğini geliştirmesi demektir. Bu, Gezi gerçeğinin de izdüşümüdür. İnançla, kararlılıkla yeni başlangıçlar, çıkışların ilk adımları ilk nüveleri olabilir. Denemeden bilemeyiz, yapmadan bilemeyiz. Şu son on bir yıla yani Gezi sonrasına neler sığdırdık, neler başardık, sorusunun cevabı bile bize istenilen seviyenin bırakın altında olmayı işlerin daha da kötüye, geriye gittiğini söyler. Doğruya doğru… Bunlar moral bozmamalı. Tam aksine olanı olduğu gibi ortaya koymalıyız ki işlere nereden başlayacağımız bilelim. Örgütün örgütlenmesinin yanı sıra sınıfsal ve toplumsal güçlerin örgütlenmesi, eylem, direniş, dayanışma, ortaklaşma pratiklerinin yaratılmasını sağlayalım. Gezinin sonu ve başlangıcı… Mesafeyi uzatmak da kısaltmak da bizim ellerimizde. Elimizde olanı, elimizden geleni esirgemeyelim. Gezilerin çağrısına kulak verelim. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”.