Göçmenlik sorununun kökenini ilk devletli toplumlara kadar geri götürebiliriz. Uygarlığın beşiği olan Ortadoğu, devletli toplumlar tarihi boyunca savaşların kesintisiz yaşandığı bir coğrafya olma özelliğiyle savaşların yarattığı göçmenliğin sosyal dokuya içkinliği ile karakterize olmuştur. Göçmenliğin, savaşlar dışında nüfus artışı, iklim değişikliği, doğal afetler, yoksulluk, politik baskı gibi sebeplerini es geçmeden her durumda büyük toplumsal sorunlar ürettiğini belirtelim. Bu sorunlar, Ortadoğu gibi hegemonya savaşlarının daima göbeğinde yer alan bir coğrafyada, iktidar/güç savaşlarından kaynaklı diğer sorunlarla iç içe geçerek toplumsal hareketin, değişim ve gelişim ana dinamikleri arasında yer almasını sağlayabiliyor. Günümüz Ortadoğu’sunda göçmenlik sorunu, toplumların bütün alanlarını önemli ölçüde etkileyen bir sorun olarak varlığını yakıcı bir şekilde sürdürmektedir.
Göçmenler ister sığınmacı ister kaçak ister geçici işçi/çalışan statüsünde olsun her durumda ulus devletin vatandaşlık haklarının büyük bir kısmından faydalanamıyorlar. Özellikle kaçak göçmenler veya Filistinli göçmenler gibi devletsiz ve pasaportsuz göçmenlere hiçbir hak tanınmıyor. Pasaport sahibi göçmenler de çoğu yerde çok kısıtlı haklara sahipler. Ortadoğu’nun büyük bir kısmında işçiler, evlerinden, ailelerinden, ülkelerinden uzak bir şekilde, pek çok ülkede -Kuveyt, BAE, Bahreyn… gibi- nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları halde adeta kölelik statüsünde çalıştırılıyorlar. Dil ve kültür farkının yanı sıra monarşi yönetimlerinin despotluğunun yarattığı sorunlar nedeniyle birleşik örgütlü bir güç oluşturamayan göçmenlerin can güvenliği dahi bulunmamaktadır. Keyfi bir suçlamayla idam edilerek hayatları ellerinden alınabilmektedir. Çalışmak için bulundukları ülkenin bir vatandaşının “kefil”liğine bağlı olarak her ay har(a)ç vermek zorunda kalan Körfez Ülkeleri’ndeki göçmen işçiler sadece geçimlerini sağlayabilecek bir ücretle yetinmek zorundalar. Politik ve hukuki açıdan insan dahi sayılmayan göçmenler, artan sayılarıyla dünya gündemini olduğu gibi Türkiye gündemini de belirliyorlar.
Sık sık göçmenler üzerinden politik tartışmaların yaşandığı Türkiye’de göçmenlik sorunu, işsizlik ve yoksullukla iç içe geçerek ırkçılığın büyütülmesinde kullanılıyor. AKP iktidarı, göçmeleri AB devletlerinden fon alabilmek, Suriye’de güçlenen Kürtleri ve Esad rejimini zayıflatmak, ucuz işgücü sağlayarak yandaşlarını güçlendirmek gibi farklı amaçlarla zaman zaman siyasetinde kullanabiliyor.
Türkiye’deki göçmenlerin çoğunluğu Suriyeli ve sığınmacı statüsünde olup bir kısmı kamplarda bir kısmı da ağırlıklı olarak büyük şehirlerle Suriye sınırındaki kentlerde yaşıyor. Kamplar, Sol’un örgütlenme yapabilmesi açısında oldukça dezavantajlı. Dil ve kültürel farklılıklar aşılabilse bile sürekli bir sosyal iletişim olmadan politik bağlar kurabilmek zor olmaktadır. Ekonomik olarak devlete bağımlı yaşayan bu kamp göçmenleri, bu bağımlılığa aykırı hareket ederlerse aç ve barınaksız kalacaklarından korkarak herhangi bir insani-demokratik hakkı talep etmekten çekinebiliyorlar. Büyük şehirlerde yaşayan kayıtlı göçmenlerin bir kısmı muhafazakar kesimlerle ensar-muhacir ilişkisi -dinsel bağ- aracılığıyla iş ve barınma sorunlarını çözebiliyorlar.
Göçmenlerin bir kısmı ise kendi iş yerlerini kurarak kendilerini ekonomik açıdan idame edebiliyorlar. Ancak büyük bir kısmı iş güvencesi olmadan düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyor. Buna rağmen bu zorlu koşulları değiştirmeye odaklanabilecek politik bir mücadeleden uzak durabiliyorlar. Bunda özellikle sınır dışı edilme korkusunun da etkili olduğunu belirtmek gerek. Aç ve barınaksız kalma korkusu ile milliyetçi-ırkçı tepkiler de bu pasifliğe neden olabiliyor. Aç, ülkesiz, işsiz olduğu için çok ucuza çalışmak zorunda kalan göçmenler, işsizliğin büyümesine dolaylı olarak “neden olduğundan dolayı” sınır şehirlerindeki aynı dini ve etnik kimlikler bile göçmenlere tepkisel yaklaşıyor.
Sol’un bu büyük ve etkili sorunlara çözüm üretebilecek politikalar geliştirmekte yetersiz kaldığı aşikar. Ancak bir şekilde bu sorunla yüzleşmek ve çözmek zorunda kalacağı da bir gerçek. Sol, dil ve kültür farklılıklarının yanı sıra çoğunlukla dinar-muhafazakar olan bu göçmenleri örügütlü-politik bir güce dönüştürebilmesi için öncelikle diyalog/iletişim sorununda yol alabilmelidir. Emekçilerin ortak sorunları üzerinden ilişki geliştirerek bağlar kurulabilir. Sınıf indirgemeci örgütlerin darlığını aşamayan Sol çevrelerin dindarla ilişkilenme ve onları örgütleyebilmeme meselesi on yıllardır süre geliyor. Tüm bunların ötesinde günümüzde gelinen noktada; göçmenlik sorunu, işsizlerin ve dindarların örgütlenememesi sorunuyla birleşerek Sol’un daha da daralmasına neden oluyor.
Pek çok alanda gelişme kaydeden Sol’un, 2000’li yıllarla birlikte yakaladığı gelişim ve değişim dinamiği içerisine göçmenlik sorununu da eklemesi, göçmenliğin işsizlik, milliyetçilik-ırkçılık, konut sorunu gibi temel sorunlara büyük etkisi dolayısıyla kaçınılmaz görünmektedir. Resmi rakamlarla bile işsizlik %11,5’, bulurken ve milyonlarca işçi asgari ücretle -yani açlık sınırı altındaki bir ücretle- çalışırken, dolaylı şekillerde AKP iktidarının bilinçli politikaları sonucu işsizliğe büyük oranda etki eden göçmenliğin, emek cephesi açısından yeniden derinlikle olarak ele alınması kaçınılmak bir gerçek olarak ortada duruyor.
25 Mayıs 2022