Ukrayna-Rusya savaşının gölgesinde, 28 Şubat’ta 6 parti (CHP, İyi Parti, SP, DP, DEVA ve Gelecek Partisi), adına güçlendirilmiş parlamenter sistem dedikleri bir mutabakat metni imzaladılar. Bu metinle birlikte iktidara aday olduklarını ve eğer iktidara gelirlerse çeşitli restorasyonlarla AKP’nin sistemde yarattığı tahribatı düzelteceklerini beyan ettiler.
Güçlendirilmiş parlamenter sistem dedikleri, ülkeyi en fazla 2011 referandumu öncesine götürür. Bu kadar partinin bir araya gelerek bir ittifak oluşturmasını göz önüne alırsak, 2000 öncesi DSP, MHP, ANAP koalisyonu gibi istikrarsızlığın bir başka istikararsızlık dönemi ile katmerlendiği, krizin derinleştiği bir momentuma dönüş de olasılıklar arasındadır. AKP ise böyle bir konjonktürde pusuya yatıp, usturuplu soyguncuları punduna getirmeye çalışacaktır.
Eskiler, AKP’nin hırsızlıklarından bahsederken “CHP de çalıyordu ama CHP ufakçıydı ve kendi cebini dolduruyordu, AKP ise büyük çalıyor ve etrafına da yediriyor.” derlerdi. Buradan doğru güçlendirilmiş parlamenter sisteme, usturuplu soygun düzeni demeyi uygun görüyoruz. İleride bunu daha da açacağız.
Yine bu 6 partinin liderlerinin kökenine, yaptıklarına, ettiklerine üstün körü bakarsak, güçlendirilmiş parlamenter sistem ile restorasyonu hedeflerken halkın değil sermaye gruplarının ihya edilmek istendiği daha yalın bir şekilde görülecektir. Öncelikle CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlıca söylemlerine bakalım. Bir taraftan “Kürt sorununu biz çözeceğiz” diyor ama öte yandan “Kandil’i yerle yeksan edeceğim” diyor. Bu kadar mezhebi geniş açıklamalar Erdoğan’ın politik yelpazesini hatırlatıyor. Kılıçdaroğlu, devlet aklı ile nasıl işine gelirse düsturunda hareket ediyor. Peki CHP’nin ortakları çok mu farklı? İyi Parti henüz birkaç yıl önce MHP’den ayrıldı. Faşistlik söz konusu olduğunda MHP’ye taş çıkartacak cinsten açıklamalar yapıyor. Al birini vur ötekine. Meral Akşener, faili meçhullerin en yoğun olduğu 90’lı yıllarda İçişleri Bakanlığı yapmış bir siyasetçi. Başka bir ifadeyle, Meral Akşener, faili meçhullerin talimatını verdiği koltukta bir dönem oturdu. Bugün tek kişilik iktidar ortağı olarak gözüken Süleyman Soylu ise Demokrat Parti’nin yetiştirmesi. Gelecek ve DEVA partilerinin ortak yanı ise AKP’den ayrılmış olmaları. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan AKP’de görevde iken AKP’nin işlediği suçların hiçbirinden azade değildir. Ali Babacan, AKP’nin soygun düzeninin en büyük mimarlarından biridir. Ahmet Davutoğlu ise gerek dış politikada geliştirdiği işgalci politikalar ile gerekse Başbakan olduğu dönemde terör örgütü DAİŞ’i öven açıklamaları ve yine aynı dönemde gerçekleşen Ankara ve Suruç katliamlarının önünü açması dolayısıyla emekçi halklara karşı işlenen suçların ortağıdır. Saadet Partisi’nin karakteri de çok farklı değil. İstanbul Sözleşmesi’ne aldığı tavır bunun en açık kanıtıdır.
Aslına bakılırsa CHP’nin güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerine anlaştığı bu ittifak, bir nevi yeni AKP-MHP ittifakıdır. Zihniyet olarak aynıdır. Esasen kimin kimi soyduğu, sömürdüğü, ezdiği değişmeyecek. Millet ittifakı bir farkla, bu soygunu daha usturuplu yapmaya aday olduğunu söylüyor. Değişecek olan iktidar ve sermaye grupları arasındaki ilişkidir. Büyük sermaye grupları, emperyalistler yatırım yapabilmek için daha öngörülebilir ekonomik politikalar istiyor.
Özellikle son dönemde AKP’nin büyük sermaye grupları açısından öngörülemez yaklaşımlarını gözlemliyoruz. İşte faiz-kur tartışmalarında kendini açığa çıkaran bu tartışmalar, sermayeyi daha öngörülebilir bir iktidar arayışına götürüyor.
Trump sonrası eski misyonuna geri dönmek isteyen ABD de aynı şekilde NATO’nun zayıflayan misyonunu, yeniden toparlamak için çeşitli hamlelere girişti. Yine bu ittifakın bileşenlerinden Kılıçdaroğlu, Davutoğlu, Akşener, Babacan Batı değerlerinden, iki ipte oynanamayacağından, NATO’nun ipinde oynanması gerektiğinden bahsediyor. Kılıçdaroğlu “Biz NATO’nun bir parçası olarak NATO’nun öngördüğü şekilde çalışmak zorundayız. NATO’ya karşı çıkmanın bir anlamı yok” açıklaması yaptı. Akşener ise “Putin haddini aşmıştır. Vakit boş laf vakti değil, yaptırım vaktidir. Vakit çekimser kalma vakti değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir. Rusya’nın bu durumu ortadayken Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir? Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir?” açıklamasında bulundu. Buradan hareketle yine başta ABD ve NATO’ya “Bizi destekleyin, sadece sizin ipinizde oynayacağız” sözünü veriyor. Batı’nın da daha öngörülebilir bir ekonomi politikası için Millet İttifakını desteklemesi ihtimali yüksektir. Ancak Erdoğan, bir gece ansızın geri vitesyaparak “ben de tek ipte oynayacağım, beni seçin” derse de şaşırmamak gerekir. Bu, aslında biraz da Ukrayna-Rusya savaşının sonuçlarına bağlı. Eğer Rusya, bu savaştan istediğini alamadan çekilirse, Rusya’nın hegemonyası hem içeride hem de dışarıda sarsılacaktır. Erdoğan’ın da buna göre konumlanması kaçınılmazdır.
Yine Rusya-Ukrayna savaşının en büyük etkisi Türkiye’ye oluyor. Tahıl, enerji ticareti, turizm sektörü Türkiye’yi etkiliyor, etkileyecek. Bunun faturası emekçilere kesildi ve kesilmeye devam edecek. Başta doğal gaz, akaryakıt, ekmek fiyatları olmak üzere her şeyin fiyatı daha da yükselecek, halkın alım gücü düşecek. Görüleceği üzere zaten hali hazırda var olan kriz katlanarak artacak. O vakit kitleler, daha da güçlü bir şekilde harekete geçecek. İşte yeni AKP-MHP ittifakı olarak tanımladığımız 6’lı ittifak, kitlelerin enerjisini soğurmak için demokrasi havarisi kesilmiş durumda. Bu ittifak liderleri, yukarıda saydığımız bazı örneklerin hiçbiri olmamışçasına bir yüzsüzlükte, demokrasi nutukları atıyor. Tarihte de benzer kesitler yaşanmıştır. 70’li yılların Karaoğlanı Ecevit bunun en iyi örneğidir. Sınıf hareketinin çok güçlü olduğu bir dönemde Ecevit, Karaoğlan olmuştur. Bu gibi aktörler, sistem projeleridir, devlet aklının ürünüdür. Sokağın, sınıfın hareketlendiği dönemlerde ön plana çıkarak emekçi sınıfların, ezilenlerin devrimci hareketlerle buluşmasını engellemek için demokrasi nutukları ile ön plana çıkarlar. Başka bir deyişle, bu gibi aktörlerin rolleri, isyan eden halkın devrimcilerle, devrimci fikirlerle buluşmasını engellemek ve sistem içileştirmektir. Tersten ise devrimciler rollerini oynayamadığı için Karaoğlan, Kılıçdaroğlu rol çalabiliyor.
TKP, SOL Parti, EMEP gibi sol görünümlü düzen içi muhalefet unsurları ise şimdiden bu tiyatroya teşne olduklarını gösterdiler, Kılıçdaroğlu’nun havariliğini yapmayı üstlendiler. Kemal Okuyan “TKP muhalefete yönelik tüm eleştirilerine rağmen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ikinci turda baş başa kalacak Millet İttifakı adayını acaba destekler mi diye merak ediyoruz. Değişik isimler var ama Kemal Kılıçdaroğlu öne çıkıyor. Her şeye rağmen Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekler misiniz?” sorusuna şu yanıtı vermiş: “Çok net söyleyeceğim anlaşılsın diye. İkinci turda diyelim ki Erdoğan’la Kılıçdaroğlu yan yana geldiler. Biz Erdoğan’a ilişkin sözümüzü zaten söylüyoruz. Kılıçdaroğlu ve genel olarak muhalefete ilişkin sözümüzü gene çok net bir biçimde söyleriz. Ama ‘Türkiye’nin önünden Erdoğan çekilsin ki alternatifin çözüm olmadığını halk görsün’ deriz ve Kılıçdaroğlu için oy isteriz.” EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz ise 6’lı ittifakın mutabakat metnini eleştiren bir açıklama yapıyor: “İstanbul Sözleşmesi gibi kadın hakları açısından bir kırmızı çizgiyi ifade eden konu yok. Laiklik vurgusu güçlü bir biçimde yer almıyor. Ayrıca, şu an savaş durumu var. Dış politikada antiemperyalist duruş yok. Bağımsız bir Türkiye vurgusu yok.” Elbette 6’lı ittifakın açıklamaları eleştirilebilir. Ancak buradaki eleştirinin daha çok, seçimlerin ikinci tura kalma ihtimalinde EMEP’in Millet İttifakını destekleme şansı tanınması üzerinden olduğunu anlıyoruz. HDP ile ittifaka koşulsuz karşı çıkan ama CHP-İyi Parti ile güle oynaya seçim ittifakı yürüten SOL Parti’nin de tutumu çok farklı değil.[1] Önümüzdeki seçimler, referandum niteliğindedir. Ancak seçimlerde CHP’yi nasıl destekleriz telaşı içinde olan bu reformist sol, “yeni yetmez ama evetçiler”dir. Başta CHP’nin yetmezliklerini sıralıyorlar. Sonrasında ise AKP’nin gitmesi uğruna CHP’yi destekleyebileceklerini belirtiyorlar. Bu, kendi misyonunu, sokağın gücünü reddeden, sandığa odaklı bir anlayıştır. Kendilerini seçimle sınırlandırdıkları için AKP sonrasında sokak gücünün devam edebileceğini düşünmüyorlar ve ilkeli bir tutumları yok. Bir zamanlar çok eleştirdikleri “yetmez ama evet”çilerin koltuğunda olduklarının farkında bile değiller. İdeolojik-siyasal olarak bu gibi anlayışlarla kavgayı büyütmemiz elzemdir.
Peki o zaman soralım: Biz, işçi-emekçilerin enerjisinin katlanarak ortaya çıkacağı günlere ne kadar hazırız? Eğer hazır olmazsak tıpkı Ecevit örneğinde olduğu gibi Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi unsurlar, demokrasi nutukları ile emekçi sınıfların enerjisini ufak bir restorasyon ile yeniden sisteme entegre edecek. Ancak 6’lı ittifak gelirse, onların da işi çok kolay olmayacak. Hem dünyanın hem de Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, burjuva siyasetçiler adına öyle çok da iç açıcı değildir. Kriz, AKP’nin iktidarda olma krizi değil, sistem krizidir. Elbette AKP’nin bazı tutumları bu krizi derinleştirmiş, katmerlendirmiştir. Ancak sadece AKP odaklı bir kriz analizi, siyasi körlüktür. 6’lı ittifakın eğer mümkün olursa alacağı iktidar, tam anlamıyla bir enkaz olacak.
Bu anlamda seçimleri gözardı etmeden, ama seçimlere de odaklanmayan, aslolarak kitlelerle yakıcı talepleri üzerinden buluşan; onları dinleyen, kendini dinleten derinlikli bir çalışma yürütmeliyiz. Milyonlar sokağa çıkacak. Peki devrimcilik iddiasında olanlar; bayrak, şapka, önlükleriyle yan yana yürüyüp geçecek mi, yoksa kitle hareketiyle sürtünüp kendini mi şekillendirecek? Bize göre doğru olan sürtünmedir. Bu sürtünmeyi yaratmak için, derinlikli bir ilişki gerekiyor. Gerekirse, bildiklerimizi bir kenara bırakıp sıfırdan başlamayı göze almalıyız. Kitleler sokağa akacak. Ama biz iştirake, inisiyatife alan açmazsak onlara dokunmadan yan yana yürür geçeriz. Ancak bu alanları açarsak, bir sürtünme düzlemi yaratır ve pratiklerden aldığımız derslerle günün ihtiyacı olan örgütü yaratırız. Bu dar anlamıyla “kitlecilik” anlamına gelmez. Bu gibi süreçler kitlelerin doğrularının altüst olduğu, yerine devrimci fikirlerin çok hızlı geçebildiği, kitlelerin politikleştiği, geliştireceği pratiklerle birlikte muktedirliğinin farkına vardığı dönemlerdir. Bu anı doğru değerlendirirsek TDH’nin uzun süreli duraklama ve gerileme dönemini sonlandırmış oluruz.
İşte hazır olma dediğimiz budur. Öncüleşme, yürüyüş içinde oluş mantığı ile olur. Şimdiden dokunduğumuz kitlelerle sürtünmeler, kıvılcımlar yaratmalıyız. Bilindiği gibi maddeler sürtünmelerle şekil alır. Benzeştirirsek bu dönemin ihtiyacı olan örgütü yaratmak için sokaktaki dinamik ile sürtünmeler yaratmak zorundayız. Daha somut ifade edersek; deneyimler ile biriken mücadele pratiklerini, kolektif örgütsel hafızayı, gerçek hareketle temas ve sürtünme içinde kıvılcımlar çıkan noktaları pratiğe geçirmek bugün için esas olandır. Sorsan her devrimci “halkın önce öğrencisi, sonra öğretmenidir” ama pratikte bunu başarmak önemlidir.
Evet yolun başındayız. Yolun başında olmanın, doğru değerlendirildiğinde avantajları da vardır. Derdimiz kendi yağımızda kavrulmak değil elbette. Demiri tavında dövmek gerekir. Uzun zamandır yolun başındaysan, yaptıklarınla yol alamadığını anlamışsan, kendini statükoya hapsetmeksizin günün ihtiyacı olan hareket planını çıkarmalısın. Büyük bir hareketin yeni bir hareket planına geçmesi, kadrosal yapısını buna uygun hazırlaması belki daha zordur. Ancak yolun başında olan için yeni olana uygun bir mevzilenme çok daha kolaydır. Diyeceğimiz o ki, doğru halkayı yakalarsan, sıfırdan başlamayı sıçrama tahtasına çevirebilir, daha hızlı yol alabilirsin. Yeni yol arkadaşlarıyla mücadeleyi keşfedersin. Ancak dediğimiz gibi, bunun için öncelikle yol alınamayan fikirlerle, tarz ve yöntemlerle hesaplaşmak ve olurunu aramak gerekir.
Devrimler tarihi, devrimciliği ciddiye alan az sayıda devrimcinin işe koyulması ve halkaları örmesi ile gerçekleşmiştir. Devrim süreçlerini göğüsleyebilen örgütler, kuruldukları andan itibaren kesintisiz bir biçimde ilerlemişler, geri düştüklerinde ise bunu sıçrama tahtasına çevirmişler. Bizde ise sıçrama tahtası meselesi eksiklik olarak duruyor. Bu yüzden uzun zamandır geri düşüyoruz ve sonrasında daha da geri düşüyoruz. Bu yüzden kitlelerle sürtünmeler yaratıp sıfırdan inşayı gerçekleştirmeli, günün ihtiyacı olan örgütü, pratiği, politikayı yakalamalıyız. Ciddiyetle, pratiğin derslerini çıkartır ve kesintisizlik halkası içinde çözüm gücünü oluşturursak, sıçrama tahtası önümüzde duruyor demektir.
Bu yolla 6’lı ittifakın kitlelerin enerjisini restorasyon kanallarına akıtmasını engelleriz. Biliyoruz ki biz devrim kanallarını açamadığımız için kitleler restorasyon kanallarına akıyor. Dediğimiz gibi halkın enerjisi katlanarak artacak. Kitleler isyan ettikçe, yeni arayışlara yönelecek. İşte arayışta olan kitleler nezdinde görünür olmalı, kapı açmalıyız. Bu, basit anlamıyla sosyal medyada görünür olmak, sokakta ajitasyon, propaganda yapmak, bildiri dağıtmak anlamına gelmez. Bunları da kapsar ancak görünür olmak; kitleler arayışa geçtiğinde daha önce de bahsettiğimiz iştirake alan açacak alanları inşa etmemiz anlamına gelir. Şu anki durumumuzla görevlerimizi yapamayacağımız aşikar. Ancak bu gibi sabırsızlık zamanlarını iyi değerlendirirsek, sokağı devrimci bir okula dönüştürebiliriz.
Özcesi, temas ettiğimiz her insanı komiteleştirmeli, insiyatif alanı açmalı, sürtünmeler yaratmalıyız. Aksi durumda çok dağınık, süreci göğüsleyemeyen bir örgütlülük sergileriz. Bugün için en yakıcı ihtiyaç, dağınık olan dinamikleri bütünlüklü hale getirecek, harç olacak, ona şekil verirken kendini de şekillendirecek tarzda bir örgütlülüktür. Görünür olmak, kendi çapını aşan bir çalışmayı gerektirir. Bu süreç insanların hızlı adapte olabileceği bir dönemdir. Özgürlük alanını yarattığımızı duyumsatırsak, arayıştaki kitlelere kapıyı açar ve adres oluruz. İşte görünür olmak dediğimiz böyle bir bütünlüğü gerektirir. İnisiyatif verelim, bırakalım insanlar yanlış yapsın. Kim iddia edebilir ki yanlış yapmadan doğruyu bulduğunu?.. Bu, kuru kuruya bir iyimserlik değildir. Bunu derken deneyimlerimize, kolektif örgütsel hafıza ve dinamiklerin sürtünmesi ile oluşacak ileri pratiklerin öğreticiliğine, sürecin insanları hızla pişirmesine güvenelim.
[1] https://artigercek.com/yazarlar/irfan-aktan/alper-tas-meselemiz-kurtlerin-talepleriyle-degil-hdp-yle-iliskinin-biciminde