İnsan yaşamının en büyük bölümünü oluşturan günlük yaşam felsefe açısından çok az incelenmiştir. Felsefenin bir dalı olan bilgi kuramı da günlük düşünceyle çok az incelenmiştir.
Bilimde, sanatta, felsefede gerçekliğin yansıtılmasıyla günlük bilinçte yansıtılması arasında nitel ayrımlar vardır.
Bu yazı gündelik düşünceye yönelik bir inceleme yazısıdır. Gündelik düşüncenin aşılmasına katkısı olması dileğiyle, sabırlı okumalar.
Gündelik düşüncenin dolaysızlığı
Gündelik düşüncenin iyice anlaşılabilmesi için dolaysızlığın altını çize çize anlatmak gerekiyor.
Günlük yaşamda düşüncenin en belirleyici özelliği kuramla uygulama arasındaki doğrudan ilişkidir. En bilgili gökbilimcinin bile bir günlük yaşam insanı olarak görüngü karşısında anlık tepkisi; “güneş batıyor” olacaktır. Bu bakış günlük düşüncenin olguya dolaysız bakışıdır. Bize nesnel gerçeği doğru kavratan bu bakış değil Kopernik kuramıdır. Kopernik kuramının olguyla ilişkisi dolaylıdır.
Dolaysızlık düşüncenin olguyla ilk ilişkisidir. Bu anlamıyla ilkel düşüncedir. Bu ilkellik bize ancak kısıtlı bir bakış açısı sağlar. Bu bakış açısıyla insan gerçekliği kavrayamaz.
Gündelik düşünce dolaysızdır. Dolaysızlık gündelik düşüncenin yöntemidir. Dolaysızlık anlık bilmedir, duyular aracılığıyla algılamaktır. Dolaysızlık algısal, görüngüsel bilinçtir. Dolaysızlık anlık algılardan neden sonuç bağlantısı kuran anlık düşüncedir. Dolaysızlık olguyu algılar çerçevesinde yorumlar, nesnel özü kavramak için dolayım kuramaz.
Gündelik düşüncenin dolaysızlığında kuramla uygulama arasında dolayım yoktur. Görüngü karşısında bilinç anlık tepki verir, anlık genelleştirmeler yapar. Bu genelleştirmelerin hepsi günlük yaşam deneyimleriyle sınırlıdır. Sınırlılığıyla bu genelleştirmeler soyuttur. Gerçekliği somutluğu içinde kavrayamaz.
İlişkinin dolaysızlığı davranışın ereğinin yaşamda tek bir olaya dönük olmasından kaynaklanır. Tek bir amaca yönelmek demek dolayım için gerekli ilişkilerin içine girememektir. Hızlı yaşam, hızlı davranış, uygulamanın zoru, düşünsel alışkanlıklar vb. dolaysızlığı doğurur. İnsanın gerçeklikle ilişkisi ne denli dolaysızsa nesnelleşme de o denli zayıf olur. İnsan anlığının (bilme yetisinin) bir nesneye yaklaşımı, nesnelleşmesi dolaysız bir eylem dolaysız bir eylem değildir. Bir şeyin kavranabilmesi için onunla arya bir uzaklık koymak zorunludur. İşte bu uzaklık dolayımdır.
Uzaklık olmazsa gerçekliğin çarpıtılması kaçınılmazdır. Şeyin kendisine ulaşmak için bir aracılık dizgesi gerekir. Biliş derecelidir. Duyusaldan başlar akılsala yükselir. Aracılıklarla, gereçle oluşturulması gereken uzaklığa dolayım diyoruz.
Dolaysızlık dolaysız olguyu eleştirel bir tutum almadan dolaysızlığı içinde mutlak bir kesinlik düzeyine vardırır.
Günlük düşünce ve davranışın dinsel düşünce ve davranışla derin yakınlığının temeli günlük yaşamın öznesiyle nesnesi arasındaki bağıntının dolaysızlığında yatmaktadır. Yansıtmanın insanbiçimcilikten uzaklaşması için günlük düşüncenin dolaysızlığını bırakması gerekir. Gerçekliğin doğru yansıtılması ve bundan doğan uygulama dolaysızlığın giderilmesiyle güvence altına alınabilir.
Gündelik bilinçte görüngüler birbirinden bağımsızmış gibi kaos içinde görünür. Dolayım bu kaosu bir bağlam içine yerleştirerek düzenler.
Dolayım şeyin yapısını kavrama etkinliğinin yöntemidir. Şeyin yapısı, yani şeyin kendisi ne dolaysızca ne de yalnızca düşünce ve düşünüş kavranabilir. Ancak belli bir etkinlikle kavranabilir. Bu etkinlikler bilim, sanat ve felsefedir. Bu üçünün uygulamayla ilişkisi dolaylıdır. Günlük yaşamdaki çalışmanınsa dolaysızdır. Bilimsel çalışmada; verilerin toplanması denetlenmesi, incelenmesi, sınıflandırılması, analiz, sentez, hipotez, tez, yasa biçiminde uygulanması zorunlu süreç dolayımdır.
Gerçekliğe yönelik her bilimsel süreç sarmal bir devinimdir. Düşünce başladığı yere döndüğünde aynı yerde değildir. Kendisini aşmış ve yükseltmiştir.
Şeyler ne olduklarını insana doğrudan göstermedikleri ve insan şeylerin özünü doğrudan sezme yetisinde olmadığından, insanlık şeylerin ve onların yapısının bilgisine dolambaçlı yoldan verir. Bu dolambaçlı yol gerçeğe giden tek yoldur. Çoğunlukla insanlık bu uzun yolculuğun sıkıntısına katlanamaz. Başka kolay, kısa yollara sapar. Şeyleri araştırmaktan yorulur, şeylerin özünü doğrudan sezme arayışına girer. Mistisizm buradan kaynaklanır. İnsanın gerçeği arayışındaki sabırsızlıktan.
İnsanın insanlaşması doğrudan düz çizgisel bir yol değildir. Acılı, sancılı, dolambaçlı, dolaylı bir yoldur. İnsan bu dolambaçlı yolda yolunu yitirebilir ya da yarı yolda çakılıp kalabilir. Yoldan ayrılamamak hep yolda olmak insanlığın tek kurtuluşudur.
Kültürün oldukça yüksek düzeyinde ortaya çıkan felsefi materyalizm hiçbir biçimde ilk materyalizmin dolaysız sürüp gitme ya da gelişmiş bir biçimi değildir. Felsefi materyalizm bu türden yaratılara da dayanabilir. Hiç kuşkusuz ama bu bile tümüyle eleştirel-diyalektik yoldan gerçekleşir. Başka deyişle duyularla dolaysız algılanan izlenimler temel alınarak idealist nitelikteki başka yönde yorumlara karşı savunulur.
Kısaca dolaysızlığın kimi sonuçları:
- En genel anlamda: İnsanbiçimcilik
- Felsefede: İdealizm, kaba materyalizm (kendiliğinden materyalizm, mekanik materyalizm)
- Mistisizm, yapısalcılık, varoluşçuluk…
- Politikada: Anarşizm (Anarşizm devleti birden dolaysızca ortadan kaldırmak ister. Geçiş sürecinin aşamalarını yadsır.)
- Ekonomizm
- Reformizm
- Sanatta: Karşı gerçekçilik. Roman özelinde Naturalizm (doğalcılık), izlenimcilik.
- Şiirde: Parnasizm
Dolaysızlık, gerçekliği yansıtırken benzeşim yöntemini kullanır. Dolaysızlığın nesnel ve öznel temellerini ve dolaysızlığın kendiliğindencilikle ilişkisini ileride açacağım. Açmadan önce gündelik düşüncenin özelliklerini topluca bir görelim:
Bunları ilerde açacağım. Açmadan önce gündelik düşüncenin özelliklerini topluca bir görelim:
Gündelik düşüncenin özellikleri
- Dolaysızdır
- Benzeşimcidir
- Özneldir
- Yüzeyseldir; değişir gibi gözüktüğünde bile değişimi yüzeyseldir. Aşk, dostluk ilişkileri yüzeyseldir
- Pratiktir
- Yararcıdır
- Gündelik düşüncenin dili retoriktir
- Belirsiz, bulanık, kaotiktir
- Raslantısaldır
- Kendiliğindencidir
- Belirlenmişlik içindedir
- Naiftir
- Olgusaldır
- İndirgemecidir
- Gündelik düşüncede itkiler ön plandadır
- Önyargılıdır
- Soyuttur
- Persfektiften yoksundur
- İlkeldir
- Yaratacı değildir
- Gündelik düşüncede estetik düzey yoktur
- Gündelik düşünce sorgulamaz, eleştirmez; eleştirel düşüncenin karşıtıdır
- Dizgesel düşüncenin karşıtıdır
- Düşümsel düşüncedir
- Diyalektik düşüncenin karşıtıdır
- Gündelik düşünce nesnelleşmeyen düşüncedir
Bütün bu olguları genelleştirip bir kavrama ulaştığımızda, gündelik düşüncenin insanbiçimciliğine varırız. Gündelik düşünce en genel anlamda insanbiçimci düşüncedir.
Benzeşim
Günlük nitelikte olan düşüncede temel ve egemen biçimlerden en önemlilerinden biri benzeşimdir. Benzeşimin günlük düşünceyle arasında kopmaz bir bağ vardır. Benzeşim nesnel gerçekliğin dolaysız yansıtılmasının baskın türüdür. Benzeşim yoluyla çıkarım günlük yaşamdan doğar, kökleri günlük yaşama sıkı sıkıya bağlıdır. Günlük düşüncenin benzeşim kategorisi; günlük yaşamın gerçeklikle olan ilişkisini, bu gerçekliğin yansıtılma biçimini ve uygulamaya dönüştürülüşünü zorlamasız, upuygun biçimde dile getirir.
Benzeşim yoluyla çıkarım;
1 – Zorunluluktan yoksundur, esneklik taşır
2 – Bulanıktır
Bulanıklığı kavramsal, deneysel vb. yolla gidermesi olasıdır; bu yapıldığında nesnelleşme yönünde gidiş başlar. Ama bir duraklama, dahası gelişigüzel bir saptamanın yapılması durumunda sofizme ya da boş bir düşe dönüşür.
Benzeşim günlük yaşamda elverişli etkinliği açısından, gerekse bilimsel düşüncenin gelişimi açısından önemlidir. Goethe benzeştiren düşünce karşısında eleştirel tutum almasına karşın bu tür düşüncenin gündelik yaşamda ki uygulama açısından kaçınılmazlığını görmüştü.
Benzeşim ilkel dönemlerde hemen tüm iletişim biçimlerinde egemendir. Gelişmiş kültürlerin gündelik düşüncesinde bile etkindir.
Benzeşim dolaysızlıktan doğar. Dolaysızlık duyular aracılığıyla algılamaktır. Benzeşim günlük düşüncede zorunludur. Bilmediğimiz bir şeyi bildiğimiz bir şeye benzeterek anlatmaya çalışırız. Çünkü o şeyin özgün yapısını ortaya çıkaramamışızdır. O şeyin özgün yapısını ortaya çıkarmak için dolayım gerekir. İnsanın günlük yaşamında dolayıma yer yoktur. İlk kez denizi gören karasal iklimin insanı, denizi göle benzetir. “Ne kadar büyük bir göl” der. İlkel kabilelerde “kara” renginin kavramı yoktur. Bu rengi anlatmak için “karga”, “kömür” vb. nesneleri göstererek onlarla anlatmak isteği şeyin niteliği arasında benzeşim kurar.
Kuramla uygulamanın dolaysız bağlılığı ne denil etkin olursa, bunlar, insan bilincinde ne denli birbirine yaklaşırsa benzeşimin önemi artmaktadır. Günlük insan benzeşimin dışına çıkıp nesnellik bağlantısı içerisinde düşünemez. Ancak deneysel bilimlerde benzeşim önemli sonuçlar ortaya koyabilir
Gelişmiş bilim açısından bu sonuç olası değildir. Çünkü gelişmiş bilimde tümevarım zorunludur. Benzeşim zaten tümevarım eksikliğinden, tüm ayrıntılara varabilme olanaksızlığından doğar. Gerçekliğin dolaysız yansıtılması, tam bir kavrayış ve derine inme sağlamadığından belirli benzeyişler gösteren nesneler, bir takım çizgiler, öz yapısal belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu durumda bunları birbirine düşünce açısından –ve sözel genelleştirmenin gücüyle daha yoğun biçimde – biraz daha yoğunlaştırmak, bağlamak ve ondan sonra ikisinden birtakım sonuçlar çıkarma uygun görünmektedir.
Benzeşimin kısaca sonuçları:
Gündelik düşüncede = Retorik
Felsefede = Sofizm
Şiirde benzeşim olmazsa olmazlardandır. Şiirde benzeşim nesnelleşme bağlamında kullanılmalıdır. Yoksa gerçekliğin üstünü örten, gerçeklikten uzaklaştıran biçimciliğe dönüşebilir. Şiirde benzeşimi, söz oyunlarını yadsıyorum adı altında yadsımak şiirin en önemli kategorisini yok saymaktır. Şiirde benzeşimin kullanılmasına özen gösterilmelidir. Gelişigüzel kullanım insanı oyalayıp, uyuşturabilir. Şiirde imgeler kurulurken benzeşimsel bağlantı ne kadar uzak olursa, şiir de o ölçüde estetik olur.
Gündelik bilinç bulanık, belirsiz, kaotik ve soyuttur
Gündelik bilinç karışıktır. İnsan ilişkilerinin türlü biçimleri (dil, ekonomi, dostluk v.b.) dinamik bir kaynaşma içindendir. Duygularını ayrıştırmayan bir kişi arkadaşlığı dostluk sanabilir ya da dostluğu aşk. Gündelik düşüncede güzelle çirkin birbirine karışmıştır. Gündelik düşüncenin yeniden üreticisi olan medyada çıkan kitap eklerinde bu durumu görmek olasıdır. Özellikle toplumculuğu savunduğunu söyleyen edebiyat dergilerinde ki kaos gündelik düşüncenin estetik alanda aşılamadığının göstergesidir. Bu edebiyat dergileri burjuva uygarlığıyla olan estetik hesaplaşmalarını, bu hesaplaşmadan doğan çatışmaları çözememiş, belirsizliği aşamamışlardır. Günlük gerçeklik var olanlar ve anlamlar bütünü olarak algılanır. Günlük düşüncede olgularla değerler birbirine karışmıştır. Gündelik yaşamın algı sağanağında –özellikle medyanın, kültür endüstrisinin– etkisi çok belirleyicidir. Günlük düşüncenin oluşumunda günlük yaşamla insan bir ilişkiler yumağına dolanmıştır. Gündelik insanın gerçekliğin belirli bölümlerini ayırıp, inceleyip bir düşünceyi somutlaması olanaksızdır. Politikada gerçekçi olmasına karşın estetikte, gerçekçi olan toplumcunun kafa karışıklığı ancak gündelik bilinç iyice çözümlendikçe aydınlatabilir.
İnsan günlük yaşamda her zaman gördüğünden duyduğundan fazlasını algılar. Ama bu algılar, olguları düzene sokamaz, bağlantılandırıp anlamlandıramaz. Gündelik düşüncede olguların kaosu dalgalanıp durur. İnsan birkaç dünyada birden yaşar. Bu dünyaların hepsi de birbirinden değişiktir. Bu dünyaların türlü sorunları vardır. Her sorunun kapısının kilidi değişiktir. Gündelik düşüncenin kaosunda insan doğru kilitleri bulamaz.
Günlük düşüncenin bulanıklığı olgusallığı aşamamasındandır.
Günlük düşünce olgusaldır
Gündelik bilinç olgusaldır. Olgusallığıyla ayrıntıcıdır. Ayrıntıdan bütüne çıkamaz. Bütüne çıkamayan düşünce ayrıntıların prangasını kırıp mağaradan çıkamaz. Ayrıntıda boğulur. Ayrıntıcılık kaostur. Gündelik düşünce olguları mutlaklaştırır. Olguların yalnızca bir yönünü görür. Olguları anındalıkları ve dolaysızlıkları içinde ele alır. Olguları sorgulamaz. Gündelik bilinç bir görüngü fetişizmidir. Olguları görür ama olguların ardındaki gerçekliği kavrayamaz. Olguları birbirine bağlayan içsel bağlantıları göremez. Günlük yaşamın gözlem biçimi görüngüleri görür. Bunları açıklayan nedenlere bilimsel yöntemle eğilmez. Günlük düşüncede soyutlamalar temelini olgular yoluyla algılamada bulur. Bu olgulardan yapılan çıkarımlar gerçekliğin nesnel özünü bulamaz.
İndirgemecidir:
İndirgeme görüngülerin ayrımını ve her birinin çözümlemesinde indirgenebileceği bir töz varsayar. Görüngü özüne, genel yasaya, soyut bir ilkeye indirgendiğinde açıklanmış sayılır. İndirgeme biricik olanı soyut olanın altına iten ve iki kutup ortaya atar. Bir uçta soyut tikellik, diğer uçta soyut, genellik.
İndirgemecilik şeyin kendisini, devinimini açıklayamaz. Yeni görüngüleri, nitel gelişmeyi akılcı biçimde açıklayamaz. Yeni olan eski olandan başka bir şey değildir. İndirgemecilik olgular arasında dolayım kuramamaktan kaynaklanır. Marksçı düşüncenin gündelik bilinçte nasıl algılandığına indirgemecilik iyi bir örnektir. Gündelik bilinçte Marksçılık ekonomik bir determinizm olarak algılanır. Alt yapı üst yapıyı doğrudan belirler sanılır. Oysa tarihsel materyalizm sosyo–ekonomik bir determinizmdir. Üst yapı düzeyinde ki etkinlikler hemen toplumsal üretim ilişkilerinden doğmazlar. Ancak son kertede onlarca belirlenirler. Toplumsal etkinliğin bu iki düzeyi arasında bir dizi dolayım yer alır.
Bilimsel yasalar gündelik düşünce de soysuzlaşırlar. Nesnelliklerini, işlevlerini yitirirler. İndirgemeciliktir bunun nedeni. Sözgelimi, fındık fiyatlarının düşük olmasını Tarım Bakanı arz–talep yasasına indirgeyerek açıkladı. Böylece bilimsel bir yasa gündelik düşüncede soysuzlaştı. Halkı kandırmada bir retoriğe dönüştü. Görüngüde 2017 yılında fındığın arzının çok olduğu doğrudur. Normal piyasa ekonomisinde bunun fiyatları düşürmesi kaçınılmazdır. Ama Türkiye’de sanıldığı gibi bir serbest piyasa yoktur. Pazarda fiyatı emperyalist tekeller belirlemektedir. Son yıllarda fındığın girdi maliyeti fiyat artışının çok çok üzerindedir. Yani fiyatı yalnızca arz- talep yasasına indirgemek bütün olguları değerlendirmeyen, gerçeği görmemizi engelleyen bir yöntemdir.
Kendiliğindencidir:
Günlük yaşam içindeki insan çevresine karşı her zaman kendiliğinden materyalist tutum alır. Bu materyalizm salt kendiliğinden, uygulamanın nesnelerine yönelik ve bu uygulamayla sınırlı bir yapısı vardır. Kendiliğindecilik, kendi başına var olma durumudur. Kendiliğindecilik, şeyin deviniminde içsel dinamiktir. Yalnızca içsel dinamiği görür. İç–dış diyalektiğini göremez. Bireycidir. Tür bilincine çıkamaz. Zorunluluğu, iradeyi tanımaz. Eski düşünceyi kendiliğinden yadsır, ileri düşüncenin tohumunu içinde taşır ama bunu geliştiremez.
İdealist hiçbir dünya görüşü kendiliğindeliğin günlük yaşam ve düşünce içerisinde bir işlev yerine getirmesini önleyemez. Yönetici egemen sınıf ideolojik olarak insanların beynini ne kadar yıkarsa yıkasın ekmek bulamayan kitleler kendiliğinden ayaklanacaktır. Kendiliğindencilik bu kitlelere dışardan bilinç ve örgütlülük götürülmesini yadsır. Böylece içsel dinamiği, dışsal dinamikle birleştirip toplumsal hareketi ileri götüremez.
Marksçı kuramcı Rosa Lüksemburg kitle hareketleri konusunda gündelik bilincin kendiliğindenciliği aşamamıştır. Bu kendiliğindenciliğin kuramını geliştirmeye çalışanların başında Anarşist düşünür Bakunin adı önemlidir. Anarşizm zaten kendiliğindenciliğin kuramsallaşmasıdır. Ama Rosa Lüksemburg’un durumunu nasıl açıklayacağız? Bir alanda üstelik birkaç alanda değerli nesneleştirmeler ortaya koyan bir bilim insanı bile başka bir alanda gündelik düşünceyi aşamamış olabilir. Bu durum herkes için geçerlidir. Bu düşünürler işçi sınıfı partisini yadsıyarak sınıfa dışardan karışmayı yadsıyarak kitle hareketini çıkmaz sokmuş, toplumsal mücadeleye zarar vermişlerdir.
İşçi sınıfı kendiliğinden bilinçlenemez. Bilinç dışardan özellikle bilim ve sanat alanından gelmelidir. İşçi sınıfı kendiliğinden örgütlenemez bunun için bu işte uzmanlaşmış kadrolar, bu işe uygun bir yapılanma gerekir. Lenin, kitlelerin gündelik yaşamında ki bu sorunu parti kuramını geliştirerek aşmış, kitleleri bu yolla devrime götürmüştür. Kuram böylece nesnelleşmiştir.
Kendiliğindencilik, materyalizmin güçsüzlüğü dünya görüşü açısından hemen tümüyle tutarsızlıktan yoksun oluşundan belirgindir. Bu materyalizm insan bilincinde idealist, dinsel, kör inançlara ilişkin tasarımlarla birlikte var olabilir. Günlük düşünce gerçek yaşam olaylarını kör inançlara dayanan tasarımlarla birleştirebilir. Kendiliğindenci materyalizm görüngüleri kapsamına alır. Diyalektik yöntemi kullanmaz. Bu nedenle görüngüyle gerçek arasında ayrım yapamaz. Kendiliğindenciliği özgürlük sanır. Oysa belirlenmiştir. Bunun ayrımında değildir. Belirlenimi kırıp gerçek özgürlüğü yaratamaz. Kendiliğindecilik nesnelleşememe halidir. İnsan biçimcileştiricidir.
Gündelik düşünce özneldir:
Gündelik düşünce olguyu özneline göre değerlendirir. Gündelik bilinç özneldir; nesnellik bağıntısı içinde düşünemez. Neden–sonuç arasında dolayım kuramadığından nedenle sonucu birbirine yaklaştırır. Bu yapay bütünleştirme düşseldir, yanıltıcıdır, özneldir. Bu haliyle öznellik nedenlere inemez.
İnsan davranışı gündelik yaşamda ‘öznel’ nitelik taşır. Her türlü insanbiçimci düşünce öznellikten kaynaklanır. Çünkü öznellik insan düşüncesinin nesnelleşmesini engeller. Gündelik yaşamda bireyin toplumsal ilişkilere dolanması öznenin bakış açısından görülür. Nesnel gerçeklik aynı zamanda birey ötesidir. Gündelik bilinç bunu algılayamaz. Özellikle kapitalist toplumda gündelik yaşamda davranışların nedeni bireysel nitelik taşır. Bireyselliğin alanı öznelliğin alanıdır. Gündelik yaşamda istekler, isteklerin gerçekleştirilmesi birey üzerinde odaklanmıştır. Bu istekler bireyin tikel varoluşundan doğar. Gündelik yaşamda tikel alanda takılı kalan birey tür bilincine çıkamaz.
İnsan gerçekliğe öznelliği içinde yönelir. Gerçekliği bilme etkinliği öznenin etkinliğidir. Bilgiye yönelişte öznellik bir ölçüde kaçınılmazdır. Sorun bu öznelliğin özel–üstün bir etkinlikle aşılıp aşılamaması sorunudur. Öznenin bilgi birikimi, kültürü, ilgileri, kayıtsızlığı, şaşkınlığı, tiksinmesi, coşkuları vb. duygusal–düşünsel durumları öznenin gerçekliğe yaklaşımını etkiler.
Bilişin iki kurucu öğesi vardır. Öznel ve nesnel duyum. Eğer insan uygun duyuyu geliştirmemişse duyumu nesnel olarak algılayamaz. Yani duyumu ele geçiremez. Gerçekliği doğru kavramak için öncelikle uygun duyumun oluşması gerekir. Gündelik bilinçteki anlık algı hem bizim duygu durumumuza hem de kültür–eğitim düzeyimize göre öznellik içerir. İnsan niyet olarak nesnelleşmeye yönelmek isteyebilir ama bu nesnelleşmeye iten ereğin öznel davranış üzerinde güçlü bir etkisi yoksa öznellik aşılamaz.
Antik yunanda Aristokrasiye karşı tüccar sınıfının aydınlanma çağında burjuvazinin gerçekliği (dolayısıyla öznelliğini aşması) toplumsal devinim yasalarının, sınıf savaşımının zoruyla felsefeyi daha sonra da bilimi geliştirdi. Sanatta gerçekçiliğe yöneliş idealist niyetlerle olmamıştır. Salt aklın bir kurgusu da değildir. Dışsal zorunluluk kendini özne üzerinde öyle bir dayatır ki özne öznelliğinden sıyrılmak zorunda kalır. Sıyrılamazsa var olma hakkını yitirir.
Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla Türkiye’de küçük burjuva sol, sosyalizm bitti sandı. Bu düşünce küçük burjuvazinin gündelik bilincinin, öznelliğinin tipik bir yansımasıdır. Bu ara sınıfın düşüncesi nesnelleşmeye en uzak düşüncedir. Öznellik dediğimizde aklımıza ilk gelen düşünce küçük burjuva düşüncesi olmalıdır. Öznellik eleştirilerimizde okun sivri ucunu küçük burjuvaziye yöneltiyoruz. Bu düşünceyi nesnelleşmeye itecek ona öznelliğini aştıracak dışsal zor yoktur. O kaypak bir sınıftır. Uyumcudur. Düzene uyum sağlar.
Türkiye’de sosyalizmin bilimsel temellere oturtturulamaması sol kümelerin küçük burjuva zeminde kopamaması nedeniyledir. Nesnelleşmeye yönelik sınıf, işçi sınıfıdır. Küçük burjuva öznelliğini aşamaz. Ama işçi sınıfı aşabilir, aşmak zorundadır. İşte solun bu küçük burjuva öznelliği solu bin bir parçaya bölmüştür. Oysa solu birleştirecek olan nesnelleşmedir. Bilimsel bilgi tektir. Öznellikse atomlar kadar çok. Nesnelleşmeye yönelmeyen bireyden, kümeden sağlıklı birlik oluşturulamaz. Sol toplumcu olduğunu söylüyor ama onun öznelliği toplumsallığın önünde aşılmaz duvarlar örmüştür. Bunun ayrımında bile değildir. Nasıl ki asalak aristokrasinin, toprak ağasının bilme gereksinimi yoksa bilimi üretimle ilişkisi olan burjuvazi zorunlu olarak geliştirdiyse öznelliğini bu zorunlulukla aştıysa, günümüzde gerçekçiliğe yöneliş de bir sınıf sorunudur. Bu sınıf kendisiyle birlikte sınıfları da ortadan kaldıracak olan tek sınıftır. O, işçi sınıfıdır. Ezilenler, kimlikler, kadın gibi kategorilerin toplumsal devinimde, nesnel gerçeklikte bir karşılığı yoktur. Bunlar küçük burjuvazinin gündelik olgusal bilinçten doğan öznel sayıklamalarıdır.
Özgürlük ancak nesnelleşmeyle olasıdır. Kendi öznelliğini özgürlük sananlar derin bir yabancılaşma içindedir. Bilimsel sosyalizmi öznelliğin yıkılması için büyük bir olanak olarak görmek gerekir. Bilimsel sosyalizme bir de bu açıdan bakmakta sonsuz yarar vardır.
Gündelik düşünce rastlantısaldır:
Gündelik düşünce anlık gelişmelerle ilgili olduğundan önceden kestirilemez. Açıklanamaz. Bilgiye, kurala dayanmaz. Gerçekleşmesi zorunlu değildir. Rastlantısallığın iki nedeni vardır; 1- Günlük çıkarlardan doğan uygulama gereksinim. 2 – Bilgisizlik. Nedenlere yönelik bilgisizlik.
Rastlantısal düşünce yasaya uygun düşmez, yasayla açıklanamaz. Tutarsızdır. Sözgelimi; günlük düşüncenin bilimsel temele oturtulmuş bir eğitim politikası yoktur. Erkin başında oturan politikacı bir gece ansızın eğitim politikasını değiştirebilir. Hiç kimse de bakanları bile bu değişikliği beklemez. Bu davranış önceden kestirilemez. Bu düşünce bilimle, yasayla açıklanamaz. Politikacımız son anketlerde oyunun düştüğünü özellikle gençlerden oy alamadığını görmüştür, oy için önceden kendisinin getirdiği düzenlemeyi bir gece ansızın rafa kaldırır.
Rastlantısallık zorunlu olanın zıddıdır. Çıkarlarca güdülenmiştir. Rastlantısallık bugün dediğini yarın yalanlayabilir ve bunun hiçbir açıklaması yoktur. Rastlantısallık öznelliğin bir diğer sonucudur.
Gündelik düşünce belirlenmiştir:
Günlük insan ileri ölçüde belirlenmişlik içinde yaşar. Günlük yaşamda ki bu varoluş günlük düşünceyi belirler. Günlük yaşamda nesnelleşmenin yeri küçüktür. Nesnelleşmeyen insan belirlenmişlik içinde sıkışıp kalır. Belirlenmişlik içinde insan yeni bir düşünce, yeni bir duygu yaratamaz. Yeni bir pratik içine giremez, yeni bir dünya yaratamaz. Belirlenimi aşamayan insan özgürleşemez. Günlük yaşamın alışkanlıkları geleneklerin egemenliğindendir. Bu nedenle düşünce durağanlığı aşamaz. Bir devinim yaratamaz.
Günlük düşünce perspektiften yoksundur:
Günlük düşünce anlıktır. O yalnız anı algılar. Var-oluş diyalektiğini kavrayamaz. Kavrayamadığı için bir perspektif bilinci de yoktur. Olaylara tarihsel değil anlık bakar. Günlük insan tarihin dışında yaşar. Yaşadığı tarihsel süreçlerin bilincin de değildir. Tarihin akışına bilinçli bir özne olarak katılamaz.
Gündelik düşünce diyalektik düşüncenin karşıtıdır:
Diyalektik düşünce günlük düşünceyle çatışır. Diyalektik oluşan çatışkılar aracılığıyla dogmacılığı (insan biçimcilikten yana, özneye bağlı dolaysızlığı) dağıtır ve bu bağımsızlaşmadan ötürü nesnelliğe dünyanın olduğu gibi görünmesine götürür. Oluşun yasalarının kavranması ancak gündelik düşüncenin ötesine geçmekle olanaklıdır.
Gündelik düşünce öz–görüngü diyalektiğini kuramadığından olguyu açıklayamaz. Gündelik bilinç kaba devinimleri görür, özellikle mekanik devinimleri. Devinimin diğer biçimlerini, nitel sıçramayı diyalektik yadsımayı kavrayamaz. Bundan dolayı gündelik düşünce nitel sıçrama yapamaz, gündelikliği yadsıyamaz. İşte bu yüzden gündelik insanın hazları nicelikseldir.
Gündelik düşüncenin dili:
Günlük yaşamın diğer bir etmeni de dildir. Gündelik düşüncenin bütün özellikleri diline de yansır. Günlük insanın duyguları, düşünceleri gibi dili de belirsizdir. Kimi şairlerin belirsiz, bulanık şiir yazmalarının nedeni gündelik düşünceyi aşamamış olmalarıdır. Gündelik düşüncenin özgün yanını en görsel biçimde belirtmenin en iyi yolu dili bir bakış açısından ayrıntılı olarak çözümlemektir. Sözgelimi “şey” kavramının gündelik dildeki karşılığıyla felsefede ki karşılığı çok farklıdır. Gündelik dilde şey; herhangi bir düşünce konusunu göstermeye yarayan belirsiz terimdir.
Felsefe dilinde şey;
1 – Düşünen bilincin konusu olabilen, gerçekte var olmayıp da yalnızca düşünülmüş olan şey. Bu anlamda düşünce nesnesi
2 – Kişiye karşıt olarak; Bilinçten yoksun varlık
3 – Gerçek olan, bilincin dışında, kendi başına var olan tek nesne. Böyle bir var olan, tek nesne olarak niteliklerin taşıyıcısı töz diye de anlaşılır
4 – Duyularla kavranabilen cisimle nesne
Felsefedeki ayrıntılı çözümlemeyle gündelik dildeki yüzeysellik karşıtlık oluşturur. Gündelik dil benzeşimcidir. Benzeşime değindiğimden burada yinelemeyeceğim. Ancak benzeşimle ilgili olan gündelik düşüncenin önemli bir özelliği de retoriktir. Retorik dil gündelik düşüncede büyük bir rol oynar. Sofizm buradan kaynaklanır. Gündelik düşüncenin dili umutsuzdur. Özellikle postmodern romanda bu çok çarpıcıdır. Sofizm düşünce tüccarlığı, umutsuzluğu bunların diline de yansır. Dili kazanma sanatında bir araç olarak kullanırlar. Gündelik düşünce zaten çıkarcı, yararcı bir düşüncedir. Dolayısıyla sofizme bağlanması bizi şaşırtmamalıdır. Para kazanmak için roman yazan romancının dili kaçınılmaz olarak retorik olacaktır. Ya da halkı avlamaya çalışan politikacının dili. Bunlar aynı dili kullanırlar. Bu dil yalancıdır. Gerçekliğin üstünü örter. Bunlar için dil kandırma sanatında bir araçtır. Bu araç ancak gündelik düşünceyle davranan gündelik insanı avlayabilir. Özellikle söz oyunlarıyla doldurulmuş şiirler, romanlar günümüzde çok satanlar listesindedir. Bu tür ürünle gerçeğin, doğrunun peşinde değildir. Bunlar sofistler gibi görececidir. Evrenselliğe karşıttır. Anlamı bir yana bırakmışlardır. Tartışma bunlarda gerçeğe varmanın bir yöntemi değildir. Televizyonda tartışanların dili gündelik düşünceye örnektir.
Retorik dil insan sorunlarıyla uğraşır gibi görünür ama insanın sorunlarını çözmez. Gündelik yaşamın aşılmasına hizmet etmez, onun sürekliliğini sağlar. Retorik dil kendinden emindir. Her şeyi o bilir. Kendi düşüncesinden hiç kuşku duymaz, kendini hiç sorgulamaz.
Gündelik dil konusuna kısaca değindim. Bu konu bir kitap boyutunda işlenmeyi hak ediyor. Bu yazı çerçevesinde, şimdilik bu kadar yeterlidir. Gündelik düşüncenin diğer özelliklerine daha fazla girmiyorum. Şimdi gündelik düşüncenim “neliğine” geliyorum.
Gündelik düşüncenin nesnel temeli (Gündelik dilin ekonomisi)
İnsan için ekonominin ilksel biçimi kaygıdır. Var olma, yaşamı sürdürme kaygısıdır. İnsan yaşayabilmek için temel gereksinimlerini karşılamak zorundadır. Yemek içmek, barınmak, üremek… ister. Bu dünya tehlikelerle doludur, güvenlik ister. İnsan bu istekleri için çabalamak zorundadır. Gündelik yaşam bu anlamıyla bir düşünceler kümesi olmaktan çok bir tür praksistir. “Praksis” kavramını “uygulama” kavramıyla karıştırmamak gerekir. Praksis uygulamayı kapsadığı gibi belli bir düşünceyi de kapsamaktadır. O düşünce gündelik düşüncedir. (Gündelik yaşam içerisinde) gündelik düşünceyi gündelik yaşam dolaysızca belirler.
Gündelik yaşam bir mücadele alanıdır. Bu mücadele nesnel ilişkilerce belirlenir. Gündelik bilinç nesnel ilişkileri; bir elde etme, araçlar, amaçlar, başarılar, başarısızlıklar dünyası olarak algılar. “Kaygı” bireyin gündelik yaşama uygulama katılımını koşullar. Bu uygulama katılımıyla birey toplumsal ilişkiler ağında dolanır. Gündelik ilişkilerin dünyası uygulama-yararcı bir dünyadır. Birey gündelik yaşamın akışını durdurmazsa istese de bu ilişkiler ağının dışına çıkamaz. Birey var olmak için gündelik yaşamın akışına uymak zorundadır. Gündelik bilinç bu uyma durumundan kendiliğinden türer.
Gündelik yaşamın konuları nesnel ve dolaysız değildir. Bu konular ancak çok yaygın, çeşitlilik gösteren ve karmaşık bir aracılık sistemi sayesinde var olabilir. Gündelik çalışmanın konularını oluşturan nesneler tamamlanmış olarak ortadadır. Onları yaratan aracılık sistemleri tümüyle ortadan kalkmış gibi gözükür. İnsanın çevresi, (“bu çevre işlevli olduğu sürece” böyle bir bakış içinde algılaması, aracılıkların ortadan kalktığı dolaysızlığı içinde) gündelik yaşamın zorunlu ekonomisi gerçeğidir. Gündelik yaşamda çalışan normal bir insanın dolaysızlık ağına dolanmasının nedeni uzmanlaşmadır. Uzmanlaşma toplumsal iş bölümünün zorunlu sonucudur. Toplumsal yaşamın evriminde, uzmanlaşma gittikçe daha dar alanlara doğru çatallaşarak sürmektedir.
Emek tüm bu alanlarda (maddi, düşünsel, yönetimsel gibi) öylesine bölünmüştür ki, kişisel olmaktan çıkmıştır. Gündelik yaşamın zorunlu ekonomisi soyut emeği doğurur. Ama gündelik bilinç soyut emeği somut olarak algılar. Görüngüde somut olarak gözüken sözde somuttur. Görüngüde yansıyan yalnızca elde etme ve kullanmadır. Kaygı sürekli olarak bireyi “elde etme” ve “kullanma”ya doğru iter.
Bütün canlılar çevreye tepki verirler. Bu tepkiler anlıktır. Tepkiler ivecen olmak zorundadır. Algı sağanağına karşı (etkiye karşı) tepki yanıt zorunludur. Gündelik yaşamın, gündelik düşüncesi bu akış içinde ivecen kararlar vermek zorundadır. Düşüncenin incelenip araştırmaya yani “pahalı” yollara sapmaya lüksü yoktur. Ne yazık ki “ucuz mal” uzun zamanda pahalıya patlar. Bunu “bilmek günlük yaşamda işe yaramaz. Günlük yaşamın kendi davranış biçimi vardır. Davranışlarda, düşüncelerde ekonomik olmak zorundadır.
Gündeliğin metafiziği
İnsan varoluşunun her biçiminin kendi gündeliği vardır. Gündelik kamusal alanın zıddı olan özel yaşam değildir. Efendi de köle de patron da işçi de gündelikte yaşar. Herkes istese de istemese de gündelik yaşamın bir üyesidir.
Her insan bireyi gündelik yaşamını düzenlemek zorundadır. Ancak insan gündelik yaşamını her gün düzenleyemez. Yaşamın hızlı akışı buna engeldir. İnsan çeşitli yaşamsal işlevlerini otomatik olarak yürütmek zorundadır. Gündelik yaşamda insan zorunlu olarak o kadar çok ilişkinin içine girer ki, bu ilişkileri çözümleyip anlamlı yanıtlar verecek ne zamanı ne de kavrayışı vardır. İçgüdüsel, mekanik tepkiler verir. Bu tepkiler alışkanlıkların, geleneklerin yönlendirmesindedir. Öznel çıkarlar bireysel itkiler ön plandadır. İnsan kaotik ilişkilere dolanmıştır. Bir kere otomatik tepki vermezse her an ayakları dolanıp düşebilir. Otomatiklik, mekaniklik bireyin var oluşu için zorunludur. Otomatiklik, gündelik yaşamın sorunlarıyla uğraşmak ve kültürel etkinliklerde bulunmak için bize boş zaman sağlar. Bunlar iyi yanları bir de madalyonun öteki yüzüne bakalım; gündelik yaşamın bir mekanizmaya dönüşmesi yinelenip durması kişide kayıtsızlık yaratır. Bu kayıtsızlıkta olaylar, olgular, insanlar, dünya, bu dünyanın sorunları, bu sorunların bize yüklediği görevler gerçekliği içinde algılanamaz. Gündelik sıradanlığın dinidir. Özgün olanı seçemeyiz. Anlık deneyim, anlık düşünce derinliği önler. Her şey yüzeyde kalır. Buna insan ilişkileri de dahildir. Yaşam bir mekanizmaya dönüşür. Bu dünya alışkanlıklar dünyasıdır. Rutinin dünyasıdır. Bu dünyada aşk, dostluk yaratılamaz. Yaratılan ilişkiler (bir biçimde gündelikliğin dışına çakılarak ki aşk gündelikliği kırar parçalar) yeniden gündelik yaşamın içinde, onun mekanizmasının bir dişlisi, bir vidası olduklarında dağılır, paramparça olur.
Bu dünya kullanmanın, elde etmenin, yararcı hesapların dünyasıdır. Pratik kullanımda şeyler ve insanlar gerçektir, kullanım nesnesidir. Şeyler, insanlar yalnızca genel kullanma düzeneğinde bir anlam kazanırlar. Bu dünyada emeğin yerine elde etme geçmiştir. Elde etme insani dünyanın gelişimine hizmet etmez. Elde etme, hazır şeylerden kurulu bir düzende insanın çalıştırıldığı gündelik kullanım praksisini ifade eder. Elde etme parksisi insanları kullanan kişiler ve kullanılan nesneler dönüştürür. Elde etme, aygıtlar, gereçler ve ilişkilerden oluşan hazır bir dünyada bireyin toplumsal devinimi, girişimi, işe koşulması, her yerde hazır ve nazır bulunmasıdır.
Elde etme görüngüsel olarak yabancılaşmış biçimiyle praksistir. Kullanma ve elde etme, katılım ve etkinlik olarak görülür. Çalışma da emek gibi görünür ama bu yalnızca bir görüngüdür. Burada emek soyuttur. Hazır, verili bu dünyada insanın gerçekte etkili bir katılımı yoktur. Gündelikliğe insan etki edemez. Yalnızca uyar. Gündelik insan iş hakkında düşünmez.
Birey, aygıtlar ve gereçlerden oluşan hazır bir dizge içinde dolanır durur, onların onu elde etmesi gibi o da onları elde eder. “Elde etme” tüm yaşamın içine işler, iş bin tane bağımsız işleme bölünmüştür. Her birinin kendi kullanıcısı ve yürütücüsü vardır. Kullanan kişi işle yüz yüze gelmez. İşin soyut alanda dağılmış, işe bütünsel bir bakış sağlamayan bir bölümüyle yüz yüze gelir. Kullanan kişi bütünü hazır bir şey olarak algılar. Bütünün ortaya çıkışının yalnızca ayrıntıları vardır. Bu dünya kendi içinde başlı başına irrasyoneldir. Bu dünyanın insan ürünü olduğuna dair farkındalık yitirilmiştir. Elde etme devinimleri gündelik olarak yinelenirler. Bunlar uzun zaman önce alışkanlık haine gelmişlerdir. Mekanik olarak uygulanırlar.
Yinelemenin gündelik alanda iki biçimi vardır:
1-Gündelikliğin her günü ona karşılık gelen başka bir günle değiştirilebilir
2-Gündelikliğin öznesi herhangi bir özneyle yer değiştirebilir
Bu özneler birer sayı ya da damgayla imlenirler. Gündelik zamanı ritimsel olarak düzenler. Gündelik yaşam saatin tik takları gibi işler. Bu mekaniklik, bu rutin işleyiş alışkanlık gibi gözükür ama durağanlıktır. Değişimin, tarihin dışındadır. Alışkanlık bilginin önünde engeldir. İnsan anlık elde etme ve kullanma dünyasını çözebilir ama kendini çözemez. Çünkü kullanabilir dünyanız içinde yiter, onunla birleşir. Dış dünyanın içinde yitiş iç dünyayı yoksullaştırır. Gündelik ilişkiler, nesnelleşmemiştir. Bilimin ya da nesnel araştırmanın konusu değillerdir. Daha ziyade bireysel katılımın alanıdır. Dolayısıyla özne onları süreçlerin ve görüngülerin nesnel yasaları olarak sezemez; öznelliğin bakış açısından özneyle ilgili, özneyle ilişkili, özne için anlamlı ve öznece yaratılan bir dünya olarak algılar.
Gündelik düşüncenin aşılması
Gündelik düşünce nesnelleşmeyle aşılır. Günlük düşüncenin aşılabilmesi için günlük insanın nesnelleşmeye yönelik insana dönüşmesi zorunludur. Günlük insanın varlığının yüzeyi gerçekliğe dönüktür. Nesnelleşmeye yönelik insanınsa belli bir nesnelleşmeyle ilgili insan olması gerekir. Bu iki tip arasında karşılıklı üretken ilişkiler vardır. Nesnelleşmeye yönelik insan gündelik insandan temellenir.
Nesnelleşme kavramına burada açıklık getirelim; gündelik düşüncede nesnelleşme az gelişmiştir. Gündelik yaşamda hiç nesnelleşme olmasaydı yaşam sürdürülemezdi. Gündelik yaşamdaki çalışmada da zorunlu olarak nesnellik doğar ama bu nesnellik gündelik yaşamla uyum içindedir; onu aşmaya yetmez. Buradaki nesnelleşmenin zayıflığı, gündelik yaşamdaki düşünceyle davranışın dolaysız ilişkisinden kaynaklanır. İlişki ne kadar dolaysızsa nesnelleşmede o kadar zayıf olur.
Nesnelleşme bilim ve sanatla sağlanabilir. Bilim ve sanatın gündelik yaşamdaki nesnelleşmelerin aksine geliştirilmiş nesnelleşmeler olmalarıdır. Bilimdeki nesnelleşmeyle sanattaki nesnelleşme de birbirinden farklıdır. Bilimde öznelliğe yer yokken sanatta öznellik olmazsa olmazlardandır. Sanattaki öznellik nesnelleşmeyi önlemeyen ona katkı sağlayan bir öznelliktir.
Nesnel, nesneyle uyuşandır. Bireyin kişisel görüşlerinden bağımsız olarak düşüncenin nesnesiyle uyuşmasıdır. Nesnel olan birey üstüdür.
Sanatta “sınıfsallık”, “değer yönlendirme”, “ulusallık” gibi kategoriler nesnelleşmeyi güçlendirirken bilim de tam tersidir. Bilim mutlak evrensel olmak zorundadır.
Sanatta öznellik belli yasallıklar içinde nesnelleşmeye hizmet eder. Bu yasallıklara uyulmadığında nesnelleşmeden söz edilemez.
Romanda tipik karakterlerin gösterilmesi nesnelleşmedir. Tipik karakter evrenseldir ama yerel özgürlükleri öznellikleri içinde gösterilirler. Sanatta bilimin nesnelleşme biçimleri, yasallıkları ayrı bir yazının konusudur. Burada kısaca değinmek yeterli olur. Yine romanda “nesnelerin birliği” yoksa o roman nesnelleşemez.
Her nesnelleşmenin kendi iç yasallığı vardır. Her bilimin, her sanat dalının kendi yasallıkları vardır. Nesnel bilgi şeylerin nasıl göründüklerinin değil nasıl olduklarının bilgisidir. Nesnelleşmeyse öznel olanın özneden ayrı olanda gerçekleşmesidir. İnsan öznel olarak uçmak ister. İkarus’un balmumu kanatları, Hazerfen Ahmet Çelebi’nin tahta kanatları nesnelleşmemiştir. İnsanın bu öznel isteği ancak uçağın icadıyla nesnelleşmiştir. Böylece günlük yaşamdaki bir sorun uzaklıklara hızla ulaşma sorunu çözümlenmiştir.
Yüksek düzeydeki nesnelleşmeler, insanlığın gelişme süreci içerisinde günlük yaşamın somut sorunlarının daha zengin ve köklü biçimde aşılabilmesi için yaratılmıştır. Bu nesnelleşmelerin bağımsızlığı, kendi yasalarına bağlı oluşu, gündelik yaşamın yansıtma biçimlerinden ayrılır yine gündelik yaşamın hizmetindedir.
Her nesnelleşme kendine özgü bir ortamda gerçekleşir. Bu ortamda duyumlar, kararlar, düşünceler, ilişkiler, itkiler vb. bir bütün oluşturur. Gündelik düşüncenin insan biçimcilikten uzaklaşabilmesi için bağdaşık ortamı oluşturması zorunludur. Bağdaşık ortam nedir? Bağdaşık ortamda var olan gerçekliğin bütününden belli nitelikteki görüngüler çıkarılır ve uygun biçimde bağdaşıklaştırılır. Böylece bunların başka türlü algılanamayan kendinde var olan ilişkileri aydınlanır. Romanda Natüralizm(doğalcılık) görüngülerde bir seçme yapmaz. Bağdaşık ortamı yaratmaz. Dolayısıyla görüngülerden gerçekliğin bütününe ulaşamaz. Nesnelleşemez. Güzel sanatların nesnelleştiği ortam görselliktir. Bir roman yalnızca anlatıyorsa, göstermiyorsa nesnelleşemez.
Bağdaşık ortam öznece oluşturulduğundan öznelliğin aşılması zorunludur. Ama öznellikten arınma ağır gelişen bir süreçtir. Nesnelleşmede gündelik insanın hızlı yinelemelerine karşılık gündelik yaşamdan ağır tempolu çözülüşle sıçramanın diyalektiğinden oluşur.
Nesnelleşmede öznel çaba önemlidir. Kendini aşmak isteyen özneyle tutucu özne bireyin iç yaşamında sürekli çatışma halindedir. Bu çatışmanın nedeni gündelikliğin sekteye uğramasıdır. Gündeliklik sekteye uğradığında sorunsallaştırılması gerekir. Türkiye’de sorunsallaştırma kültürü yok çünkü felsefe yok. Felsefenin olmaması bilimsel sanatsal yaratıların nesnelleşmesinin önünde engeldir. Bilimin, sanatın önünü açacak olan felsefedir. Felsefenin soru sormadığı yerde bilim, sanat sorunlara çözüm arayamaz. Gündelik yaşam aksadığında, sorunlar kendini dayattığında sorunlarla yüzleşme cesareti önemlidir. Cesaret yoksa nesnelleşmede yoktur. Bir başka yönü de gündelik yaşamın pratik-yararcılığı yüzleşmenin önüne engel olarak dikilebilir.
Gündelik düşüncenin aşılabilmesi için tinsel ve düşünsel davranış biçimleri gerekir. Tinsel derken etik, sanat gibi etkinlikleri anlıyorum. Düşünsel derken bilim, felsefe özellikle bilgi kuramı gibi etkinlikleri anlıyorum. Yani hem Aristoteles’in Metafiziğini, Descartes’in Novum Organum’unu, Engels’in Doğanın Diyalektiğini hem de Aristoteles’in Etik’iğini, Sipinoza’nın Etik’ini okuyacağız. Hem de büyük gerçekçi yapıtları özümleyeceğiz. Balzac, Tolstoy, Gorki, Orhan Kemal, Yakup Kadri, Kemal Ateş okunacak. İkili bir etkinlik zorunlu görünüyor.
Gündelik yaşamın, gündelik düşüncenin aşılması felsefe, bilim, sanat etkinlikleriyle; bu etkinliklerin gücüyle pratik davranışlarla olur. Bu etkinlikler için mutlaka “boş zaman” yaratılmalıdır. Boş zamanı bize üç şey sağlar; 1- Gündelik yaşamın otomatikleştirilmesi. 2- Kültür endüstrisinin oyalayıcılığından kendini korumak. 3- Zamanı iyi örgütlemek.
Boş zaman kendi başına bir olanaktır ama değerlendirilmediğinde bir anlamı yoktur. Bu zamanı bir ‘erek’ uğruna çabalayarak geçirmeden nesnelleşme olmaz. Gündelik yaşamdaki her sorunu aşmak için özel bir etkinlik gerekir. İnsan “doğal durumdan” çıkıp insan olmak için (bu yürüyüş sürmektedir) gerçekliği bilmek zorundadır. Bilmek için çabalamak zorundadır. “Doğal” olanın gündelik olanın üstesinde gelmek için üstün etkinlik ve güç kullanımı gerekir. Zor yalnızca yeni toplumun ebesi değildir. Zor her yeni kavrayışın, her yeni çözümün, her yeni davranışın da ebesidir. Toplumsal zor toplumsal koşullardan doğar. Özne bu zorunluluğu kavrar ve praksisiyle aşar. Gündelik bilinç aşılmadıkça toplumsal zorlama gündelik yaşamı daha üst bir aşamaya çıkaramaz.
Alışkanlığın dünyasından kurtulamadan kişi yanından gelip geçen sorunlara müdahale edemez. Müdahale etmek demek gündelik yaşamın zorlanması demektir. Gündelik yaşam zorlanmadan kişi önce kendi gündelik düşüncesini zorlamalıdır. Orada bir devrim gerçekleştirmelidir.
Aşma ancak gündelik yaşamdan, onun düşünce biçiminden uzaklaşmayla olasıdır. Gündelikliğin rutin akışını durdurmak, gündelik akışın dışına çıkmak gerekir. Uyumculuk gündelik yaşamın sorunlarını aşamaz. Gündelik yaşamın sorunlarını aşmak için devrimci bir biçim gereklidir.
Yararlanılan kaynaklar:
– Karl Marx, Kapital, Cilt I, Sol yayınları, 7.Baskı, Ankara 2004, Çevir: Alaatin Bilge
– V.İ.Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, İnter Yayınları, 3.Basım, Ağustos 2001, Çeviri: İsmail Yarkın
– V.İ.Lenin, Seçme Eserler, Cilt II, İnter Yayınları, I.Basım, Kasım 1993, Çeviri: İsmail Yarkın-Süheyla Kaya
– Georg Lukacs, Estetik, Cilt I, III.Basım, Payel Yayınları, Çeviri: Ahmet Cemal
– Karel Kosik, Somutun Diyalektiği/İnsan ve dünya sorunları üzerine bir inceleme, Yordam Kitap, 2015, İstanbul, Çeviri: Ezgi Kaya
– Afşar Timuçin, Düşünce Tarihi, Cilt I, 5.Baskı, Bulut Yayınları, 2000
– Cengiz Gündoğdu, Soru, İnsancıl Yayınları, I.Baskı, Kasım 1998
– Cengiz Gündoğdu, Gerçekliğin Estetiği, İnasancıl Yayınları, I.Baskı, Ekim 2016
– S.M.Kagan, Estetik ve Sanat Notları, Karakalem Kitabevi, 2008, Çeviren: Aziz Çalışlar
– Prof. Dr.Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, I0.Baskı,1998
– Editör Ahmet Cevizci, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayınları, II.Cilt, Mayıs 2004
– Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, Ekim 2002
– Türk Dili Kurumları Yayını, Türkçe Sözlük, 8.Baskı, 1998, Ankara
Not: Bu yazı ilk olarak İnsancıl Yayınları’ndan çıkan “Kaç İnsanı Yaşadım: Cengiz Gündoğdu’nun 75. Yaşına Armağan” (Nisan 2018) adlı kitapta yayınlanmıştır. Yazarımızın isteği üzerine düzenlenip-güncellenip tarafımızca yayınlanmaktadır.