Günümüz Emperyalizmi Üzerine Ön Düşünceler (1) – Derya Doğan

Teoriler, süregiden hareket üzerinden belirlenen çerçevenin bir çatallanma, sıçrama sonrası artık çözümleyici olmaması ile birlikte yeni durumu açıklamak için geliştirilir. Emperyalizm teorisinin açığa çıkışı da bu şekildedir. Engels, “Komünizm bir doktrin değil, bir harekettir; ilkelerden değil, olgulardan yola çıkar” der. Biz doktriner değil dünyayı değiştirme iddia ve motivasyonu ile hareket eden komünistleriz. Emperyalizmi, sermayenin uluslararası hareketinde yaşanan (yanı sıra buna eşlik eden siyasi, askeri, toplumsal/sınıfsal) dönüşümle birlikte, değişen dünyanın içinde anlamaya ve bu temelde konumlanmaya çalışacağız.

Büyük tarihsel altüst oluşlar sonrası, teorinin güncellenmesi veya sil baştan geliştirilmesi, yeni olguları açıklayabilmek için elzemdir. Diğer yandan, dünyayı yorumlama biçimi, kişinin bulunduğu konuma, devrim ufkuna sahip olup olmamasına göre değişecektir. İlk dönemden bugüne, emperyalizm teorilerine yön veren de hep bu oldu. Kapitalizmin hareket yasalarını yeni gelişen durumla birlikte kavrama ve yorumlama ihtiyacı; sınıflar savaşı içinde konumlanan ve dünyayı hem yorumlama hem de değiştirme iddiasında olan devrimci özneleri, konuya eğilmek zorunda bıraktı. Lenin’in emperyalizm teorisi, bu ihtiyaç temelinde gelişti. Onun emperyalizm teorisinin ayırıcı yönü, teori-pratik bütünlüğünü kurmayı sağlayacak bir devrim programına zemin oluşturmasıdır.

Emperyalizm teorisi, nasıl ki Lenin’de teorik bir tartışma olmaktan öte pratik konumlanış meselesine bağlanıyorsa bugün de aynı şekilde kavranmalıdır. Emperyalist kapitalist dünyada, devrim sorununu gündemleştirme, stratejik hattı belirginleştirme meselesidir. Dün olduğu gibi bugün de devrimden bahsedecek olanların, uluslararası ve ulusal temelde sınıflar, sınıf kesimleri arasındaki çelişki ve çatışmaları doğru tespit etmesi, çelişki kavrayışını buraya oturtması, ancak emperyalizm teorisiyle mümkün olacaktır.

Serbest rekabetçi kapitalizm döneminde sınıfsal karşıtlık, ulusal ölçekte tanımlanmaktaydı ve bu kolay olandı. Burjuvazi ve proletarya vardı, bir de ara konumdaki sınıflar. Mesele, bunun siyasetini oluşturmak, sınıf düşmanına karşı konumlanmaktı. Oysa uluslararası düzlemde sınıfsal karşıtlığın siyasal ifadesini oluşturmak ve bunu, devrime doğru yürümenin siyaseti olarak kurgulamak (ulus-devlet, ülke dolayımı nedeniyle) daha çetrefil bir konudur. Bu da haliyle eğer sağlam bir çekül ipiniz yoksa -Lenin’in Emperyalizm kitabı 2. Enternasyonalcilikle ayrım çizgilerini buradan oluşturur- sınıf işbirlikçiliğine savrulmaya yol açar. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında, 2. Enternasyonal partilerinin, anayurt savunması adı altında, kendi burjuva sınıf ve devletlerinin arkasında hizalanmaları (tek istisna Rusya’da Bolşevik Parti ve Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’lerin Spartakist Birliği’dir), değişen dünyanın eski teorik kabullerle çözümlenmesinin kaçınılmaz bir sonucu olmuştur. Avrupa’daki sosyalist hareketin içinde boy veren oportünizm ve sınıf işbirlikçiliği ile emperyalizm arasındaki ilişkiyi (işçi aristokrasinin gelişimi ve sosyal demokrat partilerin bu zaviyeden meseleyi ele almalarını), Lenin oldukça sarih bir biçimde ifade eder. Özcesi, emperyalizm teorisinin yokluğu veya sadece teorik bir çalışma olarak kalması; özellikle emperyalist güçler arası çelişki ve çatışmaların savaşla hal çaresinin gündemleştiği süreçlerde, sosyalist hareketlerin içten içe yaşadığı çürümeyi gün yüzüne çıkartmıştır.

Lenin’de ekonomi-siyaset, teori-pratik ilişkisinin bütünlüklü olduğunu söyleyebiliriz. Lenin, tekelci kapitalizmin gelişim yönünü çözümlemekle yetinmiş olsaydı sadece analizcilik yapmış olur, dünyayı yorumlardı. Ama o, bununla yetinmez, bir de değiştirmenin teorisini yapar. Proleter devrimler çağı tespitini, sınıf ilişkileri ve işçi sınıf içerisinde yaşanan dönüşümü vb hep bu eksende ele alır. Bu bütünlük sayesindedir ki; kapitalizmin ekonomik temeline odaklanarak yazmış olduğu (yazmak zorunda kaldığı da diyebiliriz) Emperyalizm kitabı, bir bütün olarak “siyasal” bir eserdir ve devrimin siyasetine bağlanır. 1920’de Emperyalizm kitabının Rusça baskısının önsözünde Lenin, Çarlığın sansür ve yasaklamaları nedeniyle metinde siyasal çıkarsamalar yapamadığını ve bu nedenle metnin eksik olduğunu vurgular. Koşullardan dolayı siyasal çıkarsamaları silik bırakmak veya kimi göndermelerle sınırlamak zorunda kalmasına rağmen diyebiliriz ki Emperyalizm kitabı, ulusal ve uluslararası düzeyde sınıf karşıtlığını oluşturması ve devrim teorisine bağlanmasıyla alabildiğine siyasi bir metindir. Bu diyalektik bütünlük, daha özlü ifadeyle organikleşme, Lenin’in her yazısında öne çıkar. Ama Emperyalizm kitabı bunun zirve noktasıdır.

20. yüzyıldaki bütün devrimler, emperyalizm teorisinden çıkarsanan devrim stratejilerinin ürünü olarak gelişmiştir. Her birisinde çelişki kavrayışı, emperyalizm teorisine gönderme yapar. Bu anlamda Lenin’in emperyalizm teorisi, devrimci pratiğe yön kazandıran kılavuz bir metindir. O, Kapital gibi kapitalizmi inceleyen teorik bir metin değildir. 1916’da, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı koşullarında, Rus ve dünya sosyalist hareketinin, emperyalist savaş karşısındaki tutumunu, devrim ve sosyalizm mücadelesinde dayanacağı ana eksenleri belirlemede yön tayin edicidir. Günün ihtiyacı olan çözümlemeyi içerir. Ancak Emperyalizm kitabı, konjontürel bir metin de değildir. Emperyalizm çağının temel özelliklerini ortaya koyarak, sınıflar mücadelesini belirginleştirir.

Lenin’i en yalın şekilde tanıtmak gerekse, devrimin teorisyenidir deriz. O, kapitalizmin çelişki ve çatışmalarını perdeleyen, kitleleri sistem içi çözüm arayışlarına yönlendirebilecek her türlü teoriye cepheden karşı çıkmıştır. Kautsky’nin ultra emperyalizm teorisinin sakatlığını tüm yönleriyle deşifre etmesi bu yüzdendir.

Lenin’in emperyalizmi, emperyalist zincirin en zayıf halkası, (emperyalist hiyerarşinin mimarisinde değişimi ortaya çıkaracak olan) eşitsiz gelişme ve proleter devrimler çağı tespitlerinden soyutlanmış olarak kavranamaz. Bunu, politik bir emperyalizm okuması olarak da değerlendirebiliriz. Ki devrimcilerin tam da yapması gereken, tüm olay ve olguların, içinde yaşadığımız dünyanın, politik bir okumasını yapmak değil midir? O, emperyalizm teorisiyle bir dünya değerlendirmesi yapmış, kapitalizmin geldiği düzey ve gelişme eğilimlerini tespit ettikten sonra, devrim stratejisini belirginleştirmiştir. Tam da bu yüzden, onun teorisi daha baştan, Rus devriminin stratejisini oluştururken bile enternasyonalistir. Zira dünya sosyalist hareketinin, yön tayini için bakacağı bir değerlendirme yapmış, siyasal sonuçlar çıkarmıştır.

Dogma değil hayatın içinde sürekli güncellenen bir teori

Lenin’in Marksizmi; parti, devlet ve devrim teorisi konusunda geliştirdiği hep altı çizilen bir şeydir. Öte yandan emperyalizm teorisi de Lenin’in Marksizme yapmış olduğu esaslı bir    katkıdır. Marx’ın ömrü vefa etseydi ve Kapital’in dünya pazarı ve uluslararası ticaret bölümü yazılmış olsaydı, buradaki katkı belki de bu boyutta olmayacaktı. Ancak hem buradaki boşluk hem de Lenin’in Kapital’in izinden giderek geliştirdiği teori ve onun devrimin zamansallığını inşa etmedeki rolü, bu katkının önemini artırmaktadır. Emperyalizm kitabı teorik çözümlemelerin olduğu bir metin değildir ama buna rağmen teorik anlamda doldurduğu boşluk oldukça büyüktür.

Lenin, emperyalizm teorisini, Marks’ın Kapital’de etraflıca incelediği sermayenin hareket yasaları üzerinden geliştirmiştir. Ancak Emperyalizm kitabı, geniş teorik açımlamalar üzerine bina olan bir çalışma değildir. Tespit etmiş olduğu emperyalizmin beş temel özelliğinin hangi koşullarda, hangi ilişkiler silsilesi içerisinde boy verdiğini ve gelecekte nereye doğru evrileceğini etraflıca işlemez. O, emperyalizmi devrimin güncelliğine mahal veren bir olgu olarak ele alır, kendisinden önce emperyalizm üzerine yazan Hobson, Hilferding ve Buharin’in eserlerinden yararlanır. Emperyalizmin ekonomik özünü, özellikle Hilferding’den yapmış olduğu uzun alıntılarla, göstermeye çalışır.   

Dünya savaşı koşullarında, büyük bir altüst oluşun yaşandığı bir zamanda, Lenin’in derdi yön gösterici olabilmek, devrimin güncelliğine işaret etmektir. Emperyalizm kitabının ikinci alt başlığı “herkesin anlayabileceği bir inceleme”dir.[1] Çünkü kitap, olgular üzerinden çıkardığı teorik sonuçların bir özetini sunar. Kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizmi, “üretimin toplumsallaşmasında” yaşanan büyük ilerleme ve buna koşut olarak gelişen asalaklık ve çürümüşlükle birlikte, proleter devrimler çağı olarak tarif eder. Böylece devrime yürüyecek bir öznenin, siyasetini belirleyebileceği zemini oluşturur. Lenin’in muradı, bütünlüklü teorik bir eserden çok, devrimin zorunluluğunu ve üzerinde yükseleceği sınıfsal çelişki ve çatışmaları, ulusal ve uluslararası düzlemde kavramayı sağlamaktır. Onun dehası, teorik olarak irdelenen sorunu, siyasal bir tutum belirlemeye konu edecek, devrime bağlayacak şekilde işlemesidir. Sadece emperyalizm çağının değil bir bütün olarak kapitalizmin bir işleyiş yasası olarak ele aldığı eşitsiz gelişim yasasının, emperyalizm çağında nasıl büyük sarsıntılar, bunalım ve savaşlarla (ve elbette devrimci imkanlarla) birlikte varolduğunu gösterir. Emperyalizm teorisinden çıkış alan zayıf halka tespiti de yine onun güçlü siyasal kavrayışının sonucu olarak teorisindeki devrimci özü yansıtır.

Emperyalizm kitabının muhtevasına dair bu yazdıklarımız, onun teorik yönden boşlukta olduğu anlamına gelmez. Her satırında, Kapital’le kurulan güçlü rezonansı yakalayabilirsiniz. Bu nedenle broşür boyutlarındaki bu “popüler” eser, alabildiğine derinlik kazanır. Lenin, kapitalizmin hareket yasalarının her birisini ele alıp (Kapital’deki gibi) içinde yaşadığı dönemde nasıl işlediklerine etraflıca girmez ama bu yasaları veri alarak, sonuçlar çıkararak emperyalizm teorisini geliştirir.

Marx, ekonomi politiğin eleştirisi olarak giriştiği Kapital çalışmasını 6 bölüm halinde planlar: 1- Sermaye 2- Toprak Mülkiyeti 3- Ücretli Emek 4- Devlet 5- Dış Ticaret 6- Dünya Pazarı. Kapital’in üç cildi Sermayeyi ve (ilişkili olarak toprak mülkiyetini) ele alır. Yer yer diğer başlıklara da kimi girişler yapar. Ama yeterli değildir. Örneğin dış ticaret ve dünya pazarını, sadece meta üretim ve dolaşım sürecinin bir parçası olarak ele almış; metanın “ölüm parendesi”ni gerçekleştirmesi süreciyle sınırlı kimi değinilerle sınırlamıştır. Bu haliyle sermaye bölümü de son halini almış değildir. Zira bu bölüm de asıl olarak, diğer tüm başlıkların incelenmesi sonrası, güçlü bir soyutlamanın, bütünselliğin parçası olarak tamamlanmış olacaktır. Bizler, Kapital’i ele alırken tamamlanmamış bir eserle karşı karşıya olduğumuzu bilerek hareket etmeliyiz. Marx’ın diyalektiğini kavrayarak, tablonun bütününü yakalamaya çalışmalıyız. Marx, ömrü vefa edip önüne koyduğu planı gerçekleştirebilmiş, özellikle dış ticaret ve dünya pazarı bölümlerini yazabilmiş olsaydı, muhtemeldir ki emperyalizmin ekonomi-politiğine dair çok daha bütünlüklü bir çerçeve ortaya çıkmış olacaktı.

Ancak şu da bir gerçek ki, bu bölümler tamamlanmış olsaydı ya da Lenin, Marx’ın bıraktığı yerden Emperyalizm çalışmasını -kendisinin de ifade ettiği gibi popüler bir broşür olarak günün devrimci görevlerine çubuğu bükecek bir zemin atma olarak değil- teorik temeli güçlü bir çalışma olarak ilerletmiş olsaydı da yine önümüzü görebilmek, günün devrimci görevlerini tespit edebilmek için emperyalizm teorisini güncellememiz gerekecekti.

Günümüz emperyalizmi Lenin’in emperyalizm kitabının (ve ayrıca konu hakkında diğer yazdıklarının) okunmasıyla anlaşılamaz. Bu, Lenin’in teorisi yanlış olmasından değil, emperyalist kapitalist sistemin dinamik bir sistem olarak geçirmiş olduğu dönüşümden kaynaklanır. Öte yandan günümüz emperyalizmini, Lenin’in emperyalizm teorisi olmaksızın anlamamız ise mümkün değildir. Kapitalizmin işleyiş yasalarını açığa çıkaran Marks’ın diyalektiğinin takipçisi olarak, emperyalizm teorisini kapitalist sistemin geçirdiği dönüşüm ışığında yeniden ele almalı, güncellemeliyiz. Bu yazının meramı, bu ihtiyaca vurgu yapmak ve güncellemeye dair kimi ipuçlarını vermektir.

Dönüşümün uç verdiği, kapitalist rekabetin ve sermaye birikiminin tekelleşme ile sonuçlandığı, banka sermayesi ile sanayi sermayesi arasındaki gerilimli ilişkinin dönüşerek finans kapitali oluşturduğu bir evrede, klasik emperyalizm teorilerinde kapitalizmin nereye doğru evrileceğine, dünyanın siyasal topoğrafyasının ne yönde şekillenebileceğine dair yapılan tespitler, ilk olmanın kimi kısıtlarını da içerir. Ayrıca hareketin gelişim yönü kavranmış olsa bile yeni bir teoriyi tetikleyen olgular, henüz olgunlaşmış haliyle yaşanmamaktadır. Bu, şu anlama gelir; ilk dönemki çelişki ve çatışmalar, doğum sancısının çelişki ve çatışmalarıdır, ilerleyen zamanlarda bunların yoğunluğu daha farklı olacak, yeni girdilerle birlikte bunlara başkaları da eklenecektir. Kapitalizmin tüm dünyada hakim olmadığı bir evrede, tekelci mali oligarşinin gelişmiş olduğu ülkeler arasındaki çelişki ve çatışmalar, sermaye birikimindeki tıkanmayı aşmak için yeni pazar ve sömürü alanları arayışının bir sonucu olarak gelişti. Ve bu arayışın vücut bulduğu yerler ise emperyalizmin ilk dönemi için, kapitalist dünyanın dışındaki (ya da henüz kapitalizmin yeni yeni geliştiği) devletler, bölgelerdir.

Biz dogmatik Marksistlerden değiliz; değişen dünya durumuyla birlikte teorinin geliştirilip güncellenmesi gerektiğini düşünüyor, emperyalizm teorisinin dogmatik bir savunuculuğunu yapmıyoruz. Diğer yandan Lenin’in emperyalizm teorisinin dayandığı çerçevenin (statik bir beş temel özellik tartışması değildir kastettiğimiz) bugünü anlamada hala anlamlı bir bütünlük oluşturduğunu düşünüyoruz.

Lenin, dünya savaşı koşullarında, Avrupa’da yakın devrim beklentilerinin de olduğu bir kesitte, döneminin koşulladığı sivriltmelere yer verir. Henüz dönem, birçok şeyin bir eğilim okuması olarak konabileceği bir dönemdir. Buna rağmen Lenin, güçlü bir öngörüye sahiptir ve eğilim okumasının ötesine geçerek somut belirlemeler yapar, karşıtlık eksenini buradan kurar. Bu temelde yapmış olduğu kimi tespitlerin, bugünü açıklamada çok daha elverişli olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin üretimin yoğunlaşması, tekellerin oluşması ve mali sermayenin gelişmesiyle kapitalist sistemde artan asalaklık ve çürüme eğiliminin, aynı zamanda üretimin toplumsallaşması ile birlikte varolduğu yönündeki tespiti (haliyle mevcut üretim ilişkilerinin atılması gereken bir kabuğa dönüşmesi sonucu, proletaryanın toplumsal devriminin de öngünü olması), dünden çok daha fazla bugünü açıklar durumdadır. Komünizmin maddi toplumsal temellerinin bugün çok daha gelişkin olduğunu buradan doğru kavrayabiliriz.

Emperyalizm teorisi, bu anlamıyla evrensel ve yerel/dönemsel olanın iç içeliğini taşır. Teorik olarak temel çizgileri koymanın yanı sıra geliştiği dönemin nirengi noktalarını da içinde barındırır. ML’nin her tarihsel süreçte, hele de büyük dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde genişletilmiş yeniden üretiminin yapılması, onu donmaktan kurtaracaktır. Teori ile böyle ilişki kurulmadığında, hele de içine doğduğu dönemin koşullanmışlığı içerisinde ifade edilenler mekanik bir şekilde ele aldığında, o teori artık süreçleri açıklamaktan uzak bir hale gelir. Tüm ML, bu ilişkileniş tarzından muzdariptir. Öte yandan bu sorunun en çarpıcı biçimde açığa çıktığı teorilerden biri, Lenin’in emperyalizm teorisi olmuştur. Bu tarz bir ele alışın sonucu, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası gelişen dünya durumunu okumadaki teorik boşluk oluşmuştur. Bu, daha sonra, özellikle neoliberalizmin dünyaya hakim olmaya başladığı 1980’ler sonrasından günümüze içinde olduğumuz dünya için, iki kat daha fazla geçerlidir. Siyaset cephesinde Lenin’in mali oligarşinin yayılmacı politikası ve sömürgecilik bağlamında yaptığı tespitleri, emperyalizm teorisini, derin dondurucudan çıkartarak dünyada yaşanan altüst oluşu artık kavrayamayız. Emperyalist kapitalist sistemdeki büyük dönüşümün analizini yapmak ve ekonomi-siyaset ilişkisini doğru kurarak emperyalizm tahlilimizi güncellemek, günün en yakıcı ihtiyacıdır.

Lenin, Emperyalizm’in Fransızca ve Almanca baskılarına yazdığı önsözde şunları ifade eder: “Bu olayın ekonomik kökleri kavranmadıkça, siyasal ve toplumsal önemi değerlendirilmedikçe, komünist hareketin ve önümüzdeki toplumsal devrimin pratik sorunlarının çözümüne doğru bir tek adım bile atılamaz.” Devrimci hareketin dünyada ve Türkiye’de yaşamakta olduğu tıkanma, değişen dünyayı kavrayacak teorik bir referans sistemini oluşturamamış olması nedeniyledir.

Günümüz emperyalizmini kavrayabilmemiz, ancak üretimin ve sermayenin uluslararasılaştığı bugünün dünyasında, marksist değer yasasının nasıl işlediğini incelememizle mümkündür; emperyalist ülkeler ve yeni sömürge-bağımlı ülkeler, bölgesel emperyalist ülkeler[2] arasındaki ilişkileri, sömürü mekanizmasını; bu doğrultuda gelişen sınıfsal, toplumsal, ulusal    çelişki ve çatışmaları ve yaşanan siyasal dönüşümü kavramamızı sağlayacak olan budur. Emperyalizmin ekonomi-politiğine odaklanmalıyız. İkisini birbirinden ayıran değil bütünlük içerisinde ele alan bir yaklaşım geliştirmeliyiz.

Bir teorinin karşılayamadığı, açıklayamadığı yeni gelişmeler yaşandığında, teoride köklü bir dönüşüm şart olur. Emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı içsel dönüşüm; sermaye merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının geldiği düzey, Lenin’in emperyalizm teorisini geçersiz kılmıyor. Çünkü hala (üretimin dev toplumsallaşmasının kapitalist üretim ilişkileri altında yaratmış olduğu) asalaklık ve çürümüşlük ile proleter devrimler çağı diyalektiğinin işlediği bir çağdayız. Ancak mevcut haliyle dünyayı okumamızı sağlayamayacağı da kesindir. Yani diyeceğimiz o ki, emperyalizm teorisinin ortadan kalktığını ve güncellemenin, yeniden yapılandırmanın yetmeyeceği, yeni bir referans sisteminin oluştuğunu düşünmüyoruz. Böyle düşünenler de var. “Yeni emperyalizm” teorileri geliştiren birçok Marksist akademisyen, Lenin’in teorisi başta olmak üzere klasik emperyalizm teorilerinin artık açıklayamayacağı bir dünyada yaşadığımızı iddia ediyor. Biz Lenin’in teorisinin, emperyalist kapitalist sistemin geldiği düzeyi açıklamada, hala anahtar rolü oynadığını, ancak mevcut haliyle yetersiz kaldığını, kimi esasa dair olmayan yönlerinin ise yanlışlandığını düşünüyor; bu nedenle teorinin basit bir tadilat işlemi ile bugüne taşınamayacağını düşünüyoruz. Bir yanlışlanma değil teorinin yeniden genişletilmiş üretimine ihtiyaç olduğunu iddia ediyoruz. Bunları yeri geldikçe tartışacağız.

Mali sermaye, sanayi ve banka sermayesinin kaynaşmasından daha fazlasıdır

Lenin, emperyalizm teorisinde, mali sermayeyi, tekelci kapitalizmin pazar ve hammadde ihtiyacı temelinde gelişen sömürgeleştirme siyasetini ele almaktadır. O dönem, sermaye birikimi ve tekelleşme; ulus devlet ölçeğinde yaşanmaktaydı. Bugün ise doğrudan uluslararası düzlemde gerçekleşiyor. Sermaye birikiminin uluslararası temelde gelişmesi, birikim sürecinin bir bütün olarak uluslararasılaşması demek; üretimin ve sermayenin uluslararası temelde dolaşımı ve gelişimidir.

Dün için Marx’ın ulusal sınırlar içinde kalarak (henüz dış ticaret ve dünya pazarı bölümlerini yazmadığı için) açımladığı değer yasası, emperyalizmi kavramakta bir boşluk oluşturmuyordu. Ama bugün, uluslararasılaşan sermaye hareketlerini ve siyasal sonuçlarını anlayabilmemiz için Marksist değer yasasını, mutlaka emperyalizm teorisi ile birlikte düşünmek, hatta emperyalizm teorisini doğrudan onun üzerine oturtmak zorundayız.

Lenin, Hilferding’in kısaca “… bankaların çekip çevirdiği, sanayicilerin kullandığı sermaye” olarak tanımladığı mali sermaye tanımını alır. Ancak bunun eksik olduğunu, Hilferding’in mali sermayenin oluşumunda tekellerin rolünü geçiştirdiğini ifade eder ve kendi tanımını yapar: “Üretimin yoğunlaşması, bunun sonucu olarak, tekeller; sanayinin ve bankaların kaynaşması ya da içiçe girmesi – işte mali-sermayenin oluşum tarihi ve bu kavramın özü.”[3] Emperyalizm kitabı, banka sermayesinin nasıl sanayi sermayesine hükmettiğini ve bir yerden sonra kaynaştığını anlatır. Burada üretimin yoğunlaşması sonucu oluşan tekeller, sanayi sektöründedir. Başka hiçbir alan, henüz metalaşmamış ve sermaye üretiminin konusu haline gelmemiştir. Bu anlamda Lenin’in Hilferding’inkini tamamlayarak kullandığı mali sermaye tanımı, o dönem için doğrudur.[4] Ancak bugün için salt banka ve sanayi sermayesinin kaynaşması temelinde bir koyuş, doğru olmayacaktır.

Hilferding de Lenin de mali sermayeyi, Alman deneyimi üzerinden tanımlarlar. Bankaların rolünü öne çıkarırken finansal sermayenin hareketini sağlayan araçlardan olan borsa ve yatırım fonlarının ise önemini yitireceği tespitini yaparlar. Banka ile kastettikleri finansal alan olduğu için özde bir yanlışlanma yoktur. Ancak yine de emperyalizm teorisinde merkezi konuma sahip olan mali sermayenin daha bütünlüklü ele alınması gerekirdi. Bu haliyle mali sermaye tanımı, özde doğru olmakla birlikte belirleyici kurum ve araçların tespitinde bir ülke deneyimi üzerinden yapılan soyutlama nedeniyle teoriyi zayıflatmaktadır. Hilferding’in hangi saiklerle böylesi bir yolu izlediğini bilmiyoruz. Ancak Lenin’in emperyalizm teorisini, Marks’ın diyalektiğini kavramaya odaklanan uzun bir hazırlık çalışmasının üzerine oturttuğunu biliyoruz. Bu temelde Lenin’in, emperyalistleşme sürecinde Alman deneyimini, gelişmenin yönünü işaret ettiği saikiyle öncelediği ve buradan sonuçlar çıkardığı düşüncesindeyiz. Onun, Emperyalizm üzerine çalışırken İngilizce kaynakları inceleyemediği, sadece Almanca kaynakları analiz edebildiği için mali sermaye konusunda böylesi bir hata yaptığını düşünenler de var. Ancak biz bu iddiaya katılmıyoruz. Lenin’in dil sorunu yok, hatta İngiliz deneyimini merkeze alan Hobson’un emperyalizm kitabını Rusça’ya çevirmeye başlıyor, ancak yarım bırakmak zorunda kalıyor. Elbette İngilizce kaynaklara erişimi daha sınırlı olabilir, İsviçre’de kaldığı için. Ancak asıl olarak bundan dolayı değil İngiltere’nin emperyalistleşme sürecinin bir genellemeye mahal vermeyeceğini düşündüğü için bu tercihte bulunduğunu düşünüyoruz. Zira İngiltere’de, tekellerin oluşumu ve mali sermaye, iç dinamiklerden ziyade eski sömürgeci-kolonyalist geçmişe yaslanmaktadır. Almanya ise iç dinamikleri üzerinden emperyalistleşme sürecini yaşıyor ve bu haliyle Lenin, emperyalist gelişmenin yönünü belirleyecek bir örneklem olarak Almanya’yı görüyor. Marks, kapitalizmin gelişimini, en ileri örnek üzerinden, açmaz ve sınırlılıklarıyla birlikte çözümlemeye çalışıyor. Lenin de kapitalizmin olağan gelişimine örnek olarak Almanya’yı alarak, bu deneyim üzerinden mali sermayenin genetik kodlarını çözmeye odaklanıyor. Yani Lenin’nin emperyalizm teorisinde, Marks’ın hareketin gelişim yönünü tespit etmek için kapitalizmin en gelişmiş olduğu ülkeyi –İngiltere’yi- baz almasındaki yöntemle benzer bir diyalektik okumanın olduğunu söyleyebiliriz.

Lenin’in Almanya deneyimi üzerinden yaptığı mali sermaye tanımı bir darlığa yol açmıştır. Diğer yandan emperyalizmi, mali sermaye-mali oligarşi üzerinden tanımlaması, maddi-ekonomik temelini ortaya koyması ise onun ileri yanıdır.

Öte yandan bugün, sermeye birikiminin konusu olmayan hiçbir alanın kalmamış olması; üretim ve sermayedeki yoğunlaşma derecesi; ticaretinden lojistiğine (tedarik zincirlerine bakmak yeterlidir), tarımından hizmet sektörüne, bilişiminden kültür ve eğlence sektörüne, turizminden sporuna kadar her sektör ve alanda tekelci sermayenin devasa boyutlara gelmiş olması; mali sermayenin dönüşmüş olarak tariflenmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Yine borsanın, yatırım fonlarının önemini yitirmek bir yana daha da ağırlık kazanması, teoride güncellenmesi gereken bir diğer yöndür. Bu nedenle mali sermaye bugün, finansal sermaye[5] ile sadece sanayi sermayesinin değil tarım, hizmet, ticaret, turizm, kültür-eğlence, spor vb. tüm sektörlerdeki tekel sermayelerinin kaynaşmasıdır.

Artık sermayenin ulusal ölçekten çıkıp uluslararası ölçekte yoğunlaşması ve merkezileşmesi, tartışılmaz bir durumdur. Diğer yandan neoliberal sermaye birikiminin hakim hale gelmesiyle, meta sermaye, para sermaye ve üretken sermayenin uluslararasılaşan hareketinde ağırlık noktasının farklılaşması (para sermayenin artan etkisi), uluslararası tekellerin faaliyet ve yayılım alanını genişletti, tekelci mali oligarşinin saldırganlık katsayısını artırdı.

Biz eğer mali sermaye tanımını, Lenin’in çizdiği sınırlar içerisinde yapar, kapsama alanının genişlemiş olduğunu ıskalarsak, dünyayı kavrayamayız. Örneğin bugün Amazon gibi bir küresel devi, bir yere oturtamayız. Onu salt dijital platfrom olarak alırsak, oynadığı rolü kavrayamayız. Kabaca baktığımızda Amazon ticaret sermayesi olarak, perakende işi yapıyor. Ancak Amozon, sadece perakendeden kazandığı üzerinden gitmiyor. Banka ve diğer finansal kurumlardan azade bir Amazon yok. Finansal sermayeyi büyütecek hamlelerle, spekülasyon ve borsa oyunları ile birlikte, farklı sektör ve alanlarda oluşmuş olan artıdeğeri sızdırıyor. O, meta dolaşım sürecinin, yani artıdeğerin gerçekleşmesi sürecinin bir parçası olarak, sermaye döngüsünün bir bileşeni. Ve bu anlamıyla sermaye birikiminden yalıtık değildir. Bu da yetmez, o, aynı zamanda kendi markasıyla dolaşıma soktuğu birçok ürünün de oluşturduğu üretim ve tedarik zincirleri üzerinden sağlayıcısı (sahibi değilse de veri bankalarını işleyip talep oluşturması, çeşitlendirmesi, yönlendirmesi vb. ile doğrudan etkide bulunan) dev bir tekel[6] durumundadır.

Tarıma bakalım. Kapitalistleşme süreciyle birlikte artık geçimlik üretim yapan yoksul köylüler ve küçük üreticiler; topraklarından, üretim araçlarından kopartılmış ve tarım tekelleri, devasa üretim havzalarına el koymuş durumda. Artık tarım üretimiyle gıda endüstrisi iç içe gelişmekte. Sadece bu mu, bir tarım tekeli olarak ünlenen Cargill’in bugün dünya ekonomisinde, içinde olmadığı sektör neredeyse kalmadı. 1865 yılında kurulan şirket; gıda, hayvan yemi ve yenilenebilir hammadde ticaretinde uzmanlaşmıştır. Cargill, 2021/22 mali yılında yaklaşık 165 milyar dolarlık yıllık satışıyla dünyanın en büyük şirketlerinden biri… Faaliyetleri arasında, tahıl ve tahıl ürünleri ile diğer tarımsal emtiaların satın alınması, işlenmesi ve dağıtımının yanı sıra canlı hayvan, hayvan yemi, işlenmiş gıda bileşenleri ve farmakolojik yardımcı maddelerin üretimi ve ticareti yer almaktadır. Cargill, ayrıca oluşturduğu finans şirketinin hedge fonu ile de asalaklığını azami derecede yükseltme arayışındadır.[7] Bir bütün olarak dünyada kapitalist sermaye birikiminin konusu haline gelmemiş hiçbir şeyin kalmadığı bir evreye geldik ve mali sermayenin tanım ve kapsamı da alabildiğine genişledi.

Yakın zamanda işçi direnişiyle gündemleşen -Çin merkezli Alibaba’nın sahibi olduğu- Trendyol da bir dijital platform olmaktan çok daha fazlasıdır. Türkiye’de, milyonların kilitlendiği futbol süper liginin, “Trendyol Süper Ligi” ismini kullanıyor olması bile bize birçok şeyi anlatır. Trendyol, Türkiye’de farklı birçok (finans, hizmet, ticaret, sanayi…) sermayenin kaynaşmış olduğu uluslararası mali sermaye gruplarından biridir. Trendyol işçilerinin direnişiyle dayanışmadan bahsedeceksek bu yayılımı görerek mücadeleyi yürütmeliyiz. Bu sadece Trendyol için değil tüm direniş mevzilerini kesen bir durumdur. Sermaye birikim alanının genişlediği ve tekelleşmenin yaşandığını gördüğümüz her alanda mali sermayenin gelişimini de görürüz.

Sungur Savran da, Kod Adı Küreselleşme adlı kitabında, mali sermaye tanımındaki bu genişleme üzerinde duruyor; onun bugün almış olduğu biçimi, bileşik sermaye kavramı ile ifade ediyor. Ayrıca bugün apaçık görülmekte olan mali sermayeyi, Lenin’in henüz oluşum aşamasında tespit emiş olduğunu vurguluyor.

“Bugün, holdinglerin sadece imalat sanayiinin çeşitli dallarında değil, tarımdan turizme, perakendeden ihracata ekonominin bütün dallarında faaliyet gösteren çeşitli şirketleri bağrında topladığını çocuklar bile biliyor. Önemli olan bunu henüz oluşumun şafağında belirlemektir. Lenin’in erkenden saptadığı bu eğilime dayanarak biz bugünün hakim sermaye dilimine bileşik sermaye adını vereceğiz.” [8]

Üretimin toplumsallaşmasının devasa bir hal alması, tek boyutlu bir durum değil. Örneğin bugün bir akıllı telefonun üretiminden bahsettiğimizde, salt sanayi üzerinden tanımlanan bir üretim sürecinden bahsetmiş olmuyoruz. Tasarımdan üretime, markalaştırmadan pazarlamaya birçok sürecin ve birçok sermayenin iç içeliğinden de bahsediyoruz. Hakeza bu akıllı telefon, küresel üretim ve tedarik zincirleri üzerinden, aynı zamanda dünyanın birçok coğrafyasındaki işçi sınıfının birleşik-toplumsal emeği olarak üretiliyor ve pazara çıkıyor. Bu, işçi sınıfının enternasyonal bir sınıf olarak örgütlenmesinin dinamiklerini de içinde barındırıyor.

Lenin, mali sermaye üzerinden mali oligarşi tanımını da yapar. O, emperyalizmi salt ekonomik bir kategori olarak ifade etmez. Emperyalizmin siyasetini, ekonomik olana dışsal ve iddia edildiği gibi “kapitalizm öncesi olan ‘ekonomi-dışı’ güç araçlarına, ordu ve jeopolitik zora ve devletler arası geleneksel düşmanlıklara, sömürge savaşlarına ve toprağa hükmetme”[9] biçimi olarak açıklamaz. Onun emperyalizm teorisi, mali sermaye ve  bu temel üzerinde gelişen mali oligarşi tespiti, ekonomi-siyaset ilişkisini güçlü bir biçimde kurmayı mümkün kılar.  Azami artıdeğer sömürüsü (ve azami kar)-azami egemenlik diyalektiğinin işlemesine alan açar. “Tekeller, oligarşi, özgürlük eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların zengin ya da güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi – bütün bunlar, emperyalizme, onu asalak ve çürümüş bir kapitalizm haline getiren ayırdedici özellikler kazandırmıştır.”[10] Bu iç içelik, burjuva demokrasilerinin sınırını (ve devletin dönüşümünü)  kavramamızı sağlayacak bir uz görüyü de bize kazandırır.

Mali sermayenin dönüşmüş olarak etkime alanını genişletmesi, emperyalizmin tüm dünyada içsel bir olgu olarak, daha da güçlenmiş olması demektir. Bu noktadan sonra değer yasasının uluslararası düzeyde işleyiş mekanizmasını açıklamadan ve ekonomik, siyasal, toplumsal sonuçlar çıkarmadan emperyalizm hakkında cümle kurmak, artık boş gösterenden öte bir şey olamaz. Devrimci savaş çizgimizi geliştirmede emperyalizm teorisinin bize yön gösterebilmesini nasıl sağlayacağız, asıl meselemiz bu olmalıdır. Bu, ancak Marksist değer yasasının, bugünkü bütünleşik kapitalist dünyada nasıl işlediğini; bunun hangi ekonomik, siyasi, toplumsal/sınıfsal dönüşümlere yol açtığını kavrayabilmemizle mümkündür. Teori-pratik ilişkisini kurabileceğimiz hattı, ancak bu şekilde oluşturabiliriz. Böylece emperyalizm üzerine kurduğumuz ezber cümlelerle siyasetimiz ayrı telden çalmaz veya eski ezberlerimize yaslanarak antiemperyalizm adına ulusalcı bir çizgiye savrulmayız. Emperyalist kapitalist sisteme karşı tutarlı bir antiemperyalist mücadelenin devrim sorunu ile doğrudan ilişkisini kurabiliriz.

(Devam edecek…)

Yazının ikinci bölümünde, sermayenin uluslararasılaşmasının aldığı formla birlikte emperyalizmin geçirdiği dönüşümü ve emperyalizm teorilerini ele alacağız. Bu bağlamda emperyalizm ve Marksist değer yasası arasında köprü kurmanın zorunluluğuna işaret ederek süper sömürü ve eşitsiz mübadele teorilerine değineceğiz.


[1]  İnter Yayınları’nın Emperyalizm baskısında Kapitalizmin En Yüksek Aşaması alt başlığının altındaki alt başlık bu şekildedir. Sol Yayınları’nda ise “Halkı Amaçlayan Bir Deneme” olarak çevrilmiştir.  Sungur Savran ise şunları ifade eder: “kitabın başlığının altına, İngilizceye “A Popular Outline” diye çevrilmiş olan bir alt başlık yerleştirmiştir. Bunu Türkçeye “Popüler Bir Özet” ya da “Basitleştirilmiş Bir Özet” diye çevirmek mümkündür.” (Kod Adı Küreselleşme, Sungur Savran). Her ne kadar Savran bu ikinci alt başlığın Türkçe çevirilerde olmadığını söylese de yukarıya taşıdığımız haliyle var. Ve ikisi de halkın anlayabileceği bir çalışmaya işaret eder. Yani “popüler bir” inceleme/deneme veya özet demekte bir beis yoktur.

[2]  Latin Amerikalı devrimci marksist akademisyen Ruy M. Marini’nin 1960’larda emperyalist kapitalist sistemin hiyerarşik dizilimine dahil ettiği alt emperyalizm kategorisi, bugünü açıklamamızda, hele de Türkiye gibi ülkelerin pozisyonunu kavramada anahtar rolü oynayacaktır. Bölgesel emperyalist ülke tanımını, alt emperyalist tanımına karşılık gelecek şekilde kullanıyoruz. İlerleyen bölümlerde daha geniş değineceğiz.

[3]   Emperyalizm, Sol Yayınları, sf. 53-54

[4]  Şu kaydı da düşmek zorundayız: O dönem, Kara Avrupası’nda, özellikle Almanya’da borsa ve yatırım fonları önemini yitirmekteydi, mali sermayenin oluşumunda bankalar ise merkezi bir rol oynuyordu. Ancak ABD ve İngiltere’de borsa ve yatırım fonları etkindi. Bu nedenle Lenin’in bankalara dair yazdıkları, o dönem de bir genelleme olarak yanlıştı. Bugün ise bankaların yanı sıra türev piyasalarıyla birlikte borsanın, yatırım fonlarının oynadıkları rol tartışmasızdır.

[5]  Banka sermayesi demek; dün için de özgün bir örneğin, banka sermayesi olarak genelleştirilmesi yanlıştı, ancak bugün borsanın, yatırım fonlarının, türev piyasaların oynadığı rolle, artık hiç açıklayıcı olmayacaktır. Bu nedenle finansal sermaye demeyi tercih ettik.

[6]  Dünyanın en zenginleri listesinde Elon Musk ile ilk sıraya oynayan Amazon’un sahibi Jeff Bezos’u tanımayan yoktur. Yine bugün bilişim-dijital sektöründe Amazon markalı bir ürüne sahip olmayan, Amazon dolayımıyla müzik-video-kitap ihtiyacını gidermeyen bir insan bulmak da zordur.

[7]  Wikipedia (en)

[8]  Sungur Savran, Kod Adı Küreselleşme, Genişletilmiş baskı, sf. 80

[9]  Wood, Sermaye İmparatorluğu, Epos Yayınları, sf. 144

[10]  Lenin, Emperyalizm, sf.140