Son günlerde sokaklar, fabrika ve işyerleri bir hayli hareketlenmiş durumda ve bu gidişle daha da hareketleneceğe benziyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında insanca bir yaşam için ücret ve elektrik, doğalgaz, kira, gıda, akaryakıttaki fahiş zamlara karşı halk sokaklara çıkıyor. İnsanlar bu sistemden ümidi kestikçe radikalleşiyor, korku duvarları yıkılıyor ve yıkılmaya devam edecek. Cesaret ve başarı bulaşıcıdır. Önümüzde aşılacak birçok eşik olsa da belli bir eşik aşılmıştır. Ve son yıllarda görülmeyen bir sokak hareketliliği yaşanmaktadır. Örneğin direnerek hakkını alan Trendyol işçilerinin açtığı yoldan Farplas, Yemek Sepeti, Migros, Çorap işçileri… grev ve direnişlere başladılar. Aynı şekilde Kuzey Kürdistan’da elektrik faturalarına karşı başlayan kitlesel eylemler, en son “Ödemiyoruz” sloganı ile Eskişehir’e sıçradı. Fatura eylemlerinin de Türkiye’nin dört bir yanına yayılacağı su götürmez bir gerçektir. Tabloya üstünkörü baktığımızda bile fatura, zamlar, ücret, barınma, geçinme, gıda üzerinden başlayan eylemlerin büyüyeceğini, birleşeceğini görmek için müneccim olmaya gerek yok.
O halde devrimcilerin bu sürecin önünü açacak hamleleri yapması gerekiyor. Ki buna dair görüşlerimizi “Bir Akım yaratalım: Ödemiyoruz!”[1] ve “Sokak: Politikanın sınanacağı yer” [2]başlıklı yazılarda tartışmıştık. Ancak bu yazıda birçok devrimci örgüt ve demokratik kitle örgütünün katılımıyla “Işıkları kapa Türkiye” sloganı ve eylemini tartışmak istiyorum. Yukarıda zaten halkın, saydığımız ve sayamadığımız sebeplerden ötürü, sokağa çıkma eğiliminin arttığını ve daha da artacağını söylemiştik. Eğilim bu yöndeyken, neden evde yapılacak pasif bir eyleme çağrı yapılır? Bunun birkaç yanıtı olabilir. Sokağa çıkma eğilimi yeterince görülmeyip, bu insanları ses çıkarmaya ısındırabilecek bir eylem biçimi olarak görülüyor olabilir. Ancak dediğimiz gibi, bu eşik çoktan aşıldı. Öte yandan “Işıkları kapa Türkiye” bir başka açıdan bakıldığında ise “haddini bilen” bir eylemdir. Bu eylem tarzı bir de çabuk düşün, çabuk uygula, çabuk sonuç al bilincinin bir ürünüdür. İnsanlar, bu kadar kızışmış ve tencereler boş iken insanlara “evde kal” demek pasifizm değil de nedir? Yoksul halk elektrik faturalarından dolayı zaten ışıklarını açmıyor. Oysa sınıf mücadelesi haddini bilmemektir. Kendine öncü diyenin görevi ise kısa ve kolay yoldan bir şeyler yapmaya çalışmak veya her yaptığımızı illa gösteriye dönüştürmek değildir. Sonuca odaklanmalıyız. Bunun için sabırla çalışmalıyız.
En son Kemal Kılıçdaroğlu, “Ben elektrik faturasını ödemeyeceğim” diye bir açıklama yaptı. Ardından Erdoğan, “Sen elektrik faturanı ödemediğin zaman yapılacak işlem nedir? Elektriğin kesilmesidir” cevabını verdi. Aslında bunu sokakta eylemlerle faturalarını yakan halka söylüyor. Neden “Ödemiyoruz” sloganı etrafında birleşmemiz gerektiğini daha önceki yazılarda belirtmiştik. Bunu Kılıçdaroğlu’nun da söylemesi slogandan vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmez. Gezi Ayaklanmasının olduğu 1 Haziran gününde CHP’nin Kadıköy mitingi vardı ve bu kitle Taksim’e aktı. Ancak orada tüm gövdesiyle direnişe katılan devrimcilerin hegemonyası vardı. Bu yüzden, önce destekleyen Kılıçdaroğlu, sonra kitlelere evinize dönün çağrıları yapmak zorunda kaldı. Aynı şekilde biz de birleşik bir mücadele hattı ile tüm gövdemizle bu sürece girer, tutarlı bir politika örersek zamanla hegemonyayı kurar ve Kılıçdaroğlu’nun göz boyayan rol çalmalarını engelleriz. Gösteri demişken; her eylemde örgütlerin sadece bayrak, şapka, önlükleri medya görünür kılmak için uğraştıklarını görüyoruz. Siyasal duruş açısından bu semboller önemlidir, ancak eylemin muhtevasının önüne geçmemeli, tek mesele bunları görünür kılmak olmamalıdır. Sadece kendimizi göstermeye değil; birebir ilişkiyi geliştiren, nabız tutan, kendi derdini anlatan, dert dinleyen, daha samimi, sabırlı bir sokak çalışması geliştirmemiz gerekiyor.
Elbette “Işıkları kapa Türkiye” sloganının ve çalışmasının bir karşılığı olur. Ancak Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na verdiği cevaba geri dönecek olursak; Erdoğan halka ne diyor? Faturanı ödemezsen cezası kesilir, elektriksiz kalırsın. Yani seninle uzlaşmam, diyor. Yoksul halk “Ödemiyoruz” sloganını benimsemişken, bu eylem tarzının yoksul emekçi kitlelerle devleti karşı karşıya getireceği belliyken neden “Işıkları kapa Türkiye” gibi pasif bir eylem biçimiyle uğraşalım?
Aynı şey “Zamlar geri alınsın”, “devletleştirme” ve “kamulaştırma” sloganları için de geçerlidir. Zaten Erdoğan kısmi anlamda zamların geri alınacağına dair işaretler verdi. Aynı şekilde temel tüketim ürünlerinde KDV’yi % 1 oranına düşüreceğini açıkladı. Bu gibi ufak geri adımlarla sokağın ritmini bozmaya çalışıyor. Bunlar elbette sokağın gücünün kazanımlarıdır. Her kazanım, kitlelerin öz güvenini arttırır. Bunu görmeliyiz, ancak bununla yetinmeye yol açabilecek, sorunu sınıfsal karşıtlık ilişkisinden çıkartacak politikalar geliştirmemeliyiz. “Devletleştirme”, hiçbir gerçekliği ve ucu bucağı olmayan bir politikadır. Kim devletleştirecek, AKP mi? Bir de bu devlet, kimin devletidir? Devrim sorunundan kopartılmış bir devletleştirme, kamulaştırma talebi kolektif kapitalist olarak devletin bizi sömürmesini talep etmekten başka nedir ki? Ya da TKP, “Devrim” filmindeki gibi bir gecede devrim olacağını düşünüp ‘bizi uğraştırmayın, şimdiden devletleştirin’ mi demek istiyor?! Kimden istiyorsunuz bunu? Zaten enerji kaynaklarına hükmeden beşli çete devletle iç içe geçmiş bir sermaye grubu değil mi? Kolektif kapitalist olarak devlet, bu sömürü ve rant mekanizmalarından azade mi?
Erdoğan’ın cevabında da belli olduğu üzere “Ödemiyoruz” eylemi tek tek ödeyememe halinden çıkıp toplumsallığa kavuşursa (ki bunun imkanı önümüzde duruyor, zaten insanlar faturalarını ödeyemiyor), işte o zaman kitlelerle devleti daha uzlaşmaz bir karşıtlık temelinde karşı karşıya getiririz. Biz böyle yapmasak bile kendiliğinden hareket bu yönde gelişebilir. Ancak görevimiz yön göstermek, süreci hızlandırmaksa kendisine devrimci diyen ve adına yaraşır her örgüt, bu uzlaşmaz karşıtlık temelinde hareket etmelidir. Vurgulamak gerekirse artık hedef düzeni restore edecek, uzlaşılabilecek zeminler yerine uzlaşmaz karşıtlığı arttıracak eylemlere yönelmeliyiz. Kapitalizmin neo-liberal uzantısı yerine doğrudan kapitalizmi hedef almalıyız. Tersten ise alternatifi oluşturacak zeminleri yaratmalıyız.
Belki de kafamızda şöyle bir soru işareti var. Bunca kitle sokağa döküldüğünde, biz nasıl hareket etmeliyiz, bunca yükün altından nasıl kalkarız? Buna Engels’ten bir alıntıyla cevap verebiliriz:
“Askeri taktiklerdeki tüm ilerlemeleri kaydedenler, savaşın baskısı altındaki erlerdir. İyi liderlik tüm cevaplara sahip olduğunuzu söylemek değil, savaşın ortasında erlerin geliştirdiklerinin en iyisini alıp bütün orduya yaymaktır. Adına yaraşır her devrimci parti mücadelenin içindeki insanlardan bir şeyler öğrenir ve öğrendiklerini tüm sınıfa yayar. Parti sınıftan bir şeyler öğrenir, ama aynı zamanda parti, sınıfın her kesiminin en iyi mücadele deneyimlerini kendisinden öğrendiği mekanizmadır.” Bu, tıpkı neolitik devrimde bulunan bir icadın bütün insanlığa yayılmasına benzer. Dinamikten beslenen ve onu tekrar besleyen, dinamiğin sözünü söyleyeceği, bütünü değiştirebileceği zemini oluşturmalıyız. Daha dinamik, etkileşimli, kolektif gelişime açık bir oyun kuruculuğuna ve oyun planına ihtiyacımız var. Futbol tabiriyle ceza sahası içinde ofsayta düşmeden, topun kafamıza çarpıp gol olmasını bekleriz; ama nafile. Her şeyi biliyoruz havasından çıkıp, çözümü alanda arayan, bulan ve bütüne yayan insiyatif alanı açan bir bakış açımız olmalı. Bizi kısır döngüden, çözümsüzlükten kurtaracak olan böylesi bir sahici zemindir. Sokaktaki rüzgarı arkamıza ancak bu şekilde alabiliriz. Bu yüzden “haddimizi aşan” bir tarz geliştirmeliyiz.
Acz içinde, aynı şeyleri tekrar edersek sadece kendi yeteneksizliğimizi kanıtlarız. Halkın devrimci enerjisinin katlanarak arttığı günlere göre kendimizi ayarlamalıyız. Bu ayarı kendimize sadece kitaptan çekemeyiz. Sosyalizm ile halk dinamikleri arasında kendi ördüğümüz tecridi kırdığımız oranda bu iş rayına oturur. Bunu ancak sokağın nabzını tutar ve buna göre politikayı uygularsak yapabiliriz. Özcesi sadece kendi dükkanlarımıza değil, sınıfın gücüne güvenmeli, onu örgütleyecek formları oluşturmalı ve onu örgütleyecek tutarlı politikaları sokakta geliştirmeliyiz. İştirake ve inisiyatife alan açmalıyız.
[1]https://komundergi6.com/bir-akim-yaratalim-odemiyoruz-mahir-yilmaz/
[2]https://komundergi6.com/sokak-politikanin-sinanacagi-yer-mahir-yilmaz/