Nürnberg Uluslararası Mahkemesi’ndeki yargılamalar sırasında tutuklularla görüşen G.M.Gilbert’in 3 Ocak 1946’da Nazi Almanya’sının Hitler’den sonra gelen yetkili kişisi Hermann Göring’le yaptığı görüşmede Göring şöyle söylemiştir.
“Sade vatandaşın savaş istememesi doğaldır: bu, Rusya’da da, İngiltere’de de, Amerika’ da da, Almanya’da da böyledir. Bu anlaşılabilir bir şeydir. Ama politikayı belirleyen gene de liderlerdir ve halkı bir yöne doğru sürüklemek her zaman çok kolay bir şey olagelmiştir; demokraside de, faşist diktatörlükte de. Sesi çıksın çıkmasın bir halka liderlerin istediğini kabul ettirmek daima olanaklıdır. Bu çok kolaydır. Bütün yapacağınız iş halka saldırı altında olduğunu telkin etmek ve barış yanlılarını vatan sevgisinden mahrum olmakla ve ülkeyi tehlikeye atmakla suçlamaktır. Bu, her ülke için böyledir.”(1)
Barış temalı bu yazıya iki soruyla başlayacağım. Barış nedir? Barışı hangi yöntemlerle var edebiliriz?
Orhan Hançerlioğlu “Felsefe Ansiklopedisi”’nde barışı; savaş karşıtı olarak uzlaşma. Anamalcılığın geliştirici gücü ve zorunlu koşulu olan savaşın karşıtı olarak tanımlar. Barış basit anlatımıyla savaş karşıtıysa; savaş hangi koşullarda, etkileşimlerde ortaya çıkar. Savaş ve barışın hangi koşullarda var olduğunu; sosyal çelişkiler, politika, ekonomi ve hukuk bilimlerinin ışığında tarihselliğiyle incelemek gerekir. Tarihteki savaş ve barışı ayrıntıyla incelemek bu yazının kapsamını aşacağından, yakın tarihte barış çalışmalarıyla sınırlandıracağım. Sürekli barış tüm insanlığın temel talebi olmasına karşın, neden gücün yerini adalet alamıyor. Tüm insanlığı ve doğayı yıkıma sürükleyen savaş neden durdurulamıyor. Marks, “toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihinden ibarettir” diyerek savaş ve politikanın belirleyiciliğini gösterir. Kalıcı barışın sağlanamamasının nedeni, toplumsal zenginliklerin ve üretim araçlarının özel mülk edinilmesine dayanmaktadır. Özel mülk edinme sonucunda ortaya çıkan tüm eşitsizlik, adaletsizlik vb. sorunlar kalıcı barışın önündeki engellerdir. Devlet, savaş ve mülkiyet ilişkilerinin temellerini içinde barındırır. Devlet içeride de ezilenler üzerinden yükselir. Egemenlik kurar. Güçlü devletler, zayıf olan devletler üzerinde egemenlik kurup, sömürür. Süper güç olan devletlerin önünde dünyanın 100 yıllık planları durur.
Yakın tarihte barış savaşımlarına bir göz atalım;
Alman faşizminin tırmanışa geçtiği dönemlerde 1932’de Henri Barbusse ve Roman Rolland savaşa karşı uluslararası kongre için geniş katılımlı (işçi, aydın kuruluşları, meslek örgütleri) bir çağrıda bulunmuştur. Ağustos 1932’de Amsterdam’da kongre yapılır. 1933’te Paris’te toplanırlar. Toplantılar “Savaşa ve Faşizme Karşı Dünya Komitesi” kurulma kararıyla sonuçlanır.
1935’te “Savaşa Karşı Bilim Adamları” örgütü kurulur. 1941’de ABD, Almanya’nın olası bir atom tehdidine karşı var hızıyla atom bombası yapımına yönelir. 1945’e gelindiğindeyse General Groves, bomba yapımı tamamlanmadan savaşın biteceği kaygısı içindedir. 1945’de İkinci Paylaşım Savaşı’nın son günlerinde yenik Japonya’ya atom bombası atılır. Savaş sonrasında dünyada kuvvetler dengesi belirlenmiş olur. Ardından atom araştırmalarının Savaş Bakanlığı içinde örgütlenmesini öngören bir yasa tasarısı çıkarılır. Bunun üzerine Kasım 1945’de Amerikalı Atom fizikçileri Atom Bilginleri Federasyonunu* kurar. Federasyonun amacı bu yasa tasarısına karşı çıkmaktır. Federasyon kongre üyelerine 75.000 mektup gönderilmesini sağlayarak atom araştırmalarının Atom Enerjisi Komisyonu adıyla sivil bir kuruma bağlanmasını sağlarlar. Ne var ki bilimin savaşın hizmetine sunulmasını engelleyemezler. ABD atom bombası denemelerine karar vermiştir.
Hiroşima’dan sonra nükleer silahlanmaya karşı bilim insanları harekete geçer. Einstein, 1946 Mayıs’ında “Atom Bilginleri Acil Komitesi”’nin kuruluşuna öncülük eder ve komitenin başkanlığını üstlenir. 1 Temmuz 1946’da savaş sonrası ilk atom bombası Bikini adasında denenir. Dünya çapında bilim insanlarının öncülüğünde işe koyulan komite çalışmalar için gerekli mali olanakları sağlayamaz ve 1948 sonlarında kapatmak zorunda kalırlar. Haziran 1946’da “atom enerjisinin denetimi” konusunda Newyork’ta Birleşmiş Milletler Komisyonu toplanır. Sovyetler ve ABD anlaşma sağlayamazlar.
Amerika 1929-33 ekonomik çöküntüsünden sonra “planlı” kapitalizmle bunalımların son bulacağını beklerken savaşın ardından 1948-49 bunalımı yaşanır. Sermaye sınıfı şok içindedir. Gerici siyasal görüşler egemenliğini artırırken büyük sermayede savaş yaratma eğilimi güç kazanır. 1947’de “Truman Doktrini” ilan edilir. Ülkenin her yanında korku ve terör egemendir. CIA ve NATO kurulur. Truman “barış ve güvenliğin sağlanması” amacıyla hidrojen bombası yapımı emrini verir ve Kore Savaşı başlatılır. ABD’deki kriz Batı’ya da kayar ve Amerikan kredilerine yaslanıp, NATO’ya girerler.
Artık dünya Soğuk Savaşın egemenliğindedir. Her geçen gün büyüyen nükleer savaş tehlikesine karşı, dünyanın her yerinde barıştan yana olanların birleşme ve örgütlenme çabaları başlar. Şubat 1948’de Paris’te Özgürlük ve Barış Savaşçıları** adlı örgüt kurulur. 25 Ağustos’ta Polonya’da 45 ülkeden 500 bilim insanı ve sanatçının katıldığı “Dünya Aydınlar Kongresi” yapılır. Bu toplantı da ilk kez dünyada ki barışçı güçleri birleştirecek “Dünya Barış Kongre”’sinin toplanması düşüncesi oluşur. 25 Şubat 1949’da “Dünya Barış Kongresi” hazırlık komitesi Paris’te toplanır. Komitenin başkanı Nobel ödüllü fizikçi Frederic Joliot-Curie’dir. Joliot, bilimin yıkım için kullanılmasından derin bir üzüntü içindedir. Bundan sonraki yaşamını barış için savaşıma adayacaktır. Kongre tüm ülkelere çağrıda bulunur. Birkaç hafta içinde 72 ülkeden altı yüz milyon insan kongreyi desteklediğini bildirir. Mart 1949’da Paris’in tüm caddeleri Picasso’nun kongre için hazırladığı ünlü barış güvercinli afişlerle doludur. Birçok ülke Dünya Barış Kongresi’ni engellemek için yoğun çaba gösterir. Paris’e gidecek delegeler engellenir. Kongre 72 ülkeden iki binin üstünde delegenin katılımıyla açılır. Joliot konuşmasında; bütün savaş güçlerine karşı bir barış saldırısı başlatmamız gerekiyor ve bu barış saldırımız atom bombaları atarak barışı garanti altına aldıklarını söyleyenlere karşı olacaktır der. Komite toplantısından sonra pek çok ülkede barış komiteleri, dernekler kurulur. Tüm çabalara karşın ABD, 31 Ocak 1950’de hidrojen bombası yapımına başladığını açıklar. Soğuk Savaş doruk noktasına taşınır. Mart 1950’de Dünya Barış Kongresi, Stockholm’de toplanır. Toplantıda, dünyanın bütün insanlarına tek tek çağrıda bulunma kararı verilir. İmza toplama kampanyası, daha sonra, nükleer silahlar konusunda uluslararası referanduma dönüşür. 75 ülkede 150 bin komite kurulur. Bu çağrı tarihin en büyük uluslararası kitle hareketidir.
Bu sıralarda Türkiye’de Demokrat Parti iktidarı vardır. TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na katılma kararı verilmiştir. ABD’nin ardından Kore Savaşı’na katılan ilk ülkedir. Bu savaşa karşı çıkan, Türkiye Barışseverler Cemiyeti’nin dernek kurucuları askeri mahkemede yargılanır hapse atılırlar. Ayrıca Bakanlık kararıyla, Dünya Barış Taraftarları Komitesi Başkanı Joliot Curie imzalı mektubun yurda sokulması yasaklar.
Dünya Barış Kongresinin ikincisi İngiltere’de yapılacaktır. İngiltere hükümetiyse kongreye birkaç gün kala barış delegelerini yurda sokmama kararı almıştır. Bunun üzerine delegeler 18 Kasım 1950’de Varşova’da toplanır. 235 üyeli bir Dünya Barış Konseyi kurulması kararı alınır. Başkan yine Joliot Curie’dir.
Savaşa karşı barış savaşımcıları, kongreler, toplantılar, yürüyüşler, bildiriler, açıklamalar… yaptılar. Birçoğu bu yolda hapse atıldı, bir kısmı öldürüldü.
Görüldüğü üzere yakın tarihte, savaşın kökeni ve varlık koşulu olan sınıflı devlet yapısına karşı toplumsal bir bütünlük içinde mücadele edilmediği sürece harcanan tüm emekler boşa gitmiştir. Günümüze kadar yapılan barış anlaşmaları da güçlü olanın zayıfa zor yoluyla kendi koşullarını dikte etmesinden ibarettir. Peki günümüz Türkiye’sinde halklar barış için hangi yöntemlerle savaşım vermektedir. Savaşımı bırakalım henüz işçiler ve küçük burjuva kendi sınıflarını bilmemektedir. Tüm devlet aygıtları, ideologlar, medya, haberleşme, eğitim araçlarıyla yığınları etkisi altına alarak sınıfların üzerini başarıyla örtmüştür. Barış taraftarı olan sol kümelerse toplumla bağları kopuk olarak sokaklarda küçük eylemliklerle, savaşın nedeni olan devletten barış talep etmektedir. Devlet bu basit yöntemi bile şiddet yoluyla kısıtlamakta ve bastırmaktadır. Devlet barış isteyenleri devlet aygıtları aracılığıyla terörist olarak göstermiştir. Bunu en yakın zamanda Ankara’da barış talep edenleri bombalayarak göstermiştir. İroniye bakın ki halkın büyük bölümü öldürülmelerine sevinmiştir. Bu da sol kümelerin topluma ulaşamadığını göstermektedir. Savaşın varlık nedeni olan özel mülkiyet ilişkileri ortadan kaldırılmadığı sürece, tarihe de baktığımızda bu basit yöntemle barışın sağlan(a)mayacığı açıktır. Kökenine karşı, pratiğe hizmet etmeyen, barışın gerçekleşmesinin önünü açmayan her girişim başarısızlığa mahkûm olacaktır. Sol kümeler öncelikle savaşın ve barışın tarihini bilmeli, kendi edebiyatını, sanatını, politikasını oluşturmalıdır. Bu basit yöntemlerini bırakıp, savaşın nedenleri ve tehlikesi konusunda halkı bilinçlendirerek, sınıf bilinci konusunda çalışmalar yürütmeli, yeni yöntemler geliştirmelidir. Elbette umutsuzluğa yer yoktur. Bir alıntıyla yazıyı sonlandıracağım.
“Bugün belki de ilk bakışta bir an için insanlık bu hedefinden evrensel ölçekli bir sapmaya uğramış gibi görünmektedir. Ancak geçici ve yanıltıcı bir görüntüden ibaret bu gelişme, insan ve insanlık için, küçük tarihsel bir gerileme sürecinden başka bir şey olarak görünmemektedir”.(2)
Kaynaklar:
*Daha sonra adı Amerikan Bilim Adamları Federasyonu olacaktır.
**Örgütün adı daha sonra Barış Hareketi olarak değiştirilecektir.
(1) Hep Aranızda Olacağım, Güney Gönenç, Yordam Kitap, I.Basım, İst, 2008, syf. 72
(2) Felsefe Ansiklopedisi Cilt II, Editör Ahmet Cevizci, Etik Yayınları, İst, 2004, syf.135 Kaynakça: Felsefe Ansiklopedisi Cilt II, Editör Ahmet Cevizci, Etik Yayınları, İst, 2004
Siyasal Düşünceler Tarihi, Alaeddin Şenel, 11 Kısaltılmış Baskı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2004
Hep Aranızda Olacağım, Güney Gönenç, Yordam Kitap, I.Basım, İst, 2008